DÜŞÜNCE Tarih

Çağ Değiştiren Silahlar: Osmanlı’nın Savaş Oyuncakları

38732Tarih boyunca insanlar gerektiğinde kendilerini vahşi hayvanlardan, gerektiğinde hemcinslerinden korumak için çeşitli silahlar yapmışlardır. Bu silahların ilk örnekleri olarak kaba taştan yapılmış kesici delici aletleri örnek verebiliriz. Teknolojinin gelişimine bağlı olarak bu silahlarda değişikliğe uğramıştır.        

Tarihsel süreç ilerlediğinde ise karşımıza maddenin yakılması sonucu ortaya çıkan dumanın nesneleri çok hızlı bir şekilde ittiğinin keşfedilmesi bizim için bir dönüm noktası olarak nitelendirilebilir. Bu madde baruttur ve ateşlendiğinde ortaya çıkan duman fırlatılacak nesneleri çok büyük bir kuvvetle harekete geçirir. Çinliler tarafından icat edilen bu maddenin silah olarak kullanılması ise daha sonraki dönemlere rastlar. Genel olarak top ve tüfek aynı çalışma prensibine sahiptir. Her ikisi de bir ucu kapalı silindirik bir borunun içine muhtelif miktarda barutun ve fırlatılmak istenen nesnenin konup, sıkıştırıldıktan sonra ateşlenmesiyle çalışır. İlk ortaya çıkan ateşli silahların namluları metal veya ahşap şeritlerin bir araya getirilmesinden oluşuyordu.

Ancak bu yöntemin bir kusuru vardı. Metal veya ahşap şeritler tek parça olmadığından dayanıksızdı ve patlama sırasında bu şeritlerin arasındaki boşluklardan patlayıcı gazlar sızıyordu. Boşluklardan sızan bu gazlar hem topun mesafesini kısaltıyor hem de topun atış anında infilak riskini ortaya çıkarıyordu. Tek parça metalden yapılan toplar ise bu yönden düşünüldüğünde daha verimliydi. Tek parça metal hem daha dayanıklıydı, hem de patlama anında patlayıcı gazların sızma ihtimali yoktu.

Ateşli silahların Avrupa’da kullanılmaya başladığı XIV. asrın ilk çeyreği, aynı zamanda Osmanlı Beyliği’nin kuruluşunun ilk yıllarına rastlamaktadır. Ateşli silahlar, beylikten İmparatorluğa giden iki asırlık zaman süreci içerisinde Osmanlılar için çok önemli bir rol oynamıştır. Bu önem onların ateşli silahları tanımalarından sonra giderek artmış ve XVI. asra gelindiğinde, bu konuda rakipsiz hale gelmişlerdir1Öncelikle ateşli silahların temel faktörü olan barutu ele alalım:

Barut

Barut, ateşli silahla bir merminin atılmasına veya herhangi bir aracın fırlatılmasına yarayan, patlayıcı, katı maddeye verilen ortak addır2. Çinliler tarafından keşfedilmiştir3.  XII.  Yüzyılda bütün Asya Kıtası’na bir süre sonra da Avrupa’ya yayıldığı kabul edilmektedir. Bununla beraber ilk defa nasıl kullanıldığı, kimin tarafından geliştirildiği, hatta kıtalar arasında nasıl yayıldığı hakkında bilgiler yeterli değildir. Ancak Moğollar, Türkler ve Araplar tarafından Batıya taşındığı kuvvetle muhtemeldir4. XVI. Yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren Avrupa’da kullanılmaya başlanmıştır5.

XIX. yüzyıla kadar kullanılan karabarut, % 75 güherçile (potasyum nitrat KNO3), %12.5 kükürt (S) ve %12,5 odun kömürü (Carbon C) karışımından elde edilmekteydi. Ortaçağ başlarından beri bilinen karabarut çoğunlukla toplarda kullanıldığından bu karışımdan elde edilen baruta top barutu da denilmekteydi6.

Barut üretiminde değirmenlerdeki sisteme benzer makineler kullanılmıştır. Karabarutun bileşimini oluşturan maddeler çok iyi karıştırılmak zorundaydı. Bu nedenle karışımı oluşturan maddeler önce toz haline getirilirdi. Daha sonra karışımda kullanılacak maddeler yüzde oranına göre son derece hassas olarak tartılırdı. Her madde ayrı ayrı kaplarda hamur haline getirilir ve bu maddeler daha sonra bir havuzda birleştirilerek barut elde edilirdi. Karışım, üst üste iki değirmen taşı büyüklüğünde yaklaşık 2,5 ton ağırlığındaki bloklar vasıtasıyla, bir havuz veya tekne içerisinde çark tarafından döndürülerek iyice ezilerek karıştırılırdı. Bu işlem ne kadar uzun sürerse barutun kalitesi de o derece iyi olurdu. İyice inceltilen ve pide haline getirilen barut, tokmaklar vasıtasıyla kırılarak ufalanırdı.  Diberklerde ıslatılmış olan barut, sergihâne denen bölümde kurutulurdu. Kurutma tamamlandıktan sonra üretimin son aşaması olan cilalama işlemine geçilirdi. Cilalama yatay olarak dönen dolaplar aracılığıyla yapılırdı. Bu dolaplara konulan barut taneleri dolap döndükçe birbirine çarparak köşeli yerleri yuvarlak bir şekil alırdı. Böylece üretim aşaması sona ererdi. Üretilen barut varillere konularak mahzende depolanırdı7.

Top (Cannon)great_turkish_bombard_at_fort_nelson

Top, iki esas kısımdan oluşan bir ateşli silahtır. İçinde barutun tutuştuğu kısma “barut haznesi”, güllenin yol aldığı kısma da “namlu” adı verilir. Osmanlılar, içinde barutun yanmasından ve hareketle barut haznesi kısmına “hâne-i ateş” ismini vermişlerdir8. Barutun konulduğu bu hazne ilk önceleri güllenin çapı ile aynı büyüklükte yapılırken, daha sonraları baruttan tasarruf etmek maksadıyla daha küçük ve dar yapılmaya başlanmıştır. Barut hazneleri, genellikle topun dörtte birlik bir kısmını oluştururdu9.

Güllenin hareket ettiği ve gideceği yönü belirlediği namlu kısmına da “hâne-i seng” ismi verilmiştir. Topun esas öğesi olan namlu, ateşli silahlarda barut gazının tesiri altında harekete geçen, mermiye ilk hareketini veren ve istenilen yönde yol almasını temi eden demir, tunç veya bakır gibi metallerden imal edilen boru olarak da tarif edilmektedir. Kalıpların döküme hazır hale gelmesinden sonra dökücübaşı ve diğer dökücüler ile üstadân ve vardiyanbaşı gibi görevliler, elinde kum saati olduğu halde dökümhanenin muvakkıtı, imam, müezzin ve duacı fırın başında toplanarak ateşleme merasimi yaparlar.

Merasimin bitmesinden sonra her iki ocağın altında daha önceden hazırlanmış odunlar ateşlenerek ergitme işlemi başlatılırdı. Ateşin sürekli aynı seviyede kalabilmesi için odun atıcılar sürekli olarak kuru çam odunlarını iki tarafta bulunan deliklerden ateşe atarlar ve diğer yandan körükçüler, körüklerle ateşi daima hararetlendirirlerdi. Bu arada muvakkıtın döküme yaklaşıldığını haber vermesiyle dökücüler ve odun atıcılar elbiselerini değiştirerek keçeden yapılmış, sadece gözlerinin görüldüğü hususî elbise ve külahlarını giyerlerdi. Zira ateşin hararetinin çok fazla artmış olmasından dolayı başka türlü çalışmak mümkün değildi10. Bakırın tamamen ergitilmesinden sonra muvakkıtın haber vermesiyle devlet adamlarının katıldığı bir merasim yapılırdı. Bu merasim devam ederken bir yandan da kalay çubukları bakır deryasının içine atılmaya başlanırdı. Bu sırada dökücübaşı sadrazam ve mehiyetindeki devlet adamlarından birkaç kese altın alır ve bu altında bakır kalay deryasının içine atılıp, ağaç sırıklarla karıştırılırdı. Sırıklar yandıkça yenileriyle bu işlem devam ederdi. Tuncun üzerinin curuflaşmaya başlaması ile birlikte dökücü ustaları artık ergitme işleminin tamam olduğunu ve artık kapakların açılma vaktinin geldiğini bildirirlerdi. Bu sırada eriyiğin içine bir damla su gitmemesi için çevredekiler uyarılırdı. Daha sonra ustalar ellerindeki uzun demir çapalarla fırınların kapaklarını açarlardı. Tamamen sıvı haline gelmiş tunç daha önceden hazırlanmış tuğla ve çamur dolu oluklardan geçerek kalıplara aktarılırdı. Bir kalıp bittikten sonra sıvının diğer kalıba gitmesi için keçe ile sarılmış yağlı çamurla yolu değiştirilir ve diğer kalıba gitmesi sağlanırdı. Top bir hafta kadar soğuduktan sonra namlu ağzı kesilir, fitil deliği açılır, top arabası da imal edildikten sonra top denenmesi için ayrılırdı11.

İsmail Hakkı Uzunçarşılı, I.Kosova savaşından (1389) itibaren topun Osmanlı ordusunda kullanılmaya başlandığını12, bu savaşta orduda Haydar adlı bir topçunu olduğunu ve ordunun orta yerinde yer aldığını ileri sürmektedir13. Klasik dönem, bilhassa Kanuni Sultan Süleyman dönemi Hem Tophâne-i Âmire hem de Osmanlı topçuluğu açısından önemli bir devirdir. Kanunî Sultan Süleyman’ın topçuluğun önemini çok iyi kavraması ve bu konuya gereken değeri vermesi, saltanatının ilk yıllarına rastlamaktadır. Kanunî, ilk olarak Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı Tophâne binasını daha fazla top üretebilmek amacıyla yıktırıp, yerine daha büyük ve geniş bir bina yaptırmıştır14. Onun ilk sefer-i hümâyûnu Belgrad ve Rodos kuşatmaları ile Mohaç seferinde kullandığı toplar, zaferin kazanılmasında çok etkin bir rol oynamıştır15.

Tüfek

13398843_1708907259322936_1919234702_nTüfek bir bakıma küçük bir el topu olarak nitelendirilebilir. Çalışma mekanizması topa benzerlik göstermesi bakımından bizim için önemlidir. İlk tüfekler bambudan yapılmış küçük el topları şeklindeydi. Bu ilk tüfek örnekleri ahşaptan yapılmış toplarda olan dezavantajlara sahiptiler. Modern tüfekleri hariç tuttuğumuz zaman çalışma prensibine göre üç çeşit tüfekten söz edebiliriz:

*Fitilli Tüfekler: Bu tüfekler ilk tüfek örnekleri olarak görebiliriz. Çalışma sistemi açısından topa en çok benzeyen tüfeklerde bunlardı. Bu tüfeklerin çalışma prensibi şu şekildedir. Öncelikle tüfeğin üst kısmındaki kapağı olan barut haznesinin kapağı açılır ve içine bir miktar barut konur. Bu hazne kapatıldıktan sonra yeterli miktarda barut namludan boşaltılır ve kâğıt,  bez vb. bir malzeme ile iyice sıkıştırılır. Daha sonra atılacak kurşun namludan bırakıldıktan sonra gerekirse tekrar bir kâğıt veya bezle sıkıştırılır. Bu tüfeklerde tetik mekanizması horozlu değil, üzerinde yanan bir ip parçasını barut haznesine değdirecek şekilde tasarlanmıştır. Mekanizmaya ucu yanan ip yerleştirildikten sonra barut haznesi açılır ve silah ateşe hazır olur.

*Çakmaktaşı Tüfekler: Bu tüfeklerin çalışma sisteminde tetik çekildiğinde iki çakmak taşı birbirine sürterek bir kıvılcım çıkartır ve bu kıvılcımın barut haznesine düşmesi amaçlanır. Doldurulması kısmen fitilli tüfeklere benzeyen bu tüfeklerin her zaman ateş alması garanti değildir çünkü her sürtüşte kıvılcım çıkacağı veya bu kıvılcımın barut haznesine düşeceği kesin değildir.

*Kapsüllü Tüfekler: Bu tüfeklerde ise tetik mekanizmasına yerleştirilen kapsüller yardımıyla ateş alır. Dolum sırasında tüfeğin üst kısmındaki yerlere kapsüller konur ve bu kapsüllerin patlamasıyla tüfeğin ateş alması amaçlanır. Dolum sistemi ise diğer tüfeklere benzer olarak namludandır.

tumblr_mxavx0b39n1rwjpnyo4_1280Osmanlı İmparatorluğu topun önemini çok erken kavradığı için doğal olarak tüfeğinde önemini kavramıştı. Yeniçeriler savaş zamanı tüfek kullanırlardı. Ancak ilk dönemlerde tüfeğin dolumunun zaman alması ve bakımının zor olması tüfeğe olan rağbeti azaltmıştır. Bir asker bir tüfeği bir dakikada doldurursa bunun yerine deneyimli bir sipahinin dakikada 10-20 ok attığını düşünürsek tüfeğin ilk dönemlerinde neden fazla rağbet görmediğini anlamış oluruz. At sırtında tüfeğin dolumunun daha da zor olması bu silahın kullanımını daha da zorlaştırmıştır. Ancak ilerleyen dönemlerde tüfek teknolojisinin gelişmesiyle beraber tüfeklerin dolum süresi kısalmış, isabet oranları kesinleşmiştir. Bununla beraber tüfeğin kullanımı yerine rakip olan yay ve oka göre daha kolaydı. Savaşa sürülecek profesyonel asker yıllarca eğitim görüyor, ok atmayı, kılıç ve gürz kullanmayı, ata binmeyi uzun zamanlarda öğreniyor ve bu askerin devlete maliyeti çok oluyordu. Ama tüfeğin kullanımının kolay olması kısa bir eğitim verilerek kullanımının öğretilmesi bu silahın yay ve okun yerini almasını kolaylaştırmıştır. Bu şekilde eğitilmiş bir askerin hem devlete maliyeti daha az oluyor hem de savaş meydanına daha çok asker sürmeyi mümkün kılıyordu.

Bunun yanında cephane üretimi ilk dönemlerden beri ateşli silahlardan yanaydı. Bir okun imal edilmesi için deneyimli bir usta, uzun bir süre beklemiş budaksız bir çam, iyi bir temren, üç adet kuğu tüyü gerekirken, bir tüfeğin cephanesini imal etmek için bir döküm ustası bir kalıp ve muhtelif miktarda maden gerekiyordu. Bu nedenlerle ilk dönemlerde çok rağbette olan yay ve ok yerini yavaş yavaş tüfeğe bırakmıştır.

Yazar:  Süleyman Erdem Elkan

__________________

1 Salim Aydüz, Tophâne-i Âmire ve Top Döküm Tekolojisi, Ankara 2006, s.14.

2 Zafer Gölen, Osmanlı Devleti’nde Baruthâne-i Âmire, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara  2006, s.1.

3 Chao Tieh-han, The Invention of Gunpowder, Taipei Tarihsiz, s.2-6.

4 Zafer Gölen, A.G.E. s.1.

5 Zeki Tez, “Güherçileden Karabaruta”, Bilim Tarihi, Sayı: 17, İstanbul 1993, s.11-12.

6 Muzaffer Erendil, Topçuluk Tarihi, Ankara 1988, s.152.

7 Zafer Gölen, A.G.E. s.219.

8 AE, Bâyezid II, s.5; KK, nr. 4726, s. 19; MAD, nr. 7668, s.1 vd.

9 Osman Senaî, Tarih-i Harb, II, s.93-94.

10 Seyahatnâme, vr. 131a.

11 Salim Aydüz, A.G.E. s.269-275.

 12 Uzunçarşılı, Kapıkulu, II, s.35.

13 Salim Aydüz, A.G.E. s.16.

14 Salim Aydüz, Tophâne-i Âmire ve Top Döküm Teknolojisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2006, s.210.

15 Hüseyin G. Yurdaydın, Kanunî’nin Culûsu ve İlk Seferleri, Ankara 1961, s.15.

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...