Türkler en eski çağlardan bu yana güçlü ve büyük devletler kurmuş ve bu devletlerin bünyesinde birçok milleti bir araya getirmişlerdir. Tarih sahnesine baktığımız zaman kesin sınırlarla belirleyecek olursak M.Ö. VII. yüzyılda yaşamış olan Yunanlılartarafından İskit (Skuthoi), İranlılar tarafından “Saka” adı ile anılan Türkistan merkezli İskitlerden itibaren başlayan Türk cihân hâkimiyeti İslâmiyet öncesinde İskit, Hun, Kök Türk ve Uygur kağanlıklarında; İslâmiyet sonrasında ise Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde görülmektedir. Bu dönemler kısaca açıklanacak olursa ilk olarak Türkistan’ın batı bölgesinde hâkimiyet kuran İskitler cihân hâkimiyeti ülküsünü benimsemişlerdir. Ardından Asya Hun hükümdarı Meo-tun zamanında tüm Türk boylarının tek bir bayrak altında birleşmesi ile bu ülküyü devam ettiren Hunları I. Kök Türk devleti kağanı Mukan Kağan takip etmiştir. Daha sonra Karluk ve Basmıl boyları ile birlikte Kök Türkleri yıkarak Türkistan egemenliğine ulaşan Uygurlar ise özellikle Moyen Çur döneminde siyasi olarak çok güçlü bir devlet hâline gelerek cihân hâkimiyeti bayrağını eline almıştır. Aradan geçen yüzyıllarda Türkler -Hun, Kök Türk devletlerine kıyasla- Selçuklulara kadar güçlü bir devlet kurma konusunda sıkıntılar yaşamışlardır. İslâmiyetin kabul görmesi ile birlikte özellikle Selçuklu Devleti’nde Alparslan, Melikşâh, Sancar, Alâeddin Keykubâd gibi sultanlar ve ardından Osmanlı Devleti’nde Kanuni Sultan Süleyman ve Fatih Sultan Mehmet gibi padişahlar döneminde cihân hâkimiyeti olgusu kuvvetli bir şekilde görülmüştür. Bunların yanı sıra Osmanlı ile paralel olarak Türkistan’nın güney kısmında kurulmuş olan Babür İmparatorluğu da Timur’dan aldıkları miras ile bugün Hindistan, Pakistan, Afganistan, İran ve diğer Güney Asya kıyı devletlerinin bulunduğu coğrafyaya hükmederek cihân hâkimiyeti misyonunu uygulamaya çalışmışlardır.
Türklerin cihân hâkimiyeti davaları aslında çok kuvvetli bir inanışa bağlıdır. Bu inanışa göre Türkler dünyaya hükmetmek için gönderilmişlerdir. Örnekler ile ifade etmek gerekirse Kaşgarlı Mahmud Allah’ın: ‘’Benim Türk adını verdiğim ve şarkta yerleştirdiğim bir ordum vardır. Bir kavme gazaplandığım zaman onları o kavmin üzerine saldırtırım(hâkim kılarım).’’ dediğine dair kudsî bir hadîs nakleder. Buna benzer olarak Avrupalılar Tanrının Avrupa Hun hükümdârı Attila’yı onları cezalandırmak için dünyaya gönderdiğine inanarak Attila’ya ‘’Tanrının Kırbacı’’ lakabını vermişlerdir. Yine Kâşgarlı Mahmud şöyle demektedir: “Tanrı devlet güneşini Türklerin burcunda doğdurmuş, göklerdeki dairelere benzeyen devletleri onun saltanatı etrafında döndürmüş, Türkleri yeryüzünün hâkimi yapmıştır’’
Cihân hâkimiyetinin belki de en eski örneği Oğuz Kağan Destanı’dır. Destanda Oğuz Kağan babasıyla bir taht mücadelesine girişir ve kazandıktan sonra yaptığı ilk iş beyliklere elçi gönderip ‘’Ben artık bütün dünyanın kağanıyım’’ demek olmuştur. İlerleyen zamanlarda ölmeden hemen önce ise ‘’Çok çalıştım Tanrı’ya borcumu ödedim.’’ diyerek bunun kutsal bir görev olduğunu göstermiştir. Bu konudaki sıradışı örneklerden birisi de şudur ki Çin, yeni kurulmuş Asya Hun İmparatoru Meo-tun’dan güzel atlarını ister. Devletin ileri gelenleri itiraz etmesine rağmen Meo-tun atları verir. Ardından Çin, kendi ülkesine Meo-tun’un karısının gönderilmesini talep eder, yine itirazlar varken Meo-tun eşini gönderir. İyice yüz bulmuş olan Çin, Asya Hun devleti sınırlarında bulunan küçük,kurak ve verimsiz bir araziyi talep eder. Devlet büyükleri bu toprağın verilmesinde hiçbir sakınca olmadığını savunurken Meo-tun kesin bir kararla ‘’Toprak milletin köküdür;onu nasıl verebilirim?’’ diyerek reddetmiştir.Bu olay ise milliyet ve vatanperverlik duyguları tarihinde çok eski bir hâdise olarak müstesna bir ehemmiyet arzeder.
Asya Hun devleti yıkılmaya yakın döneminde ikiye bölündüğü zaman M.Ö. 58’de devlet meclisini toplayan Hun hü-kümdarı Ho han-ye, Çin’in üstün gücü karşısında boyun eğmekten başka çare kalmadığını belirterek Çin himayesine girmeyi teklif etti. Ho han-ye’nin bu teklifine kardeşi Çi-çi’nin cevabı, Türk tarihine altın harflerle yazılacak bir şeref levhasıdır: “Hunlar cesareti ve kuvveti takdir ederler. Bağımlı olmak ve kölelik onlara en adi bir şey olarak gelir. At sırtında savaşmak ve mücadele etmek suretiyle devlet kuruldu. Kavimler arasında kuvvet ve otorite kazanıldı. Yiğit cengâverler ölünceye kadar savaşmalı ki varlığımızı devam ettirebilelim. Şimdi iki kardeş taht için mücadele etmektedir. Sonunda ya büyüğü ya küçüğü devlete sahip olacaktır. Gerçi şimdi Çin bizden daha güçlüdür; fakat (bu durumda bile) Hun ülkesini ilhak edemez. Niçin kendimizi Çin’e bağımlı kılalım? Atalarımızın devletini (niçin) Çinlilere devredelim? Bu, ölmüş atalarımıza büyük hakaret olur. Böylece, komşu devletler arasında gülünç duruma düşeriz. Evet, bu suretle (Çin’e bağlanarak) sükûnet tekrar tesis edilebilse bile, kavimler arasında yeniden üstünlüğümüzü elde edebilir miyiz? Biz ölsek de kahramanlığımızın şöhreti artacak. Oğullarımız ve torunlarımız daima devletin hâkimi olacaklar.” yine bu örnek de İslâmiyet öncesinde cihân hâkimiyeti ülküsünün ve onu kaybetmenin vereceği utancın ne derecede kuvvetli olduğunun kanıtı niteliğindedir.Bozkır Türk devlet başkanının vazifelerinden sayılan “cihanı idare etme” düşüncesi Türk-İslâm devletlerinde de yaşamakta idi. Oğuz Kağan Destanından ve Uygur hükümdar ailesinin menşei efsanesinden başka, Batı Hun imparatoru Attilâ, Hun başbuğu Uldız, Kök-Türk sınır kumandam Türk-şad haklarındaki tarihî vesikalarda ve Orhun kitabelerinde görülen ve “Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar” dünyanın, töreye göre, Türk hükümdarı tarafından idare edilmesi ülküsü olan eski Türk cihan hâkimiyeti düşüncesi Selçuklu çevresinde bütün canlılığını muhafaza ediyordu. Kâşgarlı Mahmud şöyle demektedir: “Tanrı devlet güneşini Türklerin burcunda doğdurmuş, göklerdeki dairelere benzeyen devletleri onun saltanatı etrafında döndürmüş, Türkleri yeryüzünün hâkimi yapmıştır.
Gerek İslâmiyeti yaymak gerekse tüm dünyaya hükmetmek gerekçesiyle Selçuklu imparatorları da fetihlere girişmiştir. Özellikle Alparslan, Melikşâh ve Sancar döneminde bunun etkileri görülür. Türk tarihinin en parlak dönemi olarak gösterilen Osmanlı İmparatorluğu ise üç kıtanın hâkimi olmuş ve bununla da cihân hâkimiyeti olgusunu devam ettirdiğini göstermiştir.
Cihân Hâkimiyetinin Orhun Abidelerindeki Yansımaları
Kök Türk Devleti şüphesiz Türklerin model devletini oluşturmuşlardır. Yönetim yapısı, karar mekanizması ve devlet-halk ilişkileri bakımından kendinden sonraki devletlere öncülük etmişlerdir.
II.Kök Türk Devleti zamanında dikilmiş olan Köl Tigin, Tonyukuk ve Bilge Kağan anıtları Türk tarihinin incelenmesi bakımından ve elimizdeki en eski tarihî belge olmasından dolayı oldukça önemlidir. Bu anıtlar hakkında onlarca makale ve kitap yazılmıştır. Bu yazıda ise metindeki örnekler üzerinden cihân hâkimiyeti olgusu incelemeye çalışacağım.
Kök Türk dönemini hem doğulu hem batılı kaynaklar oldukça işlemişlerdir. Bunlar incelendiği zaman görülmektedir ki bu dönem yaşayan Türkler kendilerini Tanrı’nın koruduğuna ve onlara güç verdiğine inanırlar. İşbara Han’ın, Çin’e tâbiyetinden önce, ‘’ Elli yıldan beri Tanrı’nın koruduğu Göktürkler… 100.000 kişilik bir orduya sahip bulunuyorum’’ ifadesinde görüldüğü üzere, hanlar gibi Türk milletinin de Tanrı’nın himayesinde bulunduğuna dair Çin kaynaklarının kayıtları Orhun Kitabelerinin beyânlarını teyit eder. Yine İşpara Han Çin imparatoruna bir mektubunda ‘’Tanrı tarafından gönderilmiş Büyük Göktürkler…’’ ifadesini kullanmıştır. Kitabelerden örneklerle açıklanacak olunursa:
1) Tengri teg Tengri yaratmış Türk Bilge Kağan(Ben Tanrı gibi ve Tanrıdan olmuş Bilge Kağan)
2) Üze kök Tengri asra yağız yir kılındukda ikin ara kişi oğlı kılınmış. Kişi oğlında üze eçüm apam Bumın Kağan İstemi Kağan olurmış ( Üstte mavi gök altta yaratıldığında ikisinin arasında insanoğlu yaratılmış.İnsanoğlunun üzerine atalarım, dedelerim Bumın Kağan ve İstemi Kağan tahta oturmuş.)
3) Tengri yarlıkadukın üçün [ö]züm kutum bar üçün kağan olurtum. ( Tanrı lütfettiği için ve kendi talihim olduğu için kağan oldum )
4) Türk budun yok bolmazun tiyin budun bolçun tiyin kanım eltiriş kaganıg ögüm elbilge katunug tengri töpüsinde tutup yügerü kötürmiş erinç( Türk halkı yok olmasın millet olsun diye Tanrı babam İlteriş Kağan’ı , annem İlbilge Hatun’u tepesinden tutup göğe yükseltmiş şüphesiz. )
5) Anta kisre tenri bilig bertök üçün özüm ök kagan kışdım ( Tanrı bilgi verdiği için, kendim kağan yaptım.)
Bu örneklerin yanısıra KT. D 11 , KT. D 15, KT. D 25, KT. D 29, BK. K 1, BK. K 9, BK. K 10, BK. D 21 ve T. B 6 satırlarında da bu örneklere benzer kayıtlar vardır.
Sonuç itibari ile kök Türkler Tanrı’nın kendilerini dünyaya gönderdiğine, zor zamanlarında onları bulundukları durumdan kurtardığına ve onlara hâkimiyetleri boyunca kuvvet verdiğine inanmışlar ve bunların neticesinde ise üzerine güneş doğan her yeri Türk yurdu sayarak cihân hâkimiyetinin sağlanmasını kendilerine bir görev bilmişlerdir.
Kısaltmalar
KT: Köl Tegin
T: Tonyukuk
BK: Bilge Kağan
D: Doğu
B: Batı
K: Kuzey
G: Güney
Kaynaklar
1- KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Millî Kültürü, ÖTÜKEN, İstanbul, 2014.
2- TURAN, Osman, Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, ÖTÜKEN, İstanbul, 2019.
3- AYDIN, Erhan, Orhon Yazıtları, BİLGE KÜLTÜR SANAT, İstanbul, 2018.
4- TEKİN, Talat, Orhon Yazıtları, BilgeSU, Ankara, 2017.
5-ERCİLASUN, Ahmet Bican, Türk Dili Tarihi, AKÇAĞ, Ankara , 2017.