DÜŞÜNCE

Zeytin Dalı Harekâtının Sonrası

18 Mart 2018 günü sabah saatlerinde Afrin kent merkezinin ve Mabatlı belde merkezinin kontrol altına alınmasından sonra, artık Zeytin Dalı Harekâtında sona yaklaşıldığı anlaşılmaktadır. Afrin kent merkezinin kuzeyinde bulunan kırsal kesimdeki etrafı tamamen muhasara edilmiş olan bölgenin de temizlenmesinin ve orada sıkışıp kalmış olan teröristlerin etkisiz hâle getirilmelerinin uzun sürmeyeceğini varsaymak için müneccim olmaya gerek yok. Kent merkezinin teslim alınmasının Çanakkale Deniz Zaferinin yıldönümüne denk getirilmesinin millet vicdanında büyük bir heyecana sebep olduğuna şüphe yok. Ancak bu coşkun hissiyat içerisinde gözden kaçırılmaması ve dikkat edilmesi gereken bazı hususlar var.

Her şeyden evvel ehemmiyet arz eden mesele, Afrin ilçe merkezinin doğusunda, daha evvel Fırat Kalkanı Harekâtında özgürleştirilen Azez’in hemen altında bulunan Minnak Havaalanından başlayarak Tel Rıfat üzerinden Fırat Kalkanı alanının altından bir hançer misali El-Bab’a doğru uzanan alanın ne olacağıdır. Zeytin Dalı Harekâtı başlamadan, Afrin’de bulunan Rusların Tel Rıfat’a çekildiği bilinmektedir. Diğer taraftan Tel Rıfat’ın terör örgütü tarafından Suriye rejim güçlerine devredildiğine dair haberler de yayılmıştır. Yani harekâtın bu alana doğru devam ettirilmesi durumunda, rejim güçleri ile çatışma tehlikesi doğacaktır. Ancak harekâtın buraları kapsamaması, daha önce Fırat Kalkanı Harekâtında özgürleştirilmiş yerlerin güvenliğini tehlikeye atacaktır. Zira günümüz itibarıyla huzura kavuşmuş ve düzen tesis edilmiş bu bölgenin hemen altında terör örgütü ile irtibatı devam eden ya da kimin hâkimiyetinde olduğu belli olmayan bir alanın bulunması, bu huzur ortamı için bir tehdit unsuru olacaktır. Rusya ile anlaşılarak bölgenin devralınması en makul yol gibi görünmektedir. Ancak elbette bu konuda en doğrusunun ne olduğunu konuya herkesten daha fazla vakıf olan askerî yetkililer biliyordur.

İkinci meseleyi, Afrin’de huzur ve sükûnet sağlandıktan sonra oluşturulacak düzen teşkil etmektedir. Bu düzenin Fırat Kalkanı alanında kurulan düzene koşut bir durum olacağını tahmin etmek zor değil. Muhtemelen yine Türkiye’den gönderilecek danışmanların rehberliğinde, bir mahalli meclis kurulacak ve ilçenin yönetimi Afrin’in yerlilerine verilecek. Ancak nüfus yapısı itibarı ile Afrin’in Fırat Kalkanı alanından ciddi bir farkı var. Terör örgütü DAEŞ’ten alınan yerleşim yerlerinin aksine, Afrin ciddi bir Kürt nüfus barındırmaktadır. Hatta bu Kürt nüfus yıllarca terör örgütünün beslendiği mümbit bir kaynak olmuştur. Ancak bu duruma rağmen, ilçede yaşayan bütün Kürtlerin terör örgütünü desteklediğini düşünmek yanlış olur. Özgür Suriye Ordusuna bağlı birliklerden Ceyşe’l-Şamel isimli grup içerisinde savaşan Azezli Kürtler güzel bir örnek teşkil etmektedirler. Bu Kürt savaşçılar, bilhassa Burseya Dağında terör örgütüne karşı çetin bir mücadele sergilemişlerdir. ÖSO içerisindeki bu Kürtler, benzer durumların Afrin içerisinde de ortaya çıkabileceğinin işareti olarak görülmelidir. Nitekim Ceyşü’l-Nıhbe isimli ÖSO grubunun Kürt komutanlarından Azad Şabo, 23.01.2018 tarihinde yaptığı açıklamada, “Afrin’de halk örgütten kurtulacağı günü iple çekiyor. Afrinliler örgütün ilçedeki ihlallerinden ve zorla silahaltına alma uygulamalarından bıkmış durumda. Örgüt insanların özgürlüğünü çaldı. DEAŞ gibi, kim bir laf ederse tutukluyor. Halka baskıyı arttırıp kızları bile zorla silahaltına almaya başlayınca, bölgedeki Kürtlerin zulmü başladı.” ifadelerini kullandı. ÖSO ve TSK’nın ilçe merkezine girmelerinden sonra ekranlara yansıyan görüntüler, Kürt komutanın bu iddialarını doğrular niteliktedir. Afrin halkının gelenleri çeşitli sevinç gösterileri eşliğinde karşıladıkları görülmüştür. Yerli halkın on binler hâlinde şehri terk etmesi, terör örgütünden duyulan memnuniyetsizliğin bir diğer işareti olarak kabul edilebilir. Halk, şehirde kalıp şehri savunmak yerine, kısmen Fırat Kalkanı bölgesine, kısmen de rejimin hâkimiyeti altındaki bölgelere kaçmayı yeğlemiştir. Ancak yine de ilçede terör örgütünü destekleyen bir Kürt nüfusun bulunmadığını varsaymak safdillik olur. Daha önce de zikredildiği üzere, ilçe geçmişte terör örgütün beslendiği kaynaklardan biri olmuştur.

İlçede var olan nispeten olumlu havanın geliştirilmesi ve sağlamlaştırılması, ilçede kurulacak olan mahalli yönetimin başarılı olabilmesi için hayati önemi haizdir. Bu durumun hayata geçmesi de Kürtlerle birlikte ilçede yaşayan bütün etnik grupların mahalli mecliste nüfusları oranında temsil edilmelerinden geçer. Her şeyden evvel, Türk ordusunun bölgeye götürmeyi vadettiği adalet bunu gerektirir. Terör örgütünün ilçedeki hâkimiyetinden memnun olmadıkları açık olan Arap ve Türkmenlerle ilgili bir sorunun yaşanması beklenmemelidir. Ancak ilçenin Kürt nüfusu hassas bir durumdur. Zira Kürtlerin mahalli yönetimde yeterince temsil edilmemeleri, bölgede tamiri imkânsız bazı sorunlar doğuracaktır. Bu sebepten dolayı, terör örgütünden hoşnut olmayan Kürtlerden oluşacak Kürt temsilcilerin Kürt nüfusun genel ilçe nüfusuna oranı nispetinde mahalli mecliste mutlaka bulunmaları gerekmektedir. Bu temsil hakkı sadece ilçenin asayişi ile ilgili bir durum da değildir. Kurulacak mahalli yönetimde Kürt haklarının gözetilmesi, terör örgütüne boyun eğdirilmiş bazı Kürt gruplarının örgütle aralarını açmalarına, yani örgütte bir çözülme sürecinin başlamasına sebep olacaktır. Terör örgütünün en köklü olduğu yerleşim yerlerinden birinden, hiçbir ciddi direniş gösteremeden çekilmiş olmasının yarattığı psikolojik çöküntü ve itibar kaybı ile birlikte bu durum değerlendirildiğinde, Zeytin Dalı Harekâtı sonrasında Menbic’e ve muhtemelen Fırat’ın doğusuna gerçekleştirilecek harekâtlarda, örgütte çok ciddi çözülmeler beklenmelidir. Yani Afrin’de Kürt haklarının gözetilmesi, terör koridorunun geriye kalan bölgelerine yapılacak harekâtların sonucuna doğrudan etki edecektir.

Afrin’de Kürt nüfusun haklarının ihlal edilmeyip ılımlı Kürt grupları ile işbirliğine gidilmesi, Zeytin Dalı Harekâtına şüpheyle yaklaşan birtakım Kürt kökenli Türkiye vatandaşlarının gönüllerinin kazanılması bakımından da oldukça önemlidir. Yani mesele sadece Suriye’deki terör koridorunu ortadan kaldırmakla ilgili değildir. Türkiye’nin özgürleştirilen bölgelerdeki Kürt nüfusla olan ilişkileri, doğrudan kendi iç barışını da alakadar eden bir durumdur. Güneydoğu Anadolu’da birtakım yerleşim yerlerini tamamen yıkılması ile sonuçlanan sürecin sonunda, terör örgütünün bölge insanı nezdinde uğradığı itibar kaybının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün Kürtlerin devleti olduğu mesajının pekiştirilmesi, Suriye’de özgürleştirilen bölgelerde yaşayan Kürtlerle iyi ilişkiler kurmakla gerçekleştirilmelidir. Böylece on yıllardır Türkiye’nin gündemini meşgul ettiği gibi başta Kürtler olmak üzere bölge insanının kanını emen bu örgüt, tarihin çöplüğüne gönderilecektir.