Dünyada birden fazla etnik grubun yaşadığı ülkelerin nerdeyse tamamında dil etrafında bir takım tartışmalar yaşanır. Bu tartışmalar, bazen çatışmalara dönüşür ve bu etnik grupların birbirlerinden ayrılmaları ile sonuçlanır, bazen çatışmalar sonucunda dil hakları ile ilgili uzlaşmaya varılır, bazen iş çatışmaya varmadan bir uzlaşmaya varılır, bazen de ortaya hiçbir uzlaşma çıkmadan tartışmalar uzun yıllar sürüp gider. Her hâlükârda devletler, bu konu karşısında güçleri, talepte bulunan etnik grupların umumi nüfusa oranları, kuruluş ilkeleri, anayasal yapıları vs. gibi amillerin etkisiyle durum alırlar, devletin resmî dili, eğitim dili gibi alanlarda düzenlemeler yaparlar veya yapmazlar.
Farklı etnik gruplar olan birçok ülkede olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’nde de kurulduğu günden itibaren bu konular etrafında tartışmaların yer aldığı görülmektedir. Türkiye’de resmî dil konusunda çok fazla tartışma olmamakla birlikte, eğitim dili konusunda zaman zaman büyük tartışmaların yaşandığı ve bu tartışmaların tabii bir neticesi olarak meselenin siyasetin de konusu hâline geldiği bilinen bir gerçektir. İşin içine siyaset girdiği zaman, ister istemez beraberinde çarpıtmalar, yalanlar, yozlaşmalar gibi nahoşluklar da dâhil olmaktadır. Bu nahoşluklar bazen art niyetli bir şekilde bilinçli olarak bazen de cahillik sonucunda bilinçsiz bir şekilde işin içine sokulmaktadır. Her iki durumda da işle ilgili gerçekler tartışmalar arasında boğulup gitmektedir.
Türkiye’de bu konu ile ilgili yapılan haberlerde, gerek televizyon ekranlarında gerekse gazete sayfalarında, üzerinde “Anadilde Eğitim” yazılı pankartlar tutan insanlar sık sık görülür ya da bu konu üzerinden siyaset yapmak isteyen siyasetçilerin “Halkımızın anadilde eğitim hakkı gasp edilemez!”, “Anadilde eğitim demokratik hakkımız!” vs. şeklindeki sloganik açıklamaları gündemi sarsar. Oysa “anadil” kavramının anlamına bakıldığı zaman, görülmektedir ki ne “anadil”de eğitim yapmak mümkündür ne de kimse “anadil”de eğitim talebinde bulunur. Türk Dil Kurumunun sözlüğünde “ana dil” şeklinde ayrı olarak yazılan kelime, “kendisinden başka diller veya lehçeler türemiş olan dil” şeklinde açıklanmaktadır. Yani örneklendirilecek olursa Hint-Avrupaca, Latince, Cermence Uralca, Altayca vs. gibi diller manasına gelmektedir. Bir gün Türkiye’de yeterince nüktedan bir Eğitim Bakanı göreve gelirse “Hay hay efendim! Hangi dilde eğitimi tercih edersiniz? Hint-Avrupaca mı olsun, yoksa Ural – Altyaca mı?” şeklinde karşılayabilir ana dilde eğitim taleplerini. İşin şakası bir tarafa, elbette Türkiye’de kimse bu dillerin hiçbirinde eğitim talebinde bulunmayı aklının ucundan bile geçirmez. Sadece işin ayrıntılarını bilmemekten kaynaklanan bir durumun neticesine ortaya çıkmaktadır bu durum.
Çok açıktır ki “ana dilde eğitim” talebinde bulunanların tamamı, aslında “ana dilinde eğitim” demek istemektedirler. İşte bütün sorun da tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. “Ana dili” kelimesi, Türk Dil Kurumunun sözlüğünde “çocuğun ailesinden ve içinde yaşadığı topluluktan edindiği dil” şeklinde açıklanmaktadır. Bu açıklama aslında iki kavram içermektedir ve sorunlu bir açıklamadır. Zira çoğu kez çocuğun ailesinden öğrendiği dil ile toplumdan öğrendiği dil aynı olmayabilmektedir. Bu durumda “ana dili” bunlardan hangisini karşılamaktadır? Çocuğun ailesinden öğrendiği dili mi? Yoksa çocuğun toplumdan öğrendiği dili mi? Çağdaş dilbilimi bu ikisini birbirinden ayırmaktadır. Türk Dil Kurumunun sözlüğünde “ana dili” kelimesiyle karşılanan iki kavram, dünyada “doğal dil” ile “anne dili” veya “annenin dili” şeklinde birbirinden ayrılmaktadır. “Doğal dil”, çocuğun toplumdan öğrendiği dili karşılarken “annenin dili” çocuğun aileden öğrendiği dili karşılamaktadır. Elbette ikisinin aynı dil olduğu durumlar ikisinin ayrı olduğu durumlardan daha fazladır. Zaten karışıklık da buradan kaynaklanmaktadır. İkisinin aynı olduğu durumlarda bu karışıklık bir mana ifade etmemektedir ve “ana dili” kelimesinin kullanılması bir sorun teşkil etmemektedir. Ancak iki dilin farklı diller olduğu durumlarda “ana dili” kelimesinin kullanılması yetersiz kalmaktadır. Çocuğun ailesinden öğrendiği dil ile toplumdan öğrendiği dili birbirinden ayırmak gerekmektedir. Buradan kolaylıkla anlaşılacağı üzere bu karışıklık azınlık çocuklarını ilgilendiren bir durumdur. Türkçede oldukça sağlam bir yer edinmiş olan “ana dili” kavramı üzerinden hareket edilecek olursa bu kelimenin anlamını “çocuğun toplumdan öğrendiği dil” ile sınırlandırmak gerekmektedir, yani bugün dünyada “doğal dil” kelimesi ile karşılanan anlam ile. Zira “ana” kelimesinin “anne” kelimesi yanında, “ana yol”, “ana düşünce” veya “ana konu” gibi kelimelerdeki “başlıca” anlamı dikkate alındığı zaman, toplumun başlıca dilinin, yani çocuğun toplumdan öğrendiği dilin “ana dili” kelimesi ile karşılanması mantıklı görünmektedir. Çocuğun ailesinden öğrendiği dili ise maalesef günümüzde Türk Dil Kurumunun sözlüğünde bulunmayan “anne dili” veya “annenin dili” ile karşılamak gerekmektedir.
Bu ayırım ortaya çıktıktan sonra, elbette akıllara ilk gelen soru veya ilgilileri meşgul eden en büyük sorun çocuğun birincil dilinin hangisi olduğudur. Bu sorun elbette yine azınlık çocuklarını ilgilendiren bir sorundur. Birincil dilden kasıt, kişinin en iyi kullandığı, kendisini en iyi ifade ettiği dildir. “Birincil dil” kavramı, temelinde barındırdığı “bir” kavramından dolayı yanlış anlaşılmamalıdır, yani “çocuğun öğrendiği ilk dil” manasında değildir. Çocuğun ilk öğrendiği dil, “ilk dil” ifadesi ile karşılanmaktadır. Çocuğun kendisini en iyi ifade ettiği dilin doğal olarak bütün eğitim öğretimini aldığı ve toplum içerisinde gündelik olarak kullandığı dil olduğu düşünülecek olursa azınlık çocuklarının birincil dilleri, toplumdan öğrendikleri dil, yani anadilleridir. Buna aynı zamanda “doğal dil” denmesini sebebi de budur. İlk dilleri ise ailelerinden öğrendikleri dil, yani annelerinin veya anne dilleridir. Pek çok insan; gurur, utanç, ideolojik güdüler, vs. gibi sebeplerle bunu duymaktan veya ifade etmekten hoşlanmasa da işin bilimlik ve toplumluk gerçekleri böyledir. Avrupa’da yaşayan milyonlarca Türk gurbetçinin çocuklarının anne dilleri, Türkçe; bulundukları ülkelere göre ana dilleri ise Almanca, Fransızca, Flamanca, İngilizce vs. gibi Avrupa dilleridir.
Türkiye’ye dönülecek olursa Türkiye’de başlıca dilin Türkçe olduğu konusunda, ülkede yaşayan bütün kesimler hemfikirdir. Yani Türkiye’de insanlar hangi etnik kökenden gelirlerse gelsinler, annelerinin dili ne olursa olsun, anadilleri Türkçedir. Bu, şu anlama gelmektedir: Türkiye’de Türkçe eğitim alan herkes anadilinde eğitim almaktadır. Peki, “’Anadilde Eğitim’ pankartları taşıyan insanlar ne istemektedir?” sorusunun cevabı nedir? Her şeyden önce “anadil” değil, “ana dil”. Bunun da konu ile hiçbir alakası olmayan bir anlama geldiği, yazının başında açıklanmıştı. Bu pankartı taşıyanların “ana dili” demek isteyip “annenin dili” kavramını kastettikleri anlaşılmaktadır. Zira az önce de ifade edildiği üzere, Türkiye’de herkes ülkenin başlıca dili, yani anadili olan Türkçe ile eğitim almaktadır, yani böyle bir talepte bulunmak mantık dışıdır. Geriye sadece “annenin dili” kalmaktadır. Bu ise ülkenin doğal dil ortamına sabotaj teşebbüsü olduğu gibi, bu hakkın talep edildiği çocukları da ülkenin doğal dil ortamından koparma denemesidir, yani çocuklar için bir hak talebi değil, onlara bir haksızlıktır.