DÜŞÜNCE Evren

Güneşin Altında Yeni Bir Şey Var Mı?

Bir zamanlar hayat bugünkünden sadeydi. Din, felsefe, bilim, hepsi aynı şeylerdi… Üniversiteyle kilise birdi. Papaz, feylesof, hekim iç içeydi… Rektör, provost, doktor gibi unvanlar aslında kilise yöneticilerinin etiketleridir. Bilim doktorasına batıda hâlâ felsefe doktorası denmesi bundandır. Doğuda da anlayış çok farklı değildi. Bugün bile, üniversite öğretim üyelerine de camide vaaz verenlere de hoca deriz. Farabi, felsefe ile dinin aslında aynı gerçekleri söylediğini, fakat avam felsefeyi anlayamayacağından onlara hakikatlerin din zarfına konulup iletildiğini söyler.

Milyarlarca yıl önce dünyanın bütün kıtaları nasıl Pangea denilen tek bir kara parçası halinde bitişik idiyse, 17. asırda da insan düşüncesinin kıtaları henüz birbirinden ayrılmamıştı. Milyarlarca yıl demişsek, o çağlarda dünyanın yaşı öyle dört, beş milyar değil en fazla 6 000 yıldı. Hristiyan bilim adamları, yani feylesofları, yani papazları, Tevrat’ın yaratılış bölümünde Âdem’den itibaren sayılan peygamberlerin yaşlarını birbirine ekleyip 4 ilâ 6 000 yıl arasında bir rakam buluyordu.

Dünya kâinatın merkezindeydi. Her şey onun etrafında dönüyordu… O her şey de aslında dört şeydi. Dört elementten ibaretti: Ateş, toprak, hava ve su… Tıp da basitti. İnsan vücudunda da sadece dört ana unsur vardı: Ateşe karşılık sarı safra, toprağa karşılık kara safra, havaya karşılık kan ve suya karşılık balgam. Bunların bir kısmı soğuk, bir kısmı sıcak, bir kısmı ıslak, bir kısmı kuruydu. Sağlıklı insanda bunlar denge halindeydi ve bu denge bozulursa hastalanırdık. Sulandıysak kurumakla, soğuduysak ısınmakla tedavi edilirdik. Genellikle bu tedaviler pek işe yaramaz ve erkenden ölüverirdik.

Güneşin altında yeni bir şey var mı yoksa?

Bu bilgiler nereden geliyordu? Çok eskilerden. Dinî kitaplardan ve yine çok eskilerde bu kitapları yorumlayan kilise babalarından, keşişlerden… Sonra Yunan filozoflarından, mesela Aristo’dan, mesela Hipokrat’tan… Bir fikrin, iddianın yazılması onu değerli kılmaya kâfiydi. Okuma bilen pek az insan vardı. Yazanlar ondan da pek azdı. Bu kıtlık hâli yazılmışı değerli kılardı. O yüzden birisi bir fikre itiraz edecek olursa ona Es steht gescrieben ~ öyle yazılmış” derdiniz, bu sizi haklı çıkarmaya yeterdi. Anlayacağınız, bilgi eskilerde, çok eskilerde yaratılmıştı; belki dünyayla beraber. Ne kadar eskiyse, o kadar iyiydi. En en en eskide cennette değil miydik zaten! Bilim demek, bu eski bilgileri birinin size okuması, sizin de bunları ezberlemeniz demekti. Sonra yaşınız kemâle erince siz de onları başkalarına ezberletirdiniz… Bu kıyamete kadar böyle sürüp gidecekti. Kıyamet dediğiniz de öyle pek uzakta değildi. Alametleri her gün görülmekteydi. Ahdi Atik’in Hazreti Süleyman’a hitaben yazılan Ecclesiastes babında ne deniyordu (1:9 ve 10):

Olmuş olan olacak olandır
ve yapılmış olan yapılacak olandır
ve güneşin altında yeni hiçbir şey yoktur.

Hakkında “Bak, bu yeni”
Denilen bir şey var mı?
Bizden önceki çağlarda da
O hâlihazırda mevcuttu.

Bu resim daha çok Ortaçağ Avrupa’sına aittir ama “eski iyidir” bizde de geçerliydi. Eskilerin yaptıklarını yapmaya devam etmek, eski kurallara kutsiyet atfetmek de insan fıtratında var. Töre, şeriat, Roma’nın Mos Maiorum’u… Şeriat, yol kökünden geliyor. Mos Maiorum da, eskilerin yolu demek.

Mehmet Genç, Osmanlı’daki gelenekçilik anlayışını şöyle anlatır: Eskiden beri süregelen ve dolayısıyla şu andaki hâlimiz, doğru olandır. Bu hâlden herhangi bir sapma kötüdür. Çünkü doğru tektir. Yanılmanın ise sonsuz yolu vardır. Bugün yapılmakta olan, eski çağlardan beri yapıldığına göre, bugün yapılan işte o tek doğrudur. Bu ilke kaynaklarda şu ifadelerle dillendiriliyor: “Kadimden olagelene aykırı iş yapılmaya”. Peki, kadim nedir? “Kadim odur ki, onun öncesini kimse hatırlamaz.

Dünya güneşin etrafında dönüyor” dedi diye Galile’nin Engizisyonca yargılanmasının temelinde bu yenilik (bid’at) günahtır anlayışı vardır. Çünkü aslında Engizisyonun savunduğu dünya merkezli Batlamyus (Ptoleme) sisteminin Tevrat veya İncil’le doğrudan bir ilgisi yoktur ama eskiliğinden dolayı itaat edilmesi gerektir. Kaldı ki skolastik literatür Batlamyus sisteminin etrafında dine benzer bir yapı oluşturmuştu. İyi ruhlar, melekler, cennet ve Tanrı’nın makamı Ay yörüngesinin üstünde, soğanın katmanları gibi kat kat yükselirdi. Bu katlar yedi adetti. Aşağılık dünya bu yörüngenin altındaydı. Cehennem, şeytan ve kötü ruhlar da yerin altında… Bu karanlık katmanlar da yedi kattı. Yedi kat gökyüzü ve yedi kat yerin dibi… Merkezde dünya yok, güneş var deyip de her şeyi alt üst etmek olacak iş miydi!

ÖKSÜZ, İ. (2016) Millet ve Milliyetçilik. Ankara: Panama Yayıncılık.

Prof. Dr. İskender Öksüz

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...