DÜŞÜNCE Mimari Tarih

Mezopotamya, Roma ve Yunan Kent Planlamacılığı Üzerine Bir İnceleme – Müge Akkanat

Yazar: Müge Akkanat (Anadolu Tarih)

Kent: Kısaca, “En geniş ölçekli mimarlık ürün.” olarak tanımlanabilir. Bununla birlikle kent gibi karmaşık ve çok boyutlu bir olguyu tanımlamak için sayısız yaklaşım vardır. Bunları iki ana grupta toplamak gerekirse: 1. Kültürel öğelere ağırlık veren tanımlar. 2. Sosyo-ekonomik açıdan yapılmış tanımlar. [1]

Kültürel ögelere ağırlık veren tanımlar: Ruth Whitehouse’ın şu sözleri bu türe bir örnek oluşturuyor: “Kent, uygarlık diye adlandırdığımız bir örgütlenme aşamasına varabilmiş ana toplumsal yerleşme birimidir.” Diğer bir tanım ise kentsel tarihçi Lewis Mumford’un: “İlk başlangıcından bu yana kent, uygarlık ürünlerini toplamak ve iletmek için özel olarak donatılmış, maksimum hizmetin minimum alanda sunulması için yeterince yoğunlaşmış ve ayrıca toplumun değişen gereksinimlerine, büyümenin getirdiği daha karmaşık biçimlere ve yığılan toplumsal mirasa yer sağlayabilecek şekilde genişleyebilen bir strüktürdür.” [2]

Sosyo-ekonomik açıdan yapılmış tanımlar: Kenti tamamlamada sosyo-ekonomik yaklaşımın ana özelliği, kenti çağının ve içinde yer aldığı toplumun ekonomik yapısının bir parçası olarak değerlendirmektir. Sosyo-ekonomik tanımların en ünlüsü ve en çok bilineni CİAM’ın Atina Kongresi bildirisinde yer alan şu sözlerde ifadesini buluyor: “Kent bölgeyi teşkil eden ekonomik, sosyal ve politik bütünün bir kısmından başka bir şey değildir.” İfadesini kullanmıştır.[3]

Mezopotamya

Mezopotamya’da kentleşmenin önünü açan ilk gelişmelerin en geç MÖ 5. bin yılda Obeyd Dönemi’nde başladığı savunulabilir. Mal denetimi ve iş gücü yönetimi ilk kez bu dönemde merkezîleşmeye başlamış gibi görünmektedir. Bu doğrultuda ideolojik yöntemlerin kullanılması da yine aynı döneme tarihleniyor olmalıdır. Tell Aveyli, Tell Abada, Tepe Gavra ve Eridu gibi Mezopotamya’nın hem güneyine hem de kuzeyine dağılmış yerleşimler, söz konusu dönemde üst sınıftan kişi ya da kişilerin yönetiminde, gıda dağıtımının yapıldığı törenleri düşündüren buluntular barındırmaktadır.[4] Mezopotamya bir coğrafi terim olmakla birlikte, burada gelişen Sümer, Akad, Babil ve Asur gibi uygarlıklardan günümüze ulaşan bileşik kültürel bir kimliği de ifade etmektedir.[5] 4.000 yılın sonlarında, Mezopotamya kronolojisinde Geç Uruk olarak adlandırılan dönemde ortaya çıkmıştır. Söz konusu dönemde Güney Mezopotamya’da, aralarında destanlara konu olan Uruk’un da bulunduğu birçok kent devletinin kurulduğu anlaşılmaktadır. (Erudu, Sümer). [6] Zamanla Uruk insanlık tarihinin ilk modern kenti hüviyetini kazanmıştır.[7]

Evleri tapınakları gibi Megaron formunda inşa ediliyordu. Sur duvarları, ilkel bindirme kemer sistemi, iç kısımda ortak avluya açılan dükkanlar yer alıyordu. Dikdörtgen plan şemasına sahip olan bazı kentlerde rampa ile yukarıya çıkılmaktaydı. Planlı bir kent anlayışına sahip olduklarını Ningursu Tapınağı’nın planını taşa kazımış olmalarından anlayabiliriz. (MÖ 1225) Kentlerin kısacası insan-doğa ilişkisinin artık insan-insan ilişkisine dönüştüğü bu dönemde oluşan kent-devletleri, aynı zamanda insan düşünce sisteminin de başlangıcını oluşturan mitolojik tasavvurun etkisiyle, kentin ve kent yöneticilerinin de kutsallaştığı bir mekân olmuştur.[8]

Yunan

Eski Yunan kültürü ile ilgili en temel bilgilerimizden birisi Yunanlıların temel siyasi örgütlenme biçiminin polis olduğudur ve bu terim genelde Türkçe’ye “kent-devleti” olarak çevrilir. Polis kelimesinin modern dillerde tam bir karşılığını bulmak çok zordur. Antik kaynaklara kısaca bir göz atıldığında, Eski Yunanca’da polis kelimesinin hem belirli bir yerleşme, hem de bir topluluk için kullanılabildiği gözlemlenebilir. Demokrasi ile yönetilen, aklın ön plana çıktığı “kent” imgesi, Batı tarihinin başlangıç noktası olarak da görülmektedir.[9] Arkaik Dönemlerde kentler genellikle düzenli planlı değildi. Yunan şehirlerinin bir kısmı Tunç Çağ yerleşmeleri üzerinde gelişmiştir, bu şehirlerin başında Atina, Thebai, ve  Miletos sayılabilir, bunlar Miken devri şehirleri üzerinde kurulmuştur. [10]

Halkın yeni yeni kentlerin planlanarak yapılmasını istemesinin nedenlerinin başta ekonomi olmakla birlikte çok çeşitlidir. Artık birey ve toplum önem kazanmıştır, değeri artmıştır, halk toplu yaşama yönelmiştir, toplumsal düzene güveni artmıştır, güven altında daha iyi bir yaşam arzulamaktadır. Bütün bunlar eşit pay alımının ve onlara sahip çıkma hakkının verildiği bir ortamda gerçekleşebilir ki, bu da ancak planlanmış bir kentte olabilir. Hak ve payın eşit dağıtımı kapsamı içinde, işlemek, barınmak için eşit toprak dağıtımı da yer alacaktır ki bu da toprağı eşit olarak bölünecek bir kent toplancılığını beraberinde getirecektir. Demokrasi bilincini oluşmasıyla uygulamaya başlanışı arasında kalan bu dönem, böyle bir oluşumun gerçekleştiği zaman dilimi göreceli olarak sınırlamaktadır. Arazi fertlere verilmeden önce, bir otorite tarafından belirli bir düşünceye göre bölünmüştür.[11]

Kent ve mimar kavramlarının çağrıştıracakları ilk isim aslında Hippodamos olmalıdır.  Başka yazarlardan adı geçen Hippodamos’tan dolayı, zamanımızda ızgara planlı şehirlere çok defa,’Hippodamos tarzı’ denmiştir. Hippodamos belki bir mimar, belki bir toplum teorisyeniydi. [12]

Hippodamos’un aslında kent planlamasını icat etmediğini bugün batıdaki Yunan kolonilerinden,  Eski Smyrna’dan ve hatta kendi kenti olan Miletos’tan elde edilen çok sayıdaki bulgularla biliyoruz. Miletos Pers yıkımından sonra tekrar inşa edilmiştir ama Pers dönemi öncesi kentinin kimi kısımlarının ızgara planlı sokak sistemleri yeni kentin gelişmesinde etkili olmuştur.[13]

Temel ilke hiç yabancı ya da ayrıntılı değil ama basit, açık ve uygulamaya elverişliydi.  Gerçekte bu, dik açıyla kesişen düzgün sokaklarıyla “ızgara” ya da “dama tahtası” adı verilen en basit plandı. Böylece şehirde muntazam sokaklar ortaya çıkmıştır. Sokaklar için doğu batı, kuzey güney yönleri tercih edilir. Şehirlerde şehir kapılarından içeriye uzanan yollar işlektir. Birbirinin üzerine yığılmış yapılar arasında agora, resmi ve dinî binalar günlük hayatın can damarını tekil eder. Onun için cadde ve sokaklar şehrin bu noktalarından başlayıp etrafa yayılır. Diğer ikametgah alanları içindeki sokaklar daha tenha ve ikinci derecede sokaklardır.  Dikdörtgen yöntem karışıklıkları en aza indirmek demekti. [14]

Yunan kolonizasyonu kıyı bölgelerde gerçekleşmiştir. Yunan kentleri içinde üyelerin düzenli ve ortak yaşadıkları, vatandaşların eşit olduğu ve yönetime katıldığı topluluklardır. Bu kentler arasında demokrasiyi en çok düşünmüş ve yaşamış olanı Atina kentiydi. [15]

Roma

Kentler siyasi, dinsel ve toplumsal gelenekleri paylaşan bir vatandaşlar topluluğuydu. Kentlerin gelişimlerinde en önem verilen konu ise barış tesis edilene dek savunmaydı. Kentin fiziksel gelişimi ile ekonomik kaynakları arasında sıkı bir ilişki bulunmaktaydı. Ekonomik merkezlerin; limanlara, kapılara, forum ile halkın toplandığı alanlara göre konumlanmasıyla zamanla ticari yapılar gelişti. Kent, aynı zamanda dinsel bir topluluktu. Tapınakların Akropoliste ve diğer yüksek noktalarda inşa edilmesi kentin tanrıların koruyucu niteliğini de gözler önüne sermektedir. [16] Roma kentinin temelini Roma ızgara planlaması oluşturmuştur ve gelecekteki gelişmesini yönlendirmiştir. [17] Roma şehir planlamasının özelliği ızgara plandı. Izgara düzeni aynı istikametteki 3 ana cadde tarafından kesilen uzun dar bloklarla bunları dik kesen 30’dan fazla küçük sokak ve ortada kamu binalarına ayrılmış şeritten oluşmaktaydı. Izgara planlı sokak planı iki şekilde uygulanıyordu. Ana yollar Cardo Maximus ve Decamanus Maximus olmak üzere merkezi bir adaya veya plazaya gidebilir ya da hiç kesintiye uğramadan kentin bir ucundan ötekine devam edebilirdi. Kültürel ve iklimsel farklılıklar nedeniyle ana yolların kentsel alanı doğrudan kesmediği örneklerde bulunmaktaydı. Bazı kentlerde ise sokaklar doğrudan foruma (agoranın dik uzantısı) açılmaktaydı. Romalılara göre bir kentin kurulması için asli unsurlar; sokaklara kaldırım taşı döşenmesi, su getirme ve kanalizasyon sistemiydi. Yer altı kanalıyla veya su yollarıyla şehirlere gelen bol miktarda su, sarnıçlardan kurşun borularla evlere dağılırdı. Suyun dağıtımda alçak basınçlı borular kullanılıyordu. Yüksek basıncın elde edilmesi için dökme demir borular gerekmekteydi, ancak Romalılar o dönemde bu boruları yapamıyordu. Su gücü değirmenlerde ve testereyle kesme işlerinde kullanılıyordu, şehir meydanlarındaki, evlerin bahçelerindeki ve cadde köşelerindeki çeşmeler, kentlere ferahlık veriyordu. Suyollarının bakım onarımı devlet ve belediyeler tarafından yerine getirilen bir kamu hizmetiydi. [18]

Roma döneminde en yaygın konut tipi atriumlu konutlardır. Konutlar sokağa kapalı ve dış ortamdan soyutlanmış mekânlardır. Bu dönemde tek katlı konutların yanı sıra avludan ulaşılan ikinci kat uygulaması da bulunmaktaydı. Avlu üst kata ulaşımı sağlayan bir geçiş ve mekân niteliğindedir. Odaların tamamı avlu ile bağlantılandırılmıştır. Konuta sokaktan giriş “prothyrum” adı verilen dar bir bölüm ile sağlanmaktadır. Atrium odalar ile sınırlandırılmış, sosyal aktivitelerin geçtiği bir mekândır. Roma konutunun iç mekânı fresk ve döşemelerle zenginleştirilmişti. Avlu bölümünde ise mozaik, kesme taş ve mermer kullanılmıştır.[19]

Mezarlıkların ardından güçlü bir sur duvarına oturtulmuş, iki yanında aralıklarla dışarıya taşan kuleleri olan şehir kapısı gelirdi. Surların ve kapıların belirgin savunma işlevlerinin yanı sıra bir şehri sıradan bir yerleşimden ayıran en belirgin mimari unsurlar olarak şehir kapıları ziyaretçiye, şehrin statü ve prestijini göstererek etkilemek amacıyla tasarlandı. Romalılar köprü inşası bakımından mimariye önemli örnekler kazandırmışlardır. Nehir sularını arkadlarla aşma fikri daha önceki uygarlıklarda görülmemektedir. Romalı mühendislerin buluşlarından biri olan tatlı su köprüleri uzak yerlerden şehirlere su taşınmasında kullanılmaktaydı. [20] Değişmez bir kural olmasa da büyük kamu yapıları da stadiumlar, amphi tiyatrolar ve circuslar kentin dışına konumlandırılmıştı. Konumun uygunluğu ve topografya yapıların yerini etkilemekteydi. [21]

Roma hamamları ise abartılı ve gösterişliydi, bunların döşemeleri değerli taş ve mermerlerle, duvarları da çeşitli mozaiklerle kaplıydı. Bu hamamlarda sıcak ve soğuk sektörlerin yanı s ıra yüzme havuzları da bulunmaktaydı. Roma kentinin en önemli kapalı mekânı olan saray ise, magistratus (yargı ve yürütme yetkisine sahip üst düzey yönetici), senator, ya da varsa kentin diğer yöneticilerine ayrılmış alanlardı. Sarayın konumu kentin merkezinde olmamakla beraber yine de merkezden çok uzak olmayan, kenti gören bir yerdeydi. Saraylar halka kapalı, tamamen siyasal ve ekonomik elitin girebildiği ve bir tür konut olmaktan ziyade idari işlerin görüldüğü bir kamu kurumu niteliğindeydi. Sarayların en göze batan özelliği her yerinin çeşmelerle donatılmış olmasıydı. Çeşme ve havuzlar Romalı için çok farklı bir değere sahipti. [22]

Karşılaştırma ve Değerlendirme

Mezopotamya ilk kentsel yerleşimin merkezidir. Dünyanın en köklü medeniyetleri bu topraklarda hüküm sürmüşlerdir, bunların en önemlileri Sümerler, Babiller ve Asurlulardı. Bulundukları bölge Fırat ve Dicle Nehir’inin döküldüğü düz ovada yer almasından dolayı ekonomisi tarıma bağlı olup, sabanı ilk icat eden uygarlık olmuştur. Geçimlerini tarımsal ürünlerden elde ediyorlardı. Sonrasında gelişen sosyo-ekonomik ihtiyaçlar ve nüfusun artmasıyla birlikte kent sayıları artmıştır. Mimaride, edebiyatta, bilimde ve daha birçok alanda gelişmişlerdir. Rahip görevine de sahip olan kral tarafından yönetiliyorlardı.  Çok tanrılı bir inanca sahipti her kentin kendi Tanrı ya da tanrıçası vardı.

Mezopotamya kentlerinde her türlü iş gücü halkla birlikte yapılırdı. Kentler surlarla çevrili, tek tip iklim, üretim olarak da tarımsal her türlü ürün üretilirdi Devasa mimari örnekleriyle gücü, gösterişi ve korkuyu sembolize etmişlerdir. Mezopotamya’nın planlı bir kent anlayışını benimsediğini taşa kazınmış olan bir tapınak planından anlayabiliriz.  Megaron kent planına sahip, yazıyı kullanan ilk devlet olmasıyla birlikte, “Irmaklar Arasındaki Ülke” olarak da anılan bölge, birden fazla coğrafyayı ve ardından Anadolu’yu etkisi altına almıştır. Bölge, halk tarafından  “Uygarlığın Beşiği” olarak nitelendirilmiştir.  İlk kent devletleri, ilk krallıklar ve ilk imparatorlukların yanı sıra yerleşim merkezleriyle birleşen anıtsal mimarisi, boyalı seramik ürünleri, yazı sistemleri, yasaları ve heykelciliğiyle özgün bir kimlik ve üslup yaratmıştır. Megaron kent planlamacılığı; dikdörtgen planlı yapılar, evlerin de tapınaklar gibi yapılması… Şehirleri surlarla kaplayıp dışarıya kanal sistemleri kurmuşlardır. Kutsal alanlar ve yönetim birimleri kentin merkezinde yer alıyor. Yunan uygarlığına bakacak olursak, kültürel evrimin ilk temsilcileri denilenilir. “demokrasi”, felsefe, bilim, sanat kavramlarını insanlığa sunmasıyla birlikte kendileri de yaşam biçimleri haline getirmeye çalışmışlardır. Herkesin nispeten ortak şartlarda yaşadığı ve yönetime katıldığı Yunan uygarlığı, aynı zamanda Roma medeniyetine de birçok konuda öncülük etmiştir. Hippodamos plan şemasını kullanmışlardır. Agora merkezdedir ve kamusal alanlar agoranın çevresinde konumlandırılmıştır. Yunan uygarlığı demokrasi ve eşitlikçi kavramlarını o kadar benimsemişlerdi ki; kent planlamacılığını da herkese eşit miktarda arazi dağıtımı ile gerçekleştirmiştir.

Kentler kıyı bölgelerde yayılım göstermiştir, uzun yıllar sonra Atina kentinin surla çevrelenmesiyle birlikte zamanla diğer kentler de sur ile çevrelenmeye başlanmıştır, Sparta kenti hariç. Ekonomileri tarım ve deniz ürünleriydi. Tiyatrolar genelde yamaca konumlandırılıp, eğimden faydalanılmıştır. Roma tiyatrolarına baktığımızda ise kendi eğimini kendisi oluşturduğunu görüyoruz. Roma da hippodamos plan şemasını benimsemiş olsa da zamanla kent plancılığı konusunu Antik Yunan kadar önemsememiştir.  Kolay kontrol edilebilir, kenti her hangi bir konuda tehdit edebilecek bütün unsurları ortadan kaldırmaya yardımcı olan bir plan şemasıdır. Roma kentlerinde Capitol ve Palatinum tepesi arasında kalan alanda kamusal yapılaşmanın daha yoğun olduğunu biliyoruz. Roma kentleri ilk olarak lejyon (ordugah) kamplarıyla, daha sonrasında ise sivil halkın da yaşadığı kasabalara ve ardından kentlere dönüştüğünü söyleyebiliriz. Kemer sistemini geliştiren ve kentlere su aktarımını sağlayan da Romalılardır. Dışarıdan gelen insanlar önce hamamlarda temizleniyor sonra kente giriş sağlıyorlardı.

Kaynakça

Uğur Tanyeli, Metin Sözen. Sanat Kavram ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 2012.

Nihal Naiboğlu. “ Kentleşmenin Kökeni Mezopotamya’da İlk Kentler”, MSGSÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 2019, 3(20): ss. 211-224.

Kemalettin Köroğlu. Eski Mezopotamya Tarihi Başlangıcından Perslere Kadar, İstanbul, 2006.

Elvan Eser, Yusuf Kılıç. “Mezopotamya’nın İlk Kent Binaları (Tapınakları) ve İşlevleri”, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, 2015, 4 (13).

Kenan Eren. “Hellen Polisinin Ortaya Çıkışı: Güncel Çalışmalar Üzerinde Değerlendirmeler”, MSGSU Sosyal Bilimler Dergisi, 2019, 3(20), ss. 225-236

Serap Morkoç. “ Antik Dönem Yunan Evleri”, Ankara, 2008.

Gülgün Atalay. “Antik Devirde Mimari Kurallar ve İnşaat Teknikleri”, Konya, 2010.

Hasan Tanrıseven. “Antik Yunan’da Devlet”, Diyarbakır, 2013.

Ceren Altunbeğ Turgut. “Roma Dönemi Şehircilik Anlayışı”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, 2019, 17 (26): ss. 273-302.

Sema Toramanoğlu. “Anadolu’da Antik Çağ Şehir Planları” İzmir, 2006.

Hasan Yaylı-Ali Buğra Küçük. “Sosyal Bölünme – Kent Dokusu İlişkisinin İlkel Örneği Olarak Roma”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2011, 13/2: ss. 121-138.


[1] Metin Sözen, Uğur Tanyeli. Sanat Kavramı ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 2012. s. 164.

[2] Metin Sözen, Uğur Tanyeli, a.g.e. s. 165.

[3] Metin Sözen, Uğur Tanyeli, a.g.e. s. 165.

[4] Nihan Naiboğlu. “Kentleşmenin Kökeni ve Mezopotamya’da İlk Kentler”, MSGSU Sosyal Bilimler Dergisi, 2019 3(20) s. 212.

[5] Kemalettin Köroğlu. Eski Mezopotamya Tarihi, İstanbul, 2006, s. 12.

[6] Nihan Naiboplu, a.g.m., s. 213.

[7] Yusuf Kılıç, Elvan Eser, a.g.m., s. 534.

[8] Elvan Eser, Yusuf Kılıç. “ Mezopotamya’nın İlk Kent Binaları (Tapınakları) ve İşlevleri”, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, 4(13), s. 418.

[9] Kenan Eren. “Hellen Polisinin Ortaya Çıkışı: Güncel Çalışmalar Üzerinde Değerlendirmeler”, MSGSU Sosyal Bilimler Dergisi, 2019, 3(20), s. 226.

[10] Serap Morkoç. “ Antik Dönem Yunan Evleri”, Ankara, 2008, s. 20.

[11] Serap Morkoç, a.g.m., s. 21.

[12] Serap Morkoç, a.g.m., s. 22.

[13] Gülgün Atalay. “Antik Devirde Mimari Kurallar ve İnşaat Teknikleri”, Konya, 2010, s. 24.

[14] Serap Morkoç, a.g.m., s. 23.

[15] Hasan Tanrıseven. “Antik Yunan’da Devlet”, Diyarbakır, 2013. s. 50.

[16] Ceren Altunbeğ Turgut. “Roma Dönemi Şehircilik Anlayışı”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, 17 (26), s. 276.

[17] Sema Toramanoğlu. “Anadolu’da Antik Çağ Şehir Planları”, s. 39.

[18] Ceren Altunbeğ Turgut, a.g.m., s.278.

[19] Ceren Altunbeğ Turgut, a.g.m., s 286.

[20] Ceren Altunbeğ Turgut, a.g.m., s.289.

[21] Sema Toramanoğlu a.g.m., s.

[22] Hasan Yaylı-Ali Buğra Küçük. “Sosyal Bölünme – Kent Dokusu İlişkisinin İlkel Örneği Olarak Roma”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi , 13/2, 2011 s. 131.

bilimdili

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...