DÜŞÜNCE Tarih

Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşına Girişi – 1

Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na girişi, Ortadoğu’da günümüze kadar uzanan karışıklıkları şekillendirmiş, bölgenin 20.yy. ve hatta 21.yy.a sarkan sorunlarının başlangıcı olmuştur. Neredeyse tüm 20.yy.a yön veren bu savaşa Osmanlı Devleti’nin girişi ve bu dönemde Osmanlı yönetiminde yaşananlar, milletimizin tekrar tekrar okuyarak ve inceleyerek anlamak ve ders almak zorunda olduğu bir süreçtir.

Avrupalı devletler, 1760’larda başlayarak 1850’lere kadar gerçekleşen Sanayi Devrimi ile teknik ve ekonomik açıdan müthiş bir gelişim yaşamış ve önceki yüzyıllarda başlayan sömürgecilik çok daha değerli ve kazançlı bir faaliyet haline gelmiştir. Artık sadece değerli maden ve işgücü sömürüsü değil, sanayiye hammadde olabilecek her türlü metanın kaynağı ve üretilen mamul malın pazarı olan sömürgeler için Avrupa devletleri hiçbir zaman olmadığı kadar sert bir rekabetin içine girmişlerdir. 19.yy.a kadar genellikle İngiltere,  Fransa, Hollanda ve İspanya arasında yaşanan sömürgecilik yarışı, 19.yy.ın sonlarına doğru oyuna iki yeni oyuncu olan ve siyasi birliklerini ancak tamamlamış olan İtalya (1870) ve Almanya’nın (1871) dahil olması ile iyice kızışmıştır.

Avrupalı büyük devletler arasındaki bu rekabet, devletlerarası gruplaşmaları getirdi. 1882’de Avusturya-Macaristan, Almanya ve İtalya’dan oluşan “üçlü ittifak” kuruldu. Bu antlaşma 1892, 1907 ve 1912 yıllarında üç kez yenilendi. Üçlü ittifaka karşı, 1894 Fransız-Rus, 1904 İngiliz-Fransız ve son olarak da 1907’de de İngiliz-Rus Antlaşması’yla “üçlü itilaf” oluştu. (Tepekaya, 2002: 51)

Osmanlı Devleti, sömürgecilik ve sanayi devrimi neticesinde gittikçe güçlenen batı ülkeleri karşısında toprak bütünlüğünü koruyabilmek amacıyla 18.yy. sonlarından itibaren denge politikası uygulamaya başlamıştır. Buna göre Osmanlı Devleti, içerisinde ve Avrupa devletleri ile yaşadığı sorunların çözümünde bu devletler arasındaki çıkar çatışmalarından faydalanmış ve 1877 yılına kadar hiçbir Avrupa devletinin karşısına tek başına çıkmamış, ittifak kurarak ya da ittifaklara dahil olarak hareket etmiştir. Devletin 19.yy.ın son çeyreğine kadar başarı ile uyguladığı denge politikası, 1877-1878 Osmanlı – Rus Savaşı (93 Harbi) ile son bulur. Bu savaştaki yalnızlık ve müttefik bulunamaması, devlete Ayastefanos ve Berlin anlaşmalarındaki kayıpları getirmiş, 1897 Osmanlı-Yunan savaşında parlak bir zafer kazanmasına rağmen uluslar arası desteğin yoksunluğu sebebiyle yapılan anlaşmada Yunanistan’a önemli tavizler vermiştir. 20.yy. itibarıyla da durum değişmemiş, Trablusgarp ve Balkan Savaşlarında dış destek sağlayamayan Osmanlı Devleti, önemli kayıplara uğramıştır. Tabi ki bu durumun ortaya çıkmasında Osmanlı Devleti’nin büyük devletlerce artık bir kuvvet olarak sayılmaması ve büyük devletler için bir yük olarak telakki edilmesi de etkili olmuştur.

  1. yüzyılın başında petrolün ekonomide kazandığı önem ve Osmanlı idaresindeki topraklarda zengin petrol kaynakları olması, büyük devletler arasındaki rekabeti daha da arttırmış ve Osmanlı topraklarını ele geçirmek oldukça cazip bir seçenek haline gelmiştir.
  • Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı öncesi ittifak arayışları:

    Raymond Poincare (Fransa Başbakanı)
    Raymond Poincare (Fransa Başbakanı)

1911 Osmanlı- İtalya Savaşını, Almanya’nın müttefiki olan İtalya çıkarmış ve bu olay Balkan Savaşına yol açmıştı. Balkan Savaşı ise Rusya’nın teşebbüsüyle meydana gelmiştir. Hatta Osmanlı Hükümeti Rusya’nın bu işte, Fransa ve İngiltere’nin yardımına eriştiğine inanmıştır. Nitekim harp sonrası yayınlanan belgelerde Fransız Başbakanı Poincare, gerek balkanlar arası ittifaka, gerekse bu anlaşma sonrasında çıkabilecek bir genel savaşta Rusya ile beraber olacağını söylemişti. (Bayur, 1959: 508)                                        

Almanya’ya gelince; İkinci Meşrutiyetten beri, özellikle İstanbul’daki büyükelçisi Baron Marschall’ın girişimleri sayesinde, Osmanlı idarecilerini bu imparatorluğun hakiki ve saf dostu olduğuna ve Osmanlı arazisinde Almanya’nın hiçbir gözü olmadığına inandırmıştı. Bununla birlikte Balkan Savaşlarından sonra Avusturya ile Osmanlı Devleti arasında direkt bir sınır kalmadığı için, Osmanlı idarecilerinde Alman-Avusturya ittifakına karşı eğilim artmış ve Akdeniz’de güçleri az olan bu devletlerden Osmanlı’ya bir zarar gelmeyeceği inancı meydana gelmişti. Bu suretle 1909-1911 yılları arasında Almanya’ya dayanmak ve Ona göre bir siyaset gütmek Osmanlı Devleti’nce doğru yol olarak kabul edilmişti.

Ancak Osmanlı-İtalya ve Balkan Savaşları ve onların sonucunda kaybedilen yerler, Osmanlı devlet adamlarına, Almanya’nın Osmanlı Devleti’ni ne kendi müttefiklerine ne de Balkan devletlerine karşı koruyabilecek durumda olmadığını, hatta Almanlara gösterilecek yakınlığın, Almanlara karşı olanları kızdırarak ve kuşkulandırarak bir tehlike kaynağı haline sokabileceğini göstermişti. (Akbay, 1970: 34)

Bu durumda Osmanlı devlet adamlarında iki fikir belirmiştir. Birincisi, Almanya ile Osmanlı Devleti’ni her şıkta koruyacak kesin ve açık bir anlaşma yapmak ki genellikle İttihat ve Terakki içerisinde yaygın bir fikir idi, diğeri de; Osmanlı Devleti’ni herhangi gelecek bir savaşta yakinen etkisi altına alacak devletlerle, özellikle Akdeniz’e yakın olanlarıyla yaklaşmak, hatta mümkünse anlaşmak. İngiltere ve Rusya ile ittifak fikirleri, bu ikinci fikirden doğmuştur. Bir diğer ve önemli husus da, Almanların kendi paralarını özellikle yeni endüstri kollarına ve yeni ticaret alanlarına harcaması, Fransızların ise, paralarını faize yatırarak borç vererek değerlendirmesiydi. Bu bakımdan borç almak isteyenlere karşı Fransız borsası, Alman piyasasına oranla daha elverişli idi. (Akbay, 1970: 34)  Günlük giderlerini bile dış borçlardan sağlayan Osmanlı Devleti ise bu yüzden Fransa’ya yaklaşmaya yatkındı. Bu devlete yapılan ittifak teklifinde bu düşünce ve Fransız dostluğunun, devleti, İngiltere ve Rusya tehditlerine karşı koruyabileceği ümidi hakimdir.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Osmanlı Devlet erkânı, I. Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılında yukarıdaki düşüncelere sahipti. Devletin başında padişah olarak V. Mehmed Reşad bulunmaktaysa da selefinin aksine yönetimde pek bir etkisi yoktu. İktidar, 1913 Bab-ı Ali Baskınından beri İttihat ve Terakki partisinin elindeydi. İmparatorluğun iç ve dış dağınıklığında güçlü denilebilecek tek örgüt olan bu partinin gücü üç temele dayanıyordu. Birincisi İmparatorluk sathında yaygın bir teşkilatı vardı. İkincisi bu teşkilat aydınlara ve ordunun subay kadrosuna dayanmaktaydı. Üçüncüsü de parti liderlerinin karakteri idi. Enver, Talat ve Cemal Paşa üçlüsü, ittihatçıların beynini ve ruhunu sembolleştirmekteydi. Genç, dinamik ve pervasız idiler. İktidara zor kullanmak suretiyle gelmişlerdi ve her çareye başvurarak yönetimi ellerinde bulundurmaya kararlı idiler. (Karal, 1983: C.V, 374) Ve bu üçlü, büyük sempati duydukları Almanya yanında Osmanlı Devleti’ni meclis ve hatta kabine üyelerinin çoğununu haberi dahi olmadan savaşa soktular.

 1.1. Rusya ile ittifak denemeleri

Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durum, uluslar arası ilişkiler ve stratejik değerlendirmeler bakımından gerek savaşa girişi ve gerekse Almanlar yanında yer almasında önemli rol oynamıştır. Çünkü, Balkan Savaşları sonrasından 1. Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar olan süreçte Osmanlı Devleti’ni idare edenlerin, diğer endişelerinin yanı sıra, hiç de yersiz olmayan bir Rusya tehdidi algılaması olduğu ve bundan dolayı ülkelerinin toprak bütünlüğünü güvenceye alabilecek arayışlar içinde olduğu açıktır. Bununla birlikte Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne karşı izlediği politika ise ikiyüzlüdür. Rusya bir yandan Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını ve topraklarının kendisine katılmasını isterken, diğer yandan Osmanlı’nın olduğu gibi zayıf ve zararsız kalmasını, kendisine karşı bir tehdit olmadan zayıf bir komşu olarak yaşamasını istemektedir. Bilhassa ilk bahsettiğim politikadan ötürü Rusya ile bir ittifak, en az hatıra gelebilecek bir husus olması gerekirken, savaşın başlamasından önceki aylarda Osmanlı yöneticilerinin Rusya ile ittifak teşebbüsünde bulunduklarını görüyoruz.

Talat Paşa, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof’a, Enver Paşa ise Rusya’nın İstanbul elçiliğindeki ataşesi General Leontieve nezdinde ittifak teşebbüsünde bulunmuştur. Bununla birlikte Dahiliye Nazırı Talat Paşa ile İzzet Paşa, Rus Çarı ile görüşmek için Mayıs 1914 de Yalta’ya gitmişlerdir. Çar, Türk heyetini kabul ederken, Türkiye’ye karşı dostluk hisleri beslediğini ve Türkiye’den bir şey beklemediğini, yalnız Türkiye’den yabancılara kudret ve hakimiyetinden bir şey vermemesini istediğini ve bunun kendi fikrine göre, Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya arasında iyi komşuluk münasebetini temin edici en iyi yol olduğunu söylemiştir. (Akbay, 1970: 35) Bu pek tabii ki Osmanlı üzerindeki Alman askeri ve siyasi nüfuzuna bir imadır.

Sergey Sazanof (Rus Dışişleri Bakanı)
Sergey Sazanof (Rus Dışişleri Bakanı)

Talat Paşa, bulunduğu yatta Rus ileri gelenleri şerefine verdiği bir yemekte Sazanof’a ittifak teklifini iletmiş, teklife şaşıran Rus bakan, konuyu hükümeti ve büyükelçisi ile görüşeceğini belirtmiştir. Ancak Talat Paşa’nın teklifi her iki hükümetin de konuya çekimser bakması sebebiyle gerçekleşememiştir.  Osmanlı hükümetinin çekimser kalmasında, Rusların öncülüğü ve baskısıyla 1914 Şubatında imzalanan, Ermenilerin de yer aldığı Şark vilayetleri bölgesinde oluşturulacak iki idari bölüme yabancı genel müfettişlerin atanmasını ve Hıristiyan ve Müslüman cemaat temsilcilerinden oluşan seçilmiş meclisler oluşturulmasını öngören ve bu programın uygulanmasında Rusya’ya belli yetkiler veren bir Osmanlı-Rus sözleşmesi ve bu sözleşmeye imza atmak zorunda kalan Osmanlı yöneticilerinin kaygıları etkilidir. (Bodger, 1999: 110) Bununla birlikte diğer önemli kaygı da pek tabii ki Rusların en önemli hedefleri olan boğazları ele geçirmek konusunda uygun zaman ve fırsatı beklediklerine dairdir.  Bu konuda Ali İhsan Sabis, “Esasen Ruslar, Ankara ve Ulukışla taraflarından Erzurum cihetine doğru bir demiryolu inşa etmekliğimize öteden beri mani oluyorlardı. Bu da, aynı boğazların takviyesini istememek gibi Türkiye aleyhinde bir düşüncenin mahsülüydü. Çünkü bu demiryolu inşa edilirse Ruslara karşı müdafaa kudretimiz artacaktı.” demiştir. (Sabis, 1991: 141)

1.2. İngiltere ile ittifak denemeleri

İngiltere ile iki defa ittifak denemesinde bulunulmuştur. Bunlardan ilki, Trablusgarp Savaşı esnasında Rusların boğazlardan savaş gemisi geçirmek istedikleri bir sırada yapılmıştır. İkincisi ise Rusların Doğu Anadolu’da özel bir durum sağlamak için yaptıkları baskı esnasında yapılmıştır. Ancak bunlar bir ittifaktan çok, bir koruyucu bulma amaçlı girişimlerdir.

Birinci teklif, 21 Ekim 1911’de resmi hiçbir sıfatı bulunmayan eski Maliye Bakanı Cavit Bey tarafından, o sırada İngiliz Deniz Bakanı olan Churchill’e bir mektup vasıtasıyla yapılmıştır. Ayrıca 31 Ekim 1911’de Londra elçisi Tevfik Paşa tarafından İngiliz Dışişleri daimi müsteşarına bir teklif daha verilmiştir. İngiliz hükümeti kendisine Osmanlı Devleti tarafından yapılan bu teklifi nazikane bir surette reddetmiştir. ( Akbay, 1970: 37)

İkinci teklif 13 Haziran 1913’te yapılmıştır. Londra Büyükelçisi Tevfik Paşa, İngiliz Dışişleri Bakanına Osmanlı hükümetinin İngiltere ile ittifak yapma isteğini bildirmiştir. İngiliz hükümeti bütün büyük devletlerle İmparatorluğun iyi bir yönetim ve sağlam bir mali durumunun sağlanabileceği tezini ileri sürmüştür. Böylece bu teklif de sonuçsuz kalmıştır. (Akbay, 1970: 37)

1.3. Fransa ile ittifak denemeleri

Osmanlı-Fransız yakınlaşmasının temelinde Fransa ile yapılabilecek bir ittifakın devleti İngiltere-Rusya tehditlerine karşı koruyabileceği düşüncesi hakimdir. Bununla birlikte konunun başında belirttiğimiz üzere Fransa, Osmanlı Devleti’nin devamlı sıcak para bulabileceği bir kaynaktır. İki ülke arasındaki ittifak için Cemal Paşa ve İstanbul’daki Fransız işgüderi oldukça uğraşmışlar, hatta Fransız işgüderi Paris’e 24 Ocak 1914 ve 28 Ocak 1914 de iki tel geçmiş, ancak Fransız hükümeti bu tekliflerin hiçbirini inceleme konusu dahi yapmamıştır. (Bayur, 1954: 550)

28 Haziran 1914’de Saraybosna suikastı olduğu sırada Osmanlı hükümeti Fransız dostluk ve ittifakını aramaya devam etmekteydi. Cemal Paşa, Fransa’nın Akdeniz Filosu manevralarına davet edilmişti. Sadrazamdan Fransız dostluğuna verilen önemle Osmanlı Devleti için hayati önemi bulunan adalar sorununun kesin bir hal tarzına bağlanması ve Fransız siyasetinden çok büyük istifadeler beklendiği yönünde Fransız Dışişlerinin dikkat nazarının çekilmesi için talimat aldı. Fakat Cemal Paşa Saraybosna suikastından birkaç hafta sonra dahi Fransa’da düşüncelerini anlatacak kimse bulamadı. Fransız Dışişleri Bakanı meşguliyetini bahane ederek Cemal Paşa’yı Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler Müdürü’ne yönlendirdi. Görüşmede Fransız tarafı, ittifak ve siyasi dostluk konusunda Fransa’nın tek başına hareket edemeyeceği, müttefiklerinin de buna muvafakat etmesi gerektiğini, ki bunun da mümkün olup olamayacağının şüpheli olduğunu, teklifin müttefiklere duyurulacağını bildirmiştir. (Akbay, 1970: 40) Böylece bu görüşmelerden de bir sonuç alınamamıştır.

1.4. Almanya ile ittifak ve bu ittifak tercihinde Rusya’nın etkisi

Osmanlı Devleti’nin üçlü ittifak grubu ile ittifak konusu, Avusturya’nın Sırbistan ile kesin olarak hesaplaşmaya karar verdiği sırada, Temmuz 1914 ortalarında Avusturya hükümetince ele alınmıştır. (Akbay, 1970: 40) Avusturya hükümeti İstanbul’daki elçisi aracılığıyla bu hususta yaptığı düşünce yoklamasında, Osmanlı Devlet adamlarında Rusya karşıtı bir eğilim olduğunu ve Osmanlı Devleti’nin Avusturya ile bir ittifaka yanaşması için Avusturya’nın Rusya himayesindeki Sırbistan’a karşı çetin bir davranışla Balkanlarda üstünlüğü ele alması gerektiğini öğrenmişti.

Avusturya, Osmanlı ile ittifak fikrini Alman hükümetine danıştığında, Alman hükümeti Osmanlı Devleti’nin güçsüzlüğünü ileri sürerek tarafsız kalmasının daha iyi olacağını beyan etmiştir. Buna rağmen Avusturya hükümeti, Osmanlı hükümeti ile ittifak girişimlerine devam etmiştir. Bütün bunlar olurken Osmanlı hükümeti Yunanistan ile ittifak düşüncesini beyan etmiş, bu düşünce, Avusturya ile ittifaka yakın olan Bulgaristan ve Yunanistan arasındaki problemlerden ötürü Osmanlı Devleti’nin Sırbistan yanlısı Yunanistan ile birlik olarak itilaf grubuna yaklaşacağı izlenimini doğurmuştur. Almanya elçisi Wangenheim, üçlü itilaf devletlerinin Osmanlı Devleti’ni Yunanistan ile ittifaka zorlayacaklarından da kaygı duymuştur. (Birsel, 1933: 137)

Hans Freiherr von Wangenheim (İstanbul’da Alman Büyükelçi)
Hans Freiherr von Wangenheim (İstanbul’da Alman Büyükelçi)

Bu yolda çalışmalar devam ederken, Wangenheim, imalı bir şekilde Avusturya-Sırbistan çatışmasının mümkün olduğu tezini ileri sürdü. Bunu duyan Osmanlı hükümetinde bir takım ümitler uyandı. Sadrazam ile Enver Paşa, Avusturya’ya cesaret vermeye ve kışkırtmaya koyuldular. 22 Temmuz’da Enver Paşa, Alman büyükelçisine doğrudan doğruya ittifak teklifinde bulundu. Sadrazam da aynı teklifi Avusturya büyükelçisine iletti. (Akbay, 1970: 42) Osmanlı hükümeti yalnızlıktan bir an önce kurtulmak istiyordu ancak güçsüzlüğü sebebiyle her iki grup da Osmanlı Devleti ile uzun süreli ve geniş kapsamlı bir ittifak yapmak istemiyordu. Osmanlı açısından bakıldığında İngilizlere yapılan tekliflerden ve Cemal Paşa’nın Paris’te yaptığı temaslardan bir sonuç elde edilemeyince Almanya’ya yönelmek tabii sayılmıştır ve Avusturya-Sırbistan anlaşmazlığı bu maksat için bir fırsat olarak kullanılmıştır.

Alman otokrasi ve militarizmi, halk kitleleri ve meclisin büyük muhalefetine rağmen Almanya’da eğitim görmüş Enver Paşa ve bazı subaylara yakın geliyordu. Enver Paşa’nın düşüncesi basitti. Savaş çıkacak olursa Ruslar Osmanlılar aleyhine genişlemeye çalışacaklardı, özellikle hala Ermeni terörizminin ve kışkırtmacılığının sürdüğü doğuda bu kesindi. (Shaw, 1983: 372) Rusya ile işbirliği içinde olan Ermenilerin Osmanlı karşıtı faaliyetleri de daha önceki isyan ve komitecilik deneyimlerinin de bir sonucu olarak etkili bir biçimde devam etmekteydi. Hatta Ağustos ayında Kafkasya’daki Ermeniler ve bilhassa komiteciler –kendilerine ayak bağı olmamaları için- ailelerini Erivan’a göndermek yoluna gitmişlerdi. Erzurum’daki komitecilerin de ailelerini kâmilen Rusya ve Erivan cihetine kaydırmaları dikkat çekicidir. (ATASE  K:243, D:1009, F:4-7-21/3)

Enver’e göre, Rusya üçlü anlaşma içinde olduğundan İngiltere ve Fransa’dan yardım beklemek güç olacaktı. Diğer yandan Almanya’nın Ortadoğu’da toprak sorunu yoktu. Alman stratejik çıkarları Rusların daha fazla ilerlemelerini önlemekte yatıyordu. Müttefiki Avusturya uzun süredir Osmanlı topraklarına göz dikmişse de Bosna- Hersek’i  almakla karşısına çıkan azınlık sorunlarını topraklarına yeni Slav toprakları katarak arttırmak istemeyecekti. (Shaw, 1983: 373) Yukarıda bahsettiğimiz üzere Cemal Paşa, Enver Paşa’nın bu düşüncelerine rağmen 1914 başlarında üçlü itilaf grubuna yaklaştıysa da İngiltere ve Fransa öneriyi reddetti. Diğer yandan büyük güçler arasında sadece Almanya, -çekinceleri olmasına rağmen- Osmanlı ile bir ittifaka girmeye hazır görünüyordu. Ancak Almanya ile bir bağlantıya kamuoyunun tepki göstereceği düşünülerek konuşmalar gizli yürütülüyor, görüşmelerden sadece sadrazam, Hariciye Nazırı Sait Halim Paşa ve Enver Paşa haberdar bulunuyorlardı. Anlaşma, Avrupa’da savaş başladıktan sonra, 2 Ağustos 1914’de imzalandı. Buna göre, 28 Temmuz’da Sırbistan’a savaş ilan eden Avusturya’ya Almanya’nın yardımı Rusya ile bir savaşa yol açarsa (6 Ağustos’ta yol açacak) Osmanlılar, mihver devletlerini desteklemek için müdahale edecekti. Osmanlılar Von Sanders heyetinin ordunun genel yönetiminde etkili olması kabul ediyorlar, buna karşılık Almanya da Rusya’ya karşı Osmanlı toprak bütünlüğünün korunmasına yardımcı olmaya söz veriyordu. Anlaşma gizliydi ve ancak taraflar istediği zaman açıklanacaktı. (Shaw, 1983: 373)

Böylece Osmanlı yönetiminin Rusya aleyhinde düşünceleri, Almanya ile ittifak yapılmasında önemli bir rol oynamış oluyordu. Cemal Paşa ve diğer kabine üyeleri anlaşma imzalandıktan sonra durumdan haberdar oldular. Ancak bunun Rusya’ya karşı İngiltere ve Fransa’nın reddettikleri bir savunmayı sağlaması ve oldu bittiye getirilmiş olması sebebiyle fazla bir şey söylemeden kabul ettiler.

Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşına Girişi – 2

Yıldırım Boyacı

Celal Bayar Üniversitesi Tarih Bölüm Mezunu
yildirimboyaci@bilimdili.com

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...