DÜŞÜNCE

Düşünme Özgürlüğü (Düşünce veya İfade değil)

Yazan: A. Refik KUTLUER

(Ekonomist / Alabanda Turizm ve Etkinlik Şirketi, Ortak ve Genel Müdür)

Şimdi sizi düşünme üzerinde düşünmeye davet ediyorum. Konumuz; herkesin yapabildiği ancak bazılarının başarabildiği, başarıldığı zaman çok şeye muktedir olan “düşünme”…

Düşünme eylemi ve bu eylemden doğan düşünce veya fikir… ve o düşüncenin veya fikrin başka bir eyleme dönüşmesi yani “ifade edilmesi” veya geçekleştirilmesi…

Evet; gördüğünüz gibi 3 ayrı süreçten ve 3 ayrı kavramdan söz etmekteyiz:

“DÜŞÜNME” – “DÜŞÜNCE” – VE “İFADE”…

İfade özgürlüğü elbette çok önemlidir, mutlaka olmalıdır… ve bu özgürlüğü engelleyenlere karşı sürekli bir savaş verilmektedir ve bu savaşa devam edilmelidir.

Ben ise, bu akşam, sıkça tartışılan konunun öncesine, onun önceline geçmek istiyorum: “Düşünme Özgürlüğüne”… yani o özgürlüğü tartışılan ifade edilecek düşünce veya fikrin, oluşma sürecindeki, özgürlüğe değineceğim.

Çünkü; görüyorum ki, biz ifade özgürlüğünü tartışır ve bazılarımız ifade özgürlüğü savaşını verirken “atı alanlar Üsküdar sırtlarında” – o ifade edilecek düşüncenin – oluşmasını engellemekle meşguller ve maalesef bunda da çok başarılı olmaktalar.

İfade özgürlüğünün sıkça tartışıldığı, ve bazen tutucu olarak bilinen kişilerin bile savunabildiği, günümüzde “düşünme özgürlüğü” pek tartışılmamakta, hatta üzerinde pek fazla düşünülmemektedir.

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ’NE GÖRE

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “Düşünce Özgürlüğü”nü şöyle tanımlamaktadır: Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak; din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, aleni veya özel olarak, ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak sureti ile dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.

Bu tanımdan da görüldüğü gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de aslında sadece “ifade özgürlüğü” ile ilgilenmektedir.

Oysa toplumun aydınlanmasını sağlayabilmek için özgür bırakmamız gereken başka şeyler de vardır. Eğer düşünme özgürlüğüne sahip insanlar yok olursa ortada özgürce ifadesini tartışacağımız fikirler de kalmayacaktır.

DÜŞÜNCE, FİKİR, İDEA… DÜŞÜNME YETİSİNİN ÜRÜNLERİDİR.

Düşünme insan aklının edinimleri, bilinçaltı veriler ve tüm algılamaların oluşturduğu ortamda herhangi bir olguyu kavrama, isteme, planlama, tasarlama, imgeleme, irdeleme, duyma, algılama gibi bir ussal eylemi anlatır.

Düşünme otomatiktir, bazen bilinç dışıdır ve her zaman bir senteze veya fikre dönüşmesi gerekmez. Ve düşünme doğası itibari ile özgür olmaya yatkındır, özgür de olmalıdır. Yeter ki boyunduruk altına alınmasın.

Arendt’in dediği gibi akıl akıl yürütür düşünmez. Işığın kaynağı ise düşünmektir. Gerçek düşünme ise aklın kendiliğinden yaptığı otomatik bir edim değil, seçilen ve üzerinde uğraşılan bir şeydir.

Düşünme, önceden belirlenmiş çizgisel ya da diyalektik bir süreç izlemediğinden tek bir mantıkla uyuşum içinde olmadığı gibi, her yeni durumda yenilenmesi gerekir, ve bu yüzden de sonsuz, “bitimsiz” bir eylemdir.

Çünkü olguları gözlemleyip kavramak ve ayrım yapıp yargıda bulunabilmek sürekli değişen bir dünyada ve değişen algılarımızla bitmesi mümkün olmayan bir süreçtir.

Düşünme kişinin kendi başına yaptığı bir şey olmasına rağmen aynı zamanda bir etkinliktir de ve düşünmenin bu ikili karakteri onu tefekkürden ayırır.

DÜŞÜNME – TEKERRÜR

Düşünmenin tefekkürden ayrıştırılması ve bir etkinlik olarak anlaşılması, aynı zamanda düşünmeyi seçmemeyi de mümkün kılan şeydir. Çünkü düşünme, dünya sahnesinde ortaya çıkabilecek fırsatları veya engelleri gizlemekten başka bir işe yaramayan donmuş yargıları ve hakikat iddialarını temizleyebilme yetisi olarak aynı zamanda hem kişisel vicdanı hem de dünyaya ilişkin kritik sevgiyi ve sorumluluk almayı harekete geçiren şeydir. Böyle davranmayı seçenler olduğu gibi seçmeyenler de çoktur.

DÜŞÜNME YOKSUNLUĞU

Düşünme ve zihinsel yargı yetisi, sadece filozofların veya küçük bir azınlığın ayrıcalığı değildir. Herkeste var olan ve isteyen herkesin seçebileceği bir yetidir. Ancak; düşünme yoksunluğu ya da düşünmeyi seçmemek de sadece beyin gücünden yoksun çoğunluğun zaafı değil bilimle uğraşanlar, akademisyenler ve  genel olarak zihinsel mesleklerdeki uzmanlar da dahil olmak üzere herkesin düşebileceği bir hatadır.

Düşünmenin, birçok şeyi çözme ve her yeni olguyu geleneksel kısıtlarından kurtarma gücü, yeninin ortaya çıkabilmesini ve kabullenilmesini sağlar. Ve bunu sağlayan şey, iyiye ve kötüye ilişkin her türlü yerleşik anlayış, değer ve yargı üzerinde, kısacası ahlak ve etik alandaki sorgulanmayan adetler ve davranış normları ile toplumu kontrol etmek isteyenlerin koyduğu kurallar üzerinde yıkıcı, dinamitleyici bir etkisi olan gerçek düşünmedir.

Düşünmeyi seçenlerin bu özgürlüğünü kısıtlamak için yapılanlar sistemli, planlı ve uzun vadeli uygulandığında amacına, maalesef, daha kolay ulaşmaktadır.

ENGELLEME NASIL YAPILIR

Düşüncenin özgürlüğünü engelleyemezsiniz. Bunu ya düşünme özgürlüğünü engelleyerek veya bütün bu engelleme gayretlerinize rağmen, oluşan düşüncenin/fikrin ifade edilmesini engelleyerek yapabilirsiniz. Anti-demokratik toplumlarda, otokrasilerde yapılmak istenen ve çoğunlukla da yapılan budur.

Düşünme Özgürlüğü bir toplumun ilerleyebilmesinin bel kemiğidir ve toplumun geleceğini ve iyiliğini düşünenlerin çok önemsemesi gereken bir konudur.

Nasıl ki toplumu kendi istekleri ve hedefleri doğrultusunda manipüle etmek isteyenler düşünme özgürlüğünü engelleyecek tedbirler almakta ve güçlerini bu engelleri uygulamak için kullanmakta iseler, toplumun yararı için çalışanların da, yani bizlerin de, bu engellere karşı duracak bilinçte olmaları ve bu yolda çalışmaları gerekmektedir.

Doğumla birlikte çevremizdeki peşin yargıların, inançların, dogmaların, korkuların, heyecanların, yönlendirme ve baskıların etkisinde kalırız. Bunlara kapıldıkça da düşünme özgürlüğümüzü, özgür düşünce üretebilme yeteneğimizi yavaş yavaş yitirebiliriz.

İnsanın geçmiş tecrübeleri ile yarattığı korkular, tabular, çevrenin de katkısı ile oluşan batıl inançlar ve dini inançların dikte ettiği kurallar da, özgürce düşünüp fikir geliştirmeyi engelleyebilmektedir.

Tarih boyunca, düşünme özgürlüğünün engellenmesi çabaları süregelmiştir.

Bunun birçok nedeni olsa da en başta gelen nedeni, bu özgürlüğün kullanımının yeni görüşler ve öneriler getirmesi, oluşan bu yeni görüş ve önerilerin ise toplumda kemikleşmiş olan inançları sarsmasından ve yürürlükteki düzeni bozmasından endişe edilmesidir.

“DOGMALAR”, “BATIL İNANÇLAR” VE “DİN”

Düşünme özgürlüğünden gelecek zararlardan kurtulmak isteyenlerin yaptıkları ilk iş, ifade özgürlüğünü ortadan kaldırarak bireylerin özgür düşüncelerinin topluma yansımasını önlemektir. İkinci iş ise, bireyin özgürce düşünememesini, yalnızca kendisine söylenenleri olduğu gibi, sorgulamadan kabul etmesini sağlamaktır. Bunun için de, özgürce düşünmenin engelleri olarak, öncelikle, “dogmalar”, “batıl inançlar” ve “din”  kullanılmaktadır.

Düşünme Özgürlüğü; kişinin hiçbir dış baskı altında kalmaksızın, üst benliğinin engellemelerinden de kurtularak, kendisine empoze edilen tüm dogmalardan azade ve doğru bilgiye ulaşma ve o bilgiyi değerlendirebilme imkanı içinde, herhangi bir konuda serbestçe kendi görüşünü oluşturabilmesidir.

İnsanın fikrini özgürce oluşturabilmesi için öncelikle akıl sağlığına ve engelsiz muhakeme yapabilme imkanına, daha sonra da doğru bilgiye ve o bilgiyi değerlendirebilmesini sağlayacak doğru eğitime ihtiyacı vardır.

Gerçek düşünme özgürlüğü ancak; doğru bilgiye ulaşan beynimizin bu bilgiyi her türlü baskıdan bağımsız değerlendirmesi ile mümkün olabilir. Her türlü dış ve iç baskıdan.

Düşünme özgürlüğünü daha iyi anlayabilmek için onun nasıl kısıtlandığını ve hatta, günümüzde ve tarih boyunca birçok örnekte gördüğümüz gibi, nasıl engellenebildiğini incelemek iyi olacaktır.

İlk bakmamız gereken konu eğitimdir.  Bilgisiz eğitim ve eğitimsiz bilgi düşünme özgürlüğü yolundaki iki büyük engeldir.

BİLGİSİZ EĞİTİM

Eğer eğitim maskesi altında birtakım dogmaları öğretiyorsanız ve bilimden, bilimin şüpheciliği, araştırmacılığı ve deneyciliğinden uzak, sadece bazı doğru kabul edilmiş kalıpları öğreten bir eğitim sisteminiz varsa, o toplumda bu eğitim sürecinden geçen insanların özgürce düşünmesini,  düşüncesini ve fikrini özgürce oluşturmasını bekleyemezsiniz. Çünkü onların beyni ezberlemeye, önlerine doğru diye konulan her şeyi kabul edip sahiplenmeye programlanmıştır. Onlar için “tek kitap” yeterlidir ve “bilgisiz eğitim” sürünün parçası olan birbirinin aynı, “hiç kimse” diye nitelendirebileceğimiz insanlar yaratır.

Bir yanda uyutma amacı ile yazılmış kitaplar, diğer yanda bilgi çöplüğü haline gelmiş internette yönlendirici ve yanlı yazılar, yandaş medya ve onların sürekli beyin yıkayan temsilcileri ve onların karşısında her şeyi kabullenmeye hazır bir toplum olursa bazılarının işi çok kolaylaşmaktadır.

EĞİTİMSİZ BİLGİ

Diğer taraftan; bilgiyi test edip, tecrübeleri ışığında değerlendirecek,  doğru ve yanlışı birbirinden ayırt edebilecek, dünyada değişmeyen yegane olgunun değişim olduğu bilinci ile ona sunulan bilgiye şüphe ile yaklaşabilecek, eğitime sahip olmayan insanları bilgi havuzuna da atsanız ortaya kargaşadan başka bir şey çıkmaz. Eğitimsiz bilgi de hiçbir işe yaramayacaktır. Böyle bir ortamda da düşünme özgürlüğünden bahsedemezsiniz. Analitik düşünmek, kendi fikrini oluşturmak, hele hele birtakım normlarca doğru kabul edilen fikirlere aykırı gelecek bir yeni fikir oluşturmak, onlar için kabul edilemez ve hatta düşünülemez dahi. O bilgi havuzundan doğru bilgileri seçip çıkarmak ve bunun üzerine düşünmek onların işi değildir.

Otoriter idare altındaki toplumlarda, bilinçli olarak, yanlış bilginin dağıtılıyor olması, bireylerin fikirlerini özgürce oluşturmalarından rahatsız olan idarecilerin oyunundan başka bir şey değildir. Günümüzde aydınlatıcı kitapların hepsini yasaklamak, aydınlatıcı bilgiye ulaşımı tümden imkansız kılmak mümkün değildir. İşte bu yüzden o bilgiyi edinmeyi ve o kitapları okumayı istemeyecek, düşünme yetisini kaybetmiş, insanlar yaratılmak istenmektedir.

AMAÇ

Paralel bir şekilde; doğru bilgiyi gizlemek ve hatta topluma saptırarak vermek de sıkça uygulanan bir yöntemdir. Burada da amaç toplumun bilinçlenmesini ve düşüncelerini özgürce oluşturmasını engellemektir. Çünkü çoğunlukla, özgürce oluşacak düşünce ve fikirler otoriter rejimlerdeki idarecilerin amaçladıkları toplumu oluşturmada engel olarak görünmektedir.

İnsan beyni boş duramaz, sürekli algılamaya, yaptığı işe konsantre olmaya, 5 duyusunun sinyallerini almaya ve düşünmeye programlanmıştır. Düşünme özgürlüğünü engelleyebilmek için başvurulan araçlar arasında; onu düşünmekten alı koyacak bazı algı durumlarına yönlendirmek de sıkça kullanılmaktadır.

UYUTMA PROJESİ

Tüm dünyayı sarmakta olan ve büyük yatırımların yapıldığı futbol, genel olarak TV yayınları ve özellikle sabun köpüğü değerindeki televizyon dizileri, insanlara zamanlarını kolayca harcatacak mekan olarak planlanmış alışveriş merkezleri ve birçok ibadet gibi yöntemler birbirinden çok farklı ancak aynı hedefe dönük planlanmış olgulardan bazılarıdır  ve bu amaçla yaratılmaktadırlar. Bunlar uyutma ve uyuşturma, dolayısı ile de özgürce düşünme ve fikir oluşumunu engelleme, projesinin önemli ayaklarıdır.

İTİBARSIZLAŞMA

Aynı kötü emellere ulaşmakta kullanılan bir başka araç ise bireyin itibarsızlaştırılmasıdır. Şahsiyeti, istekleri, hakları olan bireyden, sürünün bir parçası olan, metaların esiri olmuş, hatta metalaşmış bireye geçiş için itibarsızlaştırma ve kendine duyması gereken güveni yok etme, birer basamak olarak kullanılmaktadır. Kendine güvenini kaybeden kişi de özgürce fikir oluşturma kabiliyetini zaman içinde kaybedecek ve ona yutturulan fikirlerle yetinmeyi öğrenecektir.

Korkut, endişelendir, itibarsızlaştır, özgüvenini kaybettir ki kolayca yönetesin!

SEYİRCİ İNSANLAR

İnsanları seyirci yap, onlar dışarıda kalsınlar, eğlence sektörünün şatafatlı sunumlarını izlemekle yetinsinler, onlar, onlara verilenlerle yetinmeyi öğrensinler, yaratıcıkla uğraşmasınlar, hep seyretsinler, nasılsa bir zaman gelecektir artık düşünmemeye başlayacaklardır.

METAVERSE

Metaverse dünyadaki avatarı üzerinden yaşayacak, tüm hayallerini, bu dünyada gerçekleştiremediği tüm isteklerini kendi yarattığı o yapay kendisi üzerinden gerçekleştirecek ve bunun hazzını yaşayacak, üstelik oluşturulmuş olan algı geliştirici imkanlarla bunu gerçek zannedip mutlu olacak kişilerin de düşünmeye gereksinimleri kalmayacaktır. Zaten onlar farklı bir evrende yaşayacakları için onların üretecekleri fikirler de o farklı evreni ilgilendirecektir. Bu evrendeki asıllarının düşünme özgürlüğü ise, yine aynı Metaverse evrenin araçları da kullanılarak, çok daha rahat engellenebilecektir.

SOKRAT

Oysa Sokrat’ın dediği gibi bir içinde iki olmak yani insanın özsel olarak çoğul biçimde var olması yaşadığımız gerçek evrende gerçekleşmelidir. Kendim ile kendim arasındaki bu ikilik düşünmeyi gerçek bir edim haline getirir, bu edimde hem soruları soran hem de cevapları veren ben olurum.

Düşünmekten çok düşünmemeye programlanmış , zihinsel hazır kalıpların ak-kara ayrımına sıkışmış, kamusal alanın sosyal medya ortamıyla sınırlandığı toplumumuzda Düşünme, zihinsel yargılama ve başlangıç yapabilme özelliğimiz, özgürlüğümüzün totaliter rejimler tarafından gasp edilmesine direnebilmemizi ve kendi ömrümüzün de ötesine geçen bir farkındalık yaratma olanağına sahip olmamızı mümkün kılar.

“HİÇ KİMSE”

Benzersiz kendilik algısına sahip olmak, kendini ve başkalarını özne olarak görebilme, özgürlüğün özel yaşamdaki kaynaklarını bile istila etmeye çalışan totaliter rejimlere karşı bir direnme olanağı yaratır ve bizi “hiç kimse” olmaktan kurtarır. Totalitarizm de zaten “hiç kimse”lerin iktidarıdır.

İnsanların nasıl “hiç kimse” yapıla bilindiğine örneklerle bakmaya devam edelim:

Yaratıcılık özgürce düşünebilen, yeni fikirler oluşturabilen insanların yapabileceği ve insanı en çok besleyen, geliştiren bir eylemdir. Yaratıcı insanlarını kaybetmiş toplumlar sürü haline gelirler ve en kolay idare edilebilenler onlardır. Otokratik idarecilerin, sistem koruyucularının, sizden istediği, düşünmemek, yaratmamak, yeni icat çıkarmamaktır. Sadece size söyleneni yapmalı, önünüze sunulanı almalı ve onların keyfini bozmamalısınız.

TÜKETİM TOPLUMU

Tüketim toplumu yaratma ise bir başka başarılı yöntemdir düşünme özgürlüğünü kısıtlamak için. Tüketime odaklandır, borçlandır, borçtan başka düşünecek şey kalmasın, çaresiz kalınsın…

ABD’ndeki 30,40 yıllık “mortgage” “Uzun Vadeli, İpotekli Konut Kredileri”, herkesin ev, araba ve çoğunlukla kredi kartı borcu ile boğuşması, son yıllarda ülkemizde de yaygınlaşmıştır ve bu aynen ABD’ndeki gibi başarı ile uygulanan bir uyutma ve kolay yönetme yöntemidir.

CENNETİN ANAHTARI

Aynı amaç için kullanılan bir başka yöntem ise bu hayatı önemsizleştirme çabasıdır. Bu hayatın sadece cennete gidebilmek için bir sınav olduğuna inandırılan kişi, ona empoze edilen herhangi bir bilgiye şüphe ile yaklaşmaktan, bu bilgiyi test etmekten ve onu kendince yorumlamaktan korkacaktır. Çünkü cennetin anahtarı ona emredilenleri yapmaktır. İdarecilerin, gelenek bekçilerinin, din suiistimalcilerinin söylediklerini yapıp sürüden ayrılmamakla, cennetin kapısının açılacağına inanan insanlar ne kadar çoksa, otoriterlerin keyfi de o kadar yerindedir. Söz konusu keyfi kaçıracak olanlar ise özgürce oluşacak fikirler ve o fikirleri oluşturanlardır.

MAKSİM GORKİ

ABD’ni ziyaret eden Maksim Gorki ülkedeki eğlence faaliyetlerini görünce “bu ülke coşkusuz olmalı, yoksa bu kadar eğlenceye gerek kalmazdı, sadece coşkusuz insanların bu kadar eğlenceye ihtiyacı vardır…” demiştir.

Çünkü gerçek anlamda coşkulu bir insanı kontrol etmek nerede ise imkansızdır. Ancak… coşkusunu yitirmiş, perişan haldeki bir insanı çok kolay kontrol edebilirsiniz. Coşkulu insan özgür olacaktır. Coşku özgürlüktür.

Yukarıda değindiğim şartlar altında yaşayan bireyin düşünmesi ve fikrini özgürce oluşturabilmesi çok zordur.

KAYBEDİLEN DÜŞÜNME YETİSİ

En acısı ise; o özgürlüğünü tartıştığımız, ifade edilen fikirlerin oluşmasını sağlayacak düşünme eyleminin, önce azalması daha sonra, zamanla, artık hiç gerçekleşmemesidir. Düşünmeye düşünmeye “düşünme yetisi” kaybedilmektedir.

Zaten tembeller düşünmeye dahi üşenmekteler. Bir de üzerine düşünme özgürlüğünü engelleyen bahsettiğim yöntemler gelince, etrafımız hızla düşünmeyen insanlarla dolmaya başladı.

GELİŞEN İNSANLIK – GELİŞMEYEN İNSAN

Ancak kümülatif akıl gelişmeye devam etmektedir ve bir insan beyninin kavrayamayacağı mükemmellikte icatlar yapılmakta, yenilikler uygulamaya konulmaktadır.  Aksi takdirde insanlığın sonu mu geliyor korkusuna kapılabilirdik. Bugün ise; insanlığın değil ama, düşünmeyen “bireyin” ve çoğunluğu onlardan oluşan toplumların zorda olduğunu söyleyebiliriz.

Bireyin düşünme özgürlüğünün kısıtlanıp fikrinin, bazılarının menfaatleri doğrultusunda, bilinçli olarak kolayca yönlendirilebiliyor olmasını, ilave bazı örneklerle açıklamaya devam etmek istiyorum:

Hiç anlamadığı ve aslında pek de hoşlanmadığı halde seyrettiği o yanlış kurgulanmış ve kötü filmi sırf ödül aldığı ve önceden ayarlanmış seyircilerin coşku ile alkışladıkları için, beğendiğini zanneden izleyicinin;

veya kendini, gurunun her söylediğinin veya her hareketinin herkesçe tekrar edildiği, bir toplu meditasyon alanında bulan meraklının;

veya; ağzından çıkan her sözün çılgınca alkışlanıp, sloganlarla desteklendiği bir politikacının mitinginde olan kişinin düşünme özgürlüğü zorlanmaz mı?

Hiç bilmediğiniz ve kavramlarına da aşina olmadığınız bir konuda bir konferansa gitseniz veya satıcı eğitimlerinde kullanılan, beyin yıkama ve algı yönetimi, toplantılarına katılsanız; şaşalı bir şov eşliğinde yapılan sunumu çılgınca alkışlayan önceden ayarlanmış bir izleyici kitlesi, özgüveniz de yeteri kadar gelişmemiş ise, sizi özgürce düşünmekten alı koyacaktır.

Bu basit örnekleri toplumu ilgilendiren birçok farklı konu ile ilgili de düşünmek mümkündür ve bu algı yönlendirme yöntemlerine sıkça başvurulmaktadır.

SÜRÜ PSİKOLOJİSİ

Bu örneklerde sürü psikolojisinin de etken olduğu, bir gerçektir. Herhangi bir turist grubundaki insanların adım atmak, tuvalete gitmek gibi eylemlerini bile sadece rehberin yönlendirmesi ile yaptıklarına çokça şahit olmaktayız.

DÜŞÜNME YETİSİ

Aslında düşünce ve onu oluşturan düşünme yetisi her şeyin başıdır, hatta her şeyin ta kendisidir.

Düşünce önce kendisini yaratır düşünme eylemi ile ve daha sonra var olan her şey onda hayat bulur! Düşünme olmazsa ne tanrı yaşayabilir ne de ruh! Onlar ancak onları düşündüğümüz için hayat bulmaktadırlar.

KANT

Kant’ın “bilgiyi yok etmem gerekiyordu ki inanca yer açabileyim” söylemini tersine çevirerek şöyle diyebilir miyiz: “inancı yok etmem gerekiyordu ki bilgiye yer açabileyim”.

”TANRI ÖLDÜ” – NİETZSCHE

Nietzsche;”Tanrı öldü” derken ekstremleri zorlayan bu söylemi ile, insan beyninin, algısı sayesinde, tüm varlıkların yaratıcısı olduğunu vurgulamakta ve ondan, insan düşüncesinden, çok şey beklemektedir. Tanrı insanın içinde ölmüştür, insan kendi eliyle öldürmüştür onu.

Ve o insan tanrının ölümüyle açılan boşluğa yuvarlanmakta, en büyük tehlikeyle, yok olmakla karşı karşıya kalmaktadır.

Fakat bu en büyük tehlike aynı zamanda onun en büyük olanağıdır da, insan ne yapıp yapıp bu boşluğu kendi varlığıyla, kendini alt ederek, doldurmalıdır, ancak böyle değer kazanacaktır tanrıyı öldürmesi. İnsan eksiktir, ama bu eksikliği kendisi gidermelidir. Kurtuluş kendisinden gelecektir ona ve şimdiye dek kendi dışında sanarak yücelttiği varlıkların bütün görkemi, güzelliği onun olacaktır. Bu kendini aşan insana “Üstinsan” demektedir Nietzsche ve bu üstinsan hiçbir put ya da eski değerin otoritesini tanımaz, kabul etmez. Nietzsche düşünceye böylesine önem vermiş ve gerçek düşünme özgürlüğüne ancak bu şekilde ulaşıla bilineceğini düşünmüştür.

DÜŞÜNÜYORUM ÖYLE İSE VARIM

Descartes’ın “düşünüyorum öyle ise varım” sözü ile vurguladığı gibi, dünyayı kavramaktan ve Tanrı’nın varlığına inanmaktan da önce, bu bilincin bir ön şartı olarak, kişinin kendisine inanması gerekmektedir. Çünkü o düşündüğü için vardır, ve her şey düşüncesinde vardır. Eğer düşünmezse kendisi ile birlikte her şey de yok olacaktır.

MARX

Marx’a göre; düşünce eylemden gelir – yani düşünme eyleminden – ve gene eyleme dönerek –yani ifade edilerek- eylemle doğrulanır. Doğrulandığı oranda da eylemi etkiler ve geliştirir.

Gerçek nedir diye sorgulamaya başladığımızda, dünyadaki tüm nesnelerin algılanıncaya kadar aslında birer düşünceden ibaret olduğunu anlarız.

Ne yaptığımız üzerinde düşünmek, olguları kavrayıp eylemlerin ve olayların çoklu yorumlarını ve ayrımlar yapabilmeyi sağlar ve, en önemlisi, bizi anlamaya davet eder. Anlama, yaptığımız şeye ve içinde yaşadığımız dünyaya anlam verme sürecidir.

YARINI HATIRLAMAK

Burada biraz konumuzun sınırlarını genişleterek “YARINI HATIRLAMAYA” değinmek istiyorum.

Hatırlama geçmişi anlatmaktan, verileri sıralamaktan ibaret değildir. Her şeyden önce olmuş olanı deneyime açmak, geçmişteki bir imgeyi gözümüzün önüne getirmektir. İnsan eylemlerinin sürekliliğini sağlayan, veriler yığını değil, onları anlamlandıran hatırlamadır.

Geçmişte olan biteni, şahit olmasak da, tarihçilerin, öykücülerin anlatımı ve yaratılan kayıt ve belgelerle anlıyor, kabul ediyor ve bu anlamda algılıyor ve hatırlıyoruz.

Düşünce, eylem ve yaratımlarımızla katkıda bulunduğumuz konuların da gelecekte nereye evrileceğini algılar ve dolayısı ile geleceği de bir anlamda hatırlayabiliriz. İşte gerçek uzun yaşam budur. Gerçek ölümsüzlük ise; insanın, öldükten sonra, bıraktığı eserlerle anılacağını, yaşadığı süre içinde bilmesi ile mümkündür. İnsan geçmişi hatırlar ve geçmişi düşünür; Geleceği de düşünür, ayrıca geleceği hayal eder. Bazı insanlar ise geleceği hatırlar. Hatırlar diyorum, çünkü onlar için bir bilinmezlik yoktur, bu bir hayal değildir. Yaptıkları faydalı işlerin gelecekte nasıl sonuçlar vereceğini bilirler. İnsan bildiği şeyi hatırlar.

ÇEVRE BASKISI

Düşünme özgürlüğü hurafelerden, her türlü batıl düşünce ve davranışlardan, kör inançlardan, iç ve dış baskılardan, zihni arındırmak anlamına gelir ki, bu da kişinin manen bağımsızlığı demektir.

Kişinin gerçek anlamda özgürce fikrini geliştirebilmesi, ancak, zihnini tüm dış ve iç baskılardan, kısıtlamalardan kurtarabilmesiyle mümkün olabilecektir.

Bu baskı; ister yakın veya uzak çevreden gelen mahalle baskısı olsun, ister idarecilerden gelsin ya da kişinin kendisinden gelsin, her halükarda düşünme özgürlüğünü engellemektedir.

Belirli bir topluluğa doğmuş olmak ve ona duyulan sadakat zihinsel yargı yetisini kullanmamanın mazereti olamaz. Kabileye, cemaate sadakat ve kimlikçiliğe saplanıp kalmak eleştirel düşünmeyi karartarak nesnel yargılama yetisini yok eder. Kişi, herkesin yaptığını düşünmeden tekrarladığı, içinde yaşadığı çevrenin kalıplaşmış normlarını ve önyargılarını sorgulamak için “bir durup düşünmediği” zaman ben kanımla düşünüyorum diyen Naziler gibi her türlü kötülüğü yapmaya da açık olur.

Oysa insan sadece vicdanı ile baş başa kalabilse, yeni doğmuş bir bebek gibi tüm dış etkilerden uzak olabilse, henüz üst benliği de tertemiz olduğu için kendi yarattığı engeller de bulunmadığından, ve ancak o şartlarda, gerçek anlamda, “mutlak”, düşünme özgürlüğüne sahip olabilecektir.

Böyle bir izole ortamda büyümüş bireyin özgürce geliştireceği fikrin doğru olabilmesi için, ayrıca, doğru bilgiye ve o bilgiyi analiz etme kabiliyetini edinmiş olmaya da ihtiyacı vardır.

Böylesine bir ortamda büyümüş olan bireyin varlığı fikri, ütopik olmakla birlikte, düşünme özgürlüğünün mükemmel fazını kavramamızı sağlamaya yaramaktadır. Mükemmele ulaşmak mümkün olmasa da, iç ve dış etkilerden ne kadar uzak kalına bilinirse, düşünme özgürlüğü de o seviyede gelişebilecektir.

İşin bir başka boyutu ise; ütopik bir şekilde tamamen dış etkenlerden uzak, örneğin bir adada veya laboratuvarda, yetişecek insanın, bir yanda, mutlak düşünme özgürlüğüne ulaşabilirken, diğer yanda da, insanlarla ilişkiye geçtiğinde, kesinlikle korunması gereken bir yaratık olacağıdır.

TEKAMÜL ETMEMİŞ İNSAN

Ayrıca; mümkün olduğunca özgürce gelişmiş bir fikrin her zaman doğru ve insanlık ve kişinin kendisi için yararlı olacağı varsayımı da kesinlikle geçerli değildir. İnsanlık tarihine baktığımızda insanoğlunu dizginleyebilecek şartların hiçbir zaman tam olarak yaratılamadığını görüyoruz. İnsanoğlu henüz tam tekamül etmemiş bir yaratıktır.

İnsanoğlu var olduğu ilk günden bu yana doğayı tahrip etmekte,  savaşlar, katliamlar sürüp gitmektedir. Kuvvet, Zenginlik ve Mevki hırsı, iktidar ve kaba kuvvet güdüleri karşısında insan ölçülü davranamamaktadır.

TEMBEL İNSAN <> GİZLENEN İNSAN

Gelişen insanlığın kurduğu sistemler gelişmeyen insan yüzünden çökebilmektedir. Buna en güzel 2 örnek; önce, Kuramsal olarak uygulanabilir zannedilen Komünizm; rekabet ortamından uzak kalan insanın,  tembel karakterine toslamış, liberal ekonomi ise insanoğlunun bazı temel ilkel davranışları yüzünden iflas etmiştir. Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler deyişi ile özetlenebilen Friedmancı serbest ekonomi politikalarının günümüzde yarattığı küresel kriz; nerede duracağı, dip noktasının ne zaman geleceği bilinmeden hepimizi etkilemektedir. Henüz tekamülünü tamamlayamamış insanoğlunun daha yontulacak çok pürüzü vardır.  Bu fazlası ile pürüzlü yaratık olan ve düşünmemeye programlanmış insanoğlunun, başka insanlara veya topluma zarar vermemesi için aşağıdakilerden en az birisi gerekmektedir: ya sağlam bir vicdan, etik (moral) değerler veya din/Tanrı korkusu,  ya da çevresinin olumlu etkisi, başkaları ne der güdüsü.

Bu 3 etkinin de olmadığı durumlarda sadece polisiye tedbirler işe yaramaktadır.

Aksi takdirde insan kolayca yoldan çıkabilmekte, kötülük yapmakta, başka insanlara ve topluma zarar vermekte hatta başkalarının yaşam hakkını elinden alabilmektedir.

Gerçek düşünme özgürlüğünün en önemli ön şartlarından birisi de aydınlanmadır. Gerçek düşünme özgürlüğü ancak aydınlanmanın yarattığı ortamda mümkün olabilmektedir .

ANADOLU RÖNESANSI

13.Yüzyıldaki Anadolu aydınlanmasını yaşamış olan bir toplum olarak bugün içinde bulunduğumuz durum ise, anlaşılır gibi değildir.

Oysa önce İbni Sinaların, Farabilerin, İbni Rüştlerin daha sonra da Mevlana’nın, Yunus’un, Hacıbektaşi Veli’nin temsil ettiği İslam ve Anadolu Rönesans’ı döneminde, akıl ve özgür düşünce üzerinde “dinin” egemenlik kurması kabul edilmemiştir. Belirtilen filozofların öncülük ettiği “mutezile” akımı der ki: İnsan aklı ve düşünme yetisi, iyi ve kötü olanı ayırt etme olanağına sahiptir; ürettiği düşünce ile gerçek doğrulara ulaşacak olan odur, yeter ki, üzerinde hiçbir baskı aracı kurulmasın.

MUTEZİLE

Mutezile akımına göre özgür ortamda yetiştirilen akıl, insanı özgür düşünme yetisi ile doğruya ve gerçeğe götürecek olan şeydir; dini dogmalar eğer zaten gerçek olan şeyi söylüyorlar ise buna inanmanın bir gereği yoktur, çünkü gerçek gerçeğe aykırı olamaz, gerçek olan tektir ve düşünme özgürlüğüne sahip insan kendi özgür düşüncesi ile, o gerçeğe ulaşabilir…

Mutezile görüşü toplumda katı din kurallarının egemen olması ile birlikte yavaş yavaş unutulmuştur.

FİKRİ HÜR, İRFANI HÜR, VİCDANI HÜR

Hür düşünebilen, fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür insanlardan oluşan, ifadesi ve eylemi hür ideal bir toplum hayal edilegelmiştir hep…

Düşünme özgürlüğünde hedeflenen mükemmellik mutlaka vicdan sahibi olmakla ve akıl ve hikmetle desteklenmelidir.

Bu mükemmellik yolundaki en büyük engeller ise, bilinçli veya bilinçsiz, kendi isteğimizle veya dış etkenler sayesinde, yarattığımız putlardır.

Düşünmemizi engelleyen tüm putlardan kurtulmak için gerçeğin her zaman değişebileceğini kabul etmemiz gerekir. Bugün aramızda en aydın sayılanlarımızın zihinlerinde bile, ileride zamanın çürüteceği bir yığın temelsiz inanç ve putun yaşamakta olduğunu düşünmek yanlış olmaz.

Bütün bunların farkında olan henüz düşünme özgürlüğünü kaybetmeyen kişiler topluma karşı görevlerini unutmamalıdır. Ayrıca; “Özgür düşünce sahipleri fikirlerinin takipçisi olmak zorundadırlar. “Özgürce” dile getirilen fikirler sahipsiz bırakılırsa “Özgürce” uçup giderler.”

Özgürce ifade edilen her fikir sahibinin hain ilan edildiği günümüzde, toplumun düşünme özgürlüğü kabiliyetini yitirmemesi veya yeniden kazanması için, çalışmak bizim en önemli görevimizdir, diyerek tamamlıyorum sözlerimi…