DÜŞÜNCE

Prof. Dr. Abdürreşit Celil Karluk ile Çince ve Çin Kültürü Üzerine Söyleşi

Karluk: Çincenin yaşadığı her yerde kültürü de yaşar. Kültürü taşıyan dildir.

Röportaj: Dilara Coşkun

Dilara Coşkun: İlk sorumu Çin’de gündelik hayatın nasıl bir fotoğrafını çekersiniz diye sormak istiyorum. Çin’de çalışma hayatı, dinlenme ve eğlenme şekilleri gibi gündelik hayatın temel görünümleri üzerinden bir değerlendirme yapar mısınız?

Abdürreşit Celil Karluk: Çin… Anlaması ve anlatması çok zor bir ülke. Anlamak zor diyorum çünkü burada bilinenden çok farklı bir medeniyet, devlet ve toplum sistemi mevcut. Anlatmak zor diyorum çünkü Türkiye’deki yaygın yaşam stili olsun insan tipolojisi olsun çalışma alışkanlıkları veya zihniyet olsun hepsinden çok farklı bir ÇİN veya ÇİNLİ var karşımızda. Diğer taraftan Batı hayranlığı bütün alanlarda çeşitli seviyelerde hissedilen ve Doğu’ya karşı fazla önyargısı olan Türkiye’de okuma alışkanlığının düşük olması, Doğulu kültürler veya toplumlar hakkında asgari bilgilerin yetersizliği eklenince konuyu anlatmak daha da zorlaşabiliyor. Çin bilinen özelliği ile 1 Milyar 400 Milyona yaklaşan nüfusu ile Dünyanın üretim ve tüketim üssüdür…aynı zamanda çok fazla etnik, kültürel ve dini farklılığı olan ve bu farklılıklar da son yıllardaki tektipleştirici uygulamalara maruz bırakarak teker teker tarih sahnesinden silinmeye başlarken dünyanın veya ilgili toplum ve kültürlerin akrabalarının ya da dindaşlarının pek de umurunda olmadığı bir gerçektir.  Çin’deki yaşamı aslında toplam nüfusu 1 Milyarı geçen etnik olarak kendilerine Hanzu yani Han milliyeti olarak adlandıran Han Çinlileri şekillendirir. Çinlilerin hepsi aynı görüntüde gibi görünür ama öyle değildir. Eyaletler arası ayrım, doğu batı güney kuzey arası ayrım çok fazladır. Bu fark fizikî olarak hissedildiği gibi en çok kültürel olarak görünür. Özellikler Çinlilerin konuştukları diller arasında büyük farklılıklar vardır. Bugün yaygın olarak konuşulan resmi dile mandarin Çincesi denir ve devlet tarafından yaygınlaştırılan resmî dildir. Bir çeşit Çin Esperanto’sudur. Mesela Pekin’de konuşulan pekin şivesi ile ona 130 km doğusundaki Tianjin şivesi arasında farklılıklar fazladır. Çin’deki resmî söyleme göre 8 büyük diyalekt vardır. Bu lehçeler arasındaki farkı Türkçe ile Moğolca arasındaki fark ile hatta Farsça ile aralarındaki fark ile kıyaslanabilir. Kuzeyli Çin’linin Güney çencesi olan Kantoncayı öğrenmesi yıllarını alabilir. Ama bu farklılık Çin yazısı ile bertaraf ediliyor, konuşma ile anlaşamayan Çinliler yazı ile birbirlerini anlıyorlar. Bundan dolayı Çince TV’lerde haberler, diziler hep mandarin Çincesi iledir. Ama bütün programlarda alt yazılar vardır. Bunun nedeni ise farklı lehçede konuşan Çinlilerin Mandarini bilmiyorsa da altyazılardan neler konuşulduğunu anlaması içindir. Çin’de Yazı çok önemli bir işlev görür.

Orada nüfusun kalabalık olması imkânların kısıtlı olmasını beraberinde getirmiştir. Çok çalışırlar. Türkiye’deki gibi saat sekize kadar hafta sonu öğlene kadar uyumak hemen hemen yoktur. Herkes çok çalışmak zorundalar.  

D.C.: Bu durumda yoksulluk da yaygındır diyebilir miyiz?

A.K.: Yoksulluk vardır ama kime göre neye göre. Milli gelirleri ile ortalama seviyededirler. Ama Çin’in kıyı sahil bölgesi dediğimiz doğu kesimi kalkınmış kesimdir. Belki bazı kentlerde yaşayanların kişi başına geliri 30.000 doları geçmiştir. Ama iç ve batı bölgelerde 100 dolara kadar düşebiliyor milli gelir. Çin’in etno-milliyet haritasına baktığınızda Çin toplam yüzölçümünün %65’ini azınlıklar bölgesi olduğunu görürsünüz, Mançurya’nın batısı, İç Moğolistan, Döngen/Müslüman Çinli bölgeleri, Doğu Türkistan, Tibet bölgesi ve güneybatı bölgeleri resmi söyleme göre Çin’in toplam yüz ölçümünün %65 i ama nüfusun %10’udur. Bu bölgeler ekonomik ve kültürel olarak nispeten geri kalmış bölgelerdir. Çin nitekim bunun farkında ve 2000’li yıllardan beri Batı bölgelerini kalkındırma startejisini uygulamaya koymuştur. Göreceli yoksulluk, doğudan batıya artar.

D.C.: Bizdekinin tam tersi gibi.

A.K.: Evet evet..

D.C.: O halde batı bölgelerinden doğu bölgelerin ciddi bir göç dalgası da yaşanıyor olsa gerek…

A.K.: 1980’lere kadar hemen hemen nüfus hareketliliği yoktu. 1949 Çin komünist partisinin iktidara gelmesi ile sosyalist ideolojiye göre şekillendirildi Çin. Mao’nun başlattığı çeşitli politik aksiyonlar ve devrimler ile, Çin’de tamamen yeniden şekillendirme ve organizasyon yaşandı. Mao’nun ölümüne kadar olan süreç 1980’e kadar olan kalkınmanın ve sanayileşmenin birçok alanda altyapısını oluşturmuştu. ÇKP patronluğuna oturan Deng Şiaoping ile 1980 sonrasından itibaren yeni bir dönem başladı. Amaç yoksulluğu kaldırmak ve kalkınmaktı. Reform ve dışa açılma süreci başlatılarak bölgesel kalkınma stratejisi benimsendi. İlk olarak güney doğudaki Hong Hong ve Macao çevresinde bölgeler kalkındırıldı. O dönemdeki Çin komünist partisi lideri Deng, “Çin kademeli olarak kalkınacak önce bir bölge sonra bir bölge kalkınacak, önce belli bir kesim zenginleşmeli” der. Aslında bu söylem, sosyal ve ekonomik yarılmanın temelini oluşturmuştu aslında. O zaman kırsaldan kente ve batıdan doğuya kitlesel nüfus hareketliliği (1980’lerden sonra) başlıyor. Daha sonra özellikle 2000’li yıllardan sonra doğudan da batıya başladı. Zira alt yapı yatırımları vs. artırılmıştı. Han Çinli nüfusu azınlık bölgelerde bu sayede şiddetle artmaya başladı.

D.C.: Çin kadim medeniyetini günümüze kadar ulaştıran ve yaşatabilen ender ülkedir. Çin medeniyetinin sürekliliğini sağlayan unsurlar neler olabilir? Batı medeniyet ve kültürü küresel çapta baskın ve etkin olurken Çin kendi özgünlüğünü nasıl koruyabilmektedir? Dışarıdan bilim ve teknoloji aktarımında onlara Çin kimliği vurulmakta mıdır yoksa hâkim olan bu ürünler üzerinden yine batı kültürü müdür?

A.K.: Bu soruya geriden başlayalım. Son Davos toplantısında cumhurbaşkanı Şi Cinping küreselleşmeden yana tavır koydu. Aslında çoğu batı dışı ülkelerde küreselleşme için çekinceleri vardı. Ama Çin’de bu korku yoktur. 3000 yıllık bir medeniyet; eskilerin üzerine yenileri koya koya biriktire biriktire gelen bir medeniyet vardır. Bu nedenle yaşama iradesi de çok kuvvetlidir. Çin medeniyetini sürdürülebilir kılan nedir?: Temelini oluşturan Konfüçyüs ve Taoist düşünce sistemleridir. Bir de bunları nesilden nesile aktaran eğitime Konfüçyüs’ün bildiğimizden fazla önem vermiş olmasıdır. Eğitime verilen önem medeniyetin kalıcı olmasında etkili olmuştur. Çin yazısı neredeyse 3000 yıldır kesintisiz devam ediyor. Yazı medeniyetlerin başlangıcı ve sürdürücüsüdür. Çince okuma yazma bilen bir Çinli çok eski metinleri bile okuyabiliyor. Bu da kültürün sürekliliğini sağlayan en önemi unsurdur.

D.C.: Bizde olmayan bir şey yani…

A.K: Evet, hakikaten bizde olmayan bir şey. Orhun’dayken Köktürk yazısı sonra Uygur yazısı İslamiyetle Arap yazısı.. Daha sonra ise bu tarafta Latin alfabesi diğer tarafta Kiril alfabesine geçilmiş. Ama Doğu Türkistan’da hala Arap alfabesi devam ediyor.

Mesela Çin para birimi olan Yuan’da 5 milletin yazısı vardır. En büyük olan han Çinlilerin yazısıdır, Uygur Türkçesi, Tibetçe ve Moğolca ve diğer yazı.. Çin medeniyetini sürekli kılan, Konfüçyüs eğitim sistemi, yazı sitemi ve bunlardan kaynaklanan özgüvendir. Bu nedenle Çin kültürel olarak herhangi bir kültürden çekinmiyor. Çin demek aslında bir nevi Çin kültürü demektir. Ayrıca, Çin, Çince’de “Cong guo” yan, “merkez ülke” demek; yani dünyanın merkezi Çin demektir. Bir Çinli hep kendini merkezde görür. Ötekileri kendi çevresinde görür. Meşhur “Hua-Yi/ Çin-Barbar” ilişki ekseninde merkezde Çin, dört tarafta dört çeşit barbarlar yaşardı. Kimseyi kendilerinden üstün görmezler. Dolaysıyla bugün batı ile iletişimde Çin batı karşında kendini kültürel olarak çok güçlü görüyor. İhtiyaç duyup aldıklarını da Çinlileştiriyor.

D.C: Bu durumu biraz daha açar mısınız? Batı düşüncesi ve fikirleri Çin’de ne durumdadır? Sosyalizmin hatta piyasa ekonomisinin “Çin tarzı”ndan bahsediliyor, bunu nasıl anlamak lazım? 

A.K: Çin sosyalist ideoloji ile yönetilse de Türkiye’dekilerin anladığı evrensel bir sosyalizm falan değildir. Bu sosyalizmin adı “Çin tarzı sosyalizm” olarak adlandırılıyor. Çin’de piyasa ekonomisi var batı kapitalizminden gelen. Fakat bunun adı da “Çin tarzı sosyalist piyasa ekonomisi”dir.

Çin tarzı derken şunu kastediyor Çinli. “Biz çubukla yemek yeriz, biz deri ayakkabı giymeyiz bez ayakkabı giyeriz; bizim her şeyimiz onlardan farklıdır” diyorlar. Ve bu farklılıklar batıdan giren her şey ile anlaşamaz. Anlaşması için, dışarıdan gelen içeriye uymasıdır. Mesela Mercedes ve benzeri Batı arabalarının neredeyse bütün modelleri Çin’de üretilir, fakat Çin için üretimleri Çinlilere göredir. Normal Mercedes arabalar Çinliler için büyük kaçar. Oraya göre üretiliyor. Bu batıdan gelen her şey için, somut olduğu kadar soyut olanların için de aynıdır.

Bütün dünyada Müslümanlar genellikler İslamî isimler verirler çocuklarına. Ama bir Müslüman Çinlinin böyle bir adı yoktur. Çin ad ve soyadını kullanır. Yani Kuran’da geçen isimleri değil, iki veya üç heceli Çince ad ve soyadlardır. Örneğin, Ma Rong, Ding Hong, Ma Bofang gibi. Çin sınırları içindeki Müslümanlığı ikiye ayırırlar. Çin seddinin içerisi ve dışarısı için iki ayrı Müslümanlık söz konusu. Çin seddi içerisinde Çin tarzı Müslümanlık vardır. Ama diğer tarafta Türkistan Müslümanlığı vardır. Onlar Türkçe okur ve yazarlar ve Döngenler başta olmak üzere Çin seddi içindeki Müslümanlıktan farklıdır.

Çok ilginç bir uygulama var uluslararası öğrenciler için. Çin’e giden her yabancı öğrenci Çin’deki eğitim kurumlarına başlayınca her kese bir Çince isim verilir. Zira Çinlinin dili yabancı adlara dönmez. Çincede ad ve soyadının toplamı en çok dört hece olur. Yabancılara da bu sisteme uygun Çince adlar verilir. Uygur, Tibetli ve Moğol benzeri milliyetler ile birlikte çoğu yabancıların isimler çok uzun gelir onlara. Orada yaşayan ve okuyan yabancılar, Çince isim almak zorunda sanki. Diğer türlüsünü kabul etmezler. Bundan dolayı eğitim süresince verilmiş Çince adı ve soyadını kullanırlar. Ama resmi evraklarda orijinal adı- soyadı yazılır. Hocaları ve Çinli arkadaşları genellikle orijinal ad-soyadını bilmezler. Fakat bu sürece Çin vatandaşı olan Uygur ve Tibetlilerin çoğunun hala direndiği, sadece ad ve soyadından dolayı sıkıntılar yaşadığını kendi deneyimimden bilirim.

D.C.: Bu Çin’in hayatın her alanına hakim olmaya çalışan yapısının bir yansıması o halde..

A.K.: Evet, her şeye kendi değerlerini yansıtırlar. Mesela Yahudiler dünyanın her yerinde yaşarlar ama Çin’de Çinlileşip kaybolmuşladır. Çin’in iç bölgelerindeki çoğu Döngen Camilerine gittiğinizde şaşıp kalırsınız. Dış görüntüsü Camiye benzemez. Aslan, Ejderha motifleri vardır. Bakarsınız Çin mimarisine ve estetiğine uygun renkler vardır avluda vs. İçeri girerseniz anlarsınız mescit ya da cami olduğunu. Dışarda bakınca camileri nasıl ayırt edemiyorsanız kişileri de ayırt edemezsiniz Müslüman ya da değil diye. Pekin’deki en eski Niujie camisi hala minaresi yoktur. Ancak Kuzey Batı’da Gansu, Qinghai özellikle Türk Müslümanlar bölgesinde aslına uygun Camileri görebilirsiniz. Yani Çinlilerin nüfusu ve nüfuzu baskın olmayan bölgelerde.

D.C.: Bir iyi bir kötü yanı var gibi bu zamana kadar anlattıklarınızın. Çin’i Çin yapan bu baskıcı tavrı yani, başkaları için sıkıntı olsa da…

A.K.: İyi kötü demek yorumlara bağlı. Çin kültürü ve değerler sistemi şunu açık olarak söyler, Çin’de yaşamak ve barınmak istersen benimle ile çatışmayacaksın, bana uyacaksın, Çinli gibi yaşayıp, Çinli gibi düşüneceksin…

D.C.: Siz bu medeniyetin eğitim yazı ve Konfüçyüs düşüncesi sayesinde devam edebildiğini söylediniz. O nedenle eğitimle ilgili bir soru ile devam edelim. Dünyadaki üniversitelerin en iyi 500’ü arasında 17 üniversiteleri var? Bu başarı nereden geliyor? Eğitim sistemleri hakkında daha kapsamlı olarak neler söyleyebilirsiniz? 

A.K.: Çin’de eğitim Konfüçyüs’ten beri önemli. Eğitim her şeyin başıdır Çin’de. Eğitime ayrılan bütçe azımsanmayacak oranlardadır. Eğitime sürekli yapılan bir yatırım var. Elbette Türkiye’dekinden çok farklıdır. İnsanların çoğu başarının çalışmaktan ve okumaktan dolayısıyla liyakatten geçtiğini biliyor. Çünkü memuriyet le ilgili binlerce yıllık sınav sistemleri var. Özellikle yurtdışına öğrenci gönderilirken en çok Mühendislik, Fen ve teknoloji bilimleri, Tıp alanına burslu öğrenci gönderilir. Bu alanlarda Batı’dan alınabilecek her şey almaya öğrenmeye, taklit etmeye çalışıyorlar. Fakat sosyal bilimlerde değil.

Çin son 40 yıldır dünyada yurtdışına en çok öğrenci gönderen ve gitgide en çok öğrenci kabul eden ülkeye dönmüştür. Çinin başarı elde ettiği alanlar mühendislik tıp ve teknik bilimler gibi alanlardır. Devlet bu alanlarda ciddi yatırımlar yapıyor. Sosyal bilimlerde ise çok daha temkinli ve ihtiyatlıdır.  

D.C.: Kendi kadim öğretilerine dair sürdürdükleri sistemleri var mı? Mesela dövüş sporları gibi…

A.K.: Çinlilerin eğitim sistemi ve kurumlarını Türkiye ile karşılaştırdığınızda Türkiye’de öğrencilerin boş gezdiği, çok sistemsiz eğitim sürecinden geçtiği ilk olarak göze çarpabilir. Çin’de ilk, orta öğretim kurumlarında 8-10 saat sistematik eğitim görürler, özel okullar hemen hemen yok. Bazı metropollerde yeni yeni ortaya çıktıysa da bu kesinlikle yaygın değildir.  Yatılı veya yatılı olmayan okulların hemen hemen tamamında sabah sporu ve jimnastik zorunludur. Bu sporlar veya jimnastikler içine mutlaka geleneksel spor oyunları vardır. Bu durum üniversitelerde de devam eder. Üniversitelerde gençlerin çoğunun hedefleri vardır ve genellikle yarış içindeler. Bütün eğitim kurumlarında eğitimin niteliğine yönelik denetimler sıkıdır. Eğitim kurumları Çin kültürünün, parti ideolojisinin bütün alanlarda nesillere aktarımını sağlamaya çalışır.

D.C.: Eğitimden sonra okur yazarlık üzerinden gidelim isterseniz. Yazarlar Birliği çatısı altında bu mülakatı gerçekleştiriyoruz. Yazmak ve okumak çok değerli iki eylem türü. Çin edebiyatı nerede duruyor, Türkiye’de Rus edebiyatının bir şekilde gücünü hissedebiliyoruz ama Çin edebiyatı şu an için bizde pek bilinmiyor. Çin edebiyatında neler ve kimler var? Çin halkının okumaya ilgisi nasıldır?

A.K: Çinliler çok okur. Zira okuma ve yazmaya önem vermezlerse Çince hemen unutulur. Bundan dolayı hattatlık meşhurdur. Onların yazdığı bazı hatlar tek bir hecedir, yüzbinlere yuan’a kadar satılır. Çin’de insanlar lükse o kadar düşkün değiller ya da buradaki gibi çok rahat yaşayamazlar, evleri küçüktür. Ama her evde bir kütüphane benzeri köşeleri vardır. Herkes okur, okumayan Çinli çok azdır. Çin’de edebiyat ve sanat resmi ideolojiye hizmet etmek durumundadır. Bundan dolayı çok fazla çeşitlilik ve yaratıcılıktan söz etmek çok zordur. Sosyalist rejime, ÇKP söylemine aykırı düşünce veya sanatsal ürünlerin ortaya çıkmasına müsaade edilmez. Bundan dolayı evrensel veya küresel çapta pek sesleri duyulmaz. Çin kökenli 1997’de Çin’den ayrılan ve Fransa’da yaşayan Gao Xingjian 2000 yılında Novel Edebiyat ödülünü kazanmıştır. Bir diğer ünlü Edebiyat Profesörü Liu Xiaobo ise rejime ve sisteme yaptığı eleştirileri ve görüşlerinden dolayı 2009 yılında 11 yıllık hapse çarptırılmış fakat 2010 yılında ise Nobel barış ödülüne layık görülmüştür. Bir diğer ünlü Çinli edebiyatçı ise Mo Yan’dır 2012 ylında Nobel Edebiyat ödülüne layık görülmüştür. Kimi batılılara göre Çin’in Franz Kafka’sı veya Joseph Halleri olarak da bilinen bir yazardır. Bu üç şahs modern Çin edebiyatında çok önemli figürlerdir.

Çin araştırmalarının Türkiye’de yetersiz olması aslında Çin edebiyatı hakkında bilgi sahibi olamayışımızı, hatta Çin’de yaşayan Türk kökenli edebiyatçılardan da bihaber oluşumuzu ortaya çıkartmıştır. Aslında çok zengin bir edebiyat ve folklor vardır Çin’de.

D.C.: 20. yüzyılın başlarından ortalarına kadar iç savaşlar ve Japonya ile yapılan savaşla uğraşan Çin, 1950’li yılardan sonra tarımda atak yapmaya başlıyor. Aslında bu devrim Mao’yu Çin siyasî ve hatta kültür hayatında oldukça etkili bir konuma getiriyor. Bu devrimin öncesi ve sonrası hakkında bir değerlendirme yapabilir misiniz?  Bu devrim öncesi ve sonrasında hayati olarak neler nasıl değişmiştir?

A.K.: Çin toplumu tarımcı dolayısıyla köylü bir toplumdur. Büyük çoğunluk da tarımla uğraşır. Çin’de bir şeyler olacaksa çiftçilerle, köylülerle olur. Köylüler için de en önemli sorun karın doyurmaktır.  Çin’de en çok tekrar edilen kelime Chı/Çı dır: Çı demek “yemek”tir. Nispeten samimi olan veya tanıdık iki Çinli karşılaştığında çoğu zaman “merhaba” yerine  “yemek yedin mi?” diye sorar. Çinli için yemek çok önemlidir. Çin medeniyetinin belki de en vazgeçilmez merkezi değerleri “Çı” çevresinde gelişmiştir. Çin’de 24 imparatorluk kurulmuş, yeni bir devlet yıkılmışsa veya yenisi inşa edilmişse çiftçiler/köylüler sayesinde olmuştur. Günümüzdeki resmi ideoloji de köylüler sayesinde gerçekleşmiş veya rakiplerine galip gelmiştir. Zira ezilen ve sömürülen en geniş kesimin köylüler olmasından ötürü, Mao söylemlerini bu kitle üzerine geliştirmiştir. Çin komünist partisinin üç ayağı vardır. Birinci ayağı köylü, ikincisi işçi, üçüncüsü asker. Çin’de Rus sosyalizminden farklı olarak köylerden şehirler kuşatılmıştı. Mao’nun devrimleri köylüler, asker ve az sayıda işçiye dayandı. 1950’de Çin Halk Cumhuriyeti kurlunca iç kampanyalar başlatıldı. Kampanyaların hedeflerinden biri de Amerika ya da Batı emperyalizmini geçmekti. Bir sürü devrimler yapıldı, çelik üretimini artırmak, büyük sıçrayıp ilerleme gibi. Bir diğer önemli devrim de kültür devrimidir. Kültür devrimi aslında geleneksel kültürün zayıflatılması ve toplumun Mao ideolojisi ile yeniden organize edilmesi gibi şekillerde gerçekleşti. Mao bu tarz devrimlerle diğer taraftan kendi muhaliflerini sindirmeye çalışmıştı.

1979’daki reform ve dışa açılma ile Çin’de bir devir kapandı ve bir devri açıldı. Mao döneminde kedilerin rengi önemliydi ama Deng döneminde kedinin fareyi yakalayıp yakalamaması önemli oldu. Ekonomiyi canlandırıyor muyuz, halkı zengin kılıyor muyuz gibi sorular etrafında reformlar yapıldı. O nedenle 1980 sonrasında Çin’de şöyle bir durum ortaya çıktı. Köylülerin topraksız kalması söz konusu oldu. Bugün Çin’de neredeyse 300 milyonu geçen seyyar işçiler vardır. Bu işçiler nerede iş varsa orada yaşarlar. Çoğunluk sanayi ve kalkınmakta olan bölgelerde vs. Çinlilerin aç kalmaması lazım, bundan dolayı hayatta kalmak için her şey yenilebilir.

D.C.: Onların yemek kültürü çok çok farklı geliyor uzaktan bakınca bile. Çok çeşitli deniz ürünleri ve hayvanlar yiyorlar. Bu da açlıktan korkmalarından kaynaklı bir durum olarak mı süregeliyor?

A.K.: Onlar hayatta kalmak için yemek durumunda. Onlarda yemek ile ilgili çok sayıda ciddi efsaneleri vardır. Ve çoğunluk buna inanırlar, örneğin tedavi edici yemekler diğerleri. Çin’deki çoğu reklamlar sağlıkla, ilaçlarla ilgilidir.

D.C.: Hocam 1980 sonrası için anlattıklarınız Türkiye’deki dönem gibi değil mi?

A.K.: Pek değil.

D.C.: Şunu demek istedim. 1950’den sonra yaşanan traktörleşme ile başlayan iç ve dış göç dalgası, 1980 sonrası yaşanan gecekondulaşma durumu…

A.K.: Şöyle, kırdan kente göç durumları Türkiye’de çok kontrolsüz şekilde oldu. Zira Türkiye’de siyaset oy odaklıdır. Arsalar parsel parsel verildiler veya köylüler işgal ettikleri devlet/hazine arsalarını daha sonra çeşitli yollarla zimmetlerine geçirdiler. Çin’de ise öyle değildir. İsteyen istediği yere konamaz, yerleşemez. Hukou adında bir Nüfus sistemi vardır. Nüfusa kayıtlı olduğu yer kolay kolay değişmez. Dolaysıyla göç ve iskan tamamen kontrollü ve devlet denetimizdedir. Pekin’de  isteyen her Çinli geip yerlleşemez, Pekin nüfusuna geçmek o kadar da kolay değil. Genellikle geçici ikamet sistemi benzer durum vardır. Bundan dolayı nüfusun niceliği ve niteliği kontrol altındadır.

D.C.: Seyyar işçiler değdiniz bu şekilde yani, anladım hocam. Şuradan devam edersel, tarih itibari ile de ipek yolunun Çin’den başlandığını, bu yol ile Çin ürünlerinin pazarlandığını, aynı zamanda Batıdan gelen çeşitli ürünlerin Çin’de tüketildiği biliniyor. 1980 sonrasında Çin’de “Reform ve Dışa Açılma” süreci başlatıldı ve doğrudan yabancı yatırımlar Çin’e girdi. Bu durumun toplum hayatına yansımalarını nasıl değerlendirirsiniz? 

A.K: Adından da anlaşılacağı üzere “İpeğin yolu” demektir İpek Yolu. İpek’te Çin’de en fazla üretilmiş ve dünyanın çeşitli bölgelerine satılmış/pazarlanmıştır. Çünkü Çin kalabalıktır ve üretim fazlası vardır. Fazlasını ihraç etmesi lazım iken, ülkesinde olmayan ürünleri veya ham maddeleri ithal etmesi lazım. 1980 sonrasındaki ilk evrelerde gelen yabancı yatırımlara bakınca 1980’lerde yatırımları genellikle deniz aşırı Çinlilerin yaptığını görürüz. Daha sonra var olan Çin’in teşvik ve özendirme politikaları batı sermayesini çekmiştir. Çin bir taraftan yabancı yatırımlara teşvik verdi diğer taraftan da kalabalık nüfusuna istihdam sağlamış oldu. Bu Batı’nın da işine geldi.

D.C.: Ucuz iş gücü onlar için tabii..

A.K.: Evet, aslında ucuz işgüvü bir nevi sömürüydü… Çin’de  Batıda veya Türkiye benzeri ülkelerde olduğu gibi işçilerin haklarını arayan kollayan sendikalar yoktur. Bu durumda işçinin sömürülmesi muhakkak.  Batılı için önemli olan ürünün ucuza mal edilmesi ve pahalıya satılmasıdır. Bundan dolayı Çin batı için ucuz mal üreten üs haline geldi. Bu durum Batı’nın ucun maliyetle iş yapması için işine geldi. Çin açısından ise istihdam artırdı ve büyük miktarda döviz elde etti. Ama günümüzde bu durum geçerli değildir. Zira artık ucuz iş gücü bulmak zorlaşmaya başladı. Çin’de tek çocuk politikası bunun sebeplerinden birisi. 6+1 diye meşhur bir söylem var. Bir çocuğa kendi anne babası, anneanne ve dedesi ile babaanne ve dedesi bakıyor. Böyle şımarık büyüyen çocuk 300 dolara çalışmaz artık. Bu nedenle yabancı sermaye Güney Doğu Asya’ya kaymaya başladı.

Çin, Batı burada iş yaparken teknolojisini transfer etti. Çin artık 30 senelik büyümeden sonra Türkiye dâhil pek çok ülkeye yere yatırım yapar oldu. Yeni ipek yolu projesinin ortaya çıkışı değişik bir boyuttadır. Çin Pakistan hariç komşuları ile iyi geçinemiyor. En büyük sorun yaşadığı Filipinler, Vietnam, Hindistan, Japonya … bunlarla sınır anlaşmazlıkları yaşıyor. BD’nin Asya’ya dönüşüyle Çin kendini doğu ve güneyden kuşatılmışlık hissine kapılmaya başlamıştır. Çin bu nedenle çıkış olarak Batısındaki geniş Türkler Dünyası ile diğer hammadde ve enerji yatakları ile pazarların bulunduğu orta doğu bölgesini seçmiştir. Bu bölgeler hammadde aldığı ve sanayi ürünlerini rahatlıkla sattığı yerlerdir. Büyük yatırımları Çin buralara yapmaya başladı.

D.C.: Peki tek çocuklu nüfus politikası dezavantajlı olmayacak mı ileride?

A.K.: Çin’in tek çocuk politikası toplumdaki nüfus dengesini alt üst etmekle birlikte ülke güvenliği açısından da sorun olmaya başlamıştır. Bundan dolayı yumuşatmaya başladı kararlarını. Çin’de geleneksel kültür Erkek yanlısıdır ve kız çocukları pek istenmez. Hamile kadınlarda ultrason ile cinsiyet belirlenmesi yasaktır mesela, dolayısıyla ultrason yasaktır. Zira kız olunca aldırabilirler. Hâlâ Çin’de erkek nüfus fazladır mesela. Bu nedenle Çinliler gelin bulmakta da zorlanır başka bölgelerden veya Güney Asyadan gelin ithalatı yaparlar.

D.C.: Peki bu tek çocuklu politika insan ilişkilerine nasıl yansıdı? Teyze, amca,  hala, dayı ve kardeş kavramlarının olmadığı bir ülkeden söz ediyoruz. İnsanların sadece anne baba ve evlat ilişkisi içerisinde olması ve geniş akrabalık ağlarına sahip olmamaları insani ilişkilerde bir boşluk yaratmıyor mu?

A.K.: 6 + 1 dediğimiz sosyolojik gerçekten dolayı tek çocukların psikolojisi çok zayıf ve sorunludur. Yalnızlıktan korkarlar, kendi başlarına yaşayamazlar. Bu çocuklar da evlenmek istemiyor, hatta evlenenler çocuk yapmak istemiyorlar ve çocuksuz yaşıyorlar. Bu durum büyük sıkıntılar yaratırdı ama geri dönülüyor. Ayrıca ekonomi için de olumsuz yanları var. Yaşlılık artıyor ve genç nüfus lazım ekonomi için.

D.C.: Batı ve Çin ilişkilerini hangi paradigma üzerinden değerlendirmemiz sağlıklı olur? Batı’nın Çin, kültürü, siyaseti, ekonomisi ve geleneği üzerinde etkisi ne orandadır? Ve ikinci bir soru olarak günümüzden bakacak olursak Çin’in kadim geleneği ile olan bağlantısını nasıl değerlendirirsiniz? Çinliler gelenek ve adetlerine bağlı mıdır? Bu gücü nereden bulmaktadırlar?

A.K.: Çin batı ilişkisine bakınca 1840’da afyon savaşları ile başlar doğrudan temas. Ama vatandaşlar katında batı etkisinin görülmesi 1980 sonrasında başlar. Batı’ya ait bazı kültürel dokularının Çin’e aktarımı bu dönemde olur. Batı tarzı giyim kuşam gibi. Bunlar geleneksel kültürünün zayıflatıyor mu? Hayır. Zira Çincenin yaşadığı her yerde kültürü de yaşar. Kültürü taşıyan dildir. Çin kültürünün verdiği güçlü enerji batıyı Çine girse de Çinlileştiriyor. Çin de KFC Starbuks Türkiye’deki gibi değil. Onlar bile Çinlileşmiştir. Yani batı kültürü tr ve Malezya olduğu gibi yaşayamaz, mutlaka Çinlileşir.

Batı ile ilişki de daha çok ekonomi ana damardır. Evrensel değerler; insan hakları, demokrasi Çin için mevzu bahis değildir. Batı o değerleri zorlayabildiği yerde zorluyor. Türkiye’de zorluyor mesela. Ama Çin’e hiçbir şey diyemiyor. Zira Çin- Batı ilişkisinde Batı da Çin tarafından kuşatılmıştır. Bir taraf yıkılırsa diğeri de yıkılır.

Çin Batı’yı çözdü. Çin açısından Çin kafası ile bakınca batı çok basittir. Çünkü Çin çok köklü medeniyet sahibi olmakla birlikte öteki toplumları inceleme ve artı eksilerini ortaya çıkartmada bayağı ustadır. Çin’de 36 hile diye bir düsturlar vardır. Bu hileler ticari ve insanî, askerî ilişkilerde kullanır. Çin masa üstünde asla kaybetmez.

D.C.: Dile çok önem verdiğinizi görüyorum hocam. Ve kendine güvenmenin, kompleksiz olmanın. Yine karşılaştırma yapmak zorunda kalıyorum. Bizde olmayan bir durum bu özgüvenleri ve değerlerini korumaları, bir olmaları.

A.K.: Çin’de farklıklar vardır ama sürekliliğini koruyarak yaşayamaz, çünkü ana gövdede homojenite istiyor. Bu Çin kültürü ve zihniyetinden kaynaklanan bir durumdur. Farklılıklar baskın Çin kültürünün olduğu muhitte yaşama imkânı bulamaz. Bunun ihtimali Moğolların döneminde uygulanan kast vari tabaka sistemi ile ancak mümkün olmuştur. Fakat Moğolları deviren Çinliler bu çoğulcu yaşam tarzı ve toplum tipini ortadan kaldırmıştır. Yani Çinlilere üstün gelindiğinde sınırlar çizilerek farklılığın yaşatılması mümkündür. Aksi durumda ise dayatılanı kabul edip yaşayacaksınız demektir. Çin’in sosyal ve kültürel yapısı bilinen toplumlardan çok farklıdır.

D.C.: Çin’de dinî hayatın görünümü nasıldır? Çin’de hâkim olan bir dini öğretiden bahsedebilir miyiz? Budizm, Taoizm, Şintoizm, Konfüçyanizm gibi öğretileri dinî öğretiler olarak aldığımızda neler söyleyebilirsiniz? Bu soru içerisinde Çin’de diğer dinlere mensup insanlarla ilişkileri nasıl değerlendirirsiniz? Çin’de Müslümanların durumu nasıldır? Çinli Müslümanlara karşı yapılan ayrımlar nelerdir?

A.K.: Çin toplumunda baskın bir semavi din yoktur, orada bir değerler sistemi vardır. Konfüçyanizm, Taoizm ve Budizm gibi.. Çin’deki resmi söylemler ve istatistiki verilere göre büyük çoğunluk ateisttir. Ama burada ölçüte bakılmalı. Şöyle bir baktığınızda, herkesin aslında belli bir değerler sitemine sahip olduğunu görürsünüz. Resmi rakamlarda 23 milyon Müslüman, 25 milyon Protestan, milyonlarca Budist ve 100 milyonlarca taoist yaşar. Ama egemen sosyalist rejimden dolayı din objektif bir şekilde araştırılamaz. Bugün İslamiyet komünist partiye göre en büyük tehdittir. Özellikle en büyük farklı grup olan Uygur Türkleri hedef tahtasındadır. Uygurların kökten dincilikle alakası olmasa da Çinlileştirilmesi karşısında engel olduklarından dolayı, özellikle öteki milliyetler gibi çok iyi Çince bilmemeleri, Çin kültürüne mesafeli oluşları, psikolojik olarak kendilerini Çinlilerden asla aşağı görmemesi… birer tehdit unsuru olarak görülmektedir. Bazı resmi söylemler açıkça “Fark=tehdittir” şeklinde formüle edilmiştir.

Aslında 1980’lerdeki reform ve dışa açılma süreci ile bütün Çin’de dinî özgürlükler nispi olarak sağlanmıştı. Anayasasında Çin vatandaşı istediği dine inanabilir, kimse diğerini zorlayamaz şeklinde kesin maddeler vardı. Bu maddeler aslında nispi olarak icra edilmişti. O dönemde dini hayat çok canlı idi. Ve etnik çatışmalar hemen hemen yoktu. Çünkü rejim veya Çinli ötekinin iç işlerine pek karışmıyordu. Her kes kendi sınırları içinde kendi kültürü ve inancını yaşıyordu. Fakat 1989 Tainmen olayları, SSCB’nin dağılması gibi ulusal ve uluslararası değişmeler Çin’in din politikasını da değiştirdi. 1992 yılında Çin tarzı sosyalist Piyasa ekonomisinin resmileşmesi ile oluşan çeşitli çıkar grupları bu durumu kullandı. Çin’in yürüklükteki yasalarına bakınca çoğulcu ve özgürlükçü olduğunu görürsünüz. Ama bu yasalar neredeyse 1991 yıllardan sonra özellikle azınlık bölgelerinde uygulamada ciddi sıkıntılar ortaya çıktı. Hatta Uygur bölgesinde son on beş yılda hemen hemen askıya alındığı söylenebilir. Bu durumda güçler ayrılığının neden önemli olduğunun en güzel örneğini bize gösterir.

D.C.: Son sorumuzu yine Türklere döndürerek soralım. Çin’de Türkler nasıl yaşamaktadırlar? Karşılaştıkları zorluklar ne ölçüdedir? Bir de Uygur bölgesinin yaşadığı sorunlar üzerine söylemek istediklerinizi alabilir miyiz? Senelerdir engellenmemiş/engellenememiş bir zulümden bahsediyoruz?

A.K.: Uygur sorunu demek doğru değil. Zira insanlar orada diğer bölgelere yaşanmayan zulümleri görüyor, insanlık dışı baskılara maruz kalıyor. Orada insanlık dramı vardır. Oradaki sorun çok boyutlu bir sorundur. Çinlilerin resmi söylemine göre doğu Türkistan diye bir yer yoktur. Oranın adı da “Xinjiang/Şinciang”dır. Xinjiang Çincede “Yeni sınır, yeni bölge” manasındadır ve 1878 Mançu İşgali sonrası 1884’te verilen addır. Çincesinden hareket ederseniz şunu sormalısınız: “Yeni hudut” diyorsan “Eski hududun neredeydi”? Türkiye’de son yıllarda artan bilinçsizlik veya Çin’in güçlü lobiciliği sonucunda bölgenin kadim adı olan Doğu Türkistan yerine “Sincan” kullanılmaktadır. Aslında “Xinjiang/Şinciang” ile “Sincan”in alakası yoktur. Bu bir nevi mankurtvari tüketim alışkanlığının dışavurumu olmalı. Toparlamak gerekirse, Doğu Türkistan sorunu belli bir etnisiteye indirgenecek kadar basit sorun değildir. Öncelikle, orada insanlar rahat nefes alma, asgari düzeyde kendi kültürel yaşantısını devam ettirme, İslami inancını nesillere aktarmak istiyorlar. Fakat bölgeye atanan ÇKPliler, Çıkar grupları ve yerel işbirlikçiler bu talepleri dahi tehdit olarak görme eğilimdeler. Öyle ki, bunlar Uygurlar üzerinden merkezi hükumet nezdinde prim yapma, yükselme, para-pul ve statü kazanma peşindeler aslında. Tabii ki, Türkiye’de bölge ile ilgili ilgisizlik, bilgisizlik ve cehalet vardır. Keza durum Türkiye’de bu yönde olduğu için çıkar grupları ve baskın güçler neyi veriyorsa, ilgili tüketiciler onu tüketiyor demektir. 

Kaynak: TYB Akademi 20. Sayı (Eylül 2017)