DÜŞÜNCE

YARATICI İNSAN

Kendisini sosyal psikolog olarak tanımlayan W. I. Thomas teorik zeminde üç insan tipi belirliyor ve bu üç insan tipine şu adları veriyor: Filistinli, Bohemyalı ve Yaratıcı İnsan.

Thomas’ın kurguladığı bu üç insan tipinden birincisi olarak Filistinli muhafazakârdır. Yeniliklere kapalıdır. Değişim karşısında ürkektir. Filistinli durağandır. Onun karakteri statükoya dayanır. Yenilikler karşısında isteksizdir ama statükoya (mevcut toplumsal yapıya) yönelik bir tehdit sezdiğinde mücadeleye girişmekten, mevcut durumun bozulmasını engellemek uğrunda gerekirse ölümüne direnişten kaçınmaz. Bununla birlikte Filistinlide tekâmül yok denecek kadar zayıftır. Bohemyalı ise büsbütün tersidir. Bohemyalı her türden yeniliğe ve değişime pervasızca açıktır. Bohemyalı için yerleşmiş durumlar önemsizdir. Yeniliklere intibak yeteneği çok yüksek olan Bohemyalı toplum kurallarından sürekli olarak kaçma eğilimindedir. O bir devrimcidir.

Thomas’a göre ideal tip Yaratıcı İnsan tipidir. Yaratıcı İnsan ne tam muhafazakârdır ne de tastamam devrimcidir. Filistinli gibi durağan olmamakla beraber Bohemyalı gibi de pervasız değildir. Yaratıcı İnsan’ın karakteri oturmuştur, fakat değişime daima hazırdır. Yaratıcı İnsan nazarında yerleşik değerler de yenilikler de önemlidir. Yaratıcı İnsan dengelidir. Yaratıcı İnsan yeni yaşam biçimlerini arzu eder, kaçınılmaz olan değişimi kolayca kavrar ve kendi muhitine bu zorunlu değişimleri uyarlar. Ürkek değildir. Tutucu da değildir. Ne var ki gözü kapalı devrimcilik serüvenine de atılmaz. Onun tavrı akılcıdır (rasyonel) ve onun tavrı gerçekçidir (realist). Sürekli olarak yeniliklerin peşinde koşan Yaratıcı İnsan kendi geleneklerini yenilikler karşısında bir engele dönüştürmez.[i]

Thomas’ın kuramında, insan, gelişigüzel hareket etmez. İnsan, faaliyetlerini dengeli bir düzen dâhilinde organize etmek zorundadır. Thomas buna yaşam organizasyonu diyor. İnsan, kâh yeniliklere yönelik bir arzu duyar, kâh istikrarlı bir hayat ister. Anlaşılıyor ki yaşam organizasyonunun yapısı muhafazakârlıkla pervasızlık arasındaki dengeye bağlıdır. Bu denge sağlanamadığı takdirde yapı bozulacak, sağlıksız bir görünüm kazanacaktır. Uçarıca bir ömür süren kişilerin belirgin kimlikleri yoktur. Daha doğru ifadeyle, onların bir yönü, bir hedefi, bir sağlam zemini yoktur. Halk dilinde buna gününü gün etmek diyoruz. Bu tipten insanların savruk tavırlarında hiçbir değer yargısı göremiyoruz. Hovardalıklarıyla hem kendilerini hem de hayatlarını tüketiyorlar. Bağnazlık derecesindeki muhafazakâr tiplerse yeni bir şey ortaya koyamıyorlar. Bu anlamda onlar da tükeniyorlar, değişen hayatın gerisine düşüyorlar. Şu halde sağlıklı bir toplum inşa edebilmenin yolu iki zıt kutup arasında durmaktan geçmektedir. İstikrarlı bir hayat uğrunda kişinin ve toplumun kendisini yeniliklere kapaması durumuna bir örnek olarak değişen Batı karşısında Doğu’nun değişime kayıtsız kalmasını gösterebiliriz. Bu kayıtsızlık Şark dünyasının çöküşünü hazırlamıştır. Ortadoğu toplumları içerisinde Batı’daki değişimlere ve yeniliklere en fazla uyum sağlayabilen yegâne toplum Batı Türklüğü olmuştur. Çünkü Türkler yeniliklere açıktırlar. Bozkır medeniyetinden İslam medeniyetine kolayca geçmeleri ve hatta kısa sürede İslam medeniyetinin temsilcisi durumuna yükselmeleri Türklerdeki bu yeniliklere uyum yeteneğinden kaynaklanıyor. Sonrasında Şark kendisini tüketince Türkler yön değiştirmesini bilmişlerdir. Fakat yeniye tam anlamıyla uyum sağlayamamalarının nedeni kendi içlerindeki muhafazakârlık eğiliminin güçlü olmasıdır.

Thomas yaratıcı insanın yeni biçimleri arzu ettiğini, durumları yeniden tanımlayabildiğini ve yeni realiteler üretebildiğini söylüyor. Yaratıcı İnsan sosyal değerleri ve normları gözden geçirip ıslah edebilmektedir. Biz buna mevcudu güncellemek diyebiliriz. Yaratıcı insanın yeni biçimleri arzu etmesi Bohemyalıdaki savrukluktan uzaktır. Sağlam bir zemin üzerinde hareket eder yaratıcı insan. Kendisine ve çevresinin imkânlarına güvenir. Çevresinin köhneleşmişliği vaki bile olsa bu köhneleşmişlik durumu yaratıcı insan için itici güçtür. Bu bağlamda sosyal alışkanlıklar (gelenekler, örfler ve benzeri yerleşik unsurlar) yaratıcı insanın önünde engel teşkil etmezler. Tam tersine teşvik edicidirler. Cahit Tanyol, sosyal alışkanlıklar ferdin özgürlüğüne baskı yapmak şöyle dursun, ona yardımcı olurlar diyor. Biz ferdî hayatımızda ayaklarımızın alışkanlığına ne kadar şey borçluyuz diye de ekliyor. Yürümemiz bir alışkanlık olmasaydı da, bir bilinç işi olsaydı, her dalgın ânımızda tökezleyip yere düşerdik. Nasıl ki ferdî alışkanlık, yürüme işini bozacak yerde düzene sokuyorsa gelenekler de toplum içinde hareketlerimize düzen vererek bize kolaylık sağlıyor.[ii]

Mustafa Kemal Atatürk bir yaratıcı insan olarak yeni biçimleri arzu etmiş, gerekli görmüş, Bohemyalının savrukluğuna düşmemiş, körü körüne bir maceraya atılmamış, Filistinlinin durağanlığını reddetmiş ve sosyal alışkanlıklar dediğimiz Türk gelenekleri üzerinden yeni zamanlara uyumlu bir canlanmanın koşullarını hazırlamıştır. Çünkü yeni bir hayata gereksinim vardı. Yeni Hayat şuurlu bir hedef idi. İkbal Vurucu bunu şöyle ifade ediyor: Türkiye Cumhuriyeti sosyolojik bir gerçeklik olarak, Türk kültür alanına göre somutlaşan bir siyasi yapılanma değil, mevcut siyasi sınırlar ekseninde kültürün ve toplumsal örgütlenmenin yeniden formüle edildiği bir sistemdir. Vurucu’ya göre, Osmanlının çöküş sürecinin getirdiği tükenişle Yeni Hayat arayışına girilmiş, tükeniş şartlarının zorlaması Yeni Hayat’ın inşasını başlatmıştır. Çünkü yıkılan devlete ve topluma yeni bir model gerekiyordu.[iii]

Atatürk, gelenekler üzerinden yeni zamanlara uyumlu bir canlanmanın koşullarını hazırlamıştır dediğimizde hemen itiraz gelecektir. Atatürk gerçekten de geleneğe yaslanmıştır, fakat bu gelenek, ağırlıklı olarak, son bin yılın geleneği değil, kadim gelenektir. İtirazlar burayadır. Açıkça söylersek, Atatürk, Türk milletini Ortadoğululuktan koparmayı hedeflemiştir. Son bin yılın geleneğiyse buna direnmiştir. Cahit Tanyol, töre ve âdetlerin hiç değişmediği toplumların dejenere olduklarına işaret ediyor. Atatürk, doğru veya yanlış, son bin yıllık geleneğin tükendiği kanısındadır. Ahmet Yılmaz Soyyer bir sosyal medya paylaşımında Şark dünyasının artık insanlığa verebileceği hiçbir şeyinin kalmadığına ilişkin fikrini açık yüreklilikle söylemiştir. Hüseyin Nihal Atsız da, son bin yılı inkâr etmemekle beraber, bin yıl öncesinin kadim kültür kodlarını kendi ülküsünün merkezine koyanlardandır. Ahmet Hamdi Tanpınar ise buhranlarımızın kaynağı olarak son bin yılımızdan keskin kopuşu gösterir. Tanpınar’a dair bir makalesinde Recai Özcan, Tanpınar’ın kendisinin birçok metninde medeniyetin özünün insanda, insanların gündelik yaşamında, mazi ile ânın birleşiminde ve halkın samimi dünyasında bulunduğuna inandığını belirtiyor. Yenilikçi bir muhafazakâr olarak Tanpınar son bin yılımıza yabancılaşmamızdan yakınırken, Atatürk kesinkes ve Atsız kesinkese yakın bir duruşla bin yılın öncesindeki kadim kültür kodlarımıza çağdaşlaşarak dönüşü kurtuluş reçetesi olarak görmüşlerdir.

Her ne olursa olsun, bütün bu farklı yaklaşımlara rağmen, Atatürk de, Tanpınar da, Atsız da ve diğerleri de bizim hayatımızda bir şeylerin tükendiğinin, yozlaştığının, eskidiğinin ve bizi Yeni Hayat karşısında tökezlettiğinin farkındadırlar. Her biri bir uyanışın, bir arınmanın ve bir yeniden canlanmanın gerekliliği konusunda hemfikirdirler. Recai Özcan’ın saptamasıyla, Tanpınar’ın Acıbadem’deki Köşk adlı hikâyesinin mesajı şudur: Batı medeniyetinin ürettiği makineyi, çarkçı yüzbaşılığı yapmış bir kişi, ancak ‘teknik olarak’ bilir ve kullanır. Bunun dışında makineyi icat eden zihniyetin mantığına/bilgisine ‘birdenbire’ ulaşmasının imkânı yoktur. Batı medeniyetinin yüzlerce yılda ortaya koyduğunu Doğulu zihniyet bir anda yapacağını zanneder. Gerçekte ise Amerika’yı yeniden keşfederek Garplı olunamaz.[iv] Son söz olarak, Türklüğün kaderi üzerinde etkili olmuş her isim doğrularıyla ve yanlışlarıyla birer Yaratıcı İnsan’dır. Halk ağzıyla söylersek, hiç hata işlememiş olanlar hiçbir şey yapmamış olanlardır.

 

 

[i] W. I. Thomas’ın üç insan tipi için bakınız: Anton C. Zijderveld, Soyut Toplum, sayfa 44-46, Pınar Yayınları, İstanbul 1985

[ii] Cahit Tanyol, Din Ahlâk Lâiklik ve Politika, sayfa 42, Okat Yayınevi, İstanbul 1970

[iii] İkbal Vurucu, Turan Ülküsü, sayfa 91, Kripto Yayınları, Ankara 2017

[iv] 56 makaleden oluşan Bir Güneş Avcısı Ahmet Hamdi Tanpınar adlı kitaptaki Recai Özcan’ın Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Anlatılarında “Medeniyet Buhranı” ve “Zihniyet İkiliği” Temaları Üzerine Bazı Tespitler başlıklı makalesi, Doğu Kütüphanesi, İstanbul 2018