Canlı Bilimi

İslam ve Hristiyanlık Tarihinde “Evrim”

El Cahiz’in, "Kitab al-Hayavan" adlı kitabından

“Bu gibi şeylerin din meselelerinden olduğunu sanan kimse dine zarar vermiş olur. Çünkü anlatılan hususların meydana geldiğini aritmetik ve geometri delilleri gösterir. Bunları bilen kimseye, ‘bu şeriata aykırıdır’ dense o kimse bildiğinden değil şeriattan şüphelenir. Akla uygun olmayan bir tarzda şeriata yardım etmek isteyen kişinin zararı, akla uygun bir şekilde şeriata hücum eden kişinin zararından çoktur. Nitekim ‘Akıllı düşman, cahil dosttan hayırlıdır’”.

Kitab El- Hayavan'ın dört cilltlik günümüz baskısı
Kitab El- Hayavan’ın dört cilltlik günümüz baskısı

Müslümanlığın düşünce tarihinde, evrimi işleyen birçok yazar vardır. Mesela 9. asrın meşhur Cahiz’i, “Kitab al-Hayavan”ında, embriyoloji, şartlara uyum ve hayvan psikolojisi gibi bugünün evrim teorisinin bileşenlerine atıf yapar. Farelerle küçük kuşların aynı gıdaların peşinde koştuklarını, fakat farelerin daha güçlü oldukları için üstün geldiklerini anlatır. Zorlu ortamlarda yaşayan siyahîlerle Türklerin de bu ortamlara uyum sağladıkları için diğer insanlardan üstün olduklarını söyler. Büyükbabası siyahî, en sevdiği câriyesi de Türk olan Cahiz’in bu konulardaki tarafsızlığı tartışılır… Aynı asırda İranlı İbn Miskeveyh, “Tahzib” ve “Favz al-Asghar” eserlerinde insanın evriminden bahseder.

Evrim fikrini Mukaddime eserinde ayrıntısıyla anlatan 14. asrın dehası ünlü İbni Haldun’dur. Şöyle der:

Mahlûkat dünyasına bakmalıyız. Madenlerle başladı ve dâhiyane ve tedrici bir tarzda bitki ve hayvanlara doğru gelişti. Madenlerin son safhası bitkilerin otlar ve tohumsuz bitkiler gibi ilk safhalarına bağlanır. Bitkilerin son aşamaları, mesela hurmalar ve üzümler, hayvanların ilk aşamalarına, sadece dokunma becerisi olan salyangoz ve kabuklu deniz hayvanlarına bağlanır. Bu mahlûkat hakkında kullandığımız “bağlanır” kelimesi, her grubun son safhasının bir sonraki grubun ilk safhası hâline gelmeğe hazır olduğu manasındadır. Sonra hayvanlar dünyası genişler, türleri sayısız hâle gelir ve tedrici bir yaratılış sürecinin sonu, düşünebilen, fikir yürütebilen insana uzanır. Bu yüksek insan aşamasına algı ve zekâya sahip fakat henüz gerçek fikretme ve düşünme seviyesine erişmemiş maymunların dünyasından ulaşılır. Bu noktada, maymunların dünyasından sonra, insanın ilk safhasına ulaşırız. Fizikî gözlemlerimizin sınırı bu kadardır.

Son cümledeki “gözlem” vurgusu dikkat çekicidir ve sanki bilime işaret etmektedir. Haldun’un sosyolojideki başarısı da gözlem temellidir. Nihayet, zamanımıza daha yakın ve Türkiye’de en çok tanınan Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın 1757 yılında tamamladığı Marifetname’sine geliriz:

Hak Taâlâ’nın tesiriyle … önce madenler hasıl olup, ondan bitkiler peyda olup, ondan hayvanlar vücuda gelmiştir. Hayvan kemalini buldukta; insan ortaya çıkmıştır. Bu dört bileşik cismin bileşik aracısı da vardır… Madenler ile bitkiler arasında aracı mercandır… Bitkiler ile hayvanlar arasında aracı hurma ağacıdır… Hayvanlar ile insan arasında aracıların en belirgini maymundur. Zira ki, cümle azası, kıl ve kuyruğundan başka, dışı ve içi insana benzer.”

Draper: Biz Hristiyanlar da Muhammedî evrim teorisini reddetmemeliyiz

19. asırda da Cemaleddin Afgani canlıların hayatta kalabilmek için rekabet ettikleri hususunda Darwin’le anlaşıyordu. İlâve olarak, sanki Dawkins’in “memler”ini de tahmin eder gibi, hayatta canlıların rekabeti gibi fikirler evreninde de tabiattakine benzer bir rekabet bulunduğunu söylüyordu. Fakat hayatın bizzat Allah tarafından yaratıldığını düşünüyordu. Afgani’nin çağdaşı, Şiî düşünür Hüseyin al-Jisrevrimle Kitap arasında bir çelişki bulunmadığını belirttikten sonra, “Kuran’da her biri Tanrı’nın rahmetiyle var olan türlerin aynı anda mı yoksa tedricen mi yaratıldığına dair bir delil yoktur” diyor ve Enbiya Suresi’ne atıf yapıyordu.

Görüldüğü gibi tarihte Müslümanların ne evrimle ne de jeolojiyle bir sıkıntıları vardır.

O kadar yoktur ki John William Draper adlı, Darwin’in çağdaşı bir bilim adamı, 1874 tarihli “Bilimle Din Arasındaki Çatışma” adlı kitabında Katolik Kilisesi’ni, “insanın daha aşağı formlardan evrimini veya uzun bir zaman içinde tedrici gelişimini anlatan Muhammedî evrim teorisini” reddettiği için tenkid ediyorduBu eser 1313 (1897) tarihinde “Niza-yi ilim ve din” adıyla Türkçe’ye çevrildi. Tercümeyi yapan Ahmet Midhat Efendi bu kitapla, İslâm’ın bilime uygun, diğer dinlerin ise bilimle nizalı olduğunu göstermeyi arzu etmektedir ki bu hüküm pek de yanlış değildir.

Bu anlattıklarımızdan şaşırtıcı bir gerçek ortaya çıkıyor. Asırlar boyunca canlıların tedrici değişimi ve gelişimi, Müslüman düşünce adamları tarafından felsefe seviyesinde yazılıp çizilmiştir. Bu, Darwin’den sonra da yaklaşık bir asır böyle devam ediyor. Meselâ yukarıya ilgili pasajından alıntı yaptığımız Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname’si (1757) ve Ahmet Midhat Efendi’nin 1897 tarihli Draper çevirisi, herhangi bir muhalefetle karşılaşmamıştır. 213 yıl boyunca kitabındaki evrim üzerine çıt çıkmayan İbrahim Hakkı’nın 1970 yılında sansürlendiğini ve Marifetname’deki ilgili pasajların o yılki baskıdan çıkarıldığını görüyoruz!

Niçin?

Çünkü bu tarihlerden itibaren Türkiye’deki Dinbazlar arasında Hristiyaniyatdiyebileceğimiz bir Batı kopyacılığı başladı. Evrim orada nasıl tenkid ediliyorsa burada da aynı iddia ve ifadelerle tenkid edidi.

İbrahim Hakkı’nın yazdıkları bilimsel açıdan doğru mudur, yanlış mıdır tartışması saçmadır. Çünkü bu paragraflarda yapılan bilim değildir. Üstünde durmak istediğim, Erzurumlu’ya çevrenin tepkisidir. Eser iki asır boyunca, önce eski, sonra yeni harflerle onlarca defa basılmış. 213 yıl çıt yok. Fakat 1970 baskısında, evrimle ilgili ifadeler, yayıncı tarafından sansür edilmiş, metinden çıkarılmış.

Evrim 1400 yıl İslâm düşüncesinde bir sıkıntı yaratmadı. Tersine, Müslüman filozoflar, yukarıda görüldüğü gibi ‘biz insanı safhalar hâlinde yarattık’, ‘insan bir zamanlar sözü edilmeğe değmez bir yaratıktı’ ayetlerinden hareketle fikir geçmişimizde evrim fikrini dile getirdi. Evrimin dine aykırılığı ithal bir düşüncedir.

Evrim ve Hristiyanlık

Hıristiyanlığın evrime verdiği reaksiyon Müslüman dünyasındakinden çok farklıdır. Darwin’in “Türlerin Kökeni”nin 1859’da yayınından itibaren kilisenin saldırısı başladı.

Bir kere Hristiyan inancında Allah insanı kendi görüntüsünde yaratmıştır. Bu bir.

İkincisi, evrim milyonlarca, milyarlarca yıldan bahsetmektedir. Hâlbuki Ahtı Atik’te Hazreti Adem’den itibaren birbirini izleyen peygamberlerin yaşları tek tek sayılmıştır ve bunlar uç uca eklendiğinde insanın ve dünyanın yaşı ortaya çıkmaktadır: Taş çatlasa altı bin yıl! Başpiskopos Ussher daha yakın ve kesin bir tarih verir: M. Ö. 2004 yılının 23 Ekim’ini 24 Ekim’e bağlayan gece!

Tabi, M.Ö. 2004’ün 24 Ekimi Cumartesi’dir, çünkü Tanrı altı günlük mesaiden sonra yorulup Şabat’ta dinlenmiştir! Bunu Tevrat’ta kendi söylüyor. ‘Bilim Adamı’, ‘Din Adamı’ diye keskin etiketler olduğunu sananlar için de söyleyeyim, dünyanın yaratılışı için Kepler M. Ö. 3992, Newton M. Ö. 4000 tarihlerini verir! Bugün, dünyanın 4,5 milyar, kâinatın ise 13 milyar yıldan yaşlı olduğunu biliyoruz. Dünyada hayatın başlangıcı 3,5 milyar yıldan daha öncelere uzanıyor.

Dolayısıyla Hristiyanlığın yalnız biyoloji ile değil jeoloji ile de sıkıntısı vardır. Meselâ İngiltere’de buzulların sürükleyip getirdiği, sonra da buz devrinin sonunda buzulların erimesiye ovalara bıraktığı kayaları on dokuzuncu asra kadar Nuh Tufanı’nın sürüklediği taşlar zannediyorlardı. Yukarıdaki tarihlere bakarsanız, bazı yaratılış tahminlerinin tarih devirlerinin bile içine düştüğü görülür. Dolayısıyla bu Hristiyan yorumcularına göre meselâ Sümer, meselâ Mısır, dünya yaratılmadan ortaya çıkmıştır. Tabi, o tarihlerde kimsenin Mısır ve Sümer’den haberi yoktu.

Batıdaki en şiddetli evrim aleyhtarı grup “Genç Dünya Yaratılışçıları ~ Young Earth Creationists” diye anılır. Tabi bunlar için buz devri, dinozorlar ve evrimin yeryüzüne bıraktığı onca delil de yok hükmündedir veya insanları saptırmak için jeolojik katmanlar arasına istiflenmiştir.

Huxley’in maymunla akrabalığı

Bizim bugünkü tartışmalarımız Batı’da yüz-yüz elli yıl öncekilere o kadar benziyor ki hani “deja-vu ~ sanki ben bunu daha önce görmüştüm” hissi uyandırıyor. Bizde, televizyonda seyrettiğim “kibar(!)” bir müsademei efkâr beni 147 yıl öncesine, 30 Haziran 1860’da Oxford Üniversite Müzesi’nde yapılan evrim münazarasına götürdü. Orada Piskopos Samuel Wilberforce, evrim savunucusu Thomas Henry Huxley’e soruyordu: “Merak ettim de… Acaba maymunla akrabalığınız anneanne tarafından mı, dede tarafından mı?” Huxley’in cevabı şöyleydi: “Ceddimin maymun olması beni utandırmaz. Fakat Allah’ın kendisine bahşettiği büyük kaabiliyeti, hakikati gizlemek için kullanan bir adamla ilişkilendirilmekten utanırım.”

Oxford tartışmasını, onların edebinden uzak da olsa, bir buçuk asır rötarla tekrarlamamıza üzülmeli mi, sevinmeli miyim bilemiyorum. Artık Oxford’da böyle bir tartışma olmaz. Harvard veya Sorbonne’da da olmaz ama bizdeki sonuncu değildir besbelli. Bilim ve yobazlık tarihi turizmi için cazip bir ülkeyiz.

AKP iktidarı 21. Yüzyıl’ın 15. yılında Türkiye’de evrimi müfredattan çıkardı. Belki bu yeni müfredatımızla başrollerini Spencer Tracy, Fredric March ve Gene Kelly’nin paylaştığı 1925’in “Rüzgârın Mirası (Inherit the Wind)” filmini de ülkemizde tekrar çekeriz.

Yıllar önce Fethullah Gülen’i merak etmiş ve onların İnternet sitelerinden birine girmiştim. Gözüme ilk çarpan, ana sayfanın sağ üstünde, Darwin’in ve evrimin ne kadar kötü şeyler olduğunu anlatan yazıydı. Daha fazla karıştırmadım. Millî Eğitim Bakanlığımızın evrimi müfredattan çıkarıp bakanın da “binlerce teoriden biri” açıklamasından sonra “menzilimiz aynıydı” ve “paralel” ifadelerinin doğruluğu bir kere daha anlaşılmaktadır.

Yazarın Bilim, Din ve Türkçülük adlı kitabından alınmıştır.

İnternet uzantısı: http://misak.millidusunce.com/evrim-ve-muslumanlar/