Dil DÜŞÜNCE Tarih

Türk Âşık Edebiyatı’ndaki Usta-Çırak İlişkisi ve Türk Tekke-Tasavvuf Edebiyatı’ndaki Mürşit-Mürit İlişkisinin Karşılaştırılması

Âşık edebiyatında oluşturulan geleneğin yüzyıllar boyu yaşatılmasını sağlayan unsurlardan biri usta-çırak ilişkisi olmuştur. Âşık adayının yetişmesi sırasında en çok başvurulan yollardan biri çıraklık eğitimidir. Bu çıraklığın amacı hem yeni âşıklar yetiştirerek hem de geleneğin sürdürülmesini sağlayarak gelecek kuşaklara aktarımı en doğru bir şekilde yapmaktır. Çırak, bu eğitim süresi boyunca sürekli ustasının yanında yer almaktadır. Ustasıyla beraber icra ortamlarında bulunur, yolculuklara çıkar. Çırağın bunu yapmasındaki amaç ustasını yakından gözlemlemektir. Yapacağı icrayı kuru, salt bilgiden ziyade pratiğe dökülmüş bir halde yapacağından dolayı bu gözlemler, kendisinin ilerleyen zamanlarında yol rehberi olacaktır. Çırak ustasına karşı saygıyı her zaman en üst noktada tutmakla yükümlüdür. O kadar ki yeri geldiğinde ustasının maddi kazanç elde etmek için yaptığı işe bile yardım etmiştir. Tarlaya giderek ustasına yardım ettiği de olmuştur.

Zamanla ustasının yanında kendini geliştiren çırak bazen ustası tarafından sınava tabi tutulur. Ustanın buradaki amacı çırağın şimdiye kadar olan gelişme düzeyini icra bağlamında gözlemlemektir. Bu gözlemleme genel olarak baş başa gerçekleştirilir. Çırak icrasını gerçekleştirdikten sonra ustası onun eksik veya yanlış yerlerini söyler. Bu bağlamda çırak bu önermelerden sonra yine eğitimine devam etmektedir. Belirli bir süreden sonra çırağın kendisinin yetiştiğine kanaat getirip ustasından icazet almasıyla veya ustanın yeterli görmesiyle çırak da usta bir âşık olabilmektedir. Çekirdekten yetişen bu âşık, ilerleyen zamanlarda yanına bir çırak alarak bu silsileyi devam ettirmektedir. Bu silsilenin devamı olarak da muhtelif “kollar” ortaya çıkmıştır. Örneğin Ruhsatî kolunda usta Aşık Ruhsatî’dir. Ondan sonra gelen Meslekî, Minhacî, Emsalî bu kolun 1. Kuşağını oluşturmuştur. Emsalî’nin yanında yetişmiş Gülhanî ve Mahsubî bu kolun 2. Kuşağını oluşturmuştur. Böylece âşıklık geleneği uzun yıllar devam etmiştir.

Yukarıda bahsedilen gelişimin bir benzeri de Türk tekke-tasavvuf edebiyatı bağlamında mürşit ve mürit olarak karşımıza çıkmaktadır. Hoca Ahmet Yesevî ile temelleri atılan, kendisinin Türkistan’da, öğrencilerinin de Anadolu’da kurduğu tekkeler çevresinde gelişen bu edebiyat, 12. Yüzyıldan itibaren edebiyatımızda varlığını göstermiştir. Tekkelerde eğitim veren mutasavvıflar, başlattıkları bu Yesevî ekolünün devamı için öğrenci yetiştirmeye başlamışlardır. Bu yetiştirme bazen uzun yıllar almıştır. Yunus, Taptuk Emre’nin kapısında yıllarca odun taşıyarak tekkelerin önemli bir özelliği olan hizmet işini gerçekleştirmiştir.

Sürekli olarak tekke ortamında bulunan müritler, mürşitlerin yanında eğitim alıp ondan sonra kendi tekkelerini kurup hocalarının izinden gitmişlerdir. Eğitim süreçlerinde bilgileri Kur’an’dan, hadislerden ve mürşitlerinin anlattıklarından yararlanarak tamamlayan müritler; bulundukları ortama, bu ortamda bulunun diğer kimselere ve mürşitlerine karşı olan saygılarını her zaman en üst noktada tutmayı bilmiş ve başarmış kimselerdir. Müritler mürşitlerinden icazet alarak sonrasında farklı bölgelere gitmişlerdir. Bu da bağlı oldukları tekke fikir sisteminin genişlemesine, akabinde farklı tarikatların çıkmasına yol açmıştır. Örneğin; Kadirilik tarikatından Esediyye, Halisiyye, Garibiyye, Ekberiyye adında kolların ortaya çıkması gibi. Yetiştikleri bağlam gereği din konularında öğrendikleri bilgileri, özellikle İslamiyet’le henüz tanışmamış kimselere anlatmayı kendilerine bir görev bilmişlerdir. Türk tekke-tasavvufu bağlamında hedef kitle cahil Türkmenler olmuştur.

Anadolu’ya göç esnasında hem göç eden kitleyi yönlendirmek hem de İslamiyet’i yaymak amacıyla Horasan, Buhara, Semerkant gibi bölgelerde yetişmiş olan mürşitler bu yönlendirme ve yayma eyleminin baş aktörü olmuşlardır.

  • Genel olarak baktığımızda usta veya mürşit olarak adlandırılan işinin ehli kimseler, eski Türk inancından gelen, yapılan işin devamını sağlama ve ileri bir noktaya taşıma fikrini o yüzyıl bağlamında yaşatan kimselerdir. Bunun eski Türk inancındaki şekli, kamların yetiştirdikleri kişilerde görülmüştür. Şöyle ki kendisinin de bir fani olduğunun bilincinde olan kam, öteki âleme göçtükten sonra icra ettiği ritüelleri yapacak bir kimsenin, maddi âlemde olmasını istemektedir. Gerek o zaman çerçevesinde var olan Gök Tanrı inanış biçimleri (yağmur yağması için Tanrı’ya yalvarma vb.) gerekse hastaları tedavi etme, ruhlarla iletişime geçme gibi ritüellerin eksik kalmaması için yanlarında yetiştirmek üzere bu işe yatkın kimseleri bulundurmuşlardır. İşte bu bağlı bulunduğu bağlam çerçevesinde kendisinden sonra o işi icra edecek bir kimseyi yetiştirme düşüncesi, eski Türk inanç sisteminden başlayarak bu iki edebiyat döneminde de varlığını göstermiştir. Bu da kam/şaman yüzyıllar içerinde evrimleşse de düşünce dünyasının değişmediğini, eski Türk inanç sisteminde yer alan kamın diğer yüzyıllarda derviş, âşık gibi adlandırmalarla yine bizimle beraber olduğunun kanıtı niteliğindedir.

Sonuç olarak mürşit-mürit ve usta-çırak karşılaştırmasını yaptığımızda karşımıza çıkan tablo şudur:

  • Her iki dönemde de silsile büyüdükçe kollar meydana çıkmaktadır. Böylece dönemin özelliğine göre ortaya çıkan icra daha çok yayılma imkânı bulmaktadır.
  • Her iki dönemde de bağlı bulunduğu ustadan ve mürşitten icazet alma vardır. Böylece hem kendi bilgisinin yeterli olduğuna kanaat getirilmiş olur hem de yetişen kimse hocasına saygıda kusur etmemiş olur.
  • Her iki dönemde de mutlaka bir icra ortamı vardır. Âşık edebiyatı bağlamında bu ortam başlangıçta kahvehaneler, ilerleyen zamanlarda geniş meydanlar olurken; tekke-tasavvuf edebiyatı bağlamında bu mekân tekkeler olmuştur.
  • Her iki dönemde de bağlı bulunduğu kuruma ve -başta kendi hocası olmak üzere- o işin ehli kimselere duyulan saygı en üst seviyededir. Öyle ki bu saygı en sonunda hocasının bireysel işinde yardım etmeye kadar gitmiştir.
  • Her iki dönemde de ezgi söz konusudur. Tekke-tasavvuf bağlamında bunun tezahürü zikirler ve zikir törenleri olurken, âşık edebiyatı bağlamında saz ile icra edilen ezgiler olmuştur. Müzik aletinin olmadığı durumlarda bile her iki dönem için ses çıkararak ezgi unsuru vazgeçilmez olmuştur. (Tekkelerde nefes sesi, Âşık icrasında ağızdan ses çıkarma)
  • Her iki dönemin kaynağı eski Türk inanç sistemi olmuştur. Din açısından inançlar farklı olsa da eski inanç ve yeni inancın ortak noktasını tek Tanrı oluşturmuştur. Bu bağlamda kam, 12. yüzyıldan 16. Yüzyıla kadar olan zamanda derviş olarak karşımıza çıkarken, 16. Yüzyıldan günümüze kadar da âşık olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaptıkları icralar çerçevesinde bazı farklılıklar görünmekteyse de, dönem karakterlerinin ortaklıklarının daha fazla olduğu göze çarpmaktadır.
  • Her iki dönemde yapılan icralarda aktarım söz konusudur. Bu aktarım öncelikle ustadan çırağa, mürşitten müride doğruyken sonrasında halka doğru olmuştur. Buna bağlı olarak da denilebilir ki temelde halkı veya bulunduğu ortamdaki insanları bilinçlendirme vardır.