DÜŞÜNCE

Ortadoğu’daki Çatışma Alanı Güney Çin Denizi’ne Doğru Kayıyor

ABD, Çin’i tehdit olarak görüyor

Özellikle Covid-19 salgınından sonra Çin’in salgını örtbas etmeye çalışması ve ABD’yi suçlama girişimleri ABD’nin Çin politikasında değişime gitmesine sebep oldu. ABD’ye göre Çin, Washington’u küresel güç olmaktan çıkarmaya çalışıyor ve ABD aleyhine politika güdüyor. Çin, küresel etkisini arttıracak saldırgan ve sert politikalar takip etmektedir. ABD-Çin ikilisi iki yıldır amansız bir ticari savaş halinde. Aslında ABD’nin ticari olarak dünyanın her yerinde var olmayı sürdürüyor. Ticari manada ABD’li olmayan şirketlerin öne çıkması ve farklı ülkelerin ekonomik faaliyetleriyle ön plana çıkması halinde ABD bu durumu kendi varlığına bir tehdit olarak görme eğilimine sahip. ABD hiç doymayan bir yırtıcı gibi tüm gelir kaynaklarına sahip olmak istiyor. Elbette Çin’de acımasız ve amansız bir ticari politika ile başta Afrika olmak üzere tüm dünyaya yayılmaya, devletleri kendine bağımlı hale getirmeye çalışıyor. Dünya bu acımasız ikilinin çekişmesini endişe ile izliyor.

Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalan Doğu Türkistan, Tibet ve İç Moğolistan

Başlangıçta Çin tehdidini reddeden Biden, Pekin’e yönelik daha sert bir çizginin gerçekten gerekli olduğunu belirterek kararını değiştirmiş görünüyor. Biden’nin Trump yönetiminin yaptığı gibi Tayvan’a olan siyasi desteği sürdürmesi bekleniyor. Aynı zamanda Hong Kong’u ezmeye çalışan Çin karşısında sadece siyasi söylemlerin yeterli olmadığını, ABD donanmasının Asya’daki müttefiklerine güven vermesi için Güney Çin Denizi’nde faaliyetlerine devam etmesi gerektiği belirtiliyor. Anlaşılan o ki ABD Biden döneminde gücünün ağırlığını Güney Çin Denizi’ne kaydıracak, bu yüzden ABD’nin Tayvan’ın bağımsızlığını savunacağını, Hong Kong’u destekleyeceğini ve ABD donanmasının Güney Çin Denizi’nde varlık göstereceğini öngörebiliriz. Pekin, Tayvan’ın Çin’in ayrılmaz bir parçası olduğunu “temel çıkar” olarak savunuyor.[1] Bu durum bile Çin ve ABD’yi karşı karşıya getirmek için başlı başına bir etken olarak görünüyor.

Çin, Tayvan’ı baskı altında tutuyor ve topraklarına katma politikası güdüyor.

ABD’de Amerikan şirketlerine yönelik yaygın siber saldırıların Çin menşeli olduğu düşünülüyor. Trump’ın Çinli teknoloji şirketlerine uyguladığı ekonomik baskılardan dolayı önümüzdeki 4 yıl boyunca ABD-Çin ilişkileri çok kritik bir hal alacaktır. Özellikle Çin’in ekonomik baskılardan kurtulmak için ABD’ye baskı uygulaması muhtemeldir. Çin karşısında ABD’nin Hindistan, Japonya, Güney Kore ve İngiltere ile işbirliği yapması bekleniyor.[2]

Kuzey Kore güven vermiyor

ABD, Kuzey Kore lideri Kim Jong Un’a güvenmiyor. Kuzey Kore’de bir glastnost politikasının başlayacağı ihtimalini de vermiyorlar. Marksist, Leninist olmasına rağmen ülkede hiç Lenin, Marks heykeli bulunmuyor. Tıpkı bir caz ve viski hayranı olan KGB Şefi Yuri Andropov’un 1982’de Komünist Parti Genel Sekreteri olarak göreve geldiğinde gizli bir liberal olabileceğini hayal edenler gibi. Kim Chicago Bulls’un basketbol oynamasını izlemekten zevk almış olabilir, ancak o ülkesinin Bulls’u yaratan ülkeye dönüşmesini istemiyor. Kim Jong-un, İsviçre’de okulda geçirdiği zaman göz önüne alındığında, bazı gözlemcilerin umduğu gibi, liberal olmadığını gösterdi. Ayrıca Kim’in sağlığı da belirsiz. Kim, Amerika Birleşik Devletleri ile bir anlaşmayla ilgileniyor gibi görünüyor, ancak arzuladığı ekonomik açılımı elde etmek için yeterli nükleer taviz vermeye istekli olup olmadığını bilmek imkânsız.[3]

İsrail’in güvenliğini sağlamak için bölge ülkeleri ile ilişkiler kuruluyor

ABD’nin Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve şimdi Fas ile yaptığı iyileştirme anlaşmaları, yönetimin onları tanımlamayı sevdiği “atılımlar” bir yana, “barış” anlaşmaları değil. Bu devletlerin hiçbiri İsrail ile savaş halinde değildi. Bunun yerine, güvenlik ve savunma konuları da dâhil olmak üzere İsrail ile zaten kapsamlı bir işbirliği içindeydiler. Hatta Fas, 1990’ların Oslo Anlaşmalarının ardından İsrail ile diplomatik irtibat büroları alışverişinde bulunmuştu, ancak bu ofisler 2000’deki yeni bir Filistin ayaklanmasının ardından kapatılmıştı. Bu ayki anlaşma sadece bu irtibat bürolarını yeniden açıyor.

Netanyahu hükümeti, pastasını almanın ve onu da yemenin bir yolu olarak, yani Filistin topraklarındaki işgalini sürdürürken, Arap devletleriyle daha kapsamlı ilişkiler istiyor. Barışı ilerletmek bir yana, bu süreç her türlü barış beklentisini geri getiriyor. Burada amaç Arap ülkeleri ile İsrail arasında çatışmaları sonlandırıp, dialog kanalını açmak. Fakat İsrail işgal etmiş olduğu topraklardan çekilmek istemiyor. Bunun yerine bir sus payı gibi ekonomik antlaşmalar yapılması yoluna gidiliyor.[4]

ABD, Yemen’deki iç savaşa müdahale edecek gibi görünmüyor.[5]

ABD gücünün ağırlık sıkletini Güney Çin Denizi’ne kaydıracak

ABD’nin yaptığı hamlelere bakacak olursak Ortadoğu’dan tamamen çekilmese bile gücünün çoğunu Güney Çin Denizi’ne kaydıracağını söylemek kâhinlik olmaz. ABD, Çin’i çok daha büyük bir tehdit olarak görüyor. Askeri kapasitesini çoğunu Çin’e karşı kullanmak üzere konuşlandıracak. Ortadoğu’da Evanjelistleri memnun etmek adına İsrail’in güvenliğini sağlamaya çalışıyor. Önümüzdeki yıllarda Ortadoğu coğrafyası biraz olsun nefes alacak gibi görünüyor.


[1] https://m5dergi.com/dunya/dunyanin-en-onemli-sulari-guney-cin-denizi-2-bolum/

[2] https://nationalinterest.org/feature/can-joe-biden-really-engage-china-and-north-korea-174673

[3] https://nationalinterest.org/blog/korea-watch/can-north-korea%E2%80%99s-kim-jong-un-make-peace-joe-biden-174788

[4] https://nationalinterest.org/blog/paul-pillar/western-sahara-and-price-comforting-israel-174692

[5] https://nationalinterest.org/blog/skeptics/why-america-should-not-be-involved-yemen-174738

bilimdili

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...