DÜŞÜNCE

Türkiye’nin Batılılaşma Hareketinde Öncü Bir Portre: 28 Mehmet Çelebi

“PARİS SEFARETNÂMESİ, Karlofça Antlaşması Sonrasında Başlayan Batılılaşma Hareketinin Âdeta Prototipini Sergileyen Bir Yazılı Kaynak Niteliğindedir.”

Prof. Dr. Kemal SÖZEN ile Paris Sefaretnâmesi ışığında Batılılaşma eğilimimiz üzerine bir söyleşi yaptık.

Röportaj: Mehmet Emre YILMAZ

-Paris Sefaretnâmesi deyince doğal olarak aklımıza Yirmisekiz Mehmet Çelebi geliyor. Öncelikle Yirmisekiz Mehmet Çelebi’yi bize kısaca tanıtabilir misiniz?

Sözen: Mehmet Çelebi, Edirne yakınlarında dünyaya gelmiştir. Fakat doğum tarihi hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlayamadık. Babası Yeniçeri ağalarından Saksoncubaşı Süleyman Ağa’dır. Yeniçeri Ocağı’na girmiş, yirmi sekizinci bölükte çalıştığı için daha sonraları Yirmisekiz Mehmet Çelebi diye anılır olmuştur. Devletin belli kademelerinde görev yapmıştır. Son dönemlerinde vali sıfatıyla Kıbrıs’a sürgüne gönderilmiştir. 1732 yılında orada vefat etmiştir.

Faizi mahlasıyla şiirler yazan Mehmet Çelebi, dolayısıyla edebiyatçı kimliğine sahiptir. Çelebi, edebiyatçı kimliğinin yanında birtakım felsefî problemlere de ilgi duymuştur. Kısacası, döneminin önemli aydınlarından biridir. Elçi olarak gittiği Paris dönüşü, oğlu Sait Paşa ve İbrahim Müteferrika ile beraber matbaanın Osmanlı’ya getirilmesinde etkili olmuş bir şahsiyettir.

Paris’e elçi olarak görevlendirilen Mehmet Çelebi, gezi ve inceleme notlarını Paris Sefaretnâmesi adlı eserinde kaleme almıştır. Mezkûr seyahatin esas amacı Osmanlı ile Fransa arasındaki dostluk ilişkilerini güçlendirmektir. Bu çerçevede Fransız medeniyetini ve eğitim kurumlarını yakından tanımaktır. Diğer taraftan acaba bunlar Türk toplumuna uygulanabilir mi sorusunun cevabını araştırmak da hedefler arasındadır.

Çelebi’nin Fransa seyahati sonrasında Osmanlı’da Batılılaşma hareketlerinin başladığı görülmektedir. Bu bakımdan Çelebi, Osmanlı toplumu tarafından algılanan Avrupa imajının değişiminde etkili olmuştur. O hâlde onu Batılılaşma hareketlerinin başlangıcında öncü isimlerinden biri olarak kabul edebilmemiz mümkündür. Çünkü Çelebi, Osmanlı için farklı bir dünyanın kapılarını açmıştır. Ona atfedilen önemin temelinde de bu yatmaktadır. Tanpınar’ın ifadesiyle Çelebî, bakmasını, görmesini ve göstermesini bilen ender kişilerden biridir.

-Bu çerçevede ‘sefaretname’ için nasıl bir tanımlama yapmalıyız? Paris Sefaretnâmesi’nin önemi nedir?

Sözen: Sefaretname, dış ülkelere gönderilen elçilerin İstanbul’dan ayrıldıkları andan itibaren gitmiş oldukları yerlerde gördükleri birtakım şeyleri, resmî görüşmeleri, siyasî olayları ve yapılan işleri içeren ve ilgili yerlere sunulan raporlardır. Elçiler, görevlendirildiği ülkelerdeki faaliyetlerini başta Sultan olmak üzere Sadrazam ve Reisü’l-küttaba bildirmek maksadıyla yazıya dökerler. İşte bu söz konusu name, takrir, seyahatname ve havadisnameler genel olarak sefaretnâm0000000215773-1e şeklinde adlandırılır.

Paris’e elçi olarak gönderilen Mehmet Çelebi, Fransa’yı siyasal, sosyal ve kültürel açıdan gözlemlemiştir. Şehir mimarisi ve çevre düzenlemesi  bakımından değerlendirmeye tâbi tutmuştur. Ayrıca sanat ve teknojik seviye gibi yönlerden de inceleme altına almıştır. Bu bakımdan Sefaretname’de XVIII. yüzyıl Fransa’sının kültür, bilim ve teknik durumuna ilişkin bilgiler yer almaktadır. Bu eser, bir sefaretname olmanın yanı sıra, gezi ve gözlem notlarını farklı açılardan sergileyişi nedeniyle dikkate değer kabul edilmiştir. Dolayısıyla edebî ve tarihî bir değere sahiptir. Diğer taraftan devlet ve toplum hayatında hızlı değişimlere neden olmuştur. Bu bakımdan Mehmet Çelebi’nin Fransa seyahati, Batı dünyası ile fiilen diyalog kurma sürecinin başlatılmasına yol açmıştır. Eser, 1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşması ile başlayan Batılılaşma hareketinin/sürecinin âdeta ilk prototipini sergileyen bir yazılı kaynak olma niteliğine sahiptir. Ayrıca Sefaretname’de sunulan bilgiler, genelde Avrupa ile, özelde ise Osmanlı ve Fransa arasındaki kültür ve medeniyeti mukayese açısından önemli birer veri kaynağı olarak değerlendirilebilir. Yine Ahmet Hamdi Tanpınar’ın  Ondokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserinde vurguladığı gibi, “Hiçbir kitap Garblılaşma tarihimizde bu küçük sefaretname kadar mühim bir yer tutamaz. Hemen her satırında gizli bir mukayese fikrinin beraberce yürüdüğü bu eserde bütün bir program gizlidir.

-Peki, Fransa’da Mehmet Çelebi nasıl karşılanıyor? Buna dair elimizde kaynak var mı ya da Paris Sefaretnâmesinde bundan bahsediliyor mu?

Sözen: Doğal olarak Mehmet Çelebi, Sefaretname’de Fransa’daki karşılanışından bahsediyor. Fransa’daki ilk durakları olan Toulon’a ulaştıklarında top atışları ile karşılandıklarını söylüyor. “Entandan” (Intendant) adı verilen vekilin donanma ve halk adına karşılama merasimi icra ettiğini belirtiyor. Onun mihmandarlık vazifesi ile görevlendirilmiş olduğunu ifade ediyor. Toulon’da iskele başında karşılama töreni yapıldığını zikrediyor. Kral Bahçesi’ne giderken silahlı askerlerin iki yanda selâma durduklarından, kendilerine özgü sazlar çaldıklarından ve büyük top şenlikleri düzenlediklerinden bahsediyor. Ve  nihayetinde bu şekildeki bir tören eşliğinde bahçeye ulaştıklarını ve saraya girdiklerini dile getiriyor. Hatta Çelebi, uğradıkları her şehir ve kaleye varmadan önce karşılama yapıldığını vurguluyor. Halkın kendilerini görmek için büyük kalabalıklar oluşturduğundan, şehre girişte olduğu gibi, oradan ayrılırken de düzenlenen şenlikler eşliğinde uğurlandıklarından söz ediyor.

Mehmet Çelebi, “entrodüktör” denilen kimselerin kral adına elçileri karşılama, karşılama töreni düzenleme ve onları krala takdim etme ile görevlendirildiklerine işaret ediyor. Kendisinin de entrodüktör tarafından karşılandığını belirten Çelebi, Paris’e askerî geçit töreni ile girdiklerini zikrediyor. Orada devlet erkanı ve halk tarafından büyük bir coşkuyla karşılandıklarını, daha önce herhangi bir Osmanlı vatandaşı ile karşılaşmadıklarından dolayı heyette bulunan kimseleri görmek için Paris halkının pencerelere üşüştüklerini söylüyor. Kral sarayının her katında devletin ileri gelenleri tarafından karşılandıklarını, Kral’ın makamına girince de içeridekilerin ayağa kalktıklarını belirtiyor. Bunun yanı sıra Çelebi, önce Padişah III. Ahmed’in, ardından da Sadrazam Damad İbrahim Paşa’nın mektubunu vezire teslim ettiklerini, kendisinin ise iki devlet arasındaki mevcut dostluğu daha da güçlendirmek maksadıyla elçi olarak görevlendirildiğini beyan ediyor. Fakat kendisine Kral’ın yerine lalası olan Villeroi Mareşali’nin cevap verdiğini dile getiriyor. Onun, Kral’ın bu ziyaretten memnun kaldığını ifade ettiğini belirtiyor. Çelebi, diğer bazı devlet erkanı ile de görüştüklerini ve onlara gönderilen mektupları sunduklarını zikrediyor. Kral’a veda ziyaretinde bulunduğunu söyleyen Çelebi, Padişaha sunulmak üzere yazılan mektubu teslim alıp, Divan Efendisi’ne verdiğinden ve vedalaşıp ayrıldıklarından söz ediyor.

-Fransa’nın toplumsal ve kültürel yapısı hakkında Sefaretname’den neler öğrenebiliyoruz?

Sözen: Mehmet Çelebi, Fransa’da erkeklerin kadınlara çok değer verdiklerine, bu bakımdan kadınların toplumda serbestçe hareket ettiklerine değinmektedir. Statüsü ne olursa olsun, kadınlara erkeklerin haddinden fazla saygı gösterdiklerini ifade etmektedir. Bunun yanı sıra Çelebi, komşu ziyaretinde bulunan ve alışveriş için dükkânları dolaşan kadınların çokluğuna işaret etmekte, toplumdaki konumlarına dikkat çekmektedir. Dolayısıyla kadınların toplum hayatında aktif olarak yer aldıklarına vurgu yapmaktadır.

Çelebi’nin ifadesine göre, Fransa’da Kral’ı yemek yerken seyretmek isteyenlere izin verilmesi bir gelenektir. Hatta onun yatağından kalkışını ve giyinişini seyretmek tuhaf da olsa bir gelenek olarak sürdürülür. Paris’te yerleştikleri konakta bazı erkek ve kadınlar da kendilerini izlemeye gelmiş, özellikle de nasıl yemek yediklerini seyretmek için gelenler olmuştur. Fakat alışık olmadıkları bu durumdan son derece rahatsız olmuşlardır.

Kral’ın ara sıra ava çıktığını söyleyen Çelebi, bunlardan birini izlediklerini belirtir ve avlanma tekniklerine dair  bazı bilgiler verir. Sarayın yakınında “Kur” adını verdikleri geniş bir meydan olduğunu söyler. Kral’ın bazen orada arabayla dolaştığını, şehrin ileri gelenlerinin, kadın ve kızlarının dahi mevcut yeşilliği ve Kral’ı seyretmek için mezkur yere gelip dolaştıklarını zikreder. Çelebi, bu tür bir gezintinin psikolojik bakımdan son derece rahatlatıcı bir nitelik taşıdığını bizzat tecrübe ettiğini ifade eder.

Çelebi, Kral’ın yaşı küçük olduğu takdirde, ergenlik çağına ulaşıncaya kadar ona taç giydirmediklerine işaret eder. Çünkü onun ifadesine göre, bu nitelikteki bir kimse gereği gibi hüküm süremez. Dolayısıyla güvenilir bir kişi kendisine vasi tayin edilmek suretiyle saltanat işleri yürütülür. Bundan dolayı, dönemin Kralı XV. Louis’e büyük amcası olan Orléans Dükü’nün vasi olmuştur.

O dönemde Paris şehrine özgü bir eğlence merkezi olan opera hakkında bilgiler veren Çelebi, burada ilginç sanatların sergilendiğini ifade etmektedir. O, tanzimi ile ilgili bilgiler yanında, operanın ne olduğuna dair birtakım bilgiler aktarmaktadır. Öncelikle müzikli gösteri icra ettiklerini, ardından da oyun sergilediklerini belirtmektedir. Oldukça şaşırtıcı gösterilere şahit olduğunu, bunların görülmeden inanılamayacak kadar tuhaf nitelikler taşıdığını ifade etmektedir. Bu arada Çelebî, operaya ilginin de fazla olduğunu belirtmektedir. Diğer taraftan, Kral sarayında bir rakshane olduğunu, gayet güzel dekore edildiğini, rakkasların kendilerine özgü elbiseleri ile burada müzik eşliğinde raks ettiklerini anlatmaktadır. Öte yandan Çelebi, Paris’te pek çok saray ve kilisenin yanı sıra kütüphaneleri de gezerek, buralarda incelemelerde bulunduğunu da zikretmektedir.

-Peki, Mehmet Çelebi mimari, çevre düzenlemesi ve teknolojiye ilişkin Sefaretname’de nelerden bahsediyor?

Sözen: Çelebi, Fransızların özel olarak kanallar yapıp nehirler akıttıklarına değiniyor. Bunların ise Bordeaux önünden geçip Atlas Okyanusu’na karışan Garonne Nehri’ne karıştıklarını söylüyor. Mevcut kanallar sayesinde bazı şehirlerden geçerek, karaya ayak basmaksızın Akdeniz’den Atlas Okyanusu’na uygun bir gemi ile çıkmanın mümkün olduğundan bahsediyor. Seviye farkı olan yerlerde ulaşımı sağlamak için kullanılan teknikleri zikrediyor. Bu maksatla köprü ve tüneller yapıldığını, kanalla kesişen yollarda trafik akışının kesintiye uğramaması için de büyük kemerli yüksek köprülerin inşa edildiğini anlatıyor. Bu yapıların harika birer eser olduğunu ve güzel sanatlardan sayılmaya değer bulunduğunu vurguluyor.

Bordeaux şehrinin son derece güzel ve mamur bir yerleşim yeri olduğunu belirten Çelebi, şehrin kalesini de ziyaret ettiğini, oradan ilk defa med ve cezir olayını gözlemlediğini ifade ediyor. Mezkûr  coğrafî olaya ilişkin birtakım bilgiler aktarıyor. Yine bahse konu şehirde pekçok lale bitkisi gördüğünden bahsederek menekşe ve sümbül gibi çiçeklerin kendilerine hediye edildiğini anlatıyor.

Çelebi’nin ifadesine göre; Paris şehrinin sokakları gayet geniş ve dört köşeli kaldırım taşları ile döşelidir. Binalar ise dörder beşer katlıdır. Hatta yedi katlı evler de çoktur. Paris şehri İstanbul kadar büyük değildir. Seine Nehri Paris’in ortasında bir ada oluşturmuştur. Notre-Dama Kilisesi de bu adanın üzerindedir. Kilisenin kubbesi yüksek, güzel, yaldızlı ve göz alıcı nakışlarla süslüdür. Versailles Sarayı’nın odalarının çoğu sırma ile işlenmiş kilimlerle kaplıdır. Çelebi, gördüğü bir çalar saate hayran kalmıştır. O, sarayın bahçesini de hayranlıkla anlatır. Çelebi’nin anlatımına göre, burada ağaçlarla kaplı bir koru ve ağaçların arasında düzenli sokaklar mevcuttur. Her kavşakta bir şadırvanla bir havuz yer alır. Ona göre bu saray Avrupa’da benzeri olmayan bir nitelik taşır. Çelebi, ziyaret ettiği bir hayvanat bahçesinde daha önce görmediği pek çok ilginç türün mevcut olduğunu söyler. Fransızların yabani hayvanlara ve kuşlara özgü barınma yerleri yaptıklarını zikreder. Sarayın bahçesinin bir bölümünün teşrihhane olup, burada anatomi dersi verildiğini, bir bölümünün de tabibhâne ve devahâne, diğer bir bölümünün ise bitki bahçesi olduğunu söyler. Havasının soğuk olması sebebiyle Paris şehrinde seralar yapıldığını belirterek bu hususta uygulanan teknikleri anlatır. Bir halı dokuma atölyesi ile ayna atölyesini de gezen Çelebi, ayna yapımı teknikleri hakkında bazı bilgiler sunar.

Çelebi, rasathanede astronomi ile ilgili birçok âlet bulunduğundan bahseder. Fransızların Ay ve Güneş tutulmasını tespit eden bir âlet icat ettiklerini söyler. Yıldızları ve gezegenleri seyretmek amacıyla bir dürbün yaptıklarını belirtir. Kendisi de Çoban Yıldızı’nı (Zühre), Ay, Satürn ve Jüpiter’i ve diğer bazı yıldızları seyrettiğini zikreder. Rasathane müdürü Cassini (1625-1712) öldüğü zaman, yerine oğlu Jacpues Cassini (Cassini II)’nin (1677-1756) Müneccimbaşı olarak Rasathane’de hoca olduğunu dile getirir. Babasının Türk astronomi bilgini Uluğ Bey (1393-1449)’in cetveline aykırı bulduğu hususları yazıp kendilerine sunduğunu ifade eder.

Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Fransa seyahatinin ve bu seyahat notlarını içeren Paris Sefaretnâmesi’nin Batılılaşma eğilim ve sürecine etkileri neler olmuştur?

Sözen: Belirtmek gerekirse, bazı siyasî olaylar hariç olmak üzere XVIII. yüzyıla kadarki Osmanlı-Batı ilişkileri, neredeyse iktisadî münasebetler düzeyindedir. Fakat XVII. yüzyılın sonlarında birtakım mağlubiyetler, iktisadî buhran gibi bazı sebepler Osmanlı’nın Batı ile olan mevcut ilişkilerini yeniden gözden geçirip değerlendirmeye tâbi tutmasına yol açmıştır. On sekizinci yüzyıl ise Osmanlı’da Batı’nın üstünlüğüne inanç fikrinin başladığı bir dönemdir. Bu bakımdan, Tanpınar’ın daha önce ismi geçen eserindeki ifadesiyle, “III. Ahmet’in sefiri Yirmisekiz Mehmet Çelebi 1721’de gittiği Paris’i, Evliya Çelebi’nin Viyana’yı seyrettiği gibi Kanuni asrının şanlı hatıraları arasından ve bir serhat mücahidinin mağrur gözü ile görmez.

Çelebi, Avrupa’nın geldiği düzeyin temelinde iki unsurun hâkim olduğunu belirtir. O,  Osmanlı ile Avrupa arasındaki farkın teknik düzey bakımından olduğu kanaatini taşır. Bunun bir neticesi olarak Avrupa’dan askerî ve teknik yeniliklerin transferi gündeme gelmiştir. Lale Devri’nden Tanzimat’a kadarki bir asırlık devrede genel olarak ordunun ıslahı veya yenileştirilmesi üzerinde çalışılmıştır. Diğer taraftan Çelebi, opera ve tiyatro gibi kültürel konulara da değinerek mevcut farkın başka bir düzeyine temas etmiştir.

Fransa seyahati sonrasında Osmanlı toplumunda birtakım değişimler yaşanmıştır. “Lale Devri” adı verilen dönemde  Batılılaşma hareketleri açık bir şekilde ortaya çıkmaya  başlamıştır. Zira 1722 yılı Şubat ayında İstanbul’daki İran Elçiliği’nin kabul yemeği, Paris’te Çelebi’ye uygulanmış olan tören kurallarından esinlenerek düzenlenmiştir. On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde Osmanlı’da Batılılaşma eğilimi giderek ivme kazanmıştır. Reform niteliği taşıyan birçok düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Meselâ, burada 1826 yılında II. Mahmud’un Yeniçeri Ocağı’nın yerine yeni bir ordu kurması zikredilebilir. Tanzimat Fermanı’nın ilânı (1839) Islahat Fermanı’nın çıkarılması (1856) gibi uygulamalar da zikredilen hususa birer örnek olarak verilebilir. Bütün bu hususlar Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma, Yenileşme ve Çağdaşlaşma eğilimlerine hız kazandırmıştır. Ayrıca Tanzimat döneminde Batı’dan iktibas yoluyla birtakım hukukî düzenlemeler yapılmıştır.

Mehmet Çelebi, seyahat dönüşü Avrupa’da gördüklerinin kendi ülkesinde de olmasını arzulamıştır. Keza, seyahat dönüşü yanında getirdiği bazı şehir planlarından esinlenerek Kağıthane’de köşkler, park ve bahçeler yapılmıştır. Fransa’daki kanallar göz önüne alınarak Kağıthane Deresi’nin etrafı yeniden tanzim edilmiştir. Rokoko üslubu etkisini göstermeye başlamıştır. Sefaretname’de anlatılanların etkisiyle dönemin yöneticileri çeşitli optik âletler, kumaş, saat, levha vb.  malzemeler ile lale ve sümbül gibi çiçekleri de Fransa’dan getirtmek istemişlerdir. Kısaca belirtmek gerekirse, İstanbul’da Batı zevkinde bir tür olan “Frenk modası” gitgide hâkim olmaya başlamıştır.

Hemen belirtelim ki, Fransa seyahati ile Çelebi Paris’te ilgi uyandırmıştır. Avrupa ülkelerinde yabancıların “Turquerie” adını verdikleri moda tarzı ortaya çıkmıştır. Yabancı temaslar sebebiyle İstanbul’da da yeni bir hayat tarzı belirmeye başlamıştır. Fransız ve Avrupa modaları Osmanlı toplumunda hâkim konuma gelmeye başlamıştır. Süsleme geleneklerinde Batılı motifler ön plana çıkmıştır. Mezkûr dönemdeki yeniliklerin en önemlisi ise, 1727 yılında matbaanın resmen kurulmuş olmasıdır.

Tanzimat döneminde ise bu dönemi açan Gülhane Hatt-ı Hümayun’u ile bir yenileşme veya reform programı kabul edilmiştir. Batılılaşma için ordunun ıslahı veya yeniden kuruluşu gündeme gelmiştir. Devlet teşkilatının hukukî esaslara dayandırılması anlayışı benimsenmiştir. Meşrutiyet döneminde ise esas farkın bilim ve teknik, ilmî zihniyet ve özgür düşünce gibi hususlara dayandığı anlayışından hareketle Avrupa’ya bir an önce benzeme temayülü egemen olmuştur. Az önce zikrettiğim bütün bu etkilerin yanı sıra Sefaretname’nin Türk düşüncesinin Batılılaşmasına da büyük etkide bulunduğu belirtilmektedir.

-Son olarak, Avrupa Birliği’ne girme talebimiz sizce Batılılaşma eğiliminin bir sonucu mudur?

Sözen: Çelebi’nin Fransa’da gözlemleyip, Osmanlı’da gerçekleştirmeye çalıştığı medeniyet, kendisinden sonraki dönemde bir ideolojiye dönüşmüştür. Batılılaşma süreci, Osmanlı ile başlayarak yaklaşık üç yüz yıllık bir süreci kapsamaktadır. Türkiye’nin AB’ye giriş talebi ile günümüzde somut bir boyut kazanmıştır. Mezkûr eğilim günümüz Türkiye’sinde de hâlen varlığını devam ettirmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin AB’ye girme isteği, günümüzde de güncelliğini koruyan bir meseledir. Ancak toplumun bütünü tarafından benimsenen bir husus değildir.

-Bize zaman ayırıp değerli bilgiler aktardığınız için çok teşekkür ederiyoruz.

Sözen: Batılılaşma eğilimi hakkında birtakım bilgileri paylaşma fırsatını verdiğiniz için ben de teşekkür ediyor, başarılar diliyorum.

bilimdili

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...