DÜŞÜNCE Kitap

Değerli Kitap Severler, 1973’ten Mesajınız Var!

               Günümüzde kitap okumak, okuma alışkanlığı kazanmak ve kitap seçmek üzerine pek çok yazı kaleme alınıyor. Söz konusu okumak olunca  raflarda, sayfalarda benzer anlatımların tekrarlanması ve benzer tavsiyelerin verilmesi de şaşılacak şey değil. Hatalı okuyucu tipi farklı dönemlerde ortak özelliklere sahip ve ne üzücüdür ki bundan hala bir ders çıkarabilmiş değil. Tabii bunları yazarken doğru okuyucu tipi olmak gibi bir iddiamız yok ancak  “amaç” “araç” ve “gereklilik” kelimelerinin iyi vurgulanması ve iyi anlaşılmasının önemli olduğu kanaatindeyiz.
Şimdi tarihin tozlu raflarına göz atalım ve 1972 yılında Tuncer Uçarol’ un kaleminden bu konu ile ilgili çıkan yazıya bakalım böylece kendisini de anmış olalım. Okumanın gereği, önemi aracı yahut amacını bir kez daha vurgulamak için o günün imlasına dokunmaksızın sizlerle paylaşıyorum. İşte yazı:
 
Kitap okumak gerekli mi?
 1972 yılı her ülkede ‘Kitap Yılı’ olarak kutlandı. Herkes, kitap okumanın yararlarından söz etti. Bana kalsaydı, ‘Kitap Yılı’ nın dünya açış konuşmasını ben yapardım! Bir sorum vardı çünkü :’ Kitap okumak gerekli midir?’ diye…
Bu soru; çocukluk, ergenlik yıllarında usumu hiç kurcalamamıştı. Bana öğütledikleri üzere, kitapları yutarcasına okuyordum. Benim için amaçtı okumak.
Ama ilk gençlik yıllarından birinde, bir bahar günüydü. İlk kez gördüğüm İstanbul’daydım. Belki de nişanlıma gidiyordum. İşte; o gün, kuşkulandım kitap okumanın amaç olduğundan! Kitap okumak gerekli miydi? Evet! Gerekli miydi?
Bu konuda gide gide bulduklarımla şaşırdım! Pırıl pırıl bir gökyüzü altında, çiçekler yanında, denizin kıyısında, bütün yaşlılara, öğretmenlerime, yazarlarıma kırıldım. Onların  bence düşsel egemenliğiden koptum. Yaşamın canlı çarkını yakaladım.
 Ondan sonradır ki hem yeryüzünü, hem varlığımı sevdim. Kitaplara saygım da böyle başladı. Anladım ki okumak gereklidir. Tartışmasız hem de. Ama bir amaç değil, bir araçtır okumak. Kişi, ne için kitap okuduğunu bilmelidir. Örneğin; hangi yaşta hangi kitaplar okunmalıdır? Aptal kitaplar hangisidir, iyi kitaplar hangisidir? Seçilen kitapların hangisine öncelik sırası tanınmalıdır? Gösteriş için mi kitap satın almalı, yoksa bir diziyi tamamlamak, bir dünya görüşüne ya da belli bir yazara bağlılığı sürdürmek için mi? Sonra, neden kitap okumalı?.. Yaşamı anlamak, onu kolaylamak için mi? İş için mi? Uyku getirsin diye mi? Bütün kitapları okudum diyebilmek saplantısıyle mi? Yoksa, duyguları ayaklandırdığı, eğlendirdiği ya da zaman öldürmede kolaylık sağladığı için mi?
Bu gibi soruları; yaşama sanatında başarılı olmak isteyen insanın, bir an önce yanıtlaması, kendine göre  olumlu sonuçlara varıp kendi kitap siyasasını  belirlemesi, yaşamına uygulaması gerekiyor.
Çünkü kitap okumaktan hoşlanmayanların, kitaba karşı gösterdikleri ürküntü, onları nasıl mutlu yaşama yaklaştırmıyor, alışkanlıkların, dar çevrenin faresi olmaktan kurtaramıyorsa ; oburca rastgele okuyan kitap fareleri de, aynı mutsuz kıskaçtan kurtulamıyor!
André Maurois; bu gibi oburların okumasına, bir başkasının ağzından, ‘cezalanmayan düşkünlük’ diyor…
Sonra da şu soruyu soruyor: ‘Okumak bir çalışma mıdır? ‘ Ayrıca, eklemiş de: ‘ Descartes ise; tersine, geçen yüzyılların en namuslu adamlarıyle yapılan bir konuşmadır.’ diyor…
Biz de diyelim ki; okumak, yaşamın iyileştirilmesi için yapılan çalışmalardan biridir. Toplumsal çevreye, doğal çevreye karşı, özgürlüğü ele geçirme uğraşıdır. İnsanın kendi algıları kendi deneyleri yanında, başkalarını ( hem de, yaşlılarla yetkililerin, üstelik yeryüzünün dört bucağından, geçmiş zamanlardan beri çoğaltılagelen) algılarını, deneylerini-düşüncelerini, duygularını- zamanı gelince uygulamak üzere, araştırması, öğrenmesidir. Daha gençlikte; yeryüzü  uygarlığının kavuştuğu düzeye, yaşlıların bilgeliğe yaklaşma çabasıdır.
Ama, hayır! Hayır! Ergenlerin, gençlerin, yaşlıların, yanlışlarını azaltan , eksikliklerini tamamlayandır okumak. Yeryüzünde, acısız yaşamayı öğretendir.
Burada, şu ünlü sorun da ortaya çıkıyor böylece: Okumak mı, yaşamak mı, yoksa her ikisi birlikte mi?
Her şeyden önce; hiç okumayanlara, ne demeli, bilmem ki?.. Bu zavallılar; çeşitli ülke yazarlarıyle  bilginlerinin , yüzyıllardır çoğalta çoğalta birbirlerine aktarageldikleri herkes için gerekli bilgileri, kendi yetenekleriyle, yaşam sürelerinde elde edeceklerini sanıyorlar! İletişimle gelen bugünkü  zengin kültürü, kendilerinde gerekli olan kültürü, sanki radyoyu yeniden bulaya çalışı gibi, kendi güçleriyle biriktirebileceklerini düşünüyorlar!..
Bu konu, zaman zaman edebiyatta da ele alınmış, tartışılmış… Yalnız; edebiyatta, hiç okumayanlar üzerinde durulduğu gibi , yeni yetişenleri korkutan obur okuyucular daha çok ele alınmış. Örneğin; Kazancakis, daha çok bunlara seslenmiş: ‘ Ne zamana kadar kağıt yiyip mürekkep yalayacaksın? Benimle beraber gel… Şimdiye kadar gölgeye bakıp doyuyordun; şimdi seni tene götürüyorum.’… (André Gide de aynı şeyleri söylüyor: ‘Kıyıların kumların hoş olduğunu okumak yetmez bana; çıplak ayaklarım bunu duysun isterim.’…)
Kazancakis, öteki farelere de kızıyor! Okumaktan korkan bu insanların da; ‘bilebilecekleriyle bilmeyeceklerini ‘ bilmemelerinin getirdiği çırpınışları, derindeki büyük ürküntüyü eşeliyor. Daha çok da; ne okumasını, ne de bol bol yaşamasını bilmeyen en büyük fareler için korkunç uyarılarda bulunuyor.
Bunu André Gide yapmış. Gide; okumayı, zorunlu saymış bu kez. Yalnız, bir de açıklama yapmış. Dünya Nimetleri’ nin önsözüne, sonsözüne serpiştirdiği şu sunuyla:
‘Beni okuduğun zaman, bu kitabı at ve çık. Kitabım çıkmak arzusunu versin isterdim sana, nereden olursa olsun çıkmak, şehrinden, ailenden, odandan, düşüncenden… At kitabımı ; onunla yetinme. Senin gerçeğini bir başkasının bulabileceğini sanma; her şeyden çok bundan utan… Kitabım kendisinden çok kendi kendinle ilgilenmeyi öğretsin sana- sonra kendi kendinden çok her şeyle ilgilenmeyi’…
Bizim Yunus Emre de; altı yüzyıl kadar önce, başka açıdan da olsa, okumanın ne demeye geldiğine aynı amaçla yanaşmış:
‘İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmekti / Sen kendini bilmezsin  /Ya nice okumaktır? ‘
Bunun için söylüyorum: Bütün yazarlara haber salmalı, yayınevi sahiplerine bir yasa buyruğu olarak duyurmalı ki, okumanın bir araç olduğu konusunda, kitapların başına sonuna, Gide ‘ in yaptığı gibi açıklamalar koymalı!.. Bu konuda söylenecek bir şey bulunamıyorsa, Gide’ in yazdıkları bir mühüre kazınıp bütün kitapların başına, sonuna basılmalı… Ta ki; çocuklar, ergenler, gençler, özellikle yaşlılar, kitapların düşsel egemenlikler kurmaya yönelmemiş olduğunu görünceye kadar! Kitapların; gerçekten ustalık isteyen  yaşama sanatını , bir an önce, olabilir derinliği, genişliğiyle yeni doğanlara belletmek zorunluluğuyle bulunmuş en rahatlatıcı araç olduğunu (dolayısıyle, yeterince yararlanmak gerektiğini) kabulleninceye kadar!
Kitap okuma alışkanlığı; yetişkinlere, bugün bu anlayışın benimsetilmesiyle sağlanabilecektir. Yeni yetişenlerin de, bu yolun üstüne itilmeleriyle!
Her ikisi içinse; büyüklerin, öğretmenlerin, yazarların yaşamaktan ne anladıklarını saptamış, hiç olmazsa bu konuda önemli bazı şeyleri sezmiş olmaları gerekecek. Buna göre de; kitap bir araçsa, yaşama sanatında, kitaptan da ne zaman hangi yönde, hangi hızda yararlanmak gerektiğini bilmeleri gerekecek. Kitap; bir birikimin aktarılması, olgunlaşmış meyveleri ise, bu meyvelerin nerede olduğunu, ne zaman, hangisinin koparılacağını bilmeleri gerekecek.
Tersi durumda ise, yetişkinler için de; arkadaşlarının, bir iki kuşak öncesi büyüklerinin, öğretmenlerinin – daha çok kendi gerçeklerine göre- beğenip salık verdikleriyle yetineceklerdir ki, bu da onları , şaşkınlığa, acılara, durgunluğa,  aradığını bir türlü bulamamaya sürükleyecektir. Giderek okumanın anlamsızlığını düşündürecektir. O denli de; kendilerini etkileyebileceklerini, en önemli araç olan kitaptan gittikçe uzaklaştırılacaktır.”1
 
Şimdi kendinize sorma zamanı: Siz hangi kitapları hangi önceliği göz önünde bulundurarak ne için okuyorsunuz yahut okumayı tercih ediyorsunuz?
Kaynak
1-Türk Dili Aylık Dil ve Edebiyat Dergisi , Sayı 262 (1 Temmuz 1973), sf. 269-271
İçerikler