Tarih

Saracoğlu’nun İki İngiliz Gazeteciye Varlık Vergisi ile İlgili Cevabı

11 Kasım 1942’de yürürlüğe giren Varlık Vergisi hakkında pek çok dramatik hikayeler vardır. Özellikle gayrimüslim azınlıkların anılarına göre Varlık Vergisi bu kişilerin sırtına büyük bir yük olmuştur. Ellerindeki avuçlarındaki alınmıştır. 22 Ocak 1943 tarihli Tasviri Efkar gazetesinin köşe yazısı bu vergiye Türk’ün penceresinden bakan bir yazı olmuştur. Gayrimüslümlerin hikayeleri bilinse de Türklerin hikayesi pek bilinmemektedir. İşte bu yüzden bu yazıyı orijinal haliyle imla hatalarına dahi müdahale etmeden yayınlamayı uygun gördüm. Bu yazı sanal ortamda ilk kez yayınlanmaktadır.

Başvekilin kesin ve çetin sözleri

Başvekil Saracoğlu Şükrü’nün, iki İngiliz gazete muhabirine verdiği beyanatın dün gazetelerde çıkmış olan asıl metnini büyük bir zevk ve iç ferahlığı ile okuduk.

Bu beyanatın her öz Türk üzerinde aynı tesiri yapacağından eminiz. Zaten muhterem Başvekilin kendisine has olan açık kalblilik, açık düşünce ile söylediği sözler, bütün memlekette daima memnuniyetle telakki olunur. Saracoğlu Şükrü her meselede hedefe doğrudan doğruya gider. Beyhude inceliklerle meselenin etrafında dolaşmaktan hoşlanmaz. Düşündüğünü, inandığını söyliyeceğini mert ve seri bir ifade ile ortaya atar.

Varlık vergisi münasebetile iki İngiliz gazetecisine bu defa verdiği beyanat da, işte değerli Başvekilin iç ve dış siyasette takip tatbik ettiği bu usulün güzel bir numunesidir.

Varlık vergisi kanununun memleket dahilinde bir takım dedikoduları mucip olduğu gibi, bu dedikoduların harice de aksettiği malumdur. İçimizde asla bizden olmıyan ve yalnız Türkün kanını emerek zengin olduktan sonra hiçbir vakit memleketin sıkıntılarına iştirak etmiyen, bilhassa bazirgan zümresinin de vergi kanununun hariçte yapacağı akislerden birtakım ümitlere düştüğünü de uzaktan uzağa işitmiyor değiliz.

İşte Başvekil bilhassa Times ve Daily Telegraph gazetelerinin muhabirlerine söylediği sözlerde bu küstahça, hatta vatana karşı hiyanet olan ümitlere kat’i bir darbe indirmiş oluyor.

Bu kuvvetli ve çok haklı beyanatın başlıca cümlelerini karilerle bir defa daha beraber okuyalım:

“Türk milleti ve köylüsü ezici yükleri asırlarca tek başına çekmiş, fedakarlık taleplerine mertçe mukabele etmiştir. Yalnız bir takım kimseler hükümetin müraacatlerine kulak tıkamış ve geçen yıl gösterilen serbestliği ve güveni suistimal etmiştir. Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçacak kimseler hakkında bu kanun bütün şiddetile tatbik edilecektir.”

Şu kısa ve veciz cümleler, Varlık vergisinin ne için vazedildiğini, Türkün bu vergi karşısındaki hakiki vaziyetini ve iki buçuk senedir vatani ve ahlaki en ufak bir düşünceyle alakadar olmıyarak yalnız canavarca zenginlik peşinde koşanların halini şaka götürmez bir kesinlikle anlatmaktadır. Hakikaten Türk milletinin ve köylüsünün ezici yükleri asırlarca tek başına çektiğini kim bilmez? Yalnız son Osmanlı-Rus seferinden beri geçen altmış sene zarfında başımıza açılmış olan muharebeleri bir göz önüne getirelim. Her biri, bu büyük vatanın en kıymetli parçalarını bizden koparıp almış olan o kahbece taarruz ve tecavüzlere yalnız başına göğüs geren hep Türk köylüsü değil midir? Zavallı köylü iki sene başını dinlendirmeye muvaffak olursa kendisinden buğday alıp memleketi beslemesini isteriz, vergi isteriz ve vergisini veremediği zaman da davarını, çanağını, çömleğini hatta yatağını, yorganını satarız ve tam bu ezici yükler altında bunaldığı sırada bir harp çıkar, kendisini askere alırız. Rumelide, Arnavutluk dağlarında, Hint denizinden Basra körfezi sahillerine kadar, Erzurum ve Karsın buzlu dağlarından Irakın, Ssuriyenin Yemenin ve Trablusgarbın kızıl çöllerine kadar sevkederiz ve kendisine “bu topraklar senin ecdadından kalmadır, onları müdafaa et, Türklüğü kurtar, ta ki camilerde ezan sesi eksik olmasın! deriz.

Zavallı ve fedakar Türk köylüsü, bu vatan vazifesini hiç ses çıkarmadan, hatta seve seve ifaya koşar ve bu uzak illerin meçhul bir köşesinde çok defa şehit olup kalır, biz de onun mezarı üzerine bir taş diktirip iki damla göz yaşile hatırasını taziz imkanını bile bulamayız.

Bu uzak ve acıklı harplerden sonra İstiklal Mücahedesi devri gelir. Büyük Harbin galip ve mağrur devletleri, Anadoluyu dört etrafından sararlar. Elimizde beş altı vilayet ile üç beş milyon Türk nüfusu kalmıştır. Bunların hepsi de Türk köylüsünden ibarettir. Bu bir avuç köylü üç sene canını dişine takarak dünyanın en görülmemiş, en tasavvura sığmaz zaferini kazanır. Bizi boğmak istiyen devletleri birer birer tekmeliyerek Anadoludan kovup atar. Türk köylüsü bu son fedakarlığı yaparken de, şimdi vergiden kaçmak istiyen bazirganlar, İstanbulda ecnebi işgalinin himayesinde yine huzur ve rahat içinde yaşarlar, avuçlar dolusu para kazanırlar, fırsat buldukça ecnebilerle bir olarak Anadolu Mücahedesini  sekteye uğratmıya çalışırlar. Biz buna da ses çıkarmayız, zaferden sonra bütün bu faciaları unuturuz ve aynı unsurlara zaferi kazanmış öz Türkün bütün hukukunu büyük bir cömertlikle bahşederiz.

Şimdi ise memleketin uğradığı iktisadi buhran dolayısile kendilerinden bu buhranı hafifletmek için biraz yardım istiyoruz. Bu yardım elbet Türk köylüsünün daha dün İstiklal Harbinde hem canını hem malını vermesile kıyas edilebilecek bir fedakarlık değildir. Biz beklerdik ki bu mali fedakarlığı onlar da seve seve yapsınlar ve bu vatana biraz olsun bağlı olduklarını göstersinler.

Eğer bunu yapmıyorlarsa ve boş yere birtakım ümitlere düşüyorlarsa işte onlara, devletin icra kuvvetini elinde tutan ve azmindeki şiddeti İstiklal Harbindeki şahsi mücahedesile isbat etmiş bulunan Başvekil hitap ediyor ve “vazifelerini yapmaktan kaçacak kimseler hakkında kanun bütün şiddetile tatbik edilecektir” diyor.

Bu ihtarın genişliği ve çetinliği karşısında alakadarların vazifelerini yapmalarından başka çare yoktur.

TASVİRİ EFKAR