Dil Yaşam

Türk Dil Birliğine Giden Yolda Yapılması Gerekenler (Doç. Dr. Gökçe Yükselen PELER)

Bu bildiri, YAZILIŞININ 950. YILI ANISINA ULUSLARARASI KUTADGU BİLİG VE TÜRK DÜNYASI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019 ANKARA/TÜRKİYE) bildiri kitabında yayımlanmıştır.

Türkiye’de Yapılan Türk Lehçe Çalışmalarına Dil Birliği Bağlamında Eleştirel Bir Bakış

Yazar: Doç. Dr. Gökçe Yükselen PELER*

Özet

Türk dünyasında dil birliği modern zamanların en büyük sorunlarından birini teşkil etmiştir ve hâlâ teşkil etmeye devam etmektedir. XIX. yüzyılın son çeyreğinde, Gaspıralı İsmail’ Bey’in çıkardığı Tercüman gazetesi bu soruna bir çözüm üretmede önemli aşamalar kat etmiş olmakla birlikte Sovyetler Birliği’nin kurulması sonrasında tam tersi gelişmeler yaşanmıştır. Sovyetlerin milliyetler siyasetinin bir sonucu olarak Türkçenin bütün lehçeleri hatta bazen ağızları için yazılı şekiller oluşturulmuştur. Bu durum, Türk dünyasında zaten bir sorun olan ortak dil meselesi bakımından ölümcül olmuştur. Sovyet dönemi boyunca izlenen politikalar neticesinde Türkçenin birçok yazılı şekli gelişme göstererek edebiyata sahip olmuştur. Sovyetlerin dağılmasından sonra Türkiye’de lehçe araştırmaları hız kazanmıştır. Aynı zamanda gerek akademik gerek siyasi platformlarda ortak Türkçe meselesi de yeniden sık sık dile getirilir olmuştur. Peki, Türkiye’de yapılan lehçe çalışmaları Türk dil birliği meselesi veyahut ortak Türkçe oluşturulması yönündeki çabalara olumlu yönde mi etki etmektedir, yoksa aradaki farklılıkların derinleşmesine mi katkı sağlamaktadır? Bu soruya olumlu cevap vermek çok mümkün görünmemektedir. Türkiye’de yapılan lehçe çalışmaları,  Batı Türkolojisi’nin de etkisiyle, birincil amacı Sovyetlerin milliyetler siyaseti için malzeme üretmek olan Sovyet Türkolojisi’ni geride bırakmış durumdadır. Bazı Sibirya Türk değişkeleri örneklerinde görüldüğü üzere, Sovyetler döneminde bile ayrı lehçe muamelesi görmeyen Türk değişkeleri, Türkiyeli Türkologlar tarafından farklı lehçeler olarak tasnif edilip incelenmektedir. Ancak meseleye dil birliği veya ortak Türkçe penceresinden bakıldığı zaman, yapılması gerekenin yapılanın tam tersi olması gerektiği görülmektedir. Değişkeler arasındaki farklılıkları değil, ortaklıkları temel alan çalışmaların dil birliğin giden yolda daha faydalı olacağına şüphe yoktur. Bu bildiride Türkiye’de yapılan lehçe çalışmaları bu bakış açısı ile değerlendirilip çözüm yolları için teklifler getirilecektir.

A Critical View of the Dialectical Research Conducted in Turkey in the Context of Linguistic Unification

Abstract

Linguistic unification has been one of the most prominent problems of the modern times in the Turkic world. Ismail Garsprinsky`a Tarjuman had made great progress in solving this problem in the last quarter of the 19th century. However the establishment of the Soviet Union had entailed developments in the opposite direction. Written forms was forged for all varieties of the Turkic language as a result of the Soviets` policies of nationalities. This had been a deadly blow to the cause of a unified Turkic language. Many Turkic written forms had developed into fully written languages with literatures as a result of Soviet policies. Dialectical studies has shown great progress in Turkey after the collapse of the Soviet Union. At the same time the need for a common unified Turkic language has started to be pronounced again in both academic and political circles. So are the dialectical studies in Turkey affecting the cause of a unified common Turkic language positively or are they contributing to the deepening of differences. It does not seem to be able to answer this question affirmatively. Dialectical studies in Turkey with the influence of Western turcology, has shot ahead of the Soviet turcology, of which the primary aim was to produce data for the Soviet nationalities policies. For ınstance some Turkic varieties of Siberia, which had not been treated as separate dialects, are being classified and studied as separate dialects (i.e. languages) by turcologists from Turkey. However when the issue is viewed from the perspective of a unified common Turkic language it is obvious that it is the opposite what should be done. There is no doubt that studies focusing on the similarities of the varieties rather than the differences would be more fruitful in the sake of the unified common Turkic language. This paper will tackle the dialectical studies conducted in Turkey with this point of view and will propose solutions.

Giriş

Dil birliği meselesi, Türkçülük cereyanının etkili olmaya başlamasıyla, yani 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türk dünyasının aydınlarını meşgul eden bir sorun olmuştur. Avrasya coğrafyasının uçsuz bucaksız topraklarında meskûn olan ve birbirine çeşitli uzaklıkta ve yakınlıktaki Türk lehçelerini konuşan farklı Türk boylarının ortak bir dil etrafında birleştirilmesi, Türk aydınlarının öncelikli meselelerinden birini teşkil etmiştir. Bu büyük coğrafyada, büyük çoğunluğu Rus çarlığının idaresi altında olmak üzere, çeşitli devletlerin hâkimiyeti altında yaşayan Türklerin ortak bir aidiyet duygusunun etrafında birleştirilebilmesinin veya tutulabilmesinin yolunun dil birliğinden geçtiği düşünülmüştür. Ancak Türk dünyasının çok büyük bir kesiminin Sovyet boyunduruğu altına girmesiyle birlikte, bu mesele gündemden düşmüştür.

Sovyetler Birliği’nin dağılması ile ortaya çıkan manzara neticesinde, Türk dil birliği meselesi yeniden Türk aydınının ve akademisini gündeminde yerini almıştır. Türkiye üniversitelerinde, Türk lehçeleri ile ilgili pek çok çalışma yapılmış, konu ile ilgili sayısız uzman yetişmiştir. Hatta birçok üniversitede Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları adı altında bölümler açılmış ve bu bölümlerde alanlarında dünyada söz sahibi akademisyenler yetişmiş ve yetişmeye devam etmektedir. Ancak gerek bu bölümlerde gerekse Türk Dili ve Edebiyatı Bölümlerinde otuz yıla yakın süredir yapılan çalışmaların Türk dil birliğinin oluşmasına katkısı ne olduğu sorgulanması gereken bir durumdur.

Türk Dünyasında Dil Birliği Çalışmaları

19.yüzyılın ikinci yarısında Abdülnâsır Kursâvi (1770-1814), Şihâbeddin Mercâni (1815-1889), Abdulkayyum Nasır (1824-1907) ve Hüseyin Feyizhâni (1826-1866) gibi Tatar aydınlarının öncülüğünde dil, din ve maarif sahalarında, Ceditçilik hareketi adı verilen bir yeniden yapılanma düşüncesi ve hareketi başlamıştır (Devlet, 1990, s. 9). Bu düşüncenin cisim bulmuş etkili ilk şekillerinin Gaspıralı İsmail Bey’in çalışmalarının olduğuna şüphe yoktur. Bilindiği kadarıyla, Gaspıralı, dil meselesine ilk kez 1881-1882 yıllarında, “Tonguç”, “Şafak”, “Kamer”, “Ay”, “Yıldız”, “Güneş”, “Hakikat” ve “Latail” adları altında yayımladığı bir dizi risalede değinmiştir (Devlet, 1990, s. 22). Ancak Gaspıralı, bu uğurdaki en önemli işlerini, açtığı Usul-ı Cedit okulları ve yayımladığı Tercüman gazetesi ile yapmıştır. Gaspıralı, bir taraftan yeni usul üzerine açtığı okullarda okumak üzere Rusya’nın her tarafından gelen öğrenciler sayesinde yeniden yapılanma ve yenileşme düşüncelerini başka bölgelere ulaştırırken diğer taraftan çıkardığı Tercüman gazetesi sayesinde “dilde, fikirde, işte birlik” düşüncesini yaymıştır. Gaspıralı, bu fikrin yayılmasını; Batılı eğitim kurumlarının açılması, Türk halkları için ortak bir dilin kullanılması, Rusya Türklerinin iktisadi durumunun iyileşmesi, iktisadi hayata iştirak etmeleri, dinî kurumların yeniden yapılanması ve Türkler arasında yardımlaşma teşkilatlarının tesis edilmesi gibi birtakım koşullara bağlamıştır. Gaspıralı ve diğer Tatar aydınları, Türk topluluklarının coğrafi uzaklık sebebiyle birbirlerinden ayrı düşüp anlaşma güçlüğü çektiklerine dikkat çekmişler ve bu sorunun ancak ortak bir dil ile yakınlaşarak aşılabileceğini ileri sürmüşlerdir. Türk topluluklarının konuşmalarının birbirine yakın olmasına rağmen, aydınların ancak bir “üst Türkçe” kullanarak anlaşabildikleri üzerinde durmuşlardır. Türklüğe ait müşterek hususiyetlerin bozulmuş olmasını ve edebî faaliyetlerin azalmasını sorunun temeli olarak görmüşlerdir. Bu sebeple, maarif ve dil sahalarında yeniden yapılanma ve gazete yayımlama, bu dönem Tatar aydınlarının ortak dil ve kültürel yakınlaşmayı sağlayabilmek için temel uğraşılarını teşkil etmiştir (Uzun, 29.09.2019).

Gaspıralı İsmail Bey, yukarıda da zikredildiği üzere, bu meyanda “dilde, fikirde işte birlik” düsturuyla Tercüman gazetesini yayımlamış ve bütün Türk toplulukları arasındaki lehçe farklılıklarının ortadan kaldırılmasını ve böylece bütün Türklerin ortak bir dil ve alfabeye geçmelerini, Arapça ve Farsçanın Türkçe üzerindeki yoğun etkisini ortadan kaldırılmasını, çağdaşlaşma atılımlarının başarıya ulaştırılarak çağdaş bir devlet içerisinde Türklerin hür olarak yaşamasını hedeflemiştir. Bu düsturla yayımlanan Tercüman gazetesi, İstanbul gazetelerinden daha büyük bir okuyucu kitlesine sahip olmuştur (Mardin, 2015, s. 89).

Türk Dil ve Kültür Birliğini Parçalama Çabaları

Türkçü cenahta bu gelişmeler yaşanırken hemen hemen aynı tarihlerde tam tersi gelişmeler de yaşanmakta idi. Kazan Üniversitesinde Türk lehçeleri ve ilahiyat profesörü ve aynı zamanda bir Ortodoks papazı olan Nikolay İvanoviç İlminskiy (1822-1891), Rusya’nın hâkimiyeti altında yaşayan gayri-Rus halkları Ruslaştırmanın tek yolunun bu halklar arasında Rus dilini ve Hristiyanlığı yaymak olduğunu düşünmekte ve bu yönde yoğun bir çaba sarf etmekte idi. İlminskiy’in bu çabalarını yerinde inceleyip ziyadesiyle etkilenen Rus Eğitim Bakanı D. A. Tolstov, Çar II. Aleksandır’ın da desteğini alarak İlminskiy’in usullerinin Rus olmayan bütün halklara tatbik edileceğini ilan etmiştir (Yüce, 29.09.2019).

Yaygın olarak İlminskiy Metodu adıyla bilinen bu usuller neticesinde, Rus eğitim kurumları ve basın aracılığıyla, yazı dili kimliği kazanmış diller parçalanarak lehçe ve şivelere ayrılmış ve bunun neticesinde çok sayıda yazı dili üretilmiş, Rusçanın yanı sıra her Türk boyunun konuştuğu lehçe Rus alfabesi temel alınarak ayrı bir dil gibi öğretilmiştir. Akabinde ise karışık bir şekilde yaşayan etnik gruplar ortak anlaşma dili olarak Rusçaya mahkûm edilmişlerdir. Böylece bir taraftan Türk gençleri Rus okullarında Ruslaşmaya ve Hristiyanlaşmaya zorlanırken diğer taraftan Gaspıralı İsmail Bey’in Cedit okullarıyla oluşturmaya çalıştığı dil ve kültür birliğinin önüne geçilmiştir. 1917 Ekim Devrimi’nden sonra ise Bolşevikler İlminskiy Metodunu tevarüs etmişler, ancak nihai hedef olarak Ortodokslaşmanın yerini Sovyetleşme almıştır (Yüce, 29.09.2019).

Türkiye’de Yapılan Lehçe Çalışmaları

Sovyetler Birliği’nin dağılmasını müteakip ortaya çıkan nispeten özgür ortama koşut olarak lehçe çalışmaları Türkiye’de ivme kazandı ve Türk lehçeleri alanındaki uzmanların sayısı Türkiye’de hızla arttı. Artık Türkiye’de, Sungur Türkçesinden Tofa Türkçesine kadar en az konuşura sahip lehçeler ve Çuvaş Türkçesinden Yakut Türkçesine kadar en uzak lehçeler dâhil, her lehçenin en az bir uzmanı bulunmaktadır. Yapılan son derece kaliteli ve titiz çalışmalar neticesinde, lehçeler arasındaki en ince farklılıklar dahi ortaya çıkarılmaktadır. Bu çalışmalar, birincil amacı Sovyet milliyetler siyasetine malzeme üretmek olan Sovyet Türkolojisini geride bırakacak kadar ileri düzeyde yapılmaktadır. Sovyet döneminde bile ayrı muamele görmeyen bazı Türk değişkeleri, Türkiye Türkologları tarafından ayrı lehçeler olarak tasnif edilip incelenmektedir.

Türkiye’de yapılan bu lehçe çalışmalarının Türk dil birliği meselesi veyahut ortak Türkçe oluşturulması yönündeki çabalara olumlu yönde mi etki ettiği, yoksa aradaki farklılıkların derinleşmesine katkı sağlayıp parçalanmayı mı hızlandırdığı sorusuna cevap vermek, bu meselenin geleceği açısından hayati önemi haizdir. Bir diğer deyişle, yapılan çalışmalar Gaspıralı’nın açtığı yolda mı ilerlemektedir? Yoksa İlminskiy’in yolundan mı gitmektedir? Bu sorunun cevabının dil birliği meselesi bakımından olumlu olduğunu söylemek pek mümkün görünmemektedir. Ancak her şeyden önce ifade etmek gerekir ki yapılan bütün bu çalışmalar oldukça değerlidir. Zira bu çalışmalar neticesinde, Türkiye’de lehçeler alanında müthiş bir bilgi birikimi meydana gelmiştir ve bu bilgiler, ileride yapılacak dil planlamaları ve ortak dil çalışmaları açısından oldukça kıymetlidir. Bu gramer çalışmalarının ortak yöntemlerle yapılması neticesinde, meseleye bakış açısı olumlu yönde değişmiştir. Zira bu çalışmalar ortaklığa vurgunun birer ifadesidir ve ortak gramere gidişte birer basamak görevi göreceklerdir. Mesela, bütün Türk lehçelerinin ortak bir yöntemle incelenmesinden ibaret olan Türk Lehçeleri Grameri (Ercilsun, 2007) adlı çalışma, günümüzde bu bağlamda Sovyet Türkolojisinin yerini almış durumda olan Batılı akımın ürünü olan The Turkic Languages (Johanson ve Csato, 1998) adlı çalışmanın karşısındaki bir tavrın somut bir ifadesidir. Yani sorun, yapılan çalışmalarla ilgili değil, yapılmayan çalışmalarla ilgilidir.

Bugünkü Durumun Değerlendirilmesi

Günümüz itibarıyla Türk dünyasının Türkiye Türkçesi etrafında birleştiği görülmektedir. Türk dünyasından aydınlar kendi aralarında veya en azından Türkiyeli muhatapları ile büyük oranda Türkiye Türkçesi ile irtibat kurmaktadırlar. Türklerin kendi aralarında İngilizce veya Rusça yerine herhangi bir Türk lehçesi ile anlaşmaları elbette olumlu bir gelişmedir. Bu durum, Türkiye Türkçesinin Rusçanın yerine geçmeye başladığı şeklinde yorumlanabilir. Bu manzara birtakım siyasi ve sosyolojik gelişmeler neticesinde ortaya çıkmıştır ve bu yönüyle doğal bir gelişmedir. Ancak bu durumun kendi içerisinde doğallığının yanında bir de geçicilik barındırdığı unutulmamalı. Zira arzu edilmemekle birlikte, bugünkü manzarayı ortaya çıkaran siyasi ve sosyolojik şartların değişmesi durumunda manzaranın değişeceği de ortadadır. Nitekim Kırgızistan’ın sonradan Rusçayı tekrar resmî dil ilan etmiş olması durumun ne kadar değişken ve hassas olduğuna güzel bir misal teşkil etmektedir.

Anlaşılacağı üzere dil birliğinin yolu herhangi bir lehçenin yayılmasından çok lehçelerin birbirlerine yaklaştırılması, yani sıradan insanların birbirlerini daha kolay anlar hâle getirilmesinden geçmektedir. Elbette aydınlar arasında ortak bir lehçenin yayılmasının değeri oldukça yüksektir. İleride bütün Türklere hitap edecek olan bir “Üst Türkçe”nin ortaya çıkması zaten bu yoldan geçer. Ancak halk arasında da ortak bir dil bilincinin yayılması için bu aydınlara ve her daldan sanatçıya çok fazla görev düşmektedir. Zira bu bilinç ancak bu yönde bir kamuoyunun tecelli etmesi neticesinde oluşabilir. Bu yöndeki kamuoyunun Türkiye’de olumlu olduğu açıktır. Ancak bu yeterli değildir ve Türk dünyasının geriye kalanında da benzer bir kamuoyu oluşturulması oldukça önemlidir.

Günümüzde Türkiye Türkçesinin yayılmasının bazı kesimleri rahatsız edebileceği veya ettiği de unutulmamalıdır. Bilhassa Türk dünyasında devlet yönetimlerine yakın olan bazı filologların Türkiye Türkçesinin Rusçanın yerini almasından rahatsız olması mümkündür. Zira bu durumun ulus inşası çabası içerisinde olan kesimleri rahatsız etmesi oldukça tabiidir. Kazakistan’da kapatılan bazı Yunus Emre Enstitüleri bu durumun bir işareti olarak algılanabilir.

Öneriler

Türk dünyasında dil birliğinin oluşturulabilmesi için ilk yapılması gereken işlerden biri, lehçeler arasındaki ortak tarafları gösteren çalışmaların sayısının artırılmasıdır. Bu çalışmalarda, lehçeler arasındaki ortaklıklar üzerinde durulup bu ortaklıkların öne çıkarılması önemlidir. Bu Türk lehçelerinin önemli bir kısmının günümüzde devlet dili veya resmî dil statüsünde olduğu düşünüldüğü zaman, lehçeler arasındaki bu ortaklıkların ağızlarda bulunan ortak şekiller, ortak kelimeler, ortak veya benzer deyimler ve sair unsurları içermesi durumunda, bu ortaklıkların ölçünlü hâle getirilmesi yönünde çalışmalar yapılması gerektiği de ortaya çıkmaktadır.

Geçiş lehçeleri üzerinde durulup bu lehçelerin geçiş özelliklerinin öne çıkarılması bir diğer ehemmiyetli iştir. Oğuz Türkçesi ile Kıpçak Türkçesi arasında geçiş lehçeleri görüntüsünde olan Kumuk ve Kırım Tatar Türkçeleri, içerisinde yine hem Oğuz hem Kıpçak hem de Karluk Türkçesi özellikleri barındıran Karakalpak Türkçesi, Kıpçak lehçelerinden Sibirya Türkçesine geçiş özelliği gösteren bazı Güney Sibirya değişkeleri ve bir taraftan Kıpçak lehçeleri, diğer taraftan Oğuz lehçeleri ile büyük ortaklıklar sergileyen Karluk grubu Türk lehçeleri bu bakımdan büyük öneme sahiptir.

Ortaklıkların öne çıkarılmasından sonra, bu ortaklıkları temel alan gramerlerin yapılması faydalı olabilir. Zira nihai dil birliği ancak ortak bir gramere gidiş neticesinde ortaya çıkabilir. Bu gramer çalışmalarının iki aşamalı olması mümkündür. Öncelikle bölgelik ortaklıklara dayanan gramerler oluşturulabilir. Bu bağlamda Türkistan ve İdil – Ural, Sibirya, Hazar’ın batısı ve güneyi üç bölge olarak belirlenebilir[1]. Bölgelik ortaklıkların belirlenip gramerlerin oluşturulmasından sonra, ikinci aşama olarak bölgeler arasındaki ortaklıklara dayanan çalışmalar yapılıp umumi bir Türk grameri ortaya çıkarılabilir. Bu çalışmaların iki aşama yerine bir aşamada yapılması da mümkündür. Tek aşamalı mı yoksa iki aşamalı mı yapılması gerektiği ancak ortaklıkların belirlenmesi sonucunda ortaya çıkacaktır.

Günümüzde yazılı dil[2] hâline getirilmiş Türk lehçeleri arasında terim birliğinin oluşturulması de bu bağlamda öncelikli meselelerden biridir. Sovyet yöneticilerinin dil planlaması kapsamında ilk yaptıkları işlerden birinin lehçelerdeki Arapça, Farsça kökenli terimlerin yerine Rusçalarının ikame ettirmek olduğu dikkate alınırsa bu meselenin ehemmiyeti daha iyi anlaşılacaktır. Bu sayede bu lehçelerin ve konuşurlarının bağları Türkiye ve İslam dünyasının geriye kalanı ile zayıflatılmış, Rusça ve Rus kültürü ile bütünleşmeleri sağlanmıştır.

Halka hitap eden metinler bilhassa çok büyük önem arz etmektedir. Çeşitli Türk topluluklarında halkın okuyacağı metinlerden ortaklıklar oluşturulmalı. Bu ortak bir kültürün oluşmasına katkı sağlayabileceği gibi fikirde ortaklık, yani bir refleks birliği oluşturacaktır. Edebî eserler aktarılırken mümkün mertebede lehçeler arasındaki müşterek kelimeler kullanılarak aktarılmalı. Halka hitap eden metinler arasında şarkı ve türküler ile filmler de oldukça büyük bir önemi haizdir. Zira ulaştıkları kitlelerin büyüklüğü açısından halk üzerinde en etkili türler bunlardır. Aydınların ve bilhassa bu türlerle uğraşan sanatçıların bu konuda duyarlı davranması çok olumlu sonuçlar doğuracaktır.

Bütün bunlarla birlikte elbette acilen alfabe birliğinin sağlanması hayati öneme sahiptir. Zira Türk halklarının birbirlerinin eserlerini okuyabilmelerinin temel şartlarından biri, belki de birincisi alfabe birliğidir. Alfabe, resmiyetle ilgili bir mesele olduğu için doğrudan siyasi erk ile ilişikli bir durumdur. Bir taraftan aydınlar siyasi erki bu yönde adım atmaya zorlayacak kamuoyunu oluştururken diğer taraftan akademi hem siyasi erke malzeme sağlamalı hem de aydınlarla eşgüdümlü olarak onun üzerinde baskı uygulamalıdır.

Sonuç

Günümüzde Türk dünyasında dil birliği meselesinin Sovyetler Birliği’nin çöktüğü 1990’lı yılların başlarına göre çok iyi bir durumda olduğuna şüphe yoktur. Türk dünyası Türkiye Türkçesi etrafında birleşiyor gibi görünse de daha kat edilmesi gereken uzun bir yol vardır. Lehçeler arasındaki ortaklıkları öne çıkaran çalışmaların sayısının artırılması, lehçeler arasında terim ve alfabe birliğinin oluşturulması, halka hitap eden metinlerin özenle düzenlenmesi gerekmektedir. Türk dünyasını gerçek bir dil birliğine taşıyacak olan nihai ortak gramerin oluşturulmasıdır. Türk dünyasının sadece aydınların kullandığı bir “Üst Türkçe”de birleşmesi yeterli değildir. Halk konuşmasının da mümkün mertebe birbirine yaklaştırılması gerekmektedir. Bu da lehçeler arasındaki ortaklıklar üzerinde duran çalışmaların sayısının artması ile mümkündür. Bu şartların yerine getirilmesi konusunda, sadece Türkiye’deki değil, bütün Türk dünyasının aydınlarına ve her daldan sanatçılarına çok büyük görevler düşmektedir. Zira bu kesimin icraatları doğrudan sonuca etki edeceği gibi, bu konuda Türk dünyasında ortak bir kamuoyunun oluşması da yine bu kesimin çabaları ile olacaktır. Kamuoyunun oluşması, bu konuda sonuç bakımından en etkili kararları alacak olan siyasi erki de harekete geçirecek en önemli amildir. Türkiye’de ve diğer Türk devletlerinde siyasi erkin harekete geçirilmesi, bu yönde ortak adımların atılması sonucu da doğuracaktır. Zira unutulmamalıdır ki kısaca Türk Konsey olarak bilinen Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin İstanbul Bildirisi ile birlikte iki temel belgesinden biri olan Nahcivan Anlaşması’nın 2. Maddesine göre ortaya konulan temel amaç ve görevlerden biri “bilim, teknoloji, eğitim ve kültür alanlarında etkileşimin genişletilmesi”dir (https://www.turkkon.org/tr/turk-konseyi-hakkinda).

Görüleceği üzere günümüzde Türk lehçeleri alanında çalışan Türk akademisyenlerinin omuzlarına tarihî bir görev yüklenmiş durumdadır. Bu görev, Türk dil birliğinin oluşması için gerekli şartların altyapısını oluşturmaktır. En az şu anki durumun ortaya çıkmasında büyük pay sahibi olan Sovyet dil planlamacıları kadar sorumluluk sahibi olmak, her Türk dilcisinin etik sorumluluğudur. Bu bilinç ve amaçla çalışan ve çalışmayan her Türk lehçe bilimcisi ileride ortaya çıkacak durumdan sorumlu olacaktır.

Kaynakça

Devlet, Nadir (1990). İsmail Bey Gaspıralı, Ankara: Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Yayınları.

Ercilasun, Ahmet B. (editör) (2007). Türk Lehçeleri Grameri, Ankara: Akçağ.

Johanson, Lars ve Csato, Eva A. (editör) (1998). The Turkic Languages, Londra ve New York: Routledge.

Mardin, Şerif (2015). Jön Türklerin Siyasi Fikirleri (1895-1908), İstanbul: İletişim Yayınları.

https://www.turkkon.org/tr/turk-konseyi-hakkinda (erişim tarihi: 29.09.2019)

Uzun, Turgay, «İlk Türk Aydınlanma Hareketi: Ceditcilik ve İsmail Gaspıralı». http://www.ismailgaspirali.org/yazilar/tuzun.htm (erişim tarihi: 29.09.2019)

Yüce, Mehmet, «Rusların Türkistan’da uyguladıkları Ruslaştırma politikası». https://guneyturkistan.wordpress.com/2008/12/26/ruslarin-turkistanda-uyguladiklari-ruslastirma-politikasi/ (erişim tarihi: 29.09.2019)

* Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, el-mek: gokcepeler@erciyes.edu.tr

[1] Yakut Türkçesi ve bilhassa Çuvaş Türkçesinin hususi durumlar teşkil ettiği burada unutulmamalıdır.

[2] “Yazı dili” yerine kasten “yazılı dil” tercih edilmiştir.

Gökçe Yükselen Peler

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...