Yazar: Elif Naz Şengün
Kaynak: http://gorgondergisi.org
Yüzyıllar boyunca varlığını devam ettiren bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğu, XVI. yüzyıla kadar içine kapanık ama daimî koruduğu gücüyle Batı dünyası karşısında ayakta durmayı başarmıştır. Fakat Batı’da yaşanan gelişmeler karşısındaki teknik gücü zamanla kendini yenileyemez olmuş ve küçümsediği Batılı devletler tarafından geçilmeye, art arda mağlup edilmeye başlamıştır. Yaşanan askeri kayıplar sonucunda Osmanlı, Batının askeri gücünü kabul etmek zorunda kalmış ve yüzyıllardır üstün olmaya alıştığı Batılı devletlere açılma, onları tanıma ve tekniğini öğrenme zorunluluğu hissetmiştir.[1]
Teknik alandaki eksiğini kapatmanın yeterli gelmeyeceğini anlayan Osmanlı, hukuki alanda önce Islahat Fermanı ile Osmanlı’daki Müslüman ve gayrimüslim olan insanlar kanun önünde eşit kabul edilmiş, ardından Tanzimat Fermanı ile demokratikleşme yolunda ilk adım atılmış ve Meşrutiyet ilan edilerek padişahın hükmünden ziyade kanunun üstünlüğü kabul edilmiştir. Osmanlı tarihindeki yaşanan bu değişimlerde kadınlara yönelik bir hukuki düzenleme mevcut olmamıştır. Fakat 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı, kadınların hayatında teoride de olsa değişiklikler yaşanmıştır. Kadınların gelecekteki genişleyecek hakları noktasında Tanzimat Fermanı ilk adımı oluşturmaktadır. Kadının statüsü ilk olarak Tanzimat’la sorgulanmış, özellikle II. Meşrutiyet döneminde de kadının toplumsal hayata katılması, eğitim görmesi ve çalışma yaşamında yer alması vurgulanmıştır. Kadınlar da bu özgürlük ortamı sayesinde etkinlik alanlarını genişletmişlerdir. Bu ortamda kadınlar kamusal alanda daha aktif hale gelmesi ve feminizmin oluşması, eğitim alanıyla paralel gerçekleşmiştir. Kadınlar için açılan okulların ilk mezunlarını vermesi kadınların aktif ve bilinçli olduğu bir nesil yetişmesini sağlamıştır.[2]
Bu dönemde basın ve yayım hayatı oldukça önemli bir yer tutmuştur. Yayımlanan dergi ve gazetelerde yaratılan kamusal alan, kadının aktif olduğu bir tasarımla sunulmuştur. Osmanlı’nın büyük kentlerinde kadın haklarını ve özgürlüklerin korumak adına birçok cemiyet kurulmuştur. 1913 yılına gelene kadar: Teali-i Nisvan Cemiyeti, İttihat ve Terakki Kadınlar Şubesi, Teali-i Nisvan Cemiyeti gibi birçok cemiyet varlığını sürdürmüştür. 1913 yılından sonra ise Müdafaa-i Milliye Osmanlı Hanımlar Heyeti, Müdafaa-i Hukuk-i Nisvan Cemiyeti kurulmuştur. Bu dönemde bazılarının tamamı kadınların oluşturduğu bir ekip tarafından kırka yakın kadın dergisi ve gazetesi ve üç yüze yakın kitap çıkarılmıştır.[3]
Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-i Nisvan Cemiyeti ve Kadınlar Dünyası Heyet-i tahriyesi erkan-ı muhteremesi.
Osmanlı’nın basın hayatı 1831 yılında Takvim-i Vekayi ile başlasa da sivil gazete olan Terakki ile kadınlara yönelik ilk yayın yapılmıştır. Kadınların eğitilmesinin önemi, çok eşlilik gibi konulara değinilmiştir. Kadınların siyasi haklarına dair ilk bilgiler de bu gazetede yayınlanmış ve Müslüman kadınlar çalışma hayatına bu gazete ile davet edilmiştir. Bu gazetede kadınlar takma isimlerle yazılarını yayınlamışlardır. 1886 yılında ise ilk kadın dergisi olan Şükufezar, Arife Hanım tarafından yayınlanmış ve kadın meselelerine duyarlı bir yayın politikası takip edilmiştir. Arife Hanım ilk sayıda şu satırları kaleme almıştır:
“Biz ki saçı uzun aklı kısa, diye erkeklerin hande-i istihzasına hedef olmuş bir taifeyiz. Bunun aksini ispat etmeye çalışacağız. Erkekliği kadınlığa, kadınlığı erkekliğe tercih etmeyerek, şah-rah-i sa’y-u amelde (çalışmanın doğru yolunda) mümkün olduğu kadar payendaz-ı sebat (ayak direten) olacağız (aktaran Çakır, 1994:26)”[4]
Abdülhamit’in desteğiyle Mürüvvet dergisi çıkarıldı ve ilk defa bu dergide kadın edebiyatçılara yer verilmiştir. Özellikle 1895 yılında çıkarılan Kadınlara Mahsus Gazete en çok tutulan yayın olmuş ve beş yüz seksen sayı çıkarmıştır. Kadınlar Dünyası Dergisi ise Müdafaa-i Hukuk-i Nisvan Cemiyeti’nin yayın organı olmuştur. 1913 yılında yayınlanmaya başlamış ve 1921 yılına kadar yayın vermeye devam etmiştir. Özellikle bu dergide gerek kapakta gerekse iç sayfalarda yerli ve yabancı kadınlara yer verilmiştir. Böylece hem yerli hem de batılı kadınların giyim tarzı ve dış görünüşü sunulmuştur. Bu yayın kadın haklarına ve kadın meselelerine her yönüyle yer veren bir yayın politikası izlemiştir.[5]
Teoride kadının kamusal alana çıkması hedeflense pratikte tepkiyle karşılanmıştır. Kamusal alan, cinsiyete göre ikiye ayrılmış, kadının kamusal alandaki varlığı olabildiğince denetlenmeye çalışılmıştır. II. Abdülhamit, kadınların üstü açık arabayla gezmelerini yasaklamış; dönem gazetelerinde kadınların toplum içinde nasıl hareket etmeleri gerektiğini yayınlamışlardır. Kısıtlamalar kadın modernleşmesini isteyen erkekler tarafından çizilen sınırları oluşturmuştur.[6] Kadınlardan modernleşmesi, kamusal hayata katılmaları beklenirken ev içi görevlerin, kadınlık rollerinin devamlılığı da beklenmektedir. Kadının ev içi görevleri asli görev olarak kalmış, bu görevlere ek olarak kadından eğitimli olması, modern bir görünüme ve niteliklere sahip olması beklenmiştir. Bu modernleşme düşüncesiyle birlikte toplumda mevcut olmayan yeni bir kadın anlayışı ortaya çıkmıştır.
II. Meşrutiyet Dönemi’nde modern kadını imgesini yansıtan Namık İsmail’in “Sedirde Uzanan Kadın” tablosu –1917
Aydın/elit kesimde ve saray çevresinde, entelektüel kişiler ve aileleri tarafından benimsenen bu anlayış Osmanlı’nın bünyesinde gerici yaklaşımlar son verecek kadar yayılamamış ve böylece Osmanlı’da bir ikilik meydana gelmiştir. Bu ikilik Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan unsurlar arasında yerini almıştır.
Osmanlı’da kadın hareketinin kadın eliyle geçekleşmesinin temellerini atan kadınlar, döneminin aydın/elit tabakasına mensup kadınlar olmuştur. Aydınlanma fikrinin bu tabaka çevresinde başladığı düşünülürse bu durumun doğal bir sonucu olarak ortaya çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. İlk kadın romanı yazan Fatma Aliye, aynı zamanda kadın haklarını geniş bir düzlemde sunmuş olan Hanımlara Mahsus Gazete’yi çıkarmıştır.
Fatma Aliye’nin kız kardeşi olan Emine Semiye ise daha politik bir duruş sergilemiş ve dönem siyasetinin içinde feminist kaygılarıyla yer almıştır. II. Meşrutiyet sonrasında kadın lider olarak nitelendirilebilecek olan Halide Edip, 1908 yılında Müdafaa-i Hukuku Nisvan Cemiyeti’ni kuran kişi olmuş ve birçok dergide de kadınların hak ve özgürlükleriyle ilgili yazı yazmıştır. Gerçekleştirdiği mitinglerle halkı etkisi altına almış, özellikle milli mücadele için halkı birlik olmaya çağırdığı Sultanahmet Mitingi’yle hitabetteki başarısını göstermiş ve toplum üzerindeki etkisini arttırmıştır. Cumhuriyet’e geçiş döneminde gördüğümüz nice kadın, bu dönem feminizmine yön vermiştir (Nakiye Elgün, Nezihe Mühittin, Müfide Ferti Tek). Halide Edip’in de dediği gibi “Kadınların büyük işlere karışmaz anlayışı artık geride kalmıştır”.[7]
Genel hatlarıyla Osmanlı’da Batılılaşma fikriyle ilk tohumları atılan Feminizm, Cumhuriyet dönemine “devlet feminizmi” olarak aktarılacak ve Kemalist reformlar doğrultusunda varlığını sürdürecektir.