DÜŞÜNCE

Okumanın Anlamı ve Boyutları

Metinler ve sözler yazıdan ve sesten ibaret değildir. Kâinat bir kitaptır, başta insan olmak üzere kâinattaki her varlık okunması gereken metinlerdir. Başta insan olmak üzere diyoruz çünkü içerisinde bulunduğumuz mekânı (evrenimizi) bütün boyutlarıyla birlikte insan türü algılamalarının dışında bir başka türün algısıyla kavramamız mümkün değildir. Muamma diye bir şey yoktur. Muamma dediğimiz şey, bakış açımızdaki yetersizliğin ifadesidir. İşbu yetersizliğimizi hem kısmen hem de göreceli olarak telâfi etmemizin yoluysa sanat ve bilimden geçmektedir. Her iki etkinlik alanımızın ortak paydaları duygu ve akıldır. Aklın bir ürünü olarak sanatta duygu daha baskın görünürken duygularımızın olumlu ve olumsuz etkilerinden uzak duramayan bilimde ise akıl yürütme daha ağır basmaktadır. Mukayese ve muhakeme, ikisi birlikte, muamma dediğimiz bilinmezliklerin şifrelerini çözme metotlarıdır.

Okumak dediğimiz şey budur. Okumak fiili ile söylemek fiili birbirine çok yakındır; ikisi arasındaki sınır kaypak bir sınırdır. Bir örnek: “Şarkı okumak mı, şarkı söylemek mi?” Okuyan biz insanlarızdır ama söyleyen/konuşan evrendir. Doğanın sesini işitiriz, dinleriz ve anlamaya çalışırız. Her algımız görecelidir. Varlık var olması itibarıyla mutlaktır fakat bizim herhangi bir varlığı algılayışımız mutlak doğru değildir. Bunun içindir ki bilim ile şüphe beraberdir. Biz insanlar tavşanı tavşan olarak algılıyoruz ama sincap türü ya da aslan türü acaba tavşanı nasıl algılıyor? İnsan dışındaki canlı türlerinin kavrayışları muhtemelen mekaniktir. Verili olanı sorgulamaksızın algıladıkları apaçık malumdur. Ne var ki insan türünün kavrayışında sanatsal ve bilimsel okuma önkoşuldur. Şüphenin bulunduğu yerde mekanik algıya itibar edilemez.

Okumak külfetlidir. Külfetten kaçınmak ise konfordur. Dogmatizm buradan doğuyor. Skolastik bağnazlığın arka planındaki unsurlardan birisi üşengeçliktir. Hareket felsefesi dogmatizmle bağdaşamaz. Alberto Manguel’e kulak verelim: “Şeytan kendi kötü emelleri uğruna kutsal kitaptan pekâlâ alıntı yapabileceği için uyuyakalmamalı, oyalanmamalı ya da sahte vaizlerin sözlerine kulak vermemelidir. Onun yerine dünya metninde Tanrı’nın hakiki sözünü çıkarmaya çalışmalı, bir yandan da şeytanın dünya sayfasının satır aralarına yerleştirdiği ayartı ve tehditlerle onu doğru yoldan saptırmaya kalkışacağını aklından çıkarmamalıdır.”[i] Uyuyakalmaması ve oyalanmaması gereken elbette insandır. Manguel’in sözlerini kutsallık dışından okursak, metafizik şeytanın yerine hareketin karşıtı olan durağanlığı koyabiliriz. Okumalarımızı ille de metafizik pencereden bakarak yapmamız gerekmiyor. Elbette bu bir tercih meselesidir. Dindışı pencereden baktığımızda Manguel’in dem vurduğu şeytanı miskinlik, hareketsizlik ve akıl dışılık olarak tanımlayabiliriz. Sahte vaizler iblisin sözcüleridir. Zaten göreceli olan okumalarımızı büsbütün çığırından çıkartarak bizleri yanılsamalara sürüklerler bu sahte vaizler.

Sanatçıların ve bilim adamlarının çalışmaları birer okumadır. İnsanı, dünyayı ve evreni okumaya çalışıyorlar. Tanrı’nın hakiki sözü evrenin yasalarıdır. Bu yasaları bizler koymadık; tam tersine hazır bulduk. Verili yasaları okuyarak varoluşumuzu kavrama ve sürdürme gayretindeyiz. Verili (hazır bulduğumuz) yasaların yanı sıra kendimizin koyduğu yasalar da vardır. Bunlara “inşa edilmiş yasalar” diyelim. İnşa edilmiş yasalar evrensel kitabın yasalarıyla yeterince uyuşmadığında birtakım sorunlar türeyebiliyor. Uyuşmanın daha baskın çıkması ise yaşantımıza olumlu destek sağlıyor. Trafik işaretlerini okuduğumuzda trafik kazası yapma riskimiz azalıyor. Tıp öğrencisinin kadavrayı okumasıyla hastalıklar bertaraf edilebiliyor. Takvim yapraklarını okuduğumuzda insanın zaman karşısındaki bocalaması hafifliyor. Notaları okuduğumuzda ise psikolojimizi besleyen ahenkli sesler üretiyoruz. “Derinden bir yakınlık duyduğumuz bazı yapıtları okurken, deyimin tam anlamıyla o yapıtın ‘yandaşı’ oluruz.”[ii] Tanrı’nın hakiki sözü olmasından ötürü evren kitabının mı yoksa sahte vaizin mi yandaşı olacağımıza karar vermek bizlere düşmektedir. Şeytanın fısıltısı okumaya engeldir, dolayısıyla gerçek sanata ve gerçek bilime terstir. Sanatsal ve bilimsel okumaları mutlak doğru kabul edemeyiz çünkü o okumalara mutlak doğru muamelesi yaptığımızda sahte vaizin tuzağına düşmüş oluruz. Kaldı ki o okumalar mutlak doğruyu yakalayabilseydi sanat ve bilim kendi ipini çekmiş olacaktı.

Duygu ve aklın Bergson’daki karşılığı olarak içgüdü ve zekâyı buluyoruz. Sanatçının keşfinde (varlıkları okumasında) içgüdünün payı küçümsenemez. Yine de içgüdünün mekanikleşmesini zekâ önlüyor. Sahte vaizin fısıltısı içgüdülere yöneliktir. İnsanı tavlamanın ve ayartmanın en kolay yolu duygulara seslenmektir. Kutsal kitaptan kâh alıntı yaparak kâh satır aralarına ayartı ve tehditleri yerleştirerek insanı doğru yoldan saptırmak demek dünya kitabını tahrif etmek demektir. Keyfiyeti teoloji bağlamında ele alırsak, tahrif etmek de tahrife eyvallah çekmek de günahtır. Durağanlık harekete düşmanlıktır. Manguel’in İbn Arabi okuması şöyledir: “Varoluşun kökeni harekettir. Hareketsizlik varoluşun içinde yer alamaz, çünkü varoluş hareketsiz olursa, kaynağına yani hiçliğe geri döner.”[iii]

Birer varoluş okuması olarak sanat ve bilim durağanlık karşısında ölmeye yazgılıdır. Toplumların çürümesi ölümdür ki çürüyüşün nedeni hareketsizliktir. Sanat ve bilim yeterince devingen değilse toplumsal ölüm kaçınılmazdır. Minyatür sanatının tek boyutluluğu Doğulu toplumlardaki durağanlığa bir işarettir. Hat sanatının estetik başarısının nedeni ise kendisini çoğaltabilmesindedir.

Edebiyat eleştirmeni Wayne C. Booth anlatmak ve göstermek ilintisini irdelemeye şöyle başlar: “Hikâye anlatıcısının en bariz yapay araçlarından biri, aksiyonun yüzeyinin altına inerek karakterin zihni ve kalbi konusunda güvenilir bir bakış açısı elde etmektir.”[iv] Kurmaca olması bakımından her anlatı zaten yapaydır; her okuma da yapaydır çünkü anlatmak demek evrenimizi okumak demektir ve sanattaki gerçekçilik kaygısı veya gerçeği arayıp bulma hedefiyle birlikte her sanatsal yaratı kurgusal olduğu için görecelidir. Aksiyonun yüzeyinin altına inmekse daha derin okumalar yapmaya yeltenmektir. Bakış açısı ne kadar güvenilir olursa olsun derinlikli okumalar da görecelidir. İhtilaf buradan çıkıyor. Okumak tek yönlü değildir. Bütün organlarımızla okuyoruz. Kulağımızın işitmesi, burnumuzun koklaması, gözlerimizin görmesi muhtelif okuma yöntemleridir. Tek yönlü okuma yapamadığımız için ihtilaf zorunludur. Bu nedenle okumak külfetlidir. Parçalanmış evrenimizde yalın gerçeği (bütünlüğü) keşfetmeye uğraşırken çok yönlü okumalar yapmak zorunda kalmışlığımız bizleri daha da savuruyor. Ama bu savruluş hareketin kendisidir. Aksiyonun yüzeyinde kaldığımızda (külfetten kaçındığımızda) evrensel kitabın içindekiler kısmını okumakla yetinmiş oluyoruz. Kurtarıcı Mesih beklentisi budur. Nasılsa Mesih gelecek ve bize anlatacak, şu halde bizler Tanrı’nın evren kitabını okumasak da olur. Sözlü kültürlerin baskın çıktığı yerde beklenti esastır. Kur’an-ı Kerim’in okunmamasının (hatim indirmek adı altında yalnızca görsel olarak okunmasının) arka planında bu beklenti konformizmi yatmaktadır. Kur’an-ı Kerim’i duvarların en yükseğine astığımızda onu geldiğine inandığımız göklere geri göndermiş oluyoruz.

Sanat ile bilimin aynı derecede saygınlık görmesinin nedeniyse her ikisinin de aksiyonun yüzeyinin altına inme çabasıdır. Bilimle uğraşmak bir sanattır ve sanat peşinde koşmak düpedüz bilimdir. Söyleyen/konuşan evrendir demiştik. Biz insanlar okumanın (bilimin ve sanatın) külfetinden kaçındığımızda kendimizden kaçmış, kendimize daha da yabancılaşmış olmaktayız. Çünkü konuşan evrenin/doğanın bir parçası olmamız itibarıyla biz insanlar da konuşmaktayız. Kaçınmak demek kendi sesimizi dinlemeyi reddetmek demektir. Kendimizi okumaktan uzak durduğumuzda kendimize yabancılaşıyoruz. Okuma edimi, görmek ve anlamaktır. En azından göreceli de olsa anlamaya çalışmaktır.

[i] Alberto Manguel, Metafor Olarak Okur (Gezgin, Kule ve Kitapkurdu), sayfa 53, YKY, İstanbul 2016

[ii] Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası, sayfa 18, İthaki Yayınları, İstanbul 2013

[iii] Metafor Olarak Okur, sayfa 43

[iv] Wayne C. Booth, Kurmacanın Retoriği, sayfa 15, Metis Eleştiri, İstanbul 2012