Tarih

Kent ve Estetik Sorunsalı Hakkında Değerlendirmeler

Umut Berhan ŞEN / Sanat Tarihçisi

Günümüz dünyasında, bilginin serbest dolaşımı, teknoloji ve ulaşımın hızlı gelişimi, ekonomik sınırların kalkması ve dünyada ortak bir dil yaratılması şeklinde gelişen küreselleşme süreci kentleri cazibe merkezleri haline getirerek hızlı göç artışlarına neden olmaktadır. 21. yüzyılda yaşanan hızlı küreselleşme süreciyle birlikte göçün hem boyutları olağanüstü artmakta hem de kentlerin tarihi, kültürel ve sosyo-ekonomik yapıları,  kontrolsüz göç dalgalarından  dolayı  önemli  değişimler göstermektedir.  Dünya nüfusunun artan bir şekilde  kente  yönelmesiyle  birlikte  özellikle kentlerin estetik yapıları, bu süreçten en fazla etkilenen olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kentlerin içinde barındırdıkları en önemli ve biricik unsur olan insan ile kendisi arasındaki ilişkinin, bundan öncesinde olmadığı kadar yeniden sorgulanması, bir diğer kavramı daha kent yaşamına katmıştır: Kent estetiği. Kentin çevre ve inşa planlamasına estetik bir bütün olarak bakmak ve insanı çevresiyle ayrılmaz bir bütün olarak algılamak kent estetiğinin ana felsefesini oluşturur.

‘Kent Estetik Kurulları’ denilen ilgili organlar, cadde bulvar ve meydanlardaki yapıların cephe tasarımları renkli kaplamaları çatı kaplamaları malzemesi ve renkleri gibi estetiğe dayalı unsurların belirleneceği binanın ve çevresinin güzelleştirilmesi, binalar arasında uyum sağlanması ve görüntü kirliliğinin önlenebilmesi, örnek cadde ve cepheler önerilmesi amacıyla, son yıllarda oluşturulmuştur. Dolayısıyla, kent estetiği kavramının ülkemizdeki yerleşmişliği oldukça yeni sayılır.

Kent denilen mimari ve kültürel yapılanmanın, tarihsel yolculuğu incelendiğinde, fiziksel oluşum ve gelişim süreci daima insanoğlunun etkilenme biçimiyle yoğrulmuş ve nihayetinde ‘güzel kent’ anlayışından ‘işlevsel kent’ anlayışına gelinmiştir.  Ülkemiz, sanat tarihçiliği ve bu dalın temel disiplinleri arasında yer alan kent estetiği açısından, artık pek zengin bir ülke değil. Zira, biraz geriye bakarak düşündüğümüzde, bu alanın üstadı denilebilecek isimlerin pek de fazla olmadığını üzülerek görüyoruz. Türk sanat tarihi kürsü disiplininin kurucu duayenleri Celal Esat Arseven, Mazhar Fuat İpşiroğlu, Suut Kemal Yetkin gibi üstatlar, bugün kent ve estetik sorunsalı ile ilgilenen herkesin dilindedir. Ne yazık ki, bugün oldukça dar bir çevrede konuşulan,  bu ustalar ve onların sanat, kent ve estetik anlayışları yerel yönetimlerin sorumlularının gündeminde dahi yer almıyor.

Malum, şu sıralar gündem yerel seçimler. Bu bağlamda siyasi partilerin adaylarının ve ilgili proje birimlerinin gelişen belediyecilik modelleri ve adayların projelerine has kent ve estetik anlayışları da ön plana çıkmaktadır. Nedense, yıllardır ülkemizde yönetime gelen yerel yönetimlerin, genellikle sürekli dikey ve işlevsel mimariye ağırlık veren bir şehir plancılığı çerçevesinde bir kent estetiği(!) tasarladıkları görülmektedir. Tarihin başlangıcından beri toplumlar, ileri atılım ve sıçrama dönemlerinde estetiği sadelik, yalınlık ve işlevsellik ilişkisinde aramışlardır. Buna karşın, toplumların, devletlerin ve imparatorlukların çözülme dönemlerinde daha çok süslemecilik ve süslemenin estetiği öne çıkmıştır. Dolayısıyla basitlik ve sadeliğe karşı, gerçek gereksinmelerin ve işlevin önüne geçen bir gösterişlilik, süslemecilik ve abartı, tüketimcilik kültürü de ortaya çıkmıştır.

Ülkemizin yetiştirdiği büyük bir mimar ve kültür tarihçisi olan, Prof. Dr. Doğan Kuban’a kulak vermek gerekiyor. Mesela Doğan Kuban, ‘Uygarlık hayalle gelişir. Estetik de hayallerle oluşur. Devletler de bu uygarlık ve estetik kaygısıyla büyür. ‘ derken ne demek istiyor? Aslında gayet basit ve net bir ifade bu. Hazin bir gerçek karşımızda duruyor: hayal etmeyi ve estetik düşünmeyi unutmuş bir toplumuz. Devletlerin ve toplumların hayallerin estetik bir kaygıyla tasarlanmasıyla büyüyeceği gerçeğini yadsımaya başladık. Neticede, plansız ve estetik kaygıdan yoksun bir kentleşme anlayışına yenik düştük.

Unutmamak gerek; kentler doğal, kültürel, tarihi, mimari, sosyal ve yapay öğeleri içinde barındıran ve bu öğelerin karşılıklı etkileşim içerisinde olduğu dinamik bir olgudur. Türkiye gibi çarpık ve hızlı kentleşme sürecini yaşayan ülkelerde kentlerin estetik kaygılardan uzak bir şekilde dizayn ya da talan edilmektedir. Buna karşılık kentleşme sürecini kontrollü ve planlı gerçekleştiren İskoçya ve İngiltere gibi Avrupa ülkelerinde tarihi, kültürel ve fiziki çevrenin uyum içerisinde sentezlendiği görülmektedir. Kent nüfusunun hızla artmasına bağlı olarak kentlerin estetik açıdan tatmin edici bir şekilde dizayn edilmesi bir zorunluluk haline gelmiştir.

Eğer kent ve estetik sorunsalını masaya yatıracaksak bir şeyi çok iyi anlamamız lazım; Türkiye’de kent’e ilişkin her olgu matematiksel bir gözlemle başlamalıdır. Aslında bu gözlem oldukça basit, boyutsal bir saptamadır. Çünkü, sayısal ölçütler her konuyu anlamamıza yardım ediyor. Kuşkusuz kent ve estetik kaygısı konusunda da matematiksel bir gözlem sonucu ortaya çıkacak olan sayısal ölçütler kent ve estetik sorunsalının teşhis ve tedavisinde en büyük yardımcımız olacaktır. Zira yerel yöneticiler ve onların uzman ekipleri, bu sorunu sayısal parametrelere indirgeyemedikleri zaman hata yapıyorlar.  Açıkça belirtiyorum; şu anda Türkiye’de yerel yönetimlerin dahi kent estetiği ve kent planlaması konusunda aklını karıştıran, yanlış sayısal algoritmalardır. Nitekim, Sn. Cumhurbaşkanımız da bu durumu net olarak gördüğünden dolayı, 21 Ekim 2017 tarihli ‘İstanbul Şehir ve STK’ zirvesinde, ‘Kadim şehirlerin en önemli güzelliği, ana karakterlerini kaybetmeden yeniyi bünyelerinde eritmesi, özlerinden katarak yeniden yoğurmasıdır. İstanbul bu açıdan gerçekten müstesna bir şehirdir. Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik.’ ifadesini kullanarak erdemli bir özeleştiri ve durum tespitinde de bulunmuştur. Halbuki, bu konuda asıl özeleştiride bulunması gereken kuruluşlar yerel yönetim organlarıdır. Türk toplumu ve ülkemizdeki tüm yerel yönetim organları olarak şu acı gerçeği kabul etmemiz lazım;  Bugün evlerimiz, binalarımız metrelerce yükseklikte olsa da, işlevselliği maksimum düzeye ulaşsa da, sanatsal ve estetik bakış açımız körelirken; gönüllerimiz de daralıyor. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere, kentlerimiz, milyonlarca yurttaşımızın hep beraber yalnızlaştığı yerlere dönüşüyor. Kentlerimiz estetik görünümleriyle beraber, kent ruhunu ve felsefesini de yitiriyor.

Sonuç olarak; ülkemizin yaşadığı kent estetiği ve kent planlaması sorunsalı toplumun ve yerel yönetim organlarının ortak aklıyla çözümlenebilecek bir noktaya gelmiştir. Dolayısıyla, yeni bir argüman ortaya konularak, devlet ve yurttaş diyalogunun bu sorun bağlamında yeniden teşekkülü gerekiyor.  Asla aklımızdan çıkarmamamız gereken de şu; Türk toplumunun Anadolu’daki en zengin kültür mirası Selçuklu ve Osmanlı kent kültüründen devraldığı sivil mimarisidir. Günümüze bunun çok küçük bir bölümü kalabilmiştir. Modern kent vizyonu adı altında gerçekleşen yok etmenin ‘sözde yenileşme’ adına yapılması ise, kültür tarihimizin en büyük yıkıntısı olma yolunda hızla ilerliyor.