Antropoloji

Gelenekler; Kültür ve İnanç: Buzdağının Görünmeyen Tarafı

Gelenekler; Buzdağının Okyanusun Altında Kalan ve Görünmeyen Tarafıdır

KÜLTÜR VE İNANÇ

Gelenekler; buzdağını ayakta tutan görünen yüzü değil; okyanusun altında kalan ve görünmeyen tarafıdır. Ağaçları ölümsüz kılan da onları toprağa kopmaz bağlar ile bağlayan kökleridir. Halkların yaşamasını ve ayakta durmasını da o halkın oluşmasını sağlayan gelenekler, görenekler ve halk inançlarıdır. Halk inançları, binlerce yıllık deneyimin sonucunda oluşmuş pratiklerdir. Bu pratikler sayesinde halk, kültürünü genç kuşaklara aktarabilirmiştir. Peki, günümüzde durum ne şekilde ilerlemektedir? Ülkemizde halk inançlarına bakış açımız milletçe nasıl ve ne durumdadır?

Geleneğin ve gelenekler çevresinde oluşturulmuş olan ritüellerin modern dünyada yeri olmadığına dair öne sürülen savlar, Batı’nın Doğu üzerinde uyguladığı baskılardan başka bir şey değildir.  Bugün de Avrupa’nın birçok ülkesinde geleneklerin, özellikle de festivallerin ne derece önemli bir yer tuttuğu görülebilir. Örneğin; İngiltere’deki kraliyet seremonileri, Fransa’daki diplomasi geleneği, Hollanda’daki Queen’s Day etkinlikleri, İspanya’daki Domates Festivali, Yunanistan’daki Fallus Festivali bunların başında sayılabilir. Batı, örnekleri verilen etkinlikler sayesinde halkın değerlerini bir kez daha kutsamakta ve geleneğin aktarımını sağlamaktadır. Sadece uygulamada değil ayrıca sinema filmlerinde de sıkça kültürünü dayatan Batı’nın Cadılar Bayramı ülkemizde neredeyse her genç tarafından çok iyi bir şekilde bilinmektedir. Peki, bize has olan Çiğdem Günü, Saya Gezmesi, Koç Katımı gibi özel günler neden hiç duyulmamıştır? Batı, kendi kültürünü yaşatabilmek adına binlerce yıl önceki bir ritüelini günümüze taşıyabilirken, özellikle Türk toplumu kültürel ögelerini yaşatmak konusunda çok büyük bir tereddüt ve eziklik içerisine düşmektedir.

Kendisini gerçekleyen kehanetin oluşum süreci gibi Türk halkı da kendisini aşağı görerek, dedelerinin ettikleri yağmur duasına, kutladıkları Hıdırellez Bayramı’na hor bakan gözlerle bakmaktadır. Tüm bunların altında medya araçlarının yönlendirmesi büyük bir rol üstlenmektedir. Bununla beraber özellikle halk bilimcilerin köylerde derleme yaparken, köylünün kendilerini küçük görmesin diye şehirden gelen araştırmacılara adetlerini ilk önce anlatmadıkları gözlenmiştir. Sonradan kimi bilgiler verseler de geleneğin bellek taşıyıcıları olan yaşlılarımız birçok pratiği bilerek anlatmamakta ve geleneğin ölmesine neden olmaktadırlar.

Salt kitabi bilgi, halkı robotlaştırır. Binlerce yıllık yaşam pratiğini çöpe atar. Kültürümüzü yok sayarak onu aşağılayarak varabileceğimiz nokta kültür yoksunluğudur. Fars ve Arap kültürüne göre hayatımızı şekillendiriyor oluşumuz da ruhumuza yaptığımız en büyük ihanet. Bedenimiz şeklen Arap kültürüne uyuyor gibi görünse de ruhumuz bu yabancı kültürü benimsemiyor ve sonuç olarak da ruhsal bozukluklarla, dinsel ya da cinsel sapkınlıklarla dışa vuruyor.

Unutulmamalıdır ki Prof. Dr. Gülin Öğüt Eker’in dediği gibi: “En üst düzey teknik donanımın mutlu edemediği sosyal bir varlık olan insan, ait olduğu kültürün bize biz olduğumuzu hatırlatan geleneksel unsurlarını kullanarak aitlik duygusunu yaşar. Aidiyet, ortak kültürel değerleri kullanma yönüyle bireyi, aynı toplumun üyesi olma hazzına ulaştırır. Üyesi bulunduğu kültürü paylaşmanın, aynı değerleri yaşama ve yaşatmanın verdiği kültürel bellekteki sorumluluk ve mutluluk, kişiyi manevî haz duymaya yönlendirir”  Manevi hazzı alamayan ve kendisini içerisinde yaşayan halka ve kültürüne ait hissetmeyen bireyler nereye gidecektir, nasıl yaşayacaktır, hangi fikirlere yönelecektir? Cevabı aslında gün gibi ortadadır. Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine, televizyonlardaki akşam haberlerine ve sabah kuşaklarındaki acı olaylara bakarak bu soruların yanıtlarını çok iyi bir şekilde öğrenebiliriz. Gençlerimiz cenaze törenlerine gitmeden, bayram kutlamalarına katılmadan, düğün yemeklerine iştirak etmeden, yeni doğan bir bebeğin kırkının çıkmasının ne demek olduğunu bilmeden büyüyor. Akranlarından çok ekranları gören, dostu olmayan, aynı dua için avuç açmayan ve aynı ölüme ağlamayan çocuklar nasıl olur da ülkesine ve milletine yararlı olabilir. Batının otomatik kültürü ile büyüyen ve beslenen bünyeler, Türk kültürünü yüreklerinde taşıyamazlar.

Halkın öz Mitlere, efsanelere ve kült inançlara karşı duyulan merak gün geçtikçe artıyor ancak ülkemizde bunun yerini Avalar, Yüzüklerin Efendisi, Matrix gibi yabancı menşeili filmler ya da bilgisayar oyunları dolduruyor. Buradaki durumu iyi analiz etmeli ve bugünden tezi yok; animasyonlarla, çizgi filmlerle, sinema filmleriyle, reklamlarla, çizgi romanlarla, kitaplarla Türk halk inançları çocukların anlayacağı dilde aktarılmalıdır. Sinema yönetmenlerimize, senaristlerimize, çizerlerimize, yazarlarımıza ve eğitimcilerimize çok büyük görevler düşüyor. Derslerinde Köroğlu’yu, Karagöz’ü, Pişekar’ı anlatmayan öğretmenlerle; testlerin içerisinde öğrenciyi boğan bir sistemle bu böyle gitmez. Halkı; toprağa sıkı sıkıya sarılan köklerimizi; halk inançlarımızı yüceltmeli ve en yükseğe taşımalıyız yani kalplerimizin ve zihinlerimizin içerisine… 

Ömer Ünal

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...