Antropoloji Tarih

Paleolitik’ten Kapitalizm’e: Tıkınmanın Tarihine Kısa Bir Bakış

Bu makale, yemek yeme biçim ve tercihlerinin bir kültürel durum inşa edip etmediği sorusunu gündeme taşıma ve bir tartışma alanı inşa etmeye yönelik bir deneme aslında. İnsanlığın avcı toplayıcı yaşam tarzını terk edip buğday ekimini keşfetmesiyle yani tarım devrimi ile uygarlık oluşturma faaliyetinin temellerini attığı hayli yaygın bir iddia. Hayvanların hatta insanların da evcilleştiği bir sürecin başlangıcı bir çok araştırmacıya göre insanlığın yeme tercihlerinin değiştiği bu döneme tekabül ediyor. Popüler kitabı “Hayvanlardan Tanrılara Sapiens”te Yuval Noah Harari  fazlaca iddialı görünen tezinde bugün modern dünyanın mustarip olduğu en yaygın hastalıklardan biri olan obezitenin nedenlerini irdelerken bunu atalarımızın avcı toplayıcı döneme ait yeme alışkanlıklarıyla ilişkilendirmişti.  Harari’nin hayli ilginç tezine göre bir taş devri kadını incirlerle dolu bir ağaç gördüğünde yapabileceği en rasyonel hareket bir babun grubu ağacı ele geçirmeden önce tıkınabildiği kadar incir tıkınabilmekti. Ve ilgili paragrafı şu cümleyle sonlandırıyordu Harari: Yüksek kalorili yiyeceklerle tıkınmak bu yüzden genlerimize kazınmıştır.[1]

Modern dünyada özellikle fast food üreten zincir işletmelerin dünyanın dört tarafını adeta istila edercesine yaygınlaşması, yemek kültürü üzerinden bir kültürel bir emperyalizm vurgusunu da beraberinde getirdi. Ve bu müesseseler zaman zaman kapitalizm denen ideolojinin ileri karakolları olarak görüldüler.

Bu bağlamda Fast food kelimesinin kendisi bile açıklanmaya muhtaç. Amerikan kültürünün dünyaya sunduğu bir yemek önerisi olan Fast food (hızlı yemek/yiyecek) irdelendiğinde bu janrın aslında isminin bile kapitalist bir mesaj olduğunu görüyoruz. Fast food, çabuk hazırlanan ya da çabuk tüketilen yiyecek önerisiyle özellikle kapitalizmin değirmenine su taşıyan herkese şu mesajı vermektedir: ‘‘Yemeğinizi bir an önce bitirip işinizin başına dönün.” Bu modelde yemek tat alınması gereken ve keyif verici bir eylem değil bir an önce aradan çıkarılması gereken bir ayrıntıdır.

Hareketli ve üretken kültürlerin durağan olanları kuşatması yeni bir durum değil. 8. asırdan bugüne yazılmış bir mektup intibaı uyandıran Orhon Yazıtları’nda bir kültürel emperyalizm vurgusu olarak Çin İpeği problemine rastlıyoruz. Milleti için “gece uyumayan gündüz oturmayan” [2] Bilge Kağan, yazıtlarda Çin’in ipek ve diğer hediyeleri kullanarak yaptığı entrika ve tuzaklardan bahseder. [3] Bunun yanı sıra Çin kültürel emperyalizminden menfi olarak etkilenen Türk soylularını Çinlileşmek ve Türk unvanlarını bırakıp Çin unvanları almakla eleştirir. [4] Bilge Kağan’ın satırlarında içinde yaşadığı kültürün muhafaza etme gerekliliğine vakıf, hassas bir devlet adamı portresi görülmektedir.

Çin ipeğinin gönül çelici bir emperyal kodlama haline gelmesi sadece 8 asra has bir problem değil. Bozkır toplumları için benzeri problem çok daha eskilere Hunlar dönemine kadar yani M.Ö. 2. asra kadar gidiyor. Yazının temel konusu olan yemek kültürü ve yemek yeme biçimleri de aynı bağlamda değerlendirilebilir. Orta Asya özelinde bozkır kavimlerine bakıldığında bu kavimlerin hayatta kalma reflekslerinin son derece kuvvetli olduğu görülüyor. Gumilev’e göre Çin nüfusu 59 Milyonken Hunlar sadece 300 bin kişidir[5]. Bölgede zaman zaman yaşanan kıtlık Çin nüfusunu 17 milyona kadar düşürdüğü halde Bozkır kavimlerinin kayıpları bu kadar yıkıcı olmamıştı. Üstelik yerleşik bir kültür olan Çin medeniyeti salgın, afet ve kıtlık problemlerine bozkırdaki topluluklara nazaran daha hazırlıklıdır. Basit bir yaşam tarzı olan göçebe topluluklar uzun süreli yerleşik düzen kurmuyor, mevsimsel değişikliklere göre yaylak ve kışlaklarda yaşamlarını sürdürüyorlardı. Bozkırdaki sürekli hareketli olma ve basitlik üzerine kurulu yaşam tarzı her türlü bilgiyi hayati hale getiriyordu. Örneğin bir Çin kentine baskın yapan göçebe topluluğu Çin birliklerinin karşı saldırısından sonra Gobi Çölü’ne girip düşmana izini kaybettirebiliyorlardı. Çin birliklerinin Gobi çölünün ayrıntılarını keşfetmeleri muhtemelen göçebe topluluklara nazaran epeyce geç bir dönemde olmuştur. Bozkırdaki yaşamın hayati yalınlık olarak tasvir edebileceğimiz biçimi şüphesiz giyim kuşam ve yiyecek tercihlerini de ihtiva ediyordu. Tilla Deniz Baykuzu, eşsiz eseri Asya Hun İmparatorluğu’nda diğer Çin kaynaklarında pek bahsedilmeyen bir olay nakleder. Buna göre Hun Tanhusu Mete (Mode) kendisine tattırılan Çin yemeklerini tiksindirici bulmuş ve beğenmediğini ifade etmiştir. Çinli tarihçilerin mezkur olayı Mete’nin aslında yemekleri beğendiği ama yabancı bir kültüre ait bir ürünü beğenmeyi sakıncalı bulduğu için bu şekilde davrandığı şeklinde yorumlamışlardır. Yani Mete aslında yemeği beğenmiştir ama Çin kültür dairesinin bir öğesini beğenmesinin Hun toplumunun kültürel setlerinde bir sızıntı doğuracağını düşündüğü için böyle davranmıştır.[6] Çin kaynaklarında Mete Han’dan sonra gelen oğlu Kiok için de ilginç bir bölüm vardır. Buna göre Çin ipeğine ve Çin mallarına düşkün olan Kiok aygucisi[7] Yüeh[8] tarafından ikaz edilmektedir. Dirayetli bir devlet adamı olduğu gözden kaçmayan Yüeh, Kiok Han’a şöyle seslenmektedir:

Hsiung-nu’ların (Hunlar’ın) nüfusu Han [devletinin] [bir] ili kadar bile olamaz. Ancak [sizin] güçlü olmanızın sebebi yiyecek ve giyeceklerinizin farklılığıdır. [Bu yüzden] Han’a bağımlı değilsiniz. Bu gün için Ch’an-yü alışkanlıklarını değiştirip Han mallarına hayranlık duymaktadır. [Bu durumda] Han [devleti] mallarının onda ikisini bile [harcamadan] Hsiung-nu halkının tamamını kendisine bağımlı kılabilir. [Eğer] Han ipeklerini giyerek at sırtında otların ve dikenlerin arasında dolaşırsınız elbiseleriniz yırtılacaktır ve böylelikle [bunların] keçe ve kürk kadar dayanıklı ve iyi olmadığını göstermiş olacaksınız. [Aynı şekilde] Han’dan aldığınız yiyeceklerin hepsini atarak bunların süt ve kımız kadar uygun ve lezzetli olmadığını gösterebilirsiniz.”[9]

Bu örnekte tecrübeli danışmanın, Çin kültürünün dayattığı ögelerin kullanılmasının kabul edilmemesini talep etmesinin yanı sıra, söz konusu Çin ürünlerinin toplum nezdinde itibarsızlaştırılmasını da tavsiye ettiğini görüyoruz.

Yüeh’in daha rafine bir yaşam kültürü olan bozkır hayatının yerleşik düzenin öğeleriyle sentezlenemeyecek olması gerçeğini öngörecek ferasete sahip olduğunu müşahede ediyoruz. Bozkırda hayat basit, ayrıntısız kurallarla kurgulanmıştır. Ve yaşam hareketli olmaya bağlıdır.Ve bu kurallar ataların acı tatlı hatıralarından süzülerek tekâmül etmiştir. Dolayısıyla bu çatlak kabul edilmez bir benttir. Küçük bir sızıntı bu dokuyu bozup kavmi yok oluşa sürükleyebilir. Cengiz Han’ın torunlarından Kubilay’ın ulusunun Çin’de birkaç nesil sonra ne hale geldiği az çok tarihle ilgilenen herkesin malumudur. Rus tarihçi Gumilev’e göre Hunlar’ın çözülmesinin başlangıcı Yüeh’in programının kulak ardı edilmesiyle başlar. [10]

Bugün sofrada çatalı hangi elle tutacağımıza ya da neyi yemeyi isteyeceğimize bile bizim adımıza karar verme cüretini gösteren modernizme Cambridge’li tarihçi Cemal Kafadar’ın hafif yollu bir eleştirisini içeren yorumunu ve yazıya konu olan tarihi süreci bugüne teşmil edebileceğimiz bir aralığa denk gelen şu güçlü sorusuyla bitirelim: “Kendini tüketim tercihleriyle ifade ettiğine giderek inandırılan, aynı zamanda son yılların teknolojik imkanlarıyla her harcaması izlenebilen ve hatırı sayılabilir bir ölçüye kadar yönlendirilebilen insanların kendileri olabilmek konusunda ne kadar bağımsız davranabildiğini sorgulamak gerekir. Cep telefonu ya da internet yoluyla dünyadan yalıtma halini yaşayabildiklerinden şüphe etmek için çok sebep var. Tefekkür ve/veya zühd ile içine dönmek, günümüzde nereye kadar mümkün?” [11]

Yazan: Oğuzhan Murat ÖZTÜRK

[1] Yuval Noah Harari Hayvanlardan Tanrılara Sapiens, Kollektif Kitap, İstanbul S 52-53

[2] Bilge Kağan Yazıtı Doğu 22

[3] Bilge Kağan Yazıtı Kuzey 4

[4] Bilge Kağan Yazıtı Doğu 7

[5]  Lev Gumilev, Avrasyadan Makaleler, Selenge Yayınları,İstanbul,2006, s 185

[6]  Tilla Deniz Baykuzu, Asya Hun İmparatorluğu, Kömen, Konya, 2012, s. 60, dn. 99.

[7]  Danışman

[8]  Lev Gumilev Hunlar Selenge Yayınları,İstanbul,2002, s 103 (Yüeh Çin elçisiyken Hun tarafına geçmiştir)

[9]  Han Hanedanlığı Tarihi. Hsiung-Nu (Hun) Monografisi, TTK, Ankara, 2004, s. 16.

[10] Lev Gumilev, Avrasyadan Makaleler, Selenge Yayınları,İstanbul,2006, s 401

[11] Cemal Kafadar, Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken, Metis, İstanbul, 2009, s. 21.

bilimdili

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...