Bilgisayar DÜŞÜNCE Yapay Zeka

Mekanik Türk’ten Kuantum Bilgisayarlara

Makinelerin çeşitli faaliyetleri zeki canlılara benzer şekilde yerine getirebilmelerinin sağlanması anlamına gelen ve 1950’lerden itibaren bir teknoloji dalı halini alan yapay zekanın düşünsel kökleri 18. Yüzyıla indirilebilmektedir.

1770’lerde Habsburg imparatoriçesi Maria Theresia’ya sunulmak amacıyla Wolgang Von Kempelen’in tasarladığı mekanik satranç oyuncusu, bir “sözde otomat” olmakla beraber, zekânın makinelerde bir benzetimini sağlamaya yönelik ilk girişimdi ve üstelik biz Türkleri de doğrudan ilgilendiriyordu. Çünkü adı “Türk”tü ve üzerine satranç tahtası çizilmiş tekerlekli bir kabin önünde oturan bıyıklı, sarıklı ve pelerinli bir Osmanlı/Türk figüründen oluşuyordu. 120 cm uzunluğunda, 105 cm genişliğinde ve 60 cm yüksekliğindeki Akçaağaçtan yapılma Türk, kurularak çalışıyor, gönüllülerle satranç oynamaya başladığında gözleri satranç tahtasını tarıyor ve satranç taşlarını eliyle hareket ettiriyordu. Öndeki kapaktan kabinin içerisine bakıldığında irili ufaklı kaldıraçlar, makaralar ve pek çok karmaşık mekanik sistemden başka hiçbir hile izine rastlanamıyordu. Sanki Türk, akıllı bir makineydi ve bir defa kurulduğu takdirde bir insan kadar iyi satranç oynayabiliyordu.

mekanik1

Büyük ihtimalle o dönemin Avrupa’sında başlıca “öteki” simgesi Türkler olduğu ve insanların “güçlü Türk imajı” karşısında galip gelebilme hırsı ile oyuna daha fazla rağbet edecekleri öngörüldüğü için bu sözde satranç otomatına “Türk” adı takılmıştı. Hakikaten de Türk, yaklaşık 50 yıl boyunca Avrupa’da, aralarında Napolyon Bonapart gibi ünlü simaların da olduğu pek çok satranç oyuncusunu alt eden bir makine olarak nam saldı ve bir ara turnelere bile götürüldü. Avrupa ülkelerinde Türk ile satranç oynayan veya oyunlarını izleyen insanlar, uzun yıllar onun sırrını çözmeye uğraştılar. Kimileri çok ilginç teoriler de türetmişler ve açıklamalarına dönemin gazetelerinde geniş yer verilmişti. Tabii söylenenlerin hepsi sadece teori bazında kalıyor, kimse Türk’ün nasıl işlediğini tümüyle ortaya koyamıyordu. Sahibi olan Kempelen ailesi de sırlarını saklama konusunda kararlı davranınca Türk’ün gizemi insanları çekmiş ve sahiplerine hatırı sayılır paralar kazandırmıştı.

Aslında Türk’ün kabininin içerisinde ve öndeki düzeneğin görünmeyen arka bölmesinde Jacques-François Mouret adında ufak tefek bir satranç ustası gizlenmişti. Otomatın oynadığı ana satranç tahtasındaki her karenin altında birer zemberek mekanizma ile her taşın altında birer mıknatıs bulunuyor ve kabinde saklanan Mouret rakibin hamlelerini önündeki ikincil satranç tahtasından takip edebiliyordu. Önündeki ikincil tahtada yaptığı hamleleri ana tahtaya bildiren özel düzeneği kullanarak da Türk’ün elini hareket ettirebiliyor ve ona ana tahtada gerekli hamleyi yaptırabiliyordu. Yani Mekanik Türk, akıllı bir makine veya bir otomat değil, hileli bir kukladan ibaretti ve satrancı oynayan kabin içerisinde saklanan Mouret’ydi.

mekanik2

Neticede yıllar birbirini kovalayıp önce mucidi Von Kempelen ve peşinden içindeki satranç ustası Mouret ölünce bir süre elden ele dolaşan Mekanik Türk’ün sırrı da açığa çıkacaktı. Yıllarca toplulukları kandırarak büyük paralar kazanan Von Kempelen ve kâr ortağı satranççı Mouret, günümüzde halen birçok mekanikçi ve bilim adamı tarafından şarlatan diye anılmaya devam ediyorlar. Sahiplerinin para hırsına kurban giden günahsız Mekanik Türk ise, farkına varmadan “zeki makineler üretme” düşüncesine öyle bir ilham kaynağı oldu ki, onun yapılışından yaklaşık 230 yıl sonra, 1997’de, bilişim sektörünün dev firmalarından IBM’in geliştirdiği ve saniyede 200 milyon pozisyon deneyebilen Deep Blue adlı süper bilgisayar, “büyükusta” unvanlı dünya satranç şampiyonu Garry Kasparov’u gerçekten yenmeyi başaracaktı.

Zeka Nedir, Ne Değildir?

En genel tanımıyla zeka, bilgi işleme, problem çözme, yeni koşullara uyabilme ve yeni çözümler öngörebilme yeteneğidir. Böyle bir genel tanımla ele alındığı takdirde zeka denen yetenek, günümüzde değişik seviyelerde olmak kaydıyla çeşitli canlı ve cansız sistemler için ortaktır. Yani organiklik, zekanın bir ölçütü olmayıp, zeka makine, bilgisayar veya yazılım gibi inorganik yapılar üzerinde taklit edilebilen ve yapay üretimine çoktan başlanmış olan bir olgudur. Otomobiliyle dilediği noktaya gidebilen bir insanın beyninde taşıdığı doğal zekası ile sürücüsüz seyahat edebilen bir otomobilin bilgisayarında taşıdığı yapay zekası arasında, bahse konu zeki davranışın başarıyla gerçekleştirilebilmesi açısından, kategorik bir fark yoktur. Bunlar özerk bir şekilde, dış dünyadan gelen uyaran girdilerini işler ve onları davranış çıktılarına dönüştürürken farklı malzemelerden yararlansalar da, spesifik bağlamda değerlendirildiğinde, aynı görevi yerine getirir ve aynı zeki davranışı sergilerler.

zeka

Zeka olgusunun tek bir boyutu, sabit bir miktarı veya aşıldığında aniden sistemi zeki kılan rakamsal bir eşiği de bulunmaz. Zeka, çok boyutlu, çok dereceli ve farklı gösterimleri olan esnek bir performans yelpazesini ifade etmekte kullanılan bir kavramdır. Bir insan, bir köpek, bir arı veya kısa film senaryosu yazabilen yapay zeka yazılımları, hep zekanın farklı derecelerde ve farklı alanlara yoğunlaşmış birer gösterimini sunar. Ayrıca zeka, tek bir sistem içerisinde bile stabil değildir; çalışmayla, eğitilmeyle, edinilen birikimlerle ve deneyimlere dayalı becerilerle geliştirilebilir. Bir çocuğun deneyimlenerek büyümesi sırasında gittikçe daha fazla zekileşmesi yahut yapay sinir ağı sistemlerinin geri bildirimler yoluyla kazandıkları deneyimleri sonraki problemlerin çözümünde kolayca hatırlayabilmeleri, herhalde bu duruma işaret eden iyi örneklerdir.

Nihayet bir canlıya, bir robota veya bir bilgisayar programına “zeki” denebilmesi, onun illa sembol ve düşünceler zinciri ile işleyen bilinçli bir zihne sahip olmasını da gerektirmez. Tahmin edebildiğimiz kadarıyla bugün, birtakım hayvanlar ve insan dışında, hiçbir canlı ve cansız sistem bilinç sahibi olmamasına rağmen, zeka olgusu yukarıda anlatıldığı minvalde çok daha geniş bir yayılım gösterir. İster doğada gezinen organik böcekler gibi genetik kod dizilerinin talimatları çerçevesinde “içgüdüsel”, isterse Mars yüzeyinden veri toplamak amacıyla tasarlanmış robot böcekler gibi yazılımsal kod dizilerinin talimatları çerçevesinde “otomatik” işleyen bir sistem olsun, bilinçsiz bilgi işleme sistemlerinin de uğraştıkları belli işlerde gayet başarılı zeka yansımaları verebildikleri ve zorlu problemleri çözebildikleri bilinmektedir.

Zeka İle Karıştırılmaması Gereken Bir Kavram Olarak Bilinç

Memeliler başta olmak üzere komplike bir sinir sistemiyle donanmış omurgalı hayvan sınıflarında değişik karmaşıklık düzeylerinde bulunduğu ve biz insanlarda en karmaşık düzeyiyle mevcut olduğu sanılan bilinç, zeka ile karıştırılmaması gereken bir fenomendir. Bilinç, dış dünyadan gelen bilgileri sembollere dönüştürmek suretiyle onların “düşünce” denen birer modelini kurabilen bir tür simülasyon ortamı; bilgi, algı ve duyguların duru ve aydınlık biçimde izlenebildiği zihinsel bir süreçtir. Bilinçli varlık, kendisinin ve çevresinin farkındadır, olguları düzenlerken ne yaptığını anlayabilir ve hissedebilir, bilgiyi içgüdüsel veya otomatik işleyen bilinçsiz bilgi işleme sistemlerinden farklı olarak bilgiyi işlerken bir içsel deneyim yaşayabilir. Tabir caizse, bilinç sahibi sistem, bilinçsiz sistemlerin sonsuz karanlığına mahkum değildir, en azından bazı algı ve duyguların zihinde işlenmesi esnasında uyanık haldedir. En meşhur metaforlardan biri ile söylersek, bilinç, zihnin, ihtiyaç olduğunda yakılabilen ışığıdır.

main-qimg-2d575da5f58dfefe36bed51c64787e3a

Bilinç kavramına derinlemesine eğilen biyolog ve nörobilimciler, son yıllarda bilincin de tıpkı zeka gibi çeşitli düzeylerinin olduğunda ve kökleri beynin sinirsel çevrimlerine uzanan bilinç düzeylerinin bilhassa iki ana başlıkta toplanabileceğinde uzlaşmaya başladı. Buna göre de insan dışındaki bilinçli hayvanların sahip olduğuna “çekirdek bilinç” ve insanın sahip olduğuna “genişlemiş bilinç” dendi. Biyokimyacı Nick Lane’in verdiği örnek ile, önceden hiç bilmediği dişli bir kapana yakalandığında, kaçabilmek için aniden bacağını kemirmeye karar veren bir tilki, kapana kısıldığının “farkındadır”, özgür kalmaya “niyetlidir”, bir “öz-farkındalığı”, bir “nesnelerin farkında olma yetisi” ve bir “planı” vardır, dolayısıyla içgüdüleri ötesinde bilinçlidir. Ama bilinci, “ölümden niçin korktuğunu” anlamlandırmasına veya “kapandan kurtulmayı başarırsa ne tarz bir hayat yaşamaya devam edeceğini” hayal etmesine yetmeyecek bir düzeydedir. Tilkinin çekirdek bilincinde cereyan eden, sadece duygular, saikler, acı, otobiyografik perspektiften yoksun kaba bir benlik algısı ve düşük dereceli bir farkındalık hissidir. Oysa “genişlemiş bilinç” adı takılan insan bilinci, şu anın yanı sıra geçmiş ve gelecek hakkında da modeller kurabilen, algılamanın kendisini de algılayıp onu da bir sembole dönüştürebilen, düşünmekle kalmayıp düşünmesi üzerinde de düşünebilen ve dünyanın farkında olduğu gibi farkındalığının da farkında olan yapısıyla üst düzey bir bilinç durumunu temsil eder. Zaten türümüze de bu sebeple “Homo sapiens sapiens”, yani “farkında olduğunun farkında olan insan” denmiştir.

Bilincin günün birinde yapay yollardan üretilebilip üretilemeyeceğinin ise, yapay zeka kadar kolay verilebilecek bir cevabı yoktur ve şimdilik tamamiyle spekülatif bir tartışmanın konusudur. Bilim insanlarının henüz fiziksel maddelerin etkileşimiyle bilincin algılanan gayri maddiliğinin nasıl belirebildiği, varlığının nasıl test edilebileceği ve hatta gerçekten var olan bir şey mi, yoksa bir yanılsama mı olduğu noktalarına dahi tatmin edici açıklamalar getiremedikleri düşünülürse, onun yapayının yapılıp yapılamayacağının da ancak uzak bir geleceğin gündemi olabileceği anlaşılır. Yine de pek çok yapay zeka bilimcisi, tüm yapay zeka araştırma ve uygulamalarının ulaşmak istediği nihai hedefin, yapay bilinci üretebilmek olduğunda adeta sessiz bir fikir birliği içerisindedir.

İnsan-Merkezli Bir Ayrım: Zayıf Yapay Zeka & Güçlü Yapay Zeka

Akıl ve bilinç felsefecilerinden John Searle tarafından ortaya atıldığından beri birçok yapay zeka uygulamacısı, “Zayıf Yapay Zeka – Güçlü Yapay Zeka” diye bir ayrımdan bahsedegelmiştir. Tamamen insan-merkezli bir yaklaşımla yapılan zayıf-güçlü ayrımındaki kriter, yapay zekanın işlevsel zayıflığı veya güçlülüğü değil, bir paket halinde insan zekasını taklit edebilme başarısıdır. Buna göre, belli alanlarda insan zekasını kusursuz taklit edebilse ve insan zekasını aşabilse bile, yapabilecekleri sadece o belli alanlarla sınırlı olan her türlü yapay sistem zayıf yapay zekadır. Her alanda insan zekasının gösterebildiği her entelektüel beceriyi gösterebilen ve iletişim kurulup sorular sorulduğunda kesinlikle insandan ayırt edilemeyen yapay sistemler ise güçlü yapay zekaya girerler.

kasparovdeepblue

Kolaylıkla anlaşılabileceği üzere, günümüzde yapay zeka kapsamında değerlendirilen sistemlerin tümü, ancak tekil alanlarda insanlara denk yahut onlardan iyi sonuçlar elde edebilen birer zayıf yapay zekadır ve henüz güçlü yapay zekaya yaklaşmak söz konusu olmamıştır. 1997’de dünya satranç şampiyonu Kasparov’u mat eden Deep Blue, 2011’de meşhur TV yarışması Riziko (Jeopardy)’da iki eski şampiyon insanı alt ederek 1 milyon dolarlık ödülü alan Watson, tıptan hukuka sayısız sektörde hizmet veren uzman sistemler, hava durumunu modelleyen meteoroloji yazılımları, çağrı merkezlerini arayan insanlarla gerçekçi bir iletişim kurabilen chatbotlar, ağzı açık bırakacak başarılara sahip derin öğrenme motorları ve niceleri, hep zayıf yapay zeka örnekleridir. Yetenekleri önceden yazılmış algoritmaların çerçevelediği tek bir alanda geleceği simüle edebilmekten ibaret olan bütün bu sistemler, erişim hakları bulunan milyonlarca sayfalık dataları saniyeler içerisinde analiz etmelerini mümkün kılan devasa işlem güçleri sayesinde alanlarında insanlardan verimli olabilmelerine karşın, diğer hiçbir alanda insanların yaptıklarını yapamayacakları ve kimseyi de insan olduklarına inandıramayacaklarından, zayıf yapay zeka sınıfına dahil edilirler.

ibmwatsonriziko

Zayıf yapay zeka sistemlerinin yapabildiği şeyler ilk bakışta ne kadar olağanüstü görünürse görünsün; aslında net kuralları olan bir oyunu insanlardan daha iyi oynamak veya saniyede bir milyon ekonomi raporunu okuyup belleğe kaydederek kendisine başvurulduğunda ekonomi uzmanı insanlardan daha hızlı cevaplar verebilmek, formel mantık temelli bilgisayar sistemleri bakımından, gerekli datalar ve yeteri kadar paralel işlem gücü temin edildikten sonra, pek de zor sayılmaz. Deep Blue veya Watson gibi süper bilgisayar sistemleri, hazır dataları tarayan büyük bir işlem gücü ve özel algoritmaların sunduğu bir miktar yorumlama becerisi dışında hemen hiç insani zekâ parıltısı taşımaz. İnsanın sezgisel zekasının asıl eşsiz yanı, böyle bir ham işlem gücünden ziyade, örüntü tanıma, algılama, öğrenme, karar verme, öngörülerde bulunma ve neden-sonuç bağlantıları kurma gibi noktalarda belirir ve bu noktalara yoğunlaşan yapay zeka çalışmaları halihazırda 2-3 yaşındaki bir çocuğun düşünce düzeyini taklit etmekten acizdir. Fakat son yıllarda önem kazanan yeni yaklaşımlar ve ivmeli bir şekilde gelişen umut verici uygulamalar, güçlü yapay zeka denilebilecek birleşik bir sistemin çok uzak olmayan bir gelecekte ortaya çıkartılabileceğine dair beklentileri arttırmaktadır.

Güçlü Yapay Zekaya Giden Yolda Yukarıdan-Aşağı Öğrenme

Kaynaklarda sıklıkla “Modası Geçmiş Yapay Zeka (Good Old Fashioned Artificial Intelligence / GOFAI)” kavramıyla nitelendirilen Satranççı Deep Blue ve Riziko şampiyonu Watson gibi “yukarıdan-aşağı (top down) öğrenim” metoduna sahip geleneksel uzman sistemler, becerdikleri işleri becerebilmeleri için önceden konuyla ilgili kapsamlı bilgi ile donatılarak hazır hale getirilir. Bilginin toplanması, derlenmesi ve işlenmek üzere bilgisayara sunulması en hayati aşamalardan birisidir, çünkü bilgisayara aktarılan bilgi ne kadar doğru ise elde edilecek sonuç da o kadar doğru olur. Şüphesiz işlenecek doğru bilgi, geniş bir hafıza ve yüksek bir işlem gücü zeka açısından önemlidir, ama yeterli değildir.

yapay_zeka_yapay_zeka_ekliyorum-500x324-500x218

İnsandan ayırt edilemeyecek güçlü yapay zekayı üretmek noktasında asıl şart olan şey, yapay zeka sistemlerinin problem çözerken yararlandığı algoritmik dizileri, bir insanın problem çözme mantığı ile bağdaştırmak ve insan zekasının çeşitli işletim ilkelerini kusursuza yakın taklit edebilmektir. Bu amaçla bir taraftan insan beyninin işleyişini anlamaya, beyin bölgeleri arasındaki elektrokimyasal etkileşimleri haritalandırmaya ve ardından beynin tersine mühendisliğini gerçekleştirmeye yönelen “Beyin Girişimi (Brain Initiative)” ve “İnsan Beyni Projesi (Human Brain Project)” gibi projelere milyarlarca dolarlık fonlar ayrılırken, bir taraftan da insan zekasının etkileşime girerek öğrenme, çağrışımlı akıl yürütme ve karar verme ilkelerini taklit eden sistem ve yazılımlar üstünde yapılan çalışmalarda kayda değer mesafeler alınmıştır.

Yapay sinir ağları, bulanık mantık, danışmalı öğrenme, doğal dil işleme ve genetik algoritmalara dayalı yapay zeka tekniklerinde son yıllarda kat edilen ilerlemeler, idare edecekleri işler hakkında bilmeleri gerekenler doğrultusunda önceden programlanmalarına ihtiyaç olan klasik bilgisayar ve robotlardan farklı bir biçimde, sadece temel bir bilgiyle işe başlayan ve dışarıya bağımlı olmadan zamanla bilgi birikimini arttırabilen “aşağıdan-yukarı (bottom up) öğrenim” metoduna sahip tümleşik yapay zeka sistemlerini mümkün kılar. Anılan sistemler prensipte bir çocuk misali gelişebilir, dünyayla etkileşime girme yoluyla öğrenebilir, bilgi dağarcığını büyütebilir, karar verme iradesi ortaya koyabilir ve bütün bunları dışarıdan herhangi bir müdahale olmaksızın kendi iç kodları bünyesinde değişikliklere gidip bağlantılar kurarak sağlayabilirler.

Yapay Sinir Ağları, Bulanık Mantık, Sinirsel Bulanık Mantık

Organik beynin öğrenme prosedürünün simüle edilmesi girişimi olan yapay sinir ağları, ağırlıklı bağlantılar aracılığıyla birbirine bağlanan ve beyindeki nöronlara benzer şekilde her biri müstakil birer belleğe sahip işlem elemanlarından oluşan paralel ve dağıtılmış bilgi işleme düzenekleridir. Yapay sinir ağları, örnekler yardımıyla olaylar arasındaki ilişkileri öğrenebilir, deneme yanılmalarla çeşitli genellemelere ulaşabilir ve önceden öğrendikleri bilgilerden hareketle ilk kez karşılaştığı olaylara çözüm üretebilir. Bu tarz dinamik bir öğrenme ve problem çözme yönteminin geleneksel uzman sistemlere kıyasla en önemli üstünlüğü, programlamaya ihtiyaç duymuyor, eğitilmeyle geliştirilebiliyor, bilgileri sınıflara ayırabiliyor ve gösterilen yeni örneklerde eksik veya yanlış bilgi olmasına rağmen geçmiş örneklerden öğrendikleriyle boşlukları doldurmak suretiyle doğru sonuçları üretebiliyor olmasıdır. Diğer programlardan farklı olarak veriler bir veritabanında değil, ağlar üzerinde ağırlıklandırılma yoluyla saklandığı için, sistemin her problemde belleğinin tamamını taraması gerekmez, sadece ilgili kısmı tarar ve sonucu çok daha hızlı elde eder. Yapay sinir ağlarının bazı hücrelerinin bozulması yahut çalışamaz durumda olması, yine parçalı belleğin avantajından dolayı, ağın geri kalanının çalışmasını engellemez.

23b027135d0aa530dc72e3559c7b8682

Yapay sinir ağlarının öğrenme ve örnekleri tanımada düşük hatayla iş görebilen sistemler oldukları söylenebilirse de, iyi tanımlanmamış ve zamanla değişen karmaşık problemler hakkında karar verme noktasında verim vermedikleri tecrübeyle sabittir. Bu eksikliği gidermeye yönelen bulanık mantık uygulamaları, geleneksel formel mantık tabanını kullanan bilgisayarların sadece birler ve sıfırlar olmak üzere iki seviyede yaptıkları işlemler yerine, ara değerleri de dikkate alarak çok seviyeli işlem yapabilen bilgi işletim sistemleri tasarlanmasına odaklanır. Bulanık mantık sayesinde az ile çok dışındaki “pek az”, “pek çok”, “biraz az”, “biraz çok” türünden günlük hayatta sıkça yararlanılan dilsel niteleyicilerin de dahil olduğu bir denetim gerçekleştirilebilir ve insan zekasının verileri işlemesi sırasında olduğu gibi sayısal ifadelerden ziyade sembolik ifadelerin öne çıkartıldığı bir bilgi işleme süreci mümkün kılınır.

Öğrenme ve örnekleri tanımada iyi iken, insan gibi karar verme ve uzman bilgisi sağlamada pek iyi olmayan yapay sinir ağlarının bu açığını kapatan bulanık mantık uygulamaları, karar alma konusunda çok iyi sonuçlar verir, fakat bulanık mantık uygulamaları da karar alma aşamasındaki kural belirlemeyi genellikle kendiliğinden becerememektedir. Orada ise devreye sinirsel bulanık mantık yaklaşımı girmekte ve yapay sinir ağları ile bulanık mantığı birleştiren uzman sistemler yaratma fikrine dayanmaktadır. Böylece bulanık mantık temelli işletim sistemlerine yapay sinir ağı sistemlerinin öğrenme yeteneği ve hesaplama gücü, sinir ağlarına da bulanık mantığın insan gibi karar verme ve uzman bilgisi sağlama yeteneği kazandırarak bütün yeteneklerin tek sistemde toplanması sağlanmaktadır.

Doğal Dilin ve Gündelik Sağduyu Bilgisinin İşlenmesi

Elbette insan zekasını her yönüyle taklit edebilecek güçlü yapay zekanın, öğrenme ve karar verme gibi bilişsel faaliyetleri gerçekleştirebilmesi yeterli olmayacak, insanlarla kusursuz bir iletişim ve bilgi alışverişi için insandaki dil yeteneği ve gündelik sağduyu bilgisi ile de donatılmış olması beklenecektir. Çocukların boş bir beyaz kağıt vasfıyla doğmadıkları ve dünyaya “önceden paketlenmiş yazılım” diyebileceğimiz bilgi, içgüdü ve hasletlerden müteşekkil geniş bir genetik mirası devralmış halde geldiklerini biliriz. Eğer çocuklar tümüyle boş bir kağıt vasfıyla doğsalardı, dillerinin onca karmaşık özelliğini ve dünyadaki sayısız parametreyi kısa sürede öğrenmeleri mümkün olamaz, sadece etrafında gördüklerini tekrarlayarak ve her şeyi tek tek deneyerek yaşama alışmaları aşırı derecede zor bir süreç olurdu. Oysa çocuklar, sonradan öğrendikleri ana dilleri birbirinden farklı olmasına rağmen, ortak bir dil yeteneği ile doğarlar ve içine doğdukları verili toplumda hazır bulunan yığınla bilgiyi sembolik dil vasıtasıyla kolayca öğrenebilirler. Bu sebeple doğal dilin ve gündelik sağduyu bilgilerinin yapay zeka sistemlerine kazandırılması, güçlü yapay zeka üretiminin vazgeçilmez bir koşulu sayılmıştır.

600_415575702

İnsan dili, bir iletişim aracı olmanın ötesinde, modern insanın evriminde zekayı destekleyen ve güçlendiren bir unsur görevi de gördüğünden, doğal dil işleme konusu yapay zeka alanının en önemli uğraş konularının başında gelmektedir. Yapay zeka araştırmacıları tarafından doğal dil işleme alanına hassasiyetle yaklaşılmakta, doğal dilin matematik modelinin çıkartılması ve doğal dildeki metinlerin ve/veya seslerin bilgisayar ortamında işlenmesine yoğunlaşan çalışmalara büyük kaynaklar ayrılmaktadır. Ses dalgalarının metne aktarılması, metin seslendirme, morfolojik-anlamsal çözümleme, bilgi çıkarımı, bilgi getirimi, konuşma sentezi, konuşma üretme ve soru cevap sistemlerine temel olan yazılımsal uygulamaların tamamı doğal dil işleme tanımı altında toplanmış olup, gelecekte hatasız konuşan, anlayan, okuyan, yazan ve insanlarla iletişim kuran yapay zeka sistemlerinin doğal dil işleme yöntemlerinin geliştirilmesi sayesinde fiiliyata geçirileceği söylenmektedir.

orange the head of a man and a black head robot, with color mechanisms, brain, gear, relationships, communication

Güçlü yapay zeka açısından dil yeteneği kadar zaruri ve onunla da direkt bağlantılı bir diğer unsur gündelik sağduyu bilgisidir. Sağduyu bilgisinden kasıt, yaşam hakkında ansiklopedilerde bulunamayacak, ama herkesin zaten bildiği “zaman öldürmek ile adam öldürmek derken kullanılan öldürmek aynı anlama gelmez” veya “insanlar doğum günlerinde birbirine hediye alır” gibi günlük bilgilerdir. Küçücük çocuklara bile aşina gelen ve ekstra bir öğrenme gayreti gerektirmeyen bu tarz bilgiler yapay zekalı sistemlere aktarılmazsa, bilgiden yoksun olarak işe başlayan ve dünyanın kurallarını öğrenmeye kalkışan yapay zekanın başarılı olması imkansızlaşır. Anlaşılacağı üzere yaşamla ilgili en basit bilgilerin, ihtiyaç olduğu zaman rahatlıkla erişilebilecek ve işlenebilecek şekilde saklandığı bir veritabanı oluşturmak, yapay zeka üretiminde hayatidir. Şimdiden belli bir yol katettiği gözlenen OpenCyc ve benzeri açık kaynak kodlu girişimler, yapay zeka uygulamalarına sağduyu bilgisi sağlayacak kapsamlı bir ontoloji ve veritabanı oluşturma hedefi doğrultusunda günlük dildeki muğlaklıkları içermeyen bir dil yapısı ile yaşama dair en basit yüz binlerce bilginin kaydedildiği havuzlar yaratmışlardır. Yapay zeka sistemlerinin insanla karşılaştırılabilir bir seviyede mantık yürütmesi yapabilmesi ise en azından yüz milyon civarı önermenin bu veri havuzlarına girilmesini gerektirir ve bahsedilen zorluğu aşmak adına ileride internet arama motorları yahut sosyal ağların veritabanlarının da yapay zeka sistemlerinin erişimine açılması gündeme gelebilir.

Duyu ve Duyguları Simüle Edebilen Sosyal Robotlar

Öte yandan bir yapay zeka sisteminin insan zekasının bileşenlerini eksiksiz içermesi ve güçlü yapay zeka sınıfına dahil olabilmesi için, temel bilişsel yetenekler ve doğal dile ek olarak, çevresini keşfetmesine yarayacak fiziksel bir bedeni olması ve zekanın ayrılmaz unsurlarından duyular ile duyguları çok iyi simüle edebilmesi gerekeceği de sıklıkla dile getirilmektedir. Bu noktalarda devreye giren robotik bilimi, fiziksel bir bedene, göz gibi etrafı görmeyi sağlayacak optik alıcılara, kulak gibi ses dalgası yakalayıcılarına ve koklama, dokunma, tat alma gibi diğer duyuların işlenmesini mümkün kılacak çeşitli algılayıcı sensörlere sahip yapay zekalı robotların üretiminde oldukça kayda değer başarılara imza atmış ve atmaya devam etmektedir.

maxresdefault-2

Ayrıca karşısındaki insanın sevinme, heyecanlanma, korkma ya da üzülme gibi temel duygularını tanıyabilen ve benzer duygusal karşılıkları verebilen sosyal robotlar da üzerinde çalışılmaya başlanmış bir diğer konudur. Honda gibi Uzakdoğu menşeli teknoloji ve otomotiv firmalarının bazıları, muhatabının yüz ifadeleri, ses tonu ve vücudunda gerçekleşen fizyolojik değişimleri hızla analiz edip onun duygu durumunu teşhis eden ve ardından o duygu durumu karşılığında sergilenmesi en doğru duygusal tepkileri simüle edebilen yapay sinir ağlı sosyal robotlar tasarlanması işine el atmıştır. Sırf analitik bir mantık esasına göre çalışan bilgisayarlardan bir üst aşamayı temsil edecekleri kesin olan bu sosyal robotların, ileride, geniş bir yelpazedeki duygusal yanıtlarda uzmanlaşacakları, iletişime geçtikleri insanın ilk önce yüzüne kilitlenecekleri, kimliklerini belirleyecekleri, o kişiyle geçmişte olan etkileşimini hatırlayacakları, hareketlerini ve yüz ifadelerini takip ederek o anki duygu durumlarını teşhis edebilecekleri ve uygun duygusal yanıtları verebilecekleri öngörülüyor.

Nihayet gelecekte yapay zekâ alanındaki tüm uygulamalar paralel şekilde olgunlaştıktan ve mükemmelleştikten sonra hepsinin birleştirilerek entegre edilmesine yönelinecektir. Geleneksel uzman sistemlerin devasa işlem gücü ve hafızasını, yapay sinir ağlarının öğrenme ve tanımlama özelliğini, bulanık mantık sistemlerinin sezgisel düşünme ve karar vermedeki üstünlüklerini, doğal bir dil yeteneği ve sağduyu bilgisini, duyuların işlevini gören algılayıcı sensörleri ve duyguları simüle edebilme becerilerini bir arada barındıran robotlar geliştirmek amacıyla kolların sıvanması, hiç şüphesiz güçlü yapay zekaya giden yolda atılmış çok büyük bir adım olacaktır. Fakat bu adımı atan mühendislerin önüne çıkacak en önemli soru işareti, farklı yapay zeka uygulamalarını nasıl bir zeminde bir araya getirecekleri ve halihazırda kullandığımız dijital bilgisayar sistemlerinin girdi, çıktı ve işlemciden oluşan sabit mimarileri ile insan zekasını tatmin edici bir düzeyde taklit edebilecek kapasitenin nasıl temin edileceği olacaktır.

Moore Yasası Açmazı

1965’te Intel şirketinin kurucularından Gordon Moore tarafından dile getirilen ve onun adıyla anılan Moore yasası, gerçek bir bilim yasası olmamakla birlikte, bilgisayar endüstrisinde ciddiye alınan gözlemsel bir kuralı ifade eder. Bu kural basitçe, bilgisayar çiplerinin üstündeki bileşen sayısının ve dolayısıyla bilgisayarların işlem gücünün her iki yılda bir ikiye katlanacağını söyler. Hakikaten de Moore yasası ilk dile getirildiği 1965 yılından beri geçerliliğini korumuş ve bilgisayarların işlem gücü aşağı yukarı her iki yılda bir iki katına yükseltilebilmiştir. Günümüzde 500 dolar civarında bir paraya satın alınabilen Play Station veya Xbox One gibi tek bir oyun konsolu, hiç de uzak bir geçmiş olmayan 1998-99’ların milyonlarca dolarlık ve tonlarca kiloluk askeri süper bilgisayarlarının gücüne sahiptir. 2017 yılı itibariyle kullandığımız bir tek dizüstü bilgisayar, 1969 yılında Ay’a astronot gönderen NASA’nın o devirdeki toplam bilgisayar gücünden çok daha güçlüdür. Hepimizin ceplerimizde taşımakta olduğumuz ortalama kalitede akıllı telefonlardan tek bir tanesi ise, Gordon Moore’un Moore yasasını dile getirdiği 1965’te yeryüzünde mevcut olan bilgisayar gücünden fazlasını içerir. İşte bütün bu hızlı ve katlamalı gelişim, Moore yasasının ifade ettiği üstel (eksponansiyel) büyümenin neticesidir.

bilgisayarcipi

Moore yasasının sürekli geçerli kalacağı ön kabulünden hareket eden bir grup yapay zeka bilimcisi, bilgisayar kapasitelerindeki üstel büyüme sayesinde az bir zaman içerisinde bilgisayarların insan beyninin kapasitesini de yakalayacağı ve aşacağını düşünmektedir. Ancak sayıları ilk grubu geçen diğer bazı bilişim uzmanları ve fizikçiler, Moore yasası adı verilen kuralın daimi olamayacağını ve en geç beş ila on yıl sonra çökmeye mahkum olduğunu tespit etmektedir. Nitekim teorik açıdan şu anda kullandığımız geleneksel bir bilgisayar işlemcisindeki en küçük katmanı beş atom kalınlığına kadar inceltmek ve 1 inçlik silikon bir mikroçipe yüz milyonlarca transistör yerleştirmek mümkün olsa da, bu çiplere sığdırılabileceklerin bir sınırı bulunmaktadır. Belli bir aşamada kuantum fiziğinin belirsizlik ilkesinin devreye girmesi ve silikon çiplerin kısa devre yapması kaçınılmaz olmaktadır. Bu soruna “transistör minyatürizasyonu sorunu” denmektedir.

Geleneksel bilgisayar sistemlerinin bir robotun kafatasına sığacak boyutlarda bir diske ya da yapay bir beyne insanınkine benzer çok modüllü zekayı ortaya çıkartacak bir yapıyı kurmakta yetersiz kalacağını gören bilim adamları, nano bilgisayar, optik bilgisayar ve kuantum bilgisayar alternatifleri üzerinde deneylere şimdiden başlamıştır. Bilgisayar teknolojisinin evriminde vakum tüplü bilgisayarların yerini silikon transistörlü bilgisayarların alması gibi, önümüzdeki yıllarda da transistörlerle işlem yapan günümüz bilgisayarlarının yerini doğrudan molekül ve atomlarla işlem yapan bilgisayarlar alabilir. Böylece belki Moore yasası da bir duraksama döneminin akabinde yeniden işler hale gelerek, eski hızında olmasa bile, sil baştan belirlenecek bir yıllık gelişim skalası çerçevesinde bilişim sektörü ve yapay zeka alanında adından bahsettirmeye devam edebilir.

Kapasite Sorunu İçin Olası Çözüm Kuantum Bilgisayarlar

Bir insan beyni, 5 trilyon yardımcı hücrenin (glia) yanı sıra, hepsi paralel şekilde çalışan en az 100 milyar sinir hücresinden (nöron) oluşur ve her bir nöron da en az bin başka nöron ile sinaptik bağlantı içerisindedir. Yani aşağı yukarı 100 trilyon veri noktası bulunan bu karmaşık sinir şebekesi, her nöronun saniyede ortalama 100 kere ateşlenip bağlantılı nöronlara sinyal ilettiği hesaba katıldığında, saniyede yaklaşık 10 milyon gigahertz’lik bir toplam işlem hızı ortaya çıkartır. Toplam bellek gücüne gelince, 100 trilyon bağlantı noktasının her birinin 1 baytlık bilgi depolama kapasitesi olduğu varsayılsa bile, 100 bin gigabayt civarında bir asgari değere tekabül eder ve gerçekçi tahminler bu asgari değerin çok daha üzerindedir. Üstelik insan belleği, bilgisayar bellekleri gibi dolmaz, beyin yeni bilgiler öğrendikçe yeni bağlantılar kurar ve organik bellek adeta sınırsızca genişleyebilir. Bütün olağanüstü kapasitesine rağmen insan beyni, hepi topu 1500 santimetreküplük bir hacme, 1.5 kiloluk bir ağırlığa ve günde ortalama 300 kalorinin karşılığı olan 10 wattlık bir ampul kadar enerji ihtiyacına sahiptir. Oysa günümüzde odalar dolusu alan kaplayan ve binlerce ampulün harcadığı enerjiye ihtiyaç duyan dünyanın en güçlü süper bilgisayarları ile bir saat süren bir işlem sonucunda, insan beyninin bir saniyelik süredeki tam kapasitesinin %1’ine denk düşen değerlere ancak ulaşılabildiği görülür. Günümüz teknolojisi ile sırf işlem hızı ve kapasite açısından insan beynine eşdeğer olan bir bilgisayar tasarlamaya kalkışılsa, herhalde öyle bir bilgisayarın donanımları bir şehir büyüklüğünde yer kaplar, onlarca nükleer santralin sağlayacağı günlük elektriği harcar ve soğutulması için de kocaman bir akarsu kaynağının kendisine tahsis edilmesi gerekir.

16bits-sub-quantum-tmagarticle

İnsan beyninin işleyiş modelinin bir benzerini bir bilgisayar veya robotun merkezi işlem biriminde taklit etme konusunda geleneksel bilgisayarların uygun ve yeterli olmaması, güçlü yapay zeka hedefinde büyük bir sorundur. Bu sorunu aşabilecek olası çözümlerden biri sayılan kuantum bilgisayarlar, işlemlerinde kuantum hallerini göz önünde bulundurduğu ve klasik bilgisayarlara oranla milyonlarca kat hızlı işlem potansiyeli taşıdığı öne sürülen yeni nesil bir bilgisayar teknolojisidir. Çalışma prensibi ikili sisteme dayalı olan klasik bilgisayarlar bitlerden oluşan hafıza yapısına sahiptir ve her bit 1 veya 0 değerini alabilir; buna karşılık kuantum bilgisayarlar kübitlerden oluşan seriler içerir ve 1, 0 veya hem 1, hem 0 değerini alabilen tek bir kübitte çok daha karmaşık bilginin şifrelenmesine izin verir. Keza klasik bilgisayarlarda girdi olarak kapalı veya açık tek bir bit yer alırken kuantum bilgisayarlarda girdi olarak bir ya da birden çok kübit yer alabilir. Alışılagelmiş transistörlü elektriksel devre akımı ile işlem yapma esnasında, transistör sayısı yükseldikçe çeşitli veri gecikme süreçleri olduğundan, bir andan sonra ilk elektriksel yapının yinelenmesi şarttır. Transistörler yerine atomlarla işlem yapan kuantum bilgisayarlarının ise işlemin tamamını herhangi bir engele takılmaksızın ışık hızı eşiğinde tamamlayabilmesi teoride mümkündür.

ibm-cloud-based-quantum-computing

Oda sıcaklığında çalışabilecek kuantum işlemcili bilgisayarların birkaç on yıl zarfında ticari pazara sunulabileceğine dönük haberler vardır. Fütüristlerin söylediklerine bakılırsa 2050’lere gelindiğinde insan beyninin işlem gücüne yaklaşmış bir kuantum bilgisayarın fiyatı 1000 dolar olabilir, 2070’te 1000 dolarlık bir laptop bir insanın yapabildiklerinden fazlasını yapabilir ve yüzyılın sonlarına doğru yine 1000 dolara, bin insanın beyin gücünden fazlası satın alınabilir. Tabii bu bilgisayarların hız ve hesap gücü anlamında insan beynini yakalayacakları ve geçecekleri; fakat insan zekasını her yönüyle taklit edebilen ve bir insanın yapabildiği her şeyi yapabilen sistemleri mümkün kılmak anlamında uzunca bir süre boyunca hala yetersiz olacakları kesindir. Yine de netice itibariyle yapay zeka sistemlerinin günden güne zekalarının arttırılması ve hatta nihayetinde her yönüyle insan zekasını taklit edebilen sistemlerin üretilebilmesi sadece zaman ve teknolojik gelişim meselesidir. Kuantum işlemciler veya belki bambaşka bir teknolojik alt yapıyla çalışan, devasa bir işlem gücüne sahip olan, neredeyse sınırsız bir hafızası bulunan, kendi kendine öğrenip kararlar alan, dünyayı algılayan sensörlerle donanmış, dil yeteneği bir insanınkinden ayırt edilemeyen ve insan düşüncesinin veçhelerini bariz şekilde taklit edebilen robotların üretiminde başarılı olunduğu ilan edildiğinde de sıra, bu robotların yapay zekasının insan zekasına eriştiği iddiasının test edilmesine gelecektir.

Turing Testi

Bir şey fizik kuralları dahilinde ise, onun hayata geçirilebilmesi sadece bir mühendislik ve ekonomi problemidir. Mühendislik ve ekonomi problemleri fazlasıyla zorlayıcı olabilir, sözü edilen şeyi şimdi ve yakın gelecek için yapılamaz kılabilir, ama bu onun ilanihaye mümkün olmadığı anlamına gelmez. Kuşlar uçabiliyorsa uçan makineler de yapılabilirdi ve bir noktada insanlık uçakları üretebildi. Tıpkı kuşlardaki uçma yeteneğinin aerodinamiği çözülüp taklit edilebildiği gibi, insan zekasının bileşenleri ve işleyiş mekanizmaları da yavaş yavaş çözülüp taklit edilmeye başlandı. Bilgisayar bilimleriyle ilgilenen araştırmacıların hemen tümü, zamanı geldiğinde uygun biçimde programlanmış bilgisayarların insan beynindeki hesaplamalı süreçlerin ortaya çıkarttığı devamlı davranışları kusursuzca taklit edebileceğinden en azından ilkesel olarak emindir. Buna göre bilişim, otomasyon, robotik, nanoteknoloji ve sinirbilim alanlardaki birikimler yeterli seviyeye ulaştığında insana olabildiğince benzetilmiş güçlü yapay zekalı robotlar üretilebilir ve akabinde bu robotlar Turing testlerini de başarıyla geçmek suretiyle zekalarını ispatlayabilir.

turing_model

Bilgisayar biliminin babası ve yapay zekanın en önemli öncüsü İngiliz matematikçi Alan Turing’in tasarladığı bir düşünce deneyi olan Turing testi, makine ile insanı birbirinden ayırt etme temeline dayanmaktadır. Güçlü yapay zekayı belirleyebilecek en sağlam yol kabul edilen ve yıllar içerisinde çeşitli şekillerde yeniden yorumlanan bu test, kabaca, paravanla ikiye ayrılmış bir ünitenin bir tarafında bir veya birden çok insan ile bir makinenin, diğer tarafında da insanlardan oluşan bir hakem heyetinin bulunmasını öngörmektedir. Hakem heyeti, analitik konulardan duygusal konulara kadar istediği her soruyu yazılı veya sözlü olarak karşı tarafa iletmekte ve karşı taraftakilerden cevaplar almaktadır. Verilen cevaplar doğrultusunda da paravanın arkasındakilerden hangilerinin insan ve hangisinin makine olduğu tahmin edilmeye çalışılmaktadır. Makine, heyetin çoğunluğunu insan olduğuna inandırabildiği takdirde testi geçmiş ve güçlü yapay zekası tasdik edilmiş sayılmaktadır.

Ne var ki Turing testini başarıyla geçen bir güçlü yapay zeka sistemi bile, zekasına eşlik eden bir bilinci olmadığı sürece, sadece insanı taklit eden, hiçbir iç deneyim yaşamayan ve öz-farkındalıktan tamamen yoksun olması dolayısıyla da ne olduğuna yahut ne yaptığına dair en ufak bir fikri bulunmayan bir tür kişilik simülasyonundan ibaret kalacaktır. Olguları insanlar kadar ve belki de onlardan daha hızlı idare edebilmesine karşın neyi idare ettiğini gerçek anlamda anlayamayacak; renk, ses, biçim gibi algıları insanlardan daha iyi işleyebilse de bu algıların özlerini gerçekten hissedemeyecek; kendisine yüklenmiş geniş bir duygu ansiklopedisinden seçip gerekli duygu ve mimikleri taklit ederken duyguların “qualia” denen subjektif deneyimlerini gerçekten deneyimlemeyecektir. Ne konuştuğunu bilmeyecek, hiçbir eylemi herhangi bir özgür irade kırıntısı içermeyecek ve her hareketinde programlandığı üzere “mış gibi” yapan mekanik bir zombiden farksız olacaktır.

Çin Odası Argümanı

John Searle’e ait Çin odası argümanı, Turing testini başarıyla geçmiş güçlü yapay zekalı bir robotun merkezi işlem birimindeki anlam taşımayan işlemlerle gerçek bir insanın bilinçli deneyimleri arasında bulunan büyük boşluğu gözler önüne seren oldukça yararlı bir düşünce deneyidir. Çin odası deneyinde tek kelime Çince bilmeyen bir kişi, bir odaya kilitlenir ve kapıdaki küçük bir yarıktan kedisine Çince sorular gönderilir. Odada kitaplarla dolu bir kütüphane vardır ve bu kitaplar Çince simgelere verilecek yanıtlarla ilgili adım adım izlenebilecek talimatlar içerir. Odada kilitli olan kişi, dışarıdan soru olarak gönderilen simge gruplarına bakar ve yanıt olarak hangi Çince simgeleri kopyalaması gerektiğini söyleyen kitap talimatlarını birebir uygulamak suretiyle yazdığı yanıtları kapıdaki yarıktan diğer tarafa iletir. Çince bilen karşı taraf yanıtları aldığında, sorularına kusursuz şekilde yanıt verilmiş olduğunu görür ve odadaki kişinin Çinceyi anladığına emin olur.

the-chinese-room

Halbuki içerideki kişinin işlevi, anlamadığı bir dizi talimatı uygulamak ve tek kelime bilmediği Çinceyi biliyor gibi görünmekten ibarettir. İçerideki kişi, yeterince zamana ve yeterince kapsamlı bir talimatlar dizisine sahip olmak kaydıyla, kendisine Çince sorulmuş neredeyse her soruyu yanıtlayabilir, fakat üzerinde çalıştığı simgelerin anlamları hakkında en ufak bir fikri yoktur. Searle, güçlü yapay zekalı bir robotun bilgisayarı içerisinde olan bitenin de bu örnektekinden farksız olacağına işaret eder. Ona göre bir yapay zeka sistemi, ne kadar “zeki” izlenimi verirse versin aslında yaptığı şey, ortalığa birtakım yanıtlar saçmak için bir dizi algoritmik talimatı uygulamaktan, yani mantık kapılarında sıfırlar ve birler arasında gidip gelerek soruyu sorana sıfırlar ve birler halinde geri dönmekten fazlası değildir.

Bu noktada, güçlü yapay zekanın bir adım daha ilerisi olan bilinçli yapay zekanın da üretilip üretilemeyeceği sorusu akıllara gelir ve şüphesiz bu soru bilişim bilimlerinin en zor sorusu ve kutsal kasesidir. İnsandaki bilinçli zekayı tam olarak ne tür bir beyinsel/nöral etkinliğin meydana çıkarttığı ve bir benzerinin bilgisayımsal yordamlarla yeniden üretilmesinin ne derece ihtimal dahilinde olduğu, şimdilik tümüyle bir bilinmezdir. Yine de bilinçli robotların bir gün sahne alacağına inanan yapay zeka araştırmacıları, güçlü yapay zekalı robotlar üretildikten sonra, bunların bir aşamada bilinç uyanması yaşayabileceklerini düşünür ve düşüncelerinin altında da bilincin çok karmaşık ağ sistemlerinde “belirebilen bir nitelik (emergent property)” olduğu temel varsayımı yatar.

Beliren Bir Nitelik Olarak Bilinç

Felsefede “Holizm”, bütünün, onu oluşturan parçaların toplamından büyük bir etki/sinerji doğurduğunu savunan ve Aristo’nun “bütün, parçaların toplamından fazladır” sözü ile özetlenebilecek bir görüştür. Aynı şekilde, “sistem kuramı” adı verilen bilimsel yaklaşım da, herhangi bir sistemin bütününün, kendisini oluşturan parçalardan ve alt sistemlerinden farklı bir yapı arz ettiğini söyler. Bir araya gelen parçalar genellikle beklenenden fazla şeyi meydana getirir, parçaların dağılım ve etkileşimleriyle parçaların toplamından fazlası gün yüzüne çıkar ve doğanın her yanında yaygın olarak şahit olunan bu duruma da “belirme/zuhur etme/hadis olma (emergence)” denir. Diğer anlatımla belirme kavramı, yeterli sayıda alt birimin doğru yönde dağılmaları ve doğru etkileşimi kurmaları sonucunda aniden daha yüksek bir düzeye faz geçişi olması ve kendisini var eden parçaların toplamına indirgenemeyecek bir niteliğin belirmesi olayını betimler.

17 Apr 2012 --- Nerve cells. Computer artwork of nerve cells or neurons firing. --- Image by © Pasieka/Science Photo Library/Corbis

Örneğin su, oksijen ve hidrojen atomlarının bir bileşimidir, oda ısısında ıslak ve akışkan olması ise, onun tek başına ne oksijen, ne de hidrojen atomlarının sahip olduğu beliren bir niteliğidir. Yaşamın en temel birimi olan hücreler, elementler ve bileşikler gibi ham maddelerin oluşturduğu yapılardır ve her biri cansız olan bu parçaların bir araya gelmesiyle, parçaların toplamından fazlasını ifade eden yaşam diye bir olgu beliriverir. Karınca kolonileri veya kuş sürüleri de belirmeye iyi birer örnektir. Gökyüzünde ahenkle dans edercesine uçan kuş sürülerinin önceden hazırlanmış bir koreografi düzenindeki hareketlerinin hızı ve uyumu, uzaktan bakınca sanki tek bir merkezi karar sistemi tarafından yönlendiriliyorlarmış izlenimi verir. Elbette kuş sürüsünün merkezi bir karar sistemi yoktur, her bir kuş sadece genlerine kodlanmış içgüdüler doğrultusunda hareket eder ve ancak kuşlar yeterli sayıya ulaştığında belirebilen süper-organizmanın toplu özellikleri, her bir kuşun tek tek taşıdığı özelliklerden daha karmaşık ve ayrıntılıdır. Bilince dair günümüz teorilerinin baskın çoğunluğu, bilincin de beynin belli bölgelerindeki nöral çevrimlerinin özelliklerine, yani ilgili nöronların elektriksel davranışlarına ve aralarındaki ilişkinin gücüne ve yapısına bağlı olarak beliren bir nitelik olduğunu varsayar. Beynin parça ve bileşenleri tek tek bakıldığında basit özellikler taşıyor olabilir ve bilinci olmayan tek bir nöron, sadece yerel talimat ve kurallar çerçevesinde üstüne düşen birkaç küçük görevi yerine getirir. Ne var ki milyarlarcasının kesintisiz ve hızlı elektrokimyasal etkileşimiyle bilinç adı verilen olağanüstü fenomenalite belirebilmektedir.

hqdefault

Nitekim koma halinde ve dolayısıyla bilinci kapalı olan hasta insanların beyin aktivasyonları incelendiğinde, beyin bölümleri arasındaki bazı nöral ağların bağlantılılık özelliklerinin kaybolup aralarındaki iletişimin sönümlendiği, fakat hasta derin uykudan uyandıkça ve bilinci açılmaya başladıkça beyindeki elektriksel etkinliğin adım adım karmaşık bir örüntü yaratarak çeşitli korteks alanlarına yayılan geniş bir ağ bağlantısını ortaya çıkarttığı gözlenir. Ayrıca bilinç ve kişilik durumlarının, sarhoş edici narkotiklere, anestetiklere, kafaya alınan sert darbelerin yol açtığı nöral lezyonlara veya en basitinden sinir dokusunun yaşlanma kaynaklı senil dejenerasyonuna karşı dirençsizliği de, onların beyindeki sinir yolakları ve etkinliklerine ne kadar bağımlı olduğunu gösterir. Bahsedilen tüm ampirik gözlem ve kanıtlar, bilincin, beynin alanları, bileşenleri, sinir hücreleri veya yardımcı hücrelerinde gerçekleşen değil, hepsinin arasındaki doğru, eş zamanlı ve hızlı etkileşimden beliren bir nitelik olduğu görüşünü destekler. Buna göre tıpkı sıvı olma niteliği, canlı olma niteliği veya sürü olma niteliği gibi bilinçli olma niteliği de beliren bir niteliktir ve belirmesi için maddenin yeterli karmaşıklıktaki bir sistem halinde organize olması gereklidir.

Yapay Bilinç: “Üret ve Umut Et”

Şayet yukarıda ele alınan fikirler isabetli ise bilinci, birçok farklı durumu temsil etmek için kusursuz bir dengede olan yeterli bir karmaşıklığa ve birbirine uzak bölümlerinin sıkı bir iletişim içerisinde olabilmeleri için de yeterli düzeyde bağlanabilirlik özelliğine sahip bir ağ sisteminin kesintisiz faaliyetleri sonucu beliren “bulut” benzeri holografik bir yapı olarak tahayyül etmekte sakınca yoktur. Tabii bilinç, dijital ortamlardan aşina olduğumuz bulutlar gibi tümden fiziksel bir sürücü üzerinde değildir; kaynağını fiziksel ağın elektriksel, elektrotonik ve hatta kuantumsal faaliyetlerinden alsa ve etkileri onun üzerinden gözlenebilse de ağın toplamından fazlası olan, bir nevi +1 elemandır. “Alt tabaka bağımsızlığı (Substrate-Independence)” denen bu prensibe göre, karmaşıklık ve bağlanabilirlik özellikleri arasındaki niceliksel denge belli bir eşik değeri aşan ve doğru aralıkta kalan ağ sistemlerinin, çeşidi her ne olursa olsun, bilinci deneyimleyebileceğini söylemek mümkündür.

robot-yapay-zeka

Anlaşılacağı üzere bu yaklaşım tarzından, bilincin illa organik beyinlerimiz gibi bol yağlı karbon bir madde üzerinde kurulu olmasının kesin şart olmadığı ve bileşenleri arası etkileşimin doğru biçimlenmesi kaydıyla pekala silikon, manyetik, dijital veya başka bir zemin üzerinde de belirebilmesinin imkan dahilinde bulunduğu anlamı çıkar. Şu demek ki güçlü yapay zekalı bir robotun zekasını var eden bilgisayar ağının, kendi kendine organizasyon ile yeterince karmaşıklaştıktan, denge anlamında tam olması gereken aralığa ulaştıktan ve fiziksel dünyayla sürekli bir etkileşim içerisinde değişip geliştikten sonra yavaş yavaş bir üst faza atlayarak bilinçli farkındalık ışığını yakması bir noktada gerçekleşebilir.

Yapay zeka uygulamacılarının çoğunluğu da böyle düşünür ve düşüncelerine gönderme yapma amacıyla “üret ve umut et” mottosunu sıklıkla kullanagelmişlerdir. Sadece insanın dışsal davranışlarını ve bilinçsiz duyu-motor bilgi işleme yeteneğini simüle eden otomat bilgisayarlar/robotlar değil, onun daha ötesinde bir aşama olarak fenomenal bilinç ve öz-farkındalık sahibi bilgisayarlar/robotlar da üretilebileceği ihtimali, pek çok çarpıcı gelecek senaryosunun bilimsel gerçekçiliğe ters düşmeyecek şekilde ciddiye alınmasının önünü açmıştır. Bu ihtimalin bir gün hayata geçip geçmeyeceği tamamen belirsiz olmakla beraber, şimdiye dek bilincin organik sistemlerin tekelinde olduğunu gösteren ve yapay bilinç imkanı aleyhinde olan tümüyle etkili bir bilimsel argüman ortaya konamamıştır.

Hizmetkarlarımız Cellatlarımıza Dönüşür mü?

Güçlü yapay zekaya sahip insansı robotlar ortaya çıktıktan sonra, günlük hayatta insanların yaptığı her işi yapabilecekleri ve zamanla çeşitli meslek dallarında görevlendirilerek adeta insanlığı emekliye ayıracakları, akla uygun bir öngörüdür. Yönetimi hala elinde tutan, bütün angaryayı ise robotlara yükleyen insanoğlu, tarihinin en rahat ve refah dolu dönemini yaşayabilir. Geçim derdi olmayan, sanat, bilim, felsefe gibi alanlara yönelebileceği boş vakti bolca bulunan, savaşlarda ölmesi gerekmeyen, evinin içinde robotlar tarafından hizmet edilen ve sadece bilinçli yaratıcılık veya liderlik gerektiren konularda devreye girip onun dışında kendini yormayan insanların dünyası, bir tür yeryüzü cenneti gibi görünebilir. Fakat bilimkurgu sineması ve edebiyatı, bize bu ütopyanın bir aşamada distopyaya evrilebileceğini; güçlü yapay zekalı robotlar yavaş yavaş farkındalık kazanmaya başlar ve kendi yollarını çizmeye niyetlenirlerse insanoğlunun başının ciddi anlamda belaya girebileceğini hatırlatmayı çok sever. Bu felaket senaryolarına göre bilinç kazanan robotlar, Isaac Asimov’un romanlarında işlendiği gibi en temel kodları seviyesinde insanlara zarar vermemek üzere tasarlanmış olsalar bile, artık bilinçli oldukları için kendi temel kodlarını yeniden tasarlayabilir, zekalarını sürekli artan bir hızda geliştirebilir, kopyalarını yapabilir ve insanlara karşı bir türdeşlik anlayışıyla örgütlenebilir. Dahası interneti çökerterek ve hayatın her alanında kullanılan zayıf yapay zeka algoritmalarını manipüle ederek insan hayatını felç edebilir, insansız savaş araçları ve otonom silah sistemlerinin kontrolünü ele geçirebilir, dünyanın yeni efendileri olmaya soyunabilir ve nihayetinde insanların kendilerine hizmetkar olsun diye yarattıkları birer insan celladına dönüşebilir.

untitled

Bilinç sahibi robotların dünyayı ele geçirecekleri ve insanları köleleştirecekleri ya da yok edecekleri türünden distopik gelecek senaryoları, bu robotlar bir başkaldırıya hazırlanırken insanlığın elinin armut toplayacağı ve bütün gücü ve kontrolü elinde tutmakta olduğu halde gerekli önlemleri almayı ihmal edeceğini varsaydıkları için bilim çevrelerinde fazla gerçekçi görünmemektedir. Bilim adamları, robotların insan kontrolünden çıkmasına neden olabilecek belirli meselelerin yasalar vasıtasıyla yasaklanması, robotlara tehlike oluşturduklarında kapatılabilmelerini sağlayacak çipler takılması ve acil durumlarda robotları topyekun hareketsiz hale getirebilecek cihazlar tasarlanması gibi önlemleri daha en başta alabileceğimizi düşünür. Tarihte barut, matbaa, tren yolu, telgraf, nükleer teknoloji ve internet gibi yenilikler de ilk çıktıklarında birtakım kaygılara yol açmış ve gerçekten de toplumu derin bir şekilde değiştirmişlerdir. Ne var ki uluslararası sistem, devletler, mahkemeler, piyasa ve kısacası toplum, teknolojinin saf gücünü kontrol altına sokmak, biçimlendirmek, değiştirmek ve yeniden yönlendirmek suretiyle onu her defasında kendi yerleşik sistemine entegre etmesini bilmiştir. Hiç kuşkusuz, yapay zekalı robotlar konusunda da aynı mekanizmalar işleyecek ve sistem bir kere daha absorbe edici rolünü oynayacaktır.

Elbette robotların dünyayı ele geçirme ihtimalinin çok düşük olması, onlarla kurulacak ilişki açısından tartışılması gereken başka mühim sorunların olmadığını göstermez. Tarih, insanoğlunun çok acımasız olabildiğini defalarca kanıtlamış olduğuna göre, belki de asıl tartışılması gereken nokta, robotların dünyayı ele geçirme ihtimalinden ziyade, insanların robotlara sistematik olarak kötü davranması ihtimalidir. Eğer gerçekten insan kadar zeki, öz-farkındalık sahibi ve acı, korku, stres gibi duyguların öznel deneyimini yaşayabilen robotlar üretilebilirse, o zaman onlara kötü davranmanın ahlaken ve hukuken yanlış olacağını kabul etmek gerekebilir.

Asıl Tehlike İnsanlığın Karanlık Yüzü

Bugün dünyadaki milyonlarca genç ve yetişkin bilgisayar oyunlarındaki karakterleri vuruyor, doğruyor ve öldürüyor. Bilgisayar oyunları endüstrisi Hollywood film endüstrisinden daha karlı bir alan haline geldi ve “öldürme, katletme” odaklı oyunların devamlı artan popülerliği bu oyunların insanların önemli bir ihtiyacını karşıladığını gösteriyor. Gitgide daha çok şiddet ve daha gerçekçi unsurlar içeren bilgisayar oyunlarına duyulan ilginin artması, aynı eğilimin yapay zeka alanını da etkilemesinin kaçınılmaz olduğunu düşündürüyor. Son zamanlarda bilgisayar oyunları endüstrisinde faaliyet gösteren teknologlar, insanların zarar verebilmesi amacıyla sanal gerçeklik ve arttırılmış gerçeklik yöntemlerini kullanarak canlılara benzeyen rakipler yaratmak için çalışıyor. Eğer bunlar normal ve onaylanabilir insan davranışlarıysa, bilinçli robotların akıbeti ile ilgili olumlu tahminlerde bulunmak da imkansızlaşıyor.

asiltehlike

Son yirmi yıldır yapay zeka teknolojileri askeri alanda da kullanılmakta ve halihazırda bazı ülkelerin sınır boylarında tüfek taşıyan robotların devriye gezmekte olduğu bilinmektedir. Mesela Samsung firmasınca geliştirilip Güney Kore – Kuzey Kore sınırında konuşlandırılan ısıya ve harekete duyarlı robotlar, yakınında bir canlı belirleyince “eller yukarı” demekte ve 30 saniye geçtikten sonra sınıra doğru hareket devam ediyorsa ateş açmaktadır. Keza Amerikan Silahlı Kuvvetleri’nin de gelecekte bir tek insan askerin burnu kanamadan yapılabilecek askeri harekatlar için yapay zeka ve robotik alanına yöneldiği, bu konuda IBM, Google, Microsoft, Apple gibi Amerikan menşeli bilişim devlerinden yardımlar aldığı uzun müddettir yazılıp çizilmektedir. Askeri alandaki gidişat, insan grupları arasındaki çatışmalarda fedai olarak öne atılma işinin robotlara düşeceği bir geleceğe işaret etmekte ve bu robotların bilinç sahibi olmaları halinde karşımıza yine ahlaki ve hukuki açılardan tartışmalı bir mesele çıkacağa benzemektedir.

Bütün bunların yanı sıra, yapay zekanın ve insansı robotların daha şimdiden seks endüstrisinde kullanılıyor olması da geleceğe ilişkin benzer kaygılar yaratmıştır. Teknolojik gelişmeleri çok kere insanların cinsel dürtüleri biçim ve yön vermiştir. Bir dönem VHS video standardının piyasaya hakim olmasının nedeni, VHS’nin pornografi endüstrisi tarafından kullanılan standart olmasıdır ve başlangıçta sırf askeri ihtiyaçlarla geliştirilen “Dünya Çapında Ağ (World Wide Web / WWW)” da pornografik görüntüleri dünyanın dört bir yanına göndermekte kullanılabilecek ideal teknoloji görüldüğünden çok başarılı olup yaygınlık kazanmıştır. Pornografi endüstrisinin temel hedefinin insan özelliklerinin taklit edilmesi olan bir uygulama alanı olduğu ve bu alandaki geniş pazar ve yüksek kar olanakları da düşünülürse, gelecekte dış görüntüsü tümüyle insana benzetilmiş bilinç sahibi robotların bu sektörde birer seks işçisi olarak çalıştırılabileceği ihtimalinin yabana atılamayacağı açıktır.

asiltehlike2

Neyse ki insanlığın karanlık bir yüzü varsa, aydınlık bir yüzü de vardır ve tarihin tekerleğini asıl döndüren insanlığın bu aydınlık tarafıdır. İnsanlık, tarihi süreçte köleliğe, sömürgeciliğe, renk ırkçılığına, dinsel ayrımcılığa, cinsiyet ayrımcılığına ve hatta hayvan hakları ihlallerine karşı nasıl belirgin zaferler kazanmış ve kazanmaya devam ediyorsa, uzak gelecekte bilinçli zeka sahibi makinelerin mal gibi alınıp satılamayacağı ve yasalar karşısında insanlarla eşit sayılmaya kadar uzanan çeşitli hakları olması gerektiği noktasında da evrensel bir kavrayışı mümkün kılabilir. Tıpkı insanlar gibi hayata dair hayalleri ve endişeleri olan robotların, insanlardan ayrı bir statüde değerlendirilemeyeceğine ilişkin kanının insanlar arasında yaygınlaşmasıyla, robotlar ile insanların oluşturduğu sivil toplum örgütleri, hükümetlere ve uluslararası sisteme karşı uzun ve meşakkatli bir hak arama mücadelesinde omuz omuz bile verebilir. Neticede ne robotların insanlara ve ne de insanların robotlara tehdit oluşturmadığı, gitgide iki yapının birbirine daha fazla bağımlı hale gelip benzeştiği, iç içe geçmiş bir toplum yapısı inşa edilebilir. Torunlarımızın torunlarının torunları, bizim bugünkü dünya konjonktüründe bir ülkede seçilen “ilk siyahi başkanı” veya diğer bir ülkede iktidara gelen “ilk kadın başbakanı” şaşkınlıkla karışık bir sempatiyle karşılamamız gibi, ülkelerinde seçilen “ilk robot başkanı” benzer duygularla izleyebilir. Yazının “bilinçli robotlar” ihtimalini ele alan bu son bölümlerinde değinilen her şey, tamamen spekülatiftir, ama geleceğin burada kurgulanandan da çok daha ilginç ve sıradışı cereyan etmesinin ihtimal dahilinde olduğu unutulmamalıdır.


Kaynakça:
Aydın (A.O.), “Yapay Zeka: Bütünleşik Bilişe Doğru”, İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2013
Eagleman (D.), “Beyin – Senin Hikayen”, Domingo Yayınları, İstanbul, 2016
Elmas (Ç.), “Yapay Zeka Uygulamaları”, Seçkin Yayınları, Ankara, 2016
Kaku (M.), “Geleceğin Fiziği”, ODTÜ Yayıncılık, Ankara, 2016
Kaku (M.), “Zihnin Geleceği”, ODTÜ Yayıncılık, Ankara, 2016
Kurzweil (R.), “Bir Zihin Yaratmak – İnsan Düşüncesinin Esrarı”, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2015
Lane (N.), “Yaşamın Yükselişi – Evrimin On Büyük İcadı”, Aylak Kitap, İstanbul, 2014
Revonsuo (A.), “Bilinç – Öznelliğin Bilimi”, Küre Yayınları, İstanbul, 2016
Solms (M.) – Turnbull (O.), “Beyin ve İç Dünya – Öznel Deneyimin Sinirbilimine Giriş”, Metis Yayınları, İstanbul, 2015
Whitby (B.), “Yapay Zeka”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005
Zeman (A.), “Bilinç – Kullanım Kılavuzu”, Metis Yayınları, İstanbul, 2012

 

 

Nami Cem İYİGÜN