DÜŞÜNCE

Alman Aydınlanmasının Öncü Düşünürleri

Alman aydınlanması kavramı felsefi ve toplumsal aydınlanmanın Almanya’da kazandığı içeriğe işaret etmek üzere kullanılmıştır. Alman aydınlanması dine karşı oluşmuş bir düşünce değildir. Aksine Alman aydınlanmasının dinsel bir boyutu vardır. Çünkü Alman aydınlanmasının düşünürleri Protestan hareketinin bir uzantısı olan “pietizm”den etkilenmişlerdir. Dini popüler kılmak isteyen bir hareket olarak adlandırabileceğimiz pietizm ile felsefeyi popüler kılmak isteyen Alman aydınlanması düşünürleri uyum içerisinde hareket ettiler. Ancak yine de Alman düşünürleri çoğu kez dini değerler ile ters düştükleri iddiası ile tehditler aldı, susturuldu ya da çalıştığı üniversiteleri terk etmek zorunda kaldı. Büyük Frederick[1] (Firederik) döneminde düşünürlere ifade hürriyeti tanındı. Böylece Almanya’da aydınlanmayı üretebilecek gruplarda bir canlanma oldu. Alman aydınlanması, akla uygun iyi bir toplum projesi yerine, dinin ve var olan güç odaklarının ne kadar rasyonel olduğunun gösterilmesine hizmet etmekteydi, yani gerçek olanın rasyonel kılınmasına.[2]

Christian Thomasius (Kıristiyan Tomazyos)

Christian Thomasius (Kıristiyan Tomazyos)

Alman aydınlanmasının ilk temsilcisinin Christian Thomasius (1655-1728) olduğunu söylemek doğru olacaktır. Babası Jakob Thomasius, Leibniz’in öğretmenlerinden biridir. Thomasius, felsefe alanında Fransızların Almanlara üstünlüğünü vurguladı. Thomasius’a göre bilgimiz duyular üzerine bağımlıdır. Hiçbir doğuştan düşüncemiz yoktur ve salt çıkarsamacı bir yöntem yoluyla dünyaya ilişkin gerçeklikler bulamayız. Deneyim ve gözlen biricik bilgi kaynaklarıdır ve bu bilginin sınırları duygularımız tarafından belirlenir. Kendimizi kuşkuculuğa ya da metafiziğe kaptırmaktan kaçınmamız gerekir. Tersine, kendimizi duyular tarafından sunulduğu biçimiyle dünyanın bilgisine erişmeye vermemiz ve gene de bunu bilginin kendisi uğruna değil ama yararlılığı uğruna yapmamız gerekir. Felsefe, metafizik ve tanrıbilim ile ilgilenmemelidir. Ancak bu felsefenin din karşıtı olması gerektiği anlamına gelmez. Zaten Thomasius da dine karşı olmaktan çok uzaktı. Fransız Aydınlanması’nın felsefesi Katolikliğe ve dine düşmandı ve onu toplumsal ilerlemenin bir düşmanı olarak görüyordu ama bu düşünce Alman aydınlanmasının düşünürlerinde genel olarak yoktur.

İnsanda üç temel eğilim vardır:
1) Olabildiğince uzun ve olabildiğince mutlu olarak yaşama isteği.
2) Ölüm ve acıdan, içgüdüsel olarak kaçınma eğilimi.
3) Mülkiyeti ve efendilik isteği.

Akıl, bu eğilimleri denetlemediği müddetçe insan toplumu savaş ve kargaşaya doğru yönelecektir. Toplumun bu noktaya gelmemesi ancak akılsal düşüncenin üstünlük kazanmasıyla mümkündür. Böylece insanlar uzun ve mutlu bir hayatı güvence altına alabilir. Ama mutlu bir yaşam nedir? Türeye uygun bir yaşamdır ve türe ilkesi başkalarına onların bize yapmalarını dilemediğimiz şeyleri yapmamamız gerektiğidir.

Akıl, insan yaşamının yaralarını iyileştirebilir. Aklın kullanımı toplumsal iyiye yöneltilmelidir. Bireyin kendi iyiliğini bencil istek ve tenselliğinin üstesinden gelmede ve kendini toplumun iyiliğine altgüdümlü kılmada bulmalıdır. Bu hiçbir zaman demek değildir ki Thomasius dine ya da doğaüstü olana inancı bir yana atmıştı. Sadece inanç, duygu ve tapınma alanına ait olan dini, felsefi düşünce alanından ayırma eğilimindeydi.[3]

Christian Wolff (Kıristiyan Volf)

Christian Wolff (Kıristiyan Volf)

 Alman aydınlanmasının bir diğer temsilcisi Christian Wolff’tur (1679-1754). Amacı insanlar arasında anlayış ve erdemin yayılmasına katkıda bulunmaktı.[4] Wolff da Thomasius gibi felsefi kavramların anlaşılabilir ve açıklanabilir kılınmasından çok pratik yarar ilkesine göre örgütlenmesi gerektiğini düşünüyordu. Alman felsefe sözlüğünün kurulmasına öncülük ettiği gibi felsefe dilinin Latinceden Almancaya çevrilmesinde de büyük gayretler sarf etmiştir. Aydınlanmanın diğer tüm düşünürleri gibi matematiği olan borcunu ifade etmiştir. Felsefeyi teorik felsefe ve pratik felsefe olarak ikiye ayırmıştır. Teorik felsefe ontolojiye dayalı bir uğraşı iken pratik felsefe ekonomi, siyaset, hukuk, psikoloji ve benzeri alanlarla ilgiliydi.[5]

Gottfried Wilhelm Leibniz (Gotfirit Vilhem Laybnitz)[6]

Gottfried Wilhelm Leibniz (Gotfirit Vilhem Laybnitz)

Eleştirmekten çok benimsemeye yatkın olan kişiliği ile tüm felsefelerin kendisine uygun görünen yanlarını alarak tam anlamında seçmeci ama tam anlamıyla özgün bir felsefe geliştirmiştir. Leibniz felsefesi tepki yanıyla ile değil uzlaşmacı ve uzlaştırmacı yanı ile ağır basar. Descartes’in yerle bir edici eleştiriciliğine, köktenciliğine tepkilidir. Leibniz geçmiş karşısında Descartes(Dekart) gibi kırıcı ve yıkıcı değildir, tam tersine yapıcı ve aşırı saygılıdır. Leibniz metafizik düzeyde Skolâstiklere yakınlık duyar. Ayrıca mantıkta tümüyle Aristoteles mantığına dayanır.

Ona göre evrensel bir bilim olmalıdır; matematiğe benzeyen matematik türünden bir bilim. Öyle bir şey olmalı ki insan zihni her alanda tüm soruları matematikte olduğu gibi apaydınlık bir biçimde çözebilmelidir. Usavurmaların yerine matematik hesabı koyabildiğimiz zaman çözüme ulaşmış demektir. Filozof bu iş için elbette sıradan bir hesaplama yöntemi getirmeyi düşünmez. Kurulmasına büyük emek verdiği sonsuz küçük ve integral hesaplarına başvurur. Bu yolla simgesel bir dil, bir işaretler dili kullanan genel bir bilim kurulmuş olacaktır. Böylece çeşitli bilgi alanlarında bilgiler belli işaretlerle ortaya konulacaktır, herhangi bir soruna cebir hesabı yaparak çözüm getirilecektir. İşaret kullanmanın kolaylığı vardır: işaretleri kullanırken anlamlarını düşünmemiz gerekmez. Simgeleri kullanan bu genel yazı ya da genel bilim kurulunca tartışmaya yer kalmayacak, tartışmanın yerini hesaplama alacaktır. Ne var ki ne Leibniz ne de daha sonra onu izleyenler böyle bir bilim kurabilmişlerdir.

Bu evrensel dil bir kere kurulabilseydi kolayca öğrenebilecek bir dil olacaktı. “Evrensel dil fikirlerimizin alfabesi gibi olacaktı yaratılması güç olan bu dil kolayca öğrenilebilecekti.”(Halbwachs-Halvaks). Herhangi bilimsel bir sorun ortaya atıldığı zaman tartışmaya girmek gerekmeyecek, hemen kâğıdı kalemi alıp hesaplama işine girişilecekti. Bu iş matematik hesaplamada sağlama yapmak kadar basit bir işlem olacaktı.

Leibniz’e göre özgür insan her şeyden önce sorumlu insandır, her şeyden önce Tanrı karşısında sorumludur. “Efendilerin en iyisi olan Tanrı yalnızca doğru yönelim bekler.” O, insana ilgisiz değildir, insana her zaman doğru yolu göstermeye hazırdır. Tanrı, insanı doğru yola koymaz ama ona doğru yolu gösterir.”Yüce ve sonsuz bilgiye sahip olan Tanrı yalnızca metafizik anlamda değil, ahlak anlamında da en yetkin biçimde etkindir.” İnsan için önemli olan Tanrı’ya tam bir istekle yöneliştir. İnsan, Tanrı’nın ürününü ya da yapıtlarını ne kadar doğru kavrarsa o ölçüde uygun yolu seçme şansına ulaşmış olacaktır. Erdemli kişi başkalarının sevincine katılmayı bilir. Tanrıyı da hiçbir karşılık beklemeden sever. Nasıl ki müzik dinlerken yararcılığa düşmüyorsak, Tanrıyı severken de düşmemeliyiz. Gerçek aşk Tanrı aşkıdır. Gerçek ahlaklılık Tanrı yolunda olmakla belirgindir. Tanrı tüm yetkinliklerin kaynağı ve sahibidir.

Tanrı, bütün parçaları birbirine bağlı olan bu yetkin evreni titizlikle yaratmış, bunu yaparken her ihtimali hesap etmiş, bu hesabın sonunda da birtakım kötülüklere göz yummazlık edilemeyeceğini anlamıştır. Mademki Tanrı kötülüklere izin vermiştir, o halde izin verdiğine iyi etmiştir.[7]

Her bilim onda merak uyandırır, insanla ilgili hiçbir şey ona yabancı değildir. Çünkü Leibniz’e göre “Biz kendimiz için var olmadık, toplumun iyiliği için var olduk, parçalar nasıl bütün için varsalar.”

Sağlıklı bir devlet düzeni yasalar üzerine temellenir. İyi yasalar yorumu gerektirmeyecek kadar açıktır. Toplumsal uyum bu tür yasalarla sağlanabilir. Ancak beceriksiz ve kötü niyetli yöneticilerle mutlu bir toplum düzeni kurulamaz. Öte yandan her yönetim biçimi bir başka ülke için geçerli olmayabilir, her yönetim biçimi her ülkeye uyumaz. Yönetim her zaman güçlü kişilerin elinde olmalıdır. Leibniz, “en güçlüler her zaman en bilge, en bilgilerin de her zaman en güçlü olması öngörülür” der.[8]

Immanuel Kant (İmmanuel Kant)

Immanuel Kant (İmmanuel Kant)

 Kant, Doğu Prusya’nın Königsberg kentinde doğmuş ve yaşamı boyunca doğduğu kentin dışına hiç çıkmamıştır(1724-1804). Sohbet etmeyi seven, eğlenceli ve güzel giyinmeye özen gösteren biridir. Şehirde yürüdüğün yol her zaman aynı güzergâhtır. Gittiği yol hiç değişmediğinden bu yol “filozof yolu” adını almıştır.

Kant’a göre önemli olan insanın iyiyi istemesidir. O, “öyle hareket et ki senin hareketlerinin yasası aynı zamanda başka insanların hareketleri için de bir ilke ve yasa olsun!” der. Kant’ın ahlak yasası şöyledir:

“Öyle hareket et ki eyleminin ilkesi senin istencinle, sanki genel bir doğa yasası haline gelebilsin!

İnsanlığı hem kendin hem de başkaları için bir amaç olarak gör ve onu araç olarak kullanmayacak biçimde davran!

Öyle davran ki bu davranışları yaparken koyduğun ilkeler herkes için geçerli olabilsin!”

O, “zevkler üzerinde tartışılmaz” yargısına karşı çıkıyor. Diyor ki, ben bir şeye “bu güzeldir” derken herkesin de o şeyi güzel bulmasını beklerim. Hoşuma giden ya da gitmeyen bir şeyi duygularıma dayanarak belirlerim ama o şeyin bendeki ideal bir kurala uygun olması gerekir. İşte bu ideal kural ortak estetik duygudur. Çünkü o tüm insanlarda vardır.

Kant, son derece barışçı bir düşünürdür. Ona göre barışın temelinde özgürlük yatmaktadır. İnsanın özgürlüğü de ancak herkesin özgürlüğünün güvence altına alındığı sınıra kadar sınırlandırılabilir.[9] O, “düzenli ordular zaman içinde ortadan kalkmalıdır. Hiçbir devlet zorla başka bir devletin anayasa ve yönetimine müdahale etmemelidir. Siyasal yapı her ülkede cumhuriyetçi olmalıdır. Ne kadar yüksek olursa olsun, etik kavramlar açısından üstün bir temel olarak baskıcı bir yönetimi kabul edemeyiz. Çünkü böyle bir yönetimin ahlaksal olup olmadığına karar vermek bizim sorumluluğumuzdadır” der.[10]

Tanrı, evreni mucizelerle değil rasyonel kanunlarla yönetir. Gerçi bu kanunları O, kendisi koymuştur, ama bir defa yarattıktan sonra evrenin gidişine artık karışmaz olmuş, onu kendi kendine işlemeye bırakmıştır. Kant’a göre insanın yaratılış amacı mutluluğa erişmek değildir. Eğer böyle ise insan çok yanlış, çok ters yaratılmış demektir. İnsanın yaratılış amacı mutluluğa erişmek olsaydı, ona sadece içgüdüleri, eğilimleri pek ala yeterli gelirdi. Nitekim hayvanlar bu bakımdan pek rahattır. İçgüdüleri onları gidilecek yere kendiliğinden götürür. Bu yüzden hayvanlar ne günahı bilir, ne de ölüm korkusunu. Ama insanlarda içgüdülerden başka bir de akıl var. İşte bu akıl denilen güç de, kılı kırk yaran bu yeti de insanı hiç de mutluluğa götüren bir şey değil, mutluluğa ulaştırmada hiç de iyi bir kılavuz değil.

“Güç durumda kalmak istemiyorsan doğruyu söyle, çünkü yalancının mumu yatsıya kadar yanar” ve “Ne olursa olsun, sonu iyi olsun, kötü olsun doğruyu söyle” önermelerinden Kant ikinci olanı seçer. Çünkü ikinci önermedeki anlam ve nitelikteki emirler ahlakidir.[11]

Kant’ın amacı “bilimin ve ahlakın temellerini Hume (David Hume-Deyvit Hiyum) ve diğerlerinin şüpheci yaklaşımlarına karşı Hıristiyanlığın asli doktrinlerini savunmak üzere bir metot geliştirmekti. Bu metot sadece savunma amacına yönelik değildi, aynı zamanda din, ahlak ve bilim arasında bir uzlaşmayı da mümkün kılmalıydı.[12]


[1] II. Friedrich, 1740 ile 1786 yılları arasındaki Prusya hükümdarı. Askeri alandaki başarıları ve ülkesinin kalkınması yolundaki çabalarından dolayı Büyük Friedrich adıyla anılır. Doğum tarihi: 24 Ocak 1712, Berlin, Almanya, Ölüm tarihi ve yeri: 17 Ağustos 1786, Potsdam, Almanya.

[2] Ahmet Çiğdem, Aydınlanma Düşüncesi, İletişim yayınları, s.79-82

[3] Frederick Copleston; Copleston Felesefe Tarihi-Aydınlanma, Çev: Aziz Yardımlı, İdea Yayınevi, C.6, s.133-138

[4] Copleston, a.g.e., s.139

[5] Çiğdem, a.g.e., s.83-85

[6] Doğum tarihi: 1 Temmuz 1646, Leipzig, Almanya; Ölüm tarihi ve yeri: 14 Kasım 1716, Hannover, Almanya

[7] Orhan Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi, Remzi Kitabevi, s.182; Gunner Skirbekk ve Nils Gilje, Antik Yunan’dan Modern Döneme Felsefe Tarihi, Üniversite Kitabevi, Çev:Emrullah Akbaş, s.274

[8] Afşar Timuçin, Düşünce Tarihi, Bulut Yayınları, s.393-405

[9] Skirbekk ve Gilje, a.g.e., s.368

[10] Emine Asan Yamanlar, İnsanlığın Ortak MirasıUygarlık, Erel Yayıncılık, s.420-428

[11] Prof. Dr. Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Bilgi Yayınevi, s.471-492

[12] Çiğdem, a.g.e., s.89

Prof. Ioanna Kuçuradi: “Okullarda felsefe öğretsek 20 yıl sonra farklı bir Türkiye olur”

Gençler İçin Batı Felsefesi

İlk Çağ Felsefesi Nedir?