DÜŞÜNCE

Moskova-Pekin İlişkisinin Çatırdaması

20.yüzyılın mühim hadiselerinden biri, kuşku yok ki ikinci yarısında cereyan eden Moskova-Pekin arasındaki çatışmadır.

İki komünist devin birbirleriyle kurduğu münasebetin en başından sağlam temelli olmadığı söylenebilir. Sovyetlerin kontrolü altında olmayan bir kuvveti potansiyel bir tehlike olarak gördüğü bilinmektedir. Bu hususta Fahir Armaoğlu şöyle der; “ 1950 Şubat ayında imzalanan dostluk ve işbirliği antlaşması çerçevesinde Sovyetler ’in yapmaya başladığı yardımlar daima belirli bir ölçünün içinde kalmıştır. Zira Çin’in hızla kalkınması, bu ülkenin hızla Moskova’nın kontrolünden çıkması demek olurdu. Bu sebeple, Moskova’nın Pekin’e gösterdiği yakınlık, Pekin’i elinin altında tutabilme faktörüne bağlı kalmıştır.”[1]

Pekin açısından ise durum pek de farklı değildi. İleri derecede sanayileşmiş Sovyet Rusya’nın ekonomik yardımlarına ihtiyaçları olduğundan, onlarla iyi geçinmeye ve cephe birliği yapmaya mecbur kalmışlardı. Mecburiyetlerinin tek sebebi ekonomik destek değildi. İşin bir de dış politika kısmı vardı ki bu Çin için fevkalade önem taşıyordu. Uluslararası sahada yerini almak isteyen Çin’in işi pek de kolay gözükmüyordu. Çünkü Batı, “Kızıl” Çin’in ortaya çıkışına, adeta yeni bir organı reddeden vücut gibi tepki gösteriyordu.[2] Bu sebeptendir ki, Çin’in uluslararası politika sahasında “ben de varım” diyebilmesi adına Sovyet Rusya’nın desteğine ihtiyacı vardı.

1957 Ekim’ine kadar iki güç arasındaki ilişki, dışarıdan bakılınca sorunsuz gibi görünse de birbirlerine karşı duydukları güvensizlik bu tarihten itibaren gün yüzüne, bilhassa dış politikadaki görüş ayrılıkları olarak çıkmaya başlamıştır.

Dış politikadaki görüş ayrılıklarını açmamız gerekirse…

Sovyetlerin uzun menzilli füze yapması, bu füzelere yerleştirebilecekleri nükleer silahlara sahip olması, dünya devletlerine bilhassa da Amerika’ya karşı üstünlük sayılıyordu. Amerika’nın uzun menzilli uçaklarına karşı Sovyetlerin füzeleri daha ağır basıyor ve bu Sovyetlerin süper güç olan Amerika’ya karşı elini bir hayli güçlendiriyordu.

Sovyetlerin bu stratejik üstünlüğü, Çin ile Sovyet Rusya arasında bir takım görüş ayrılıklarına neden olmuştur. Pekin, Moskova’nın bu üstünlüğüne dayanarak Batıya karşı takındığı tutumun daha sert olması taraftarıydı ve komünizm faaliyeti için ihtilalci metotları uygulamalıydı. Moskova ise Pekin gibi düşünmüyordu. İki defa yaşanmış dünya savaşı tüm dünya devletleri açısından bir hayli menfi sonuçlar doğurmuştu. İçinde bulundukları dönem itibariyle sarsıntıları hâlâ hissedilebiliyordu. Bu doğrultuda yeni bir dünya savaşında nükleer faaliyetlerin de yer almasıyla yıkıcı sonuçlar doğuracağını düşünen Moskova, Pekin’in sert tutum beklentisini boşa çıkarıyordu.

Görüş ayrılıklarının şiddeti; Önce 1959 Ocak ayında Başbakan Birinci Yardımcısı Mikoyan ve parti üyelerinden Frol Kozlov Amerika’yı ziyaret etmiş, daha sonra Amerika Başkan Yardımcısı Richard Nixon iadeyi ziyaret yapıp bir de üzerine Kruşçev’i Amerika’ya davet etmesiyle bir hayli artmıştı. Kruşçev, Amerika ziyaretinden birkaç gün evvel aya ilk füzeyi indirmişlerdi. Bir de üzerine Sovyetler ile Amerika’nın yayınladığı ortak bildiride barışın korunması hususunda ortak sorumluluğa sahip olduklarını belirtmesi, Çinlileri kızdırmaya yetmişti.

Romen Komünist Partisi’nin kongresine katılan Kruşçev dünya sorunlarını görüşmek adına on iki komünist partinin katılacağı ortak bir toplantı teklifinde bulundu. Bazı kaynaklara göre bu teklifin altında Kruşçev’in Çin’e vuracağı ağır darbenin yattığı gizlenmektedir. Bu sebepten Çin temsilcisi Peng Cheng toplantı teklifine şiddetli bir tepki göstermiş ve Kruşçev’e geri adım attırmıştı. Fakat bu geri adım çok sürmemiş, Moskova 1960 Temmuz’unda Pekin’e nota verip ülkede bulunan uzmanlarını çekmiş ve sözleşmelerini, projelerini feshetmiştir. Romen Komünist Partisinin kongresinde yaşanan tartışma sırasında Çin tarafını destekleyen Arnavutluk’un da 3.Beş Yıllık Kalkınma Planı doğrultusunda vaat ettiği ekonomik yardımını kesmiştir.

Daha sonra Sovyetler dünya komünist partilerini Moskova’da bir toplantıya çağırmıştır.

81 Komünist partisinin liderlerinin katıldığı konferans 10 Kasım 1960’da Moskova’da başladı ve 1 Aralık’ta bir deklarasyonun yayınlanması ile sona erdi. Mao Tse-tung ile İtalyan Komünist Partisi lideri Palmiro Togliatti bu konferansa katılmadılar. Mao katılmayı bir prestij meselesi yapmıştı. Togliatti ise, Moskova-Pekin çatışmasının aleyhine idi.[3]

Konferanstan sonra her iki taraf da bütün gücü ile kendi oyununu oynamaya başladı. 3 Şubat 1961’de Çin ile Arnavutluk arasında, karşılıklı ticaret hacmini arttırmayı ve Çin’in Arnavutluk’a 500 milyon Rublelik kredi açmasını öngören bir anlaşma imzalandı. Bunun üzerine, Sovyetler de Arnavutluk’a karşı harekete geçti. 1961 Mayıs ayında Sovyetler Valona Limanı’ndaki sekiz denizaltını geri çekti. Arkasından yine Sovyetler ve Çekoslovakya ile Doğu Almanya, Arnavutluk’a açtıkları kredileri dondurdular. Ağustos ayında Arnavutluk’taki Doğu Alman uzmanları geri çağrıldı.[4]

Bütün bu gelişmelerin üzerine 1962 Küba krizi eklenmişti. Sovyet Rusya, Castro Küba’sında füzelerini sökmek mecburiyetinde kalmıştır. Neticesinde Sovyetler ile Küba arasındaki ilişkiler soğurken, Küba ile Çin arasındaki ilişki ılımaya hatta dostane yaklaşımlara meyletmiştir.

Sonraki zamanlarda Moskova ile Pekin arasında toprak anlaşmazlıkları da yaşanmıştır. Çin’in, batısındaki Sinkiang eyaletindeki Kazak ve Uygurları Moskova’nın tahrik ettiğini düşünmesi bunlardan bir tanesidir. İki ülke arasında birçok sahada karşılıklı hamleler gerçekleştirilmiştir. Bütün bunlar aralarındaki gerilimi tırmandıran gelişmelerdir.

1964 Ekim’de çeşitli nedenlerden ötürü Kruşçev düşürülmüştür. Çin ile aralarındaki anlaşmazlıkları doğru yönetemediği gösterilen nedenler arasındadır. Kruşçev’in düşürülmesi iki ülke arasındaki ilişkiye müspet bir hava getireceğini ümit edenler büyük bir hayal kırıklığına uğramıştır.

Rusya ile Çin arasında bugün dahi birtakım anlaşmazlıklar devam etmektedir. Fakat her iki devlet güçleri sebebiyle karşı karşıya gelmek istememektedir.

Yazar: Hakkı Suat Yılmazer

 

[1] Armaoğlu Fahir, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1995, İstanbul: Timaş Yay., 2015, s.488

[2] Armaoğlu, a.g.e., s.489

[3] Armaoğlu, a.g.e., s.492

[4] Armaoğlu, a.g.e., s.493