Yazar: Özgün Nesim
Yüzyıl öncesine kadar kısıtlı bir saray kültürünün parçasıyken; günümüzde geniş toplum kesimlerine yayılarak her türlü müzik türü içinde kendisine uygulama alanı bulan ud çalgısının Türklerin müzik kültürüyle olan bağları sanıldığının aksine Türklerin Ortadoğu kültür dairesine girişleriyle başlamaz. Tarihsel kaynaklar bize göstermektedir ki ud çalgısının Türkler tarafından tanınmasının en az 1200 yıllık geçmişi vardır. Daha da ötesi; günümüzde ud adıyla bilinen bu çalgının Asya ve Avrupa kültürleri arasında da geniş bir kullanım geçmişi vardır.
Türk müzik kaynaklarının aktardığı bilgilere göre ilk ud; Horasan’a çalışmaya gelen Türkmen işçilerinin çaldıkları iki telli kopuzların İran’da geliştirilerek uda dönüştürüldüğü şeklindedir.
Uzakdoğu ülkeleri içinde udun varlığı ise şu şekildedir: Çin’de “pipa’”, Japonya’da “biwa” adıyla bilinir ve bu ülkelerin geleneksel Ortaçağ çalgıları olup günümüzde de çalınmaktadır. Kaynaklar udun Hindistan’dan Budizm yoluyla dördüncü yüzyılda Çin’e geçtiğini, Orta Asya’dan da Çin yolunu izleyerek Japonya’ya ulaştığını belirtiyor. Japon udu olan “biwa” Japonya’da geleneksel destan anlatıcılığında ve “gagaku” (saray orkestrası) geleneğinde kullanılmaktadır.
Japon udu olan ‘’biwa’’ Asyadaki ud türlerinin Orta Asya kolundan gelmesi bakımından Türkler için önemli bir yaşayan örnektir. Türklerin M.S. 8-9. yüzyıllarda ud kullandıkları biliniyor olmasına karşın o dönemden günümüze sağlam kalan bir Orta Asya Türk udu ne yazık ki yoktur. En eski Türk udu hakkında bugüne ulaşan bilgiler, Göktürk ve Uygur hanedanlıkları arası dönemden kalmış olan kabartmalar ve duvar resimlerinden gelir. Bu kaynaklardan hareketle Türklerin kullandıkları ud türünün, günümüzde kullanılmayı sürdüren Japon udu biwaya neredeyse birebir benzediği görülebilir. Ünlü gezgin Marco Polo; Moğolların da savaşlardan önce dört telli bir çalgı çaldıklarından söz eder. Udun atası dört tellidir ve bu çalgının Uygurlardan sonra Moğollarca da biliniyor olmuş olması güçlü bir olasılıktır.
Udun sözcük kökeni Arapçadır ve ‘’tahta’’ anlamına gelir. Japoncadaki ‘’biwa’’ sözcüğünün udun Çince adı olan ‘’pipa’’dan geldiği açıktır. Avrupada udun genel adı ‘’lute’’ olarak geçer. Macaristan’da udun adı ‘’kopuz’’ dur. Bu durum udun Türklerdeki eski adının ne olmuş olabileceği konusunda bize önemli bir işaret olabilir. Türkler bir çok farklı çalgıya kabaca ‘’kopuz’’ demektedirler. Udun eski Türkçedeki adı da kabaca ‘’kopuz’’ olmuş olabilir. Türklerin, Çinlilerin ve Japonların kullandığı udlar günümüzdeki çağdaş udlarla ortak kökenlere sahip olsalar da yapı olarak günümüzdeki gelişmiş çağdaş udlardan açık farklılıklar içermektedir. Geleneksel Asya udlarının tekneleri daha sığdır, ses çıkış delikleri dardır, yüksek perdeleri vardır ve hayvan bağırsaklarının kurutulmasıyla ya da ipek ipliklerin birleştirilmesiyle elde edilen telleri vardır. Günümüz çağdaş udları ise derin teknelidirler, 11 tellidirler, geniş çaplı ses deliklerine sahiptirler.
Udun geniş ses aralığına sahip bir çalgı olması, değişik müzik türlerinin çalınmasına olanak vermiş ve böylece bu çalgının farklı coğrafyalara yayılarak bir ‘’medeniyetler’’ çalgısına dönüşmesini sağlamıştır. Eski Türklerde ud kullanımının halk tabakasından daha çok, yönetici sınıfın müzik beğenisini karşılamış olabileceği düşüncesini, ud betimlemelerinin saray çevresini gösteren kalıntılarda yer almış olmasından çıkarabiliriz. Eski Türk udunun tarihi kaynaklar ve Japonya’daki örneklerinden yola çıkılarak yeniden üretilmesi Türk müziğinin Asya’daki özgün kökenlerine yapılacak duyarlı bir dokunuş olarak anlamlı bir müzikal deneyim sunabilir.
2008 yılında Yoko Hiraoka tarafında Yale Üniversitesinde Japon udu biwa ve kökenleri üzerine yapılmış bir sunum (video)