DÜŞÜNCE

Anne Kalbi

Yakın geçmişte antropologlar ile davranış bilimciler, insan toplulukları arasında annenin çocuğa karşı davranışlarına dair pek çok araştırma yapmışlardır. Bu davranışlar içerisinde, bildik sevme, okşama ve temizleme faaliyetleri özel bir açıklama gerektirmese de, annenin çocuğunu kucağında tutuş biçimi oldukça dikkat çekiciydi. Amerikalı bilimcilerin titizlikle yaptıkları gözlemler, annelerin yüzde 80’inin çocuklarını sol kollarında taşıyıp vücutlarının sol tarafına yasladıklarını ortaya çıkarmıştı. Ayrıca yüzyıllar boyunca çizilmiş olan 466 Meryem ve İsa tablosu bu amaçla incelendiğinde bunlardan 373’ünde Meryem’in İsa’yı göğsünün sol tarafında tuttuğu görülüyordu. Yani burada da oran aynıydı, yüzde 80’di.

Meryem ve İsa bebek.

Neden böyle bir tercih yapıldığı sorusuna verilen ilk genel cevap, çoğu kişinin kullandığı sağ elin kolaylıkla hareket ettirilebilmesi adına boşta bırakılması olacaktı. Fakat sağ ellerini kullanan anneler ile solak anneler arasındaki fark, kesinlikle yukarıdaki açıklamayı kanıtlamaya yeterli değildi. Sonuçlar, sağ ellerini kullanan annelerin yüzde 83’ünün, buna paralel olarak solak annelerin de yüzde 78’inin çocuklarını sol kollarında taşıdıklarını gösteriyordu. Bir başka deyişle solak annelerin sadece yüzde 22’si çocuklarını sol kolları serbest kalacak biçimde taşımaktaydı. Keza kadınların paket taşırken hangi ellerini kullandıkları konusundaki izlenimlerden ortaya çıkan sonuç da hayli ilginçti. Kadınların yüzde 50’si paketlerini sol, diğer yüzde 50’si ise sağ ellerinde taşımayı tercih etmekte idiler. Yani bebek taşırken olduğu gibi belirgin bir tercihleri yoktu. Bütün bunlar da daha derinlerde bir başka açıklamanın aranması gerektiğine işaret ediyordu.

Tek bir ipucu kalıyordu ki, o da annenin kalbinin vücudun sol tarafında olmasıydı. Ortaya atılan tez, belki de ceninin daha ana rahmindeyken ananın kalp atışı sesine koşullandığı, bu sesin içine işlediği idi. Eğer tahminler doğruysa, doğumdan sonra rahimdeki bildik sesi yeniden bulmak, yabancı ve ürkütücü bir dünyaya fırlatılıp atılan çocuğun üzerinde rahatlatıcı bir etki yapıyor olmalıydı. Ondan ötürü anne, ya içgüdüsüyle ya da bilinçsiz olarak uyguladığı eleme metodu sonucu, çocuğun sol tarafta kalbe yakın tutulduğu zaman sağ tarafta tutulduğundan daha rahat ettiğini fark edebilecekti. Bu, ilk bakışta biraz uzak bir ihtimal gibi görünse de, en doğru açıklamayı sunduğu sonradan deneylerle kanıtlanacaktı.

Hastanelerdeki bebek odalarında yapılan deneylerde grup halindeki bebeklere uzun bir süre normal kalp atışının, yani dakikada 72 atışın banda alınmış sesi verilecekti. Her grup, dokuz bebekten meydana gelmekte ve hepsinde en az bir bebek zamanının yüzde 60’ını ağlayarak geçirmekteydi. Kalp atışı bandı çalıştırıldığında bu oran yüzde 38’e düşüyordu. Sesi dinleyen ve dinlemeyen gruplara verilen besin aynı olmasına rağmen, dinleyen bebeklerin daha çok kilo aldıkları da gözlenmişti. Bunun açıklaması da kalp atışı sesi dinletilmeyen bebeklerin aşırı ağlamaları sonucu daha fazla enerji kaybettikleri idi.

Daha büyük bebeklerde uyku zamanlarında yapılan bir diğer deneyde ise, bir grupta oda sessiz tutulmuş, birinde banda alınmış ninniler çalınmıştır. Üçüncü bir grupta dakikada 72 vuruş temposu ile çalışan bir metronom kullanılmış; bir diğer grupta da odaya gerçek bir kalp atışının bandı alınmış sesi verilmiştir. Sonra bu gruplardan hangisinin daha önce uyuduğu saptanmış ve kalp sesini dinleyen grubun diğer grupların uyuması için gerekli zamanın yarısında derin bir uykuya daldığı görülmüştür. Bu deney yalnızca kalp atışının yatıştırıcı bir etkisi olduğunu göstermekle kalmamış; sonuç almak için kalp atışının bir benzerinin değil, kendisinin önemine işaret etmiştir. Metronomla taklit edilen ses hiç olmazsa bebekler için geçerli olmamakta ve böylece annelerin çoğunlukla neden çocuklarını sol kolda taşıdığı sorusu da iyi bir cevap bulmaktadır.

Bu kalp atışı şartlanması bir kere tespit edilince başka ne gibi sonuçlar doğuruyor olabileceği de merak edilmiştir. Örneğin annelerin çocuklarını sallayarak uyutmalarının da buna bağlı olabileceğini fark etmek zor değildir. Çocuk hemen hemen kalp atışı temposunda sallanır ve bu ona ana rahmindeyken duyduğu o ritmik atışları hatırlattığı için huzur verir. İş bununla da bitmez ve ana kalbinin atış temposu yetişkin hayatımızda da etkisini sürdürür. Beklerken ya da bir gerilim altındayken durduğumuz yerde bir ileri, bir geri sallanırız ve sallanma hızımız kalp atış hızına yakındır. Çünkü bireyin, belli bir durum içerisinde bulunmaktan duyduğu rahatsızlığı, o andaki koşullar imkan verdiği ölçüde karşılamak için başvuracağı yatıştırıcı, ana rahminde dinlediği bildik tempoya sığınmaktır.

Güvensizliğin var olduğu her yerde ya da rahatlama ihtiyacının hissedildiği her durumda kalp atışının yatıştırıcı ritmine şu ya da bu biçimde rastlamak mümkündür. Mesela İslam dünyasındaki tarikat ve cemaatlerin başlarını sallayarak zikir yaparken takip ettikleri ritimlere dikkat ederseniz, genellikle kalp atış ritmini simüle ettiklerini fark edersiniz. Folk ya da dans müziğinin ritminin zayıftan kuvvetliye bağlanması bir rastlantıdan ibaret değildir. Burada da sesler ve hareketler, bunları yapanları rahmin içindeki güven dolu dünyaya geri götürmeye yararlar. Ergenlik çağı müziğinin sallanma (rock) müziği olarak adlandırılması da yine rastlantıdan fazlasıdır. Hatta son zamanlarda bu müzik daha da açıklayıcı bir ad almış ve atış (beat) müziği denmeye başlanmıştır.

Kalbi ön plana çıkarma eğilimimizi dillerimizde ve edebiyatlarımızda da koruyoruz. İçinde yaşadığımız bilim çağında aklın, bilincin, duyuların ve duyguların tamamının beyinde başlayıp beyinde bittiğini, beynin bütün bunların fiziksel sürücüsü olduğunu verili kabul ediyor; kalbin ise vücuda temiz kan pompalayan bilinçsiz bir et ve kas öbeği olduğunu biliyoruz. Yine de bize yüz vermeyenlere “beyinsiz” değil, “kalpsiz” diyoruz. Aşklarımızın tadı kaçtığında “beyin kırıklığından” değil, “kalp kırıklığından” bahsediyoruz. Sevgililer günü kartlarında okuyla beyni değil, hala kalbi delen bir aşk meleği resmediliyor. Ölmüş sevdiklerimiz beynimizde değil, “kalbimizde yaşamaya” devam ediyorlar.

Kısacası antropologlar, davranış bilimciler, psikologlar ve dilciler tarafından ortaya konan çok sayıda bilimsel deney ve gözlem, var oluşumuz boyunca en çok güven duyduğumuz ve huzurlu olduğumuz yerin, annenin kalp atış sesinden başka ses olmayan ana rahmi olduğunu, doğduktan ve büyüdükten sonra da ne zaman yatışıp sakinleme ihtiyacı hissetsek aynı ritme sığınmanın bir yolunu bulduğumuzu gösteriyor. Büyük Türk şairlerinden Cahit Sıtkı Tarancı, aşağıdaki dörtlüğünde adeta bu yazının bütün konusunu özetliyor:

Anne, sana kim dedi yavrunu doğurmayı?

Sanki karnında fazla yaramazlık mı ettim?

Senden istemiyordum ne tacı, ne sarayı,

Karnında yaşıyordum, kafiydi saadetim.

 

Bütün anne okuyucularımızın anneler gününü kutlarım…