Dil Sosyoloji

Lingua Francalar ve Lingua Sacralar (Doç. Dr. Gökçe Yükselen PELER)

Lingua Francalar ve Lingua Sacralar

Farklı lisanları konuşan insan toplulukları karşılaştıkları zaman, bu karşılaşmadan tabii olarak dilleri de etkilenir. Bu karşılaşma; bazen bir müstevlinin istilası, bazen bir topluluk içerisinde ortaya çıkan bir dinin başka bir topluluk arasında yayılması, bazen ticaret, bazen de bunların birkaçı veya tümü şeklinde tezahür eder. Bu karşılaşma her ne şekilde olursa olsun umumi bir kural olarak bu toplulukların konuştukları diller arasında bir etkileşim meydana gelir ve hiyerarşik ilişkiler üzerine kurulu bir dil yapısı ortaya çıkar. Bu hiyerarşik yapılar içerisinde lingua francalar ve lingua sacralar ilgi çekici iki dil türünü teşkil etmektedir.

***

Lingua franca kelimesi kelimesine “ticaret dili” demektir ve çok etnikli, çok dilli veya uluslararası ortamlarda kullanılan “ortak iletişim dili” anlamında kullanılmaktadır. Bu çok dilli ortamlarda hangi topluluğun dilinin lingua franca hâline geleceğinin de belirli şartları vardır. Karşılaşan topluluklar içerisinde, askerî-siyasi, iktisadi ve kültürel üstünlüğü elinde bulunduran veya ele geçiren topluluğun dili lingua franca hâline gelir. Lingua francalar dar bölge kapsamlı, hatta bazen bir pazarla sınırlı olabildiği gibi, daha umumi, hatta evrensel de olabilirler.

Evrensel lingua francalara en güzel örneği günümüzde İngilizce oluşturmaktadır. İngilizcenin uluslararası hayatın her alanında geçerli dil hâline gelmesinin hikayesi II. Dünya Savaşı ile doğrudan ilişkilidir. II. Dünya Savaşı öncesinde de İngilizcenin uluslararası ticarette bir ağırlığının olduğu yadsınamaz bir gerçektir. İngilizcenin bu durumu, şüphesiz, İngiliz sömürge imparatorluğunun bir kalıntısı olan Milletler Topluluğu ve ABD’nin uluslararası ticaret ve siyasetteki yükselişi ile doğrudan ilişkilidir. Ancak II. Dünya Savaşı öncesinde bilim alanında Almancanın ciddi bir görünürlüğü mevcuttu. Diplomasi alanında ise Fransızcanın tartışmasız bir üstünlüğü bulunmakta idi. Fakat II. Dünya Savaşı sonrasında bu denge tamamen İngilizce lehine bozulmuştur. Normandiya Çıkarması ile ABD’nin Avrupa’ya müdahale etmesi neticesinde savaşı Anglosaksonların kazanması sonucunda, dünyadaki askerî dolayısıyla siyasi üstünlük ABD başta olmak üzere İngilizce konuşanlara geçmiştir. ABD, II. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında uygulamaya koyduğu Marshall Planı ile dünyada ekonomi alanında da üstünlüğü ele geçirmiştir. Bu askerî-siyasi ve iktisadi gelişmelere koşut olarak Hollywood aracılığı ile dünyaya kültür yayarak bu alanda da üstünlüğü ele geçirmiştir. Böylece İngilizce konuşanlar, dünyada askerî-siyasi, iktisadi ve kültürel üstünlüğü tamamen ele geçirdiler ve İngilizce, uluslararası hayatın her alanında baskın dil hâline geldi. İngilizcenin bu nüfuzu Demir Perde çökene kadar Doğu Bloku ülkelerinde sınırlı kaldı. Rusçanın Varşova Paktı’nı oluşturan ülkelerdeki etkisinin yanında, Yugoslavya, Çekoslovakya gibi ülkelerde Almancanın da görünür bir etkisi mevcuttu. Şüphesiz Almancanın bu ülkelerdeki durumunun ortaya çıkması, Almanya’nın geçmişte Avrupa’da sahip olduğu konumla ilişkidir. Ancak bu durumun II. Dünya Savaşı sonrasında da devam etmesi, Varşova Paktı içerisinde Demokratik Almanya’nın varlığı ile alakalı olmalı. Ancak Demir Perde çöktükten sonra İngilizce nüfuzunu Rusya dâhil bütün eski Doğu bloku ülkelerine de teşmil edip neredeyse dünyada rakipsiz kalmıştır.

Dar kapsamlı lingua farncalara örnek olarak Lingala dilinin Kongo’daki durumu gösterilebilir. Eski bir Belçika sömürgesi olan Kongo’da resmî dil Fransızcadır ve ülkede 214 dil konuşulmaktadır. Bu dillerin kimileri birbiri ile ilişkili iken kimileri değildir. %38 civarında bir oranla ülkedeki en büyük etnik grubun anadili konumunda olan Lingala dili, ülkede hemen hemen hiçbir resmî konuma sahip olmamakla birlikte, gayrı resmî ortamlarda geniş bir kullanım alanına sahiptir. Kiliselerde veya mahalli siyasette çok unsurlu topluluklara hitap edilirken ve nehir ticaretinde kullanılan dil Lingala dilidir.

Daha geniş kapsamlı bölgesel lingua francalara örnek olarak Türkçenin geçmişte Kuzey Kafkasya’da sahip olduğu durum gösterilebilir. Dünyanın dil bakımından en karışık bölgelerinden biri olan Kuzey Kafkasya’da ortak iletişim dili olmadan sosyal hayatın devem ettirilmesi imkânsız gibidir. Geçmişte bu sorunun Türkçenin Azerbaycan ve Kumuk lehçelerinin lingua franca olarak kullanılması sayesinde halledildiği görülmektedir. Türkçenin bu konuma yükselmesi de askerî-siyasi, iktisadi ve kültürel şartların oluşması neticesinde gerçekleşmiştir. Kuzey Kafkasya, Hun döneminden itibaren Rusların bölgeyi ele geçirdiği döneme kadar Türk devletlerinin ve halklarının siyasi etkisi altında kalmıştır. Tarihin bilinen en eski çağlarından itibaren Hazar’ın kuzeyinden gelen halklar bu bölgeyi etkileri altına almışlardır. Kuzeyden Kıpçakların ve güneyden Oğuzların Kafkasya’ya gelmeleri ile bölgedeki Türk askerî-siyasi varlığı pekişmiştir. Daha sonraki dönemlerde güneyden Safevi, güneybatıdan Osmanlı, kuzeybatıdan Kırım ve kuzeydoğudan önce Altınordu, daha sonra Tatar siyasi etkisiyle bölgedeki Türk etkisi iyice pekişmiştir. Bu süreçte Kumuk Şamhallığı örneğinde olduğu gibi mahalli yöneticiler de Türklerden olmuştur. Bu sebeple Türkçe, Kafkasya’da hep yöneticilerin dili olmuştur. Türklerin bölgedeki bu siyasi üstünlüklerinin yanında iktisadi üstünlüğü de ellerinde tuttukları görülmektedir. Şehirler ve ovalar tarihî olarak hep Türklerle meskûn olmuştur. Bu sebeple gerek şehirlerde çalışmaya gelen gerek pazarlarda mallarını satmaya gelen gerekse de hayvanlarını otlatmak için ovalara inen Kafkasya’nın dağlı halkları Türkçe öğrenmek zorunda kalmışlardır. Bölge ayrıca yüzyıllar boyunca İstanbul, Bakü, Bahçesaray, Kazan gibi Türkçe konuşulan merkezlerin kültürel etkisi altında kalmıştır. Bütün bu askerî-siyasi, iktisadi ve kültürel amillerin neticesinde, Türkçe, yüzyıllarca Kafkasya’da lingua franca olmuştur.

***

Lingua sacra ibaresi ise kelimesi kelimesine “kutsal dil” manasına gelmektedir ve kutsal kitapların yazıldığı dilleri veya ibadet yapılan dilleri ifade etmek için kullanılmaktadır. Dünyada pek çok lingua sacra bulunmaktadır ve bunların bazıları uluslararası niteliğe sahipken bazıları millîdir. Mesela Müslümanların lingua sacrası olan Arapça veya Katoliklerin lingua sacrası olan Latince uluslararası bir hususiyete sahipken Ermeni kilisesinin ibadet dili olan Ermenice veya Musevilerin ibadet dili olan İbranice millî lingua sacralardır. Tarihî süreç içerisinde cereyan eden siyasi ve sosyal olaylar neticesinde, kimi zaman bazı lingua sacraların millî diller karşısında zemin kaybederken kimi zaman daha evvel lingua sacra olmayan bazı dillerin lingua sacra hâline geldiği, kimi zaman da daha önce millî lingua sacra olan bazı dillerin daha sonra uluslararası lingua sacralara dönüştüğü görülmektedir. Mesela Müslümanların lingua sacrası olan Arapça, hutbenin 1927 yılında resmen Türkçeleştirilmesi neticesinde, Türkiye’de Türkçe karşısında zemin kaybetmiştir. Keza bir taraftan Protestanlığın yayılmasına diğer taraftan millî kiliselerin kurulmasına koşut olarak Latince, 16. yüzyıldan itibaren Avrupa’da millî diller karşısında zemin kaybetmiştir. Beri taraftan 19. yüzyılda, Bulgar kilisenin Fener Rum Patrikhanesi’nden ayrılmasından sonra, her ne kadar liturji Eski Kilise Slavcası olsa da daha önce lingua sacra olmayan Bulgarca, bu kilisenin dili olarak millî bir lingua sacra hâline gelmiştir. Bir diğer ilginç örneği Rusça teşkil etmektedir. Daha önce sadece Rus Ortodokslarının lingua sacrası olan Rusça, Rus Çarlığının yayılmasına koşut olarak Rus Ortodoksluğunun da yayılması neticesinde birçok halkın lingua sacrası hâline gelmiştir. Yani daha önceleri millî bir lingua sacra iken uluslararası bir lingua sacraya dönüşmüştür.

Eski Kilise Slavcası
İbranice

***

Lingua francalarla lingua sacralar karşılaştırıldığı zaman da ortaya ilginç bir durum çıkmaktadır. Lingua francaların toplumları çok derin bir şekilde etkilediği, hatta bazen anadilinin yerini aldığı görülmektedir. Lingua francaları, toplumun her kesiminden insanların öğrendiği, hatta öğrenmek için hususi çaba sarf ettikleri görülür. Zira lingua francaları öğrenmek fertlere toplum içerisinde statü kazandırdığı gibi ekonomik getirisi de vardır. Günümüzde İngilizcenin dünyadaki konumu buna en güzel örnektir. Mesela İngilizcenin Türkiye’deki durumuna bakılabilir. İngilizce öğretimi anaokuluna kadar inmiştir. İnsanlar İngilizce öğrenebilmek için yoğun çaba harcamakta, İngilizce eğitim veren her seviyeden okullar en muteber okullar sayılmaktadır. Dünyanın pek çok yerinde manzara buna benzer durumdadır, hatta millî diller açsısından durumun çok daha vahim olduğu yerler mevcuttur. İngiliz sömürge imparatorluğunun lingua francası olan İngilizce hâlâ pek çok eski İngiliz sömürge ülkesinde resmî dil konumundadır. Bu durumun Avustralya, ABD, Yeni Zelanda kimi Avrupalı göçmenlerin çoğunlukta olduğu ülkelerin yanında Hindistan veya Nijerya gibi mahalli halkların ezici bir şekilde çoğunlukta olduğu ülkelerde de mevcut olduğu görülmektedir. Hatta Hindistan gibi köklü bir geçmişe ve medeniyete sahip bir ülkede, sayıları yüz binlerle ifade edilen anadilleri İngilizce olan bir topluluk mevcuttur.

Lingua francaların toplumlara bu kadar derinlemesine nüfuz etmelerine rağmen, toplumlar içerisindeki yerlerinin çok sağlam olmadığı görülmektedir. Lingua francaları ortaya çıkaran siyasi, iktisadi ve kültürel şartlar ortadan kalktığı anda, lingua franca olan dillerin bu konumlarını umumiyetle kaybettikleri de görülmektedir. II. Dünya Savaşı sonrasında Almancanın durumu veya Demir Perde yıkıldıktan sonra Rusçanın durumu buna güzel birer örnek teşkil etmektedir. Nitekim günümüzde de Çin’in uluslararası arenada siyasi, ekonomik ve kültürel gücünü artırmasına koşut olarak İngilizcenin Çince karşısında zemin kaybetmeye başladığı görülmektedir. Bir taraftan Çin malları dünya pazarlarını ele geçirirken bir taraftan Çin uluslararası meselelerde söz sahibi hâle gelmekte, Çin devleti çevresindeki Asya ülkeleri bir tarafa, Afrika ve Amerika kıtalarındaki birçok ülkeyle stratejik iş birliğine girmektedir. Diğer taraftan Çin sineması, bilhassa Çin kültürünü konu alan tarihî filmlerle günden güne dünyadaki etkisini artırmaktadır. Bütün bunlar olurken Batılılar başta olmak üzere, bütün dünya hummalı bir şekilde Çince öğrenmektedir.

Arapça Kuran

Lingua sacralar, lingua francalarla karşılaştırıldığı zaman, toplumlara çok daha yüzeysel şekilde ekti ettikleri görülmektedir. Toplum içerisinde sadece din adamları ve çok dindar şahıslar bu dilleri öğrenmektedir. Toplumun geriye kalan kısımları sadece ibadet edecek kadar bu dili öğrenmekte, hatta çoğu zaman sadece ibadette kullanılan cümleler, ibareler ezberlenmekte ve anlamları bilinmemektedir. Mesela Türkiye’de toplumun çok büyük kısmı, Arapça olarak sadece namazda okunan sureleri ve namaz sonrasında okunan bazı duaları bilmektedir. Bunların da büyük çoğunluğu Arapça olarak ezberlenmekte fakat anlamları bilinmemektedir. Hatta bütün Kuran’ı ezbere bilen hafızlar içerisinde bile ezbere okuduklarının anlamlarını bilmeyenlerin sayısı az değildir. Lingua sacraların anadilinin yerini aldıkları da pek görülmez. Mesela Arapça, aydınlar tarafından gündelik konuşma dili olarak kullanıldığı Dağıstan’da bile bunu başaramamıştır. Arapçanın Kuzey Afrika’da mahalli dillerin yerini almasının buna bir istisna teşkil ettiği düşünülebilir. Ancak unutulmamalıdır ki Arapça lingua sacra olmasının yanında, Emevi ve Abbasi devri İslam İmparatorluğu’nun dili olması sebebiyle aynı zamanda lingua franca da olmuştur. Zaten Kuzey Afrika’daki mahalli dilleri toplumların içinden kazıyıp atması da bu süreçte gerçekleşmiştir. Benzer bir durumun İbranice için geçerliği olduğu da görülmektedir. Günümüzde dünyada bilinen en uzun süreli lingua sacranın İbranice olduğuna şüphe yoktur. Ancak İbranicenin konuşma dili olarak aynı başarıyı göterdiği öylenemez. Dünyanın dört bir yanına yayılmış Musevi toplulukları, büyük oranda dillerini koruyamamış veya yaşadıkları ülkelerin dillerini konuşmuşlar ya da Ladino, Yidce örneklerinde olduğu gibi kendi mahalli lehçelerini oluşturmuşlardır. İsrail devleti kurulduğu zaman dünyanın dört bir köşesinden İsrail’e akan topluluklar şüphesiz dillerini de beraberlerinde getirmişler ve bu topluluklar büyük oranda İbranice konuşamamakta idiler. Ancak günümüzde İsrail’deki Musevi nüfus anadili olarak İbranice konuşmaktadır. Yani İsrail’in kuruluşundan günümüze kadar geçen süreçte İbranice insanların anadillerinin yerini almıştır. Ancak bu durum da lingua sacraların anadillerinin yerini almadıkları genellemesine bir istisna teşkil etmez. Zira İbranice bunu bir lingua sacra olarak başarmamış, İsrail devletinin resmi dili olması sebebiyle, yani ardındaki devlet desteğiyle başarmıştır. Lingua sacraların toplum üzerindeki etkilerinin bütün yüzeyselliğine rağmen, toplum içerisindeki yerleri lingua francalara göre çok daha sağlamdır. Bir toplumun lingua sacrasının değişmesi çok zordur. Böyle bir şeyin gerçekleşebilmesi için ya toplumun tamamen din değiştirmesi ya da çok köklü bir reformun olması gerekmektedir.