Amerika Birleşik Devletleri ile Rusya arasındaki ilişki düşünüldüğünde şüphesiz ki ilk akla gelen; Soğuk Savaş dönemidir. Bu dönem, Batı Bloğu ile Doğu Bloğu arasındaki ideolojik, askeri, siyasi ve ekonomik çatışma olarak tanımlanabilir. 1945 Yalta Konferansı ile başlayan, 1990/91 Varşova Paktı’nın dağılmasıyla son bulan dönem, Soğuk Savaş Dönemi adını almaktadır. Batı ve Doğu Bloğu şeklinde kutuplaşmalara sebep olan bu dönemde, Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya başkahramanlardır. Batı Bloğu; ABD’nin önderliğinde, NATO üyesi olan ve olmayan, ABD ile müttefik kapitalist ve antikomünist ülkelerden oluşmaktadır. Sovyet Rusya’nın başı çektiği Doğu Bloğu ise Varşova Paktı’na üye olan ve üye olmayan diğer komünist ülkelerin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Dönemi daha iyi algılayabilmek adına tarafları zihnimizde doğru konumlandırmak gerektiğinden, o dönemde bir de Bağlantısızlar Hareketi olarak bilinen, Çin ve Yugoslavya’nın yer aldığı tarafı da belirtmekte fayda var.
Soğuk Savaş Dönemi’nde yaşanan gelişmeler şöyle özetlenebilir:
Güç kazanmaya başlamış ve kazandığı gücün verdiği güven ile dünya arenasında daha etkin bir rol üstlenmek isteyen Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyet Rusya’nın karşılıklı hamleleri, mevzuu bahis dönemin temelini oluşturmaktadır.
Sovyet Rusya, birçok ülkede komünizm düşüncesini yayabilmek adına çeşitli faaliyetlerde bulunmuştur. Komünizm vasıtasıyla dünyadaki ülkeler üzerinde etkinliğini artırabilme düşüncesi, Sovyet Rusya’nın iştahını kabartmıştır.
Doğu Bloğu ülkeleri birlikteliklerini güçlendirebilmek ve hedeflerine ulaşabilme adına bazı hamlelerde bulunmuştur. Bu hamlelerden birisi Kominform’un kurulmasıdır. Kominform, 1947’de Doğu Bloğu ülkeleri arasında siyasi ve ideolojik işbirliğini gerçekleştirebilmek amacıyla kurulmuştur. Diğer bir hamle ise Komekon’un kurulmasıdır. Komekon, 1949’da Doğu Bloğu ülkeleri arasında ekonomik işbirliğini sağlamak amacıyla kurulmuştur. Ayrıca Berlin Buhranı olarak da bilinen, Sovyet Rusya’nın 1948’de Doğu Berlin’i resmen işgal etmesi de bu hamlelerin içerisinde sayılabilir. Sovyet Rusya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’daki ordusunu tamamen çekmemiş, bu bölgede bulundurdukları güç sayesinde birçok ülkede komünizmi benimseyen partilerin iktidara oturmasını sağlamıştır. Doğu Bloğu ülkeleri ayrıca Batı Bloğunun NATO’yu kurma hamlesine karşılık savunma ve işbirliği amacıyla Varşova Paktı’nı kurmuş olduklarını da belirtmek gerekir. 1955 senesinde kurulan ve Soğuk Savaş Döneminin bitimine kadar etkinliğini koruyan ve üyeleri arasında SSCB, Arnavutluk, Bulgaristan, Çekoslovakya, Doğu Almanya, Macaristan, Polonya ile Romanya’nın (ki bu ülkeler Demirperde ülkeleri olarak da adlandırılmıştır) bulunduğu Varşova Paktı, Sovyetlerin dünya sahnesinden çekilmesiyle birlikte dağılmıştır.
Soğuk Savaş Dönemindeki güç mücadelesinde Batı Bloğunun neler yaptığına gelince:
SSCB’nin dünya üzerinde komünizm düşünce yapısını yayarak etki alanını genişletme politikası karşısında, ABD’nin de izlediği bir politika olmuştur. Bu politikanın adı; Çevreleme politikasıdır.
Çevreleme politikasını, ABD’nin Soğuk Savaş Döneminde SSCB’ye karşı izlediği ekonomik, askeri ve diplomatik unsurlar barındıran dış politika stratejisi olarak açıklayabiliriz. ABD’nin izlemiş olduğu bu politika ile ne amaçladığını sorgulayabiliriz.
Amerika Birleşik Devletleri, Çevreleme politikası ile komünizmin yayılmasını engellemek, kendi ülke güvenliğini sağlamak, yurtdışındaki etkisini geliştirebilmek ve Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa, Çin, Kore ve Vietnam’da giriştiği genişleme politikasına karşı koyabilmeyi planlamıştır. Yapmış olduğu planlama neticesinde bazı karşıt ve yeni hamlelerde bulunmuştur.
Örneğin, dönemin Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Harry S. Truman’ın adını taşıyan ve 1947’de yayınlanan Truman Doktrini, Çevreleme politikasının ilk yansımasıdır. Orta ve Doğu Avrupa’da etkinliğini artıran SSCB, Yunanistan’da bir iç savaşı tetikleyerek egemenlik sahasını bu ülkede de genişletmek istiyordu. Sovyetler Birliği’nin sadece Yunanistan üzerinde planları yoktu. Türkiye’den Boğazlarda egemenlik hakkı ve Kars, Ardahan, Iğdır vilayetlerini istemesi, Amerika Birleşik Devletleri’ni huzursuz etmişti. Yunanistan ve Türkiye üzerinde yaşanan bu gelişmeler neticesinde, iki ülkenin Sovyetler Birliği’nin etkisi altına gireceğinden endişelenen ABD, askeri ve ekonomi alanlarında Yunanistan ve Türkiye’ye yardımlarda bulunmuştur. Truman Doktrininin kapsamı bu şekildedir.
Truman Doktrini haricinde, ABD’nin bir de Marshall Planı vardır. Bu, Türkiye başta olmak üzere Avrupa ülkelerine yardım için hazırlanan bir programdır. Bu ülkeler, ikinci dünya savaşından harap vaziyette çıkmış ve büyük ekonomik sıkıntılar çekmişlerdir. ABD, Marshall Planı ile bu ülkelere yardımcı olarak kendi tarafına çekmeyi yahut Sovyet Rusya’nın tarafına gitmelerine engel olmayı amaçlamıştır.
ABD önderliğindeki Batı Bloğunun faaliyetleri bunlarla sınırlı değildi. Tarih sayfalarında Kore Savaşı olarak geçen, Kuzey Kore ve Güney Kore arasında yaşanmış savaşta da iki blok arasındaki mücadele devam etmiştir. Çin ve SSCB’nin desteklediği Kuzey Kore karşısında, ABD de Güney Kore’yi desteklemiştir. Bu savaşa Türkiye de Güney Kore safında katılmış, göstermiş olduğu başarı sonucunda NATO’ya üye olmuştur.
Batı Bloğunun diğer bir hamlesi de SEATO’yu kurmasıdır. SEATO; Güneydoğu Asya’daki komünizm ve Sovyet yayılmasını engellemek adına 1954’te kurulan siyasi bir kuruluştur. Batı Bloğunun hamleleri bunlarla sınırlı kalmamış, 1949’da NATO’yu ve Avrupa Konseyi’ni, 1957’de Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kurmuştur. Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun ismi 1993’te Avrupa Birliği (AB) olarak değiştirilmiştir.
Soğuk Savaş Döneminde ayrıca Sovyetler Birliği komünizmin yayılması adına radyo yayınları yaparken, Amerika da komünizm yayınları ile mücadelesine devam ediyordu.
Bloklar arası mücadele uzun yıllar devam etmiştir. Fakat her yeni hamle bir öncekinden daha büyük ve daha zararlı sonuçlar doğurunca, tarafların memnuniyetsizliği ön plana çıkmaya başlamıştır. Mücadele boyutunun giderek farklılaşması, devletlerin gözünü korkutmuş ve bazı önlemler almaya yöneltmiştir. Bloklar arasındaki geri adım atmaya müsait ortam, literatürde detant (yumuşama) adını almıştır. Detant; Uluslararası sistemde mevcut bloklar arası gerginlik politikasının giderek azalmasına da denilmektedir. Fransızca da détente olarak yazılan bu ifade, 1970’lerin başından itibaren uluslararası siyasette kullanılmaya başlanmıştır. Bir başka ifade ile Detant (yumuşama) terimi, ilk olarak Soğuk Savaş döneminde kullanılmıştır.
Nükleer silah teknolojisindeki gelişmeler; 1962’de dünyayı bir savaşın eşiğine getiren Küba füze krizi; 1955 Bandung Konferansı ile başlayan ve her geçen zaman güçlenen Bağlantısızlar Hareketi bloklara karşı ciddi güçlerin ortaya çıkması gibi, bir takım faktörler bloklar arasındaki yumuşamanın başlamasına teşvik niteliği taşımaktadır.
1979’da SSCB Afganistan’ı işgal etmiştir. ABD, bu işgal üzerine SSCB’ye ambargo uygulamıştır. Hatta 1980 Moskova Olimpiyatlarına ABD, Japonya ve Batı Almanya gibi kayda değer bazı ülkeler katılmayarak bu önemli organizasyonu boykot etmişlerdir. Yaşanan bu gelişmeler mevcut yumuşamaya önemli bir darbe indirmiş olsa da, SSCB’de iktidara gelen Gorbaçov’un izlediği politikalar neticesinde, iki blok birbirine daha da yakınlaşmıştır.
ABD’nin Küba lideri Fidel Castro’yu indirmek istediğinde, Castro’nun SSCB’ye yakınlaşarak SSCB’nin Küba’ya füze yerleştirmesine izin vermesine karşı ABD’nin kararlı tutum sergilemesinden dolayı SSCB’nin geri adım atması gibi gelişmeler de yumuşama dönemine katkı sağlamıştır.
1987’de imzalanan INF (Orta büyüklükte füze anlaşması) neticesinde ABD ve SSCB karşılıklı olarak bu füzelerden üretmeyecekti(20.10.2016 Rus Dış Politikası ders notu). ABD ile SSCB arasında silahlanma yarışının durdurulması ve orta menzilli nükleer silahların imha edilmesi antlaşmasının imzalanması, SSCB’nin Afganistan’dan çekilmesi, İran-Irak savaşında ateşkesin sağlanması, mevcut yumuşamayı ileri seviyelere taşımış; bloklar arasındaki güven probleminin ortadan kaldırılmasını sağlamıştır.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi edebiyatı dahi etkilemiştir. Mesela, Soğuk Savaş dönemini “casusluk” içerikli romanlarında çokça işleyen John Le Carre de mevcut dağılmadan etkilenmiş, sonraki eserlerini başka çizgilerde vermeye başlamıştır.
Amerikalı ünlü stratejist ve analistlerden Francis Fukuyama bir tez ortaya sürmüştür. Tezinde; Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ideolojiler savaşının sona erdiği, bu savaşı dünyanın hemen her yerinde kapitalizmin kazandığı ve kapitalizmin zaferini ilan ettiği öne sürülür.
İki ülke arasında ideolojik açıdan soğuk savaş bitti fakat Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra Rusya’nın çevre ülkelerdeki hâkimiyetini devam ettirdiğini görmekteyiz. Sovyetler Birliği çöktükten hemen sonra “Bağımsız Devletler Topluluğunu” kurmuşlardır.
Tarihte çok önemli bir yere sahip olan Soğuk Savaş dönemi ve dönemin başkahramanları ABD ile SSCB’nin arasında ilişki çok boyutlu olmakla birlikte, doğru analizler yapılarak birçok dünya devletine, devlet politikaları çizgisinde neyi yapıp neyi yapmamaları noktasında çok önemli katkılar sağlayacağı belirtilebilir.
1999-2000 yılları arasında Başbakanlık, 2000-2008 yılları arasında Başkanlık koltuğunda oturan Putin‘in milliyetçi tavırlarıyla şekillenen dış politikası yüzünden, iki ülke arasında zaman zaman gerginlikler yaşansa da, 2008’de Putin’in devlet başkanlığından ayrılmasıyla birlikte ilişkiler görece daha ılımlı bir çizgide seyretmiştir.
Yazan: Hakkı Suat YILMAZER
Yorumla