Türk tarihi ve kültürü ameliyat masalarında can çekişmektedir. Amiller türlü türlüdür: Cahiller, hainler, Türk düşmanları, kriptolar, şöhretperestler, terör örgütlerine mensup olanlar, ruh hastaları, tarih üzerinden intikam peşinde olan bedbahtlar, etnik özürlüler, yabancı istihbarat örgütlerince yönlendirilen misyon sahipleri.
Türk tarihini anlamak zordur. Bunun birkaç alt başlığı vardır:
1) Coğrafya: Türk tarihi sabit bir coğrafyaya sahip değildir. Türkler buzul, tundra, orman, yarı-bozkır, bozkır, çöl, yarı-çöl, vaha gibi bitki örtülerinde; dağ, ova, mera, kıyı ve hatta ada gibi yer şekillerinde yaşamışlardır. Türkler için türlü coğrafyalar söz konusudur; bu bakımdan bozkırı veya başka herhangi bir “bitki örtüsünü” yüceltmeye ve Türk’ün bütün hasletlerini bozkıra bağlamaya gerek yoktur, gerçekçi de değildir. Nihayetinde bozkır, çok sınırlı bir alandır ve devasa şu Türk kültürü çok daha farklı ortamlarda, hem de daha renkli bir biçimlerde yeşermiştir. Coğrafyaların her birinin ayrı şartları, ayrı özellikleri vardır. Türk tarihini bir Çin tarihi veya bir Roma tarihi gibi ele almak mümkün değildir. Bu yüzden coğrafya esaslı tarih görüşleri çok tehlikelidir. Bu görüşler çoğu kez coğrafya üzerinde yaşayan bir milletin, o coğrafyada gelmiş geçmiş her millet ve topluluğun bir halitası olduğunu düşünür. Fakat, coğrafya bilmeden Türk tarihini bilmek mümkün değildir. Bu ise çok ilgi çekici bir ikilemdir (dilemma): “Hem uyulur hem uyulmaz”.
2) Siyaset: Türk tarihi sabit bir siyasete sahip değildir. Türk siyaseti, yabancılar için çoğu kez anlaşılmazdır. Genel olarak siyasetin, belli girdi ve çıktıları ve bu ikisi arasında ise tutarlılıkları vardır. Türk siyasetinin girdileri ve çıktıları bazen belirlenemez olduğu gibi girdi ve çıktı arasında tutarlılık beklemek de beyhudedir. Bununla beraber, Türk siyasi tarihini en erken devirlerden 2018 yılının Eylül ayına kadar hiç olmazda sebep ve sonuçlarıyla ana hatlarıyla bilmek gerekmektedir. Siyaseti bilmeyen, hiçbir şeyi bilmez. Siyaset; coğrafya, ekonomi ve kültürden ne kadar ayrı değerlendirilirse o kadar hata yapılır. Siyasetin ideoloji, din, dünya görüşü, etki altında olunan dönem görüşü ve ideoloji boyutu anlaşılmadıkça Türk tarihi anlaşılamaz.
3) Ekonomi: Türk tarihi sabit bir ekonomiye sahip değildir. Türk ekonomisinin batı ve doğudaki uçları Avrupa ortalarından, Pasifik Okyanusu’na kadardır. Bu ekonominin hayvancılık, tarım, ormancılık, tüccarlık, avcılık, balıkçılık ve toplayıcılık gibi alt başlıkları vardır. “Türkler bozkırlıdır”, “Türkler hayvancıdır” gibi önermeler; Türk ekonomisinin sadece bir kısmına hitap etmektedir. Türk çobandır ama aynı zamanda çiftçidir, tüccardır, balıkçıdır. Hele ki Türk’ün tüccarı, Türk kültürünün devamlılığını ve yayılmasını sağlayan adamdır. Sadece birbirine kılıç çeken Türkler dahi Türk tarihindeki ekonomi gerçeğini çıplaklıkla gözler önüne sermektedir. Uygurlar ile Kırgızlar arasında ne mesele vardır? Coğrafya mı, siyaset mi, kültür mü, yoksa ekonomi mi? Mesela Kırgızlar devasa ordularını beslemek üzere biraz daha güneye inmek ve Uygurları ortadan kaldırarak ticaretten pay almak mecburiyetindeydi.
4) Kültür: Türkiye’nin en önde gelen uzmanlarından Prof. Dr. Abdulkadir Emeksiz şöyle der: “Kültür, “nasıl” sorusuna verilen bir cevaptan ibarettir”. Yani hoca şöyle diyor, bir insan nasıl yer, içer, güler, ağlar, evlenir vb. bunlara verilecek her cevap kültüre girer. O hâlde Türklerin yayıldıkları farklı coğrafyalar, muhatap oldukları farklı siyaset ve ekonomilerde “nasıl” sorusuna verecekleri cevap elbette birbirinden çok farklıdır. Bu bakımdan kültürü tahlil etmek en zorudur, çünkü işin işine coğrafya, siyaset, ekonomi girer. Bir kültür tarihi çalışması yapılacaksa Türk’ten başka Moğol, Kore, Japon, Tunguz, Fin Ugor, Çin, Hint, Fars vb. tarihi ve kültürünü incelemek gerekir. Sadece Türk tarafından bakıp diğer milletlere bakmamak mühim bir hatadır.Bu bakımdan Türk kültürünün yeni mezarı, “kültür tarihçiliği”dir. Bu tarihçilik coğrafya, siyaset ve ekonomiden yoksun bir tarihçiliktir. Çoğu kez Türklükle problemi olan kimselerin, kriptoların elinde şekillenen bir tarihtir. Cahillerin, “dava”dan, “Türklük”ten geçinenlerin, tembellerin, devletle problemi olan türlü kimselerin, ruh hastalarının beslendikleri mezardır. Son yıllardaki Türk “kültür tarihi” üzerine yapılan tez, kitap ve makaleleri incelemeye çalışıyorum. Bu tür çalışmaların tamamına yakınının “ana kaynaklara”, yani tarihi hadisenin gerçekleştiği döneme ait kayda dayanmadığını gördüm. Bunun temel sebebi elbette “tarihçi”nin Çince, Hintçe, Tibetçe, Latince, Grekçe, Arapça, Farsça gibi ana kaynak dili bilmemesidir. Bu kişiler, hiçbir kaynak dili bilmemesine rağmen türlü değerlendirmeler yapmaktadırlar. Üstelik bu tür değerlendirmelere girişmek için ana kaynaklardan başka Moğolca, Japonca, Korece, Sogudça, Pehlevice, Macarca, Rusça gibi dillere ve Çuvaşcadan Yakutçaya Türk lehçelerine hâkim olmak gerekmektedir. Bununla beraber bu tür çalışmalar mesela üniversitelerde şöyle başlamaktadır:
– Danışman: Ne tez yapacaksın?
– Öğrenci: Hocam siz karar verin.
– Danışman: Hangi dilleri biliyorsun?
– Öğrenci: Biraz İngilizce.
– Danışman: O zaman sana kültür tarihi tezi verelim, diğer alanlarda hazırlayamazsın. Yap getir işte.
– Öğrenci: Ne güzel hocam. Elimden geleni yapacağım.
Halbuki bu konuşmayı yapan hocanın kaynaktan, dilden, ekonomiden, siyasetten, kültürden haberi yoktur. Böylece ortaya internetten çok rahat ulaşabileceğiniz “Kültür Tarihi” tezleri çıkar. Elbette rezalettir.Kültür Tarihçiliği, Türk kültürünün mezarıdır. Bugünlerde Türk tarihiyle alakası yoktur. Çoğu kez yazanın ve yönlendirenin iç dünyası, ideolojik takıntısı, hainliği, ruhi problemi, etnik takıntısı, yetersizliği ile alakalıdır.
Türkler büyük millettir. İlaveten Saadettin Gömeç’in dediği gibi Türk tarihini anlayabilmek için kaynaklara erişmek yetmez, Türk kültürünü bilmek, Türk’ü anlamak gerekir. Acaba kaç tarihçi Türk’ü anlıyor? “Türk” diyor?Türk tarihini tahrip eden tembellerin, hainlerin, kriptoların, türlü örgütlere sığınan militanların “Kültür Tarihçiliği” üzerinden, Türk Kültürünü mezara gömmesine müsaade edilmeyecektir. Buna hiçbir odağın, hainin, kriptonun, emperyalistinin gücü yetmeyecektir.
Türk milleti büyük bir millettir. Onun kültürü de büyüktür. Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu da çok büyüktür. Türk kültürünü en iyi bilenlerden biridir ama O, Türk Kültürünü ancak 60 yaşından sonra derli toplu değerlendirmiştir. Bu büyük tarihçi için bile bu iş, bu kadar zordur. Ne diyelim; dil bilmeyen, kaynak bilmeyen, kültür bilmeyen, dış dünyayı bilmeyen etraftakilerin,komşuların, akrabaların tarihinden ve düşüncesinden haberi olmayan ve hatta ahlak bilmeyen “kimselerin” tez, kitap ve makaleleri ortada.
Türk milleti büyük bir millettir. Kültürünü, “Kültür Tarihçisi”ne boğdurmayacak kadar büyüktür…
(Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu görev yaptığım kürsümdeki “Bozkır Kültürü” dersinin 1970 yılındaki ve “Türk Tarihine Giriş ve Hunlar” dersinin 1974 yılındaki (bugün Balıkesir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeki Çevik tarafından tutulan) notları arşivimdedir. Hocamız, “Kültür Tarihi” anlatmış, gerçek kültür tarihini. Allah rahmet eylesin. Keşke “kültür tarihi” yazan, yazdıranlar bunları bir kez okusaydı, keşke, sadece milletimiz için…).