DÜŞÜNCE

Spot Işıkları ve Yalan Dünya

Bütün canlı varlıklarla birlikte insanoğlunun da ölümlü olduğu gerçeğini vurgulamak için eskiden beri söylene gelen “yalan dünya” sözü artık tek başına metafizik anlamlar yüklenmiyor. Bu söz artık dünyevi gerçekliğin anlatımına dönüşmüştür. İnsanoğlu artık yalanlar dünyasının içerisinde yaşıyor. Dünyevi gerçeklikler bir yığın yalanların gölgesine itilmiştir. Gerçekler gölgeye dönüşürken gölgeler dünyası insanlığın aldatıcı gerçekleri haline gelmiştir. Shane Gunster bu durumu şöyle tanımlıyor: “Dikkatlerimiz, spot ışıkları neyin üzerine düşerse onun çekim alanına girmeye eğilimlidir. Tamamen şimdiki zamanın içine çekiliriz; birkaç dakika sonra, dikkatimiz yeni bir dizi heyecana kayar, bir önceki heyecan dizisi yalnızca soyut bir anı olarak kalır.”[1]

Şimdiki zamanda yaşamak bellek yitimidir. Geçmişin unutulduğu, ciddi biçimde umursanmadığı, en azından yeterince hatırlanmadığı ortamdır şimdiki zaman saplantısı. Bu ortamda geçmiş ne kerte bulanıksa gelecek de aynı kertede buğuludur. İnsan bilinci önünü arkasını göremez olur. Yalnızca şimdiki zamanda yaşadığımızda geçmiş ile gelecek algılarımız körelir. Şimdiki zamanın insanı bu bağlamda epeyce kördür. Çünkü görüş alanı şimdinin ufkuyla sınırlıdır. Bu ufkun ötesine ve berisine uzanmaya yeltendiğinizde şimdiki zaman duvarına toslarsınız. Ancak irade sahibi kişiler ve gerçek anlamda bireyleşmeyi başarabilmiş olanlar şimdiki zaman duvarının mazgallarında oyuklar açmaya güç yetirebilirler. Spot ışıkları daima şimdiki zamanı aydınlatır. Sınırların ötelerini göremeyelim diye o güçlü spot ışıkları bütün dikkatlerimizi yalanlar dünyasına kenetler. Frankfurt Okulu düşünürleri bu körlük durumunu muhtelif kavramlarla açıklamaya çalışırlar: Tek Boyutlu Kitle Kültürü; Panoptikon; Hipergerçeklik; Maskeli Refah Toplumu ve benzeri kavramlar söz konusudur. Kapitalist tüketim kültürünün örtük totaliter yapısı bütün bu kavramlarla açıklanmak istenir.

Tamamen şimdiki zamanın içine çekildiğimizde dikkatlerimizin yeni yeni heyecanlara kayması ve ardı sıra bir önceki heyecanların sönüvermesine Jean Baudrillard “simülasyon” diyorken Zygmunt Bauman ise buna “akışkan modernite” adını veriyor. Her düşünür kendi penceresinden kapitalist tüketim kültürünü yorumluyor. Spot ışıkları gel-geç sahte gerçekliklere inmektedir. Artık dillerden düşmeyen şarkılar yerine belleklerde tutunamayan parçalar revaçtadır. Uzun yıllar tepe tepe kullandığımız otomobillerimizi artık beş yılda bir yenisiyle değiştiriyoruz. Cep telefonlarının her yıl değişen modellerini titizlikle takip eden kullanıcılar var. Bu kullanıcılar aslında kullanılan tüketicilerdir. Sosyal medyada da durum böyledir. Facebook bir dönem gözdenizdir, hemen ardından Twitter ya da İngstagram ve daha pek çok sanal kabile ağları tercihiniz oluverir. Önceki ağları dondurduğunuzda sayısız anılarınız dijital evrene gömülür. Binlerce fotoğrafınız yitip gider.

Televizyon programları da aynı yolun yolcusudur. Hafızalara kazınmış sanat eserlerinin yerini pembe diziler, gerilim dizileri, mafya ve derin devlet dizileri doldurur. Kitap okurları elinin altındaki anlatıların kurmaca dünyalarına iştirak edebilirler fakat televizyon izleyicileri neredeyse bütünüyle edilgendirler. Televizyon haberleri de yine böyledir. Daha düne kadar Doğu Türkistan için gözyaşı dökenler şimdi birdenbire Kazakistan’a gözlerini çevirmişlerdir ve Doğu Türkistan handiyse unutulmuştur. Küresel kapitalist sistemin çarkları böyle işliyor. Yeldeğirmenlerine saldıran Don Kişot’un yalan da olsa somut bir gerçekliği vardı. Yeldeğirmenleri sanal değildi.

Lee Konstantinou post-ironinin dört yüzü konulu makalesinde şunları yazıyor: “Küresel bazda, piyasanın eritici asidi tüm değerleri ve inançları eritmeyi bırakmadı; bireysel işçi ya da sanatçı sırtını dayayabileceği çok az kurum bulabilmektedir.”[2] Yalanlar (yanılsamalar) çağında neyin gerçek neyin sahte olduğuna ilişkin çok şeyler yazılıp çiziliyor. Bizler de Bilimdili ortamında bu simülasyon evrenine sık sık değiniyoruz. Ufuk çizgisi kaymıştır. Alanlarımızın belirsizliğinden ötürü Yalan Dünya bizlerde gerçekliğe dönüşmektedir. Artık fantastik evrenin içindeyiz. Kara-ütopyaları yaşıyoruz. Dikkatlerimiz spot ışıklarının görmemizi buyurduğu sahneleri seçebiliyor. Çizginin dışına taşmaya heves ettiğimizde kötü bireyler damgası vuruluyor. Yaşar Nuri Öztürk sahtelikler dünyasının yönlendiricilerine “haşhaşiler çetesi” demektedir: “Kötülük toplumları, alıştıklarına, kendilerine ezberletilene aykırı hiçbir şey duymak istemezler; böyle şeyler söyleyenleri düşman bellerler.”[3]

Kullandığımız eşyalar, izlediğimiz programlar, dinlediğimiz tekdüze şarkılar, yaşadığımız aksiyon yüklü olaylar ve haber bültenlerinde gördüğümüz sahneler tıka basa sürekli değişir. Akışkan modernite budur. Çocuklarımız açık alanlarda gerçek nesnelerle değil de bilgisayar düzleminde yay gerip ok atıyorlar. Eğlence ve spor bile sanaldır. Her şey her an unutulmaya sürüklenir. Fevkalade önemli bir futbol maçı fevkalade önemli bir başka futbol maçı başladığında artık hükümsüzdür. Gündelik yaşantılarımızın olağan akışından farklı bir çığırdır akışkan modernite. Televizyon ekranlarının alt kısmından mavi kırmızı bantlar içinde birtakım rakamlar ve tümceler hırçınlıkla kayar giderler. Fakat yeterli olmaz ve ekrandaki ana görüntü karesi dört bir yandan ufalarak muhtelif göstergeler yukarıya, aşağıya, sağa sola saçılırlar. Dikkatler dağıtılır. Kopuk kopuk dikkat yoğunlaşması uygarlık olarak dayatılır. Borsa endeksi ya da Kabil’deki patlama gözlerimizi şöyle bir sıyırıp yok olur. Yalan Dünya’nın sakinleri hıza tutsaktır. Yolcu uçakları, şamatalı havalimanları, gösteri zeplinleri, gezegenimizin her bir köşesinden gelip her bir köşesine koşuşturan turist kafileleri anavatan algısını muğlâklaştırırlar. Başdöndürücü yaşamda düşünmeye, sorgulamaya, soluklanmaya yeterince fırsat bırakılmaz.

Spot ışıklarının kararttığı ışıltılı dünyamızda biz insanlar duyduklarımızdan ya da gördüklerimizden ziyade görmeyi ve duymayı istediğimiz şeyleri seçeriz. Konfor tutkusu tanrımızdır. Refah tapınımdır. Spot ışıklarının evreninde önemli sayılan olaylar korunur; fakat her defasında yeniden biçimlendirilerek anımsanır. Yalan Dünya yalapşaptır. Don Kişot romanının bir kahramanı şunu söylemiştir: “Şeytan haçın arkasında saklıdır.” Her türden teknolojik hünerle donatılmış olan refah uygarlığının ardından yeni kapitalizm sırıtmaktadır. İsa’ya kendi haçını taşıtanlar tüketim kültürünün sözüm ona bireylerine alacalı bulacalı kredi kartlarını, manyetik pasaportları ve irili ufaklı fatura yapraklarını bindirmişlerdir. Gönüllü hamallıktan şikayet edenlerin esas kaygıları ise sırtlarındaki yüklerin hafifliğidir. Çünkü savruk yaşam dizgelerinden daha fazla pay alamadıkları için yakınmaktadırlar. Ekonomi dergileri havalarda uçuşmaktadır. Herkes iktisatçıdır. Diploma ve uzmanlık ayağa düşmüştür. Bizi yönetenlerin liyakatlerine yönelik hassasiyetlerimiz dumura uğramıştır. Paganlıktan nefret edenler çağdaş putlarını yontmuşlardır. Sümer kentlerinin orta yerine inşa edilmiş tapınaklar çağdaş yerleşimlerde şehir dışına kaydırılmıştır. AVM tapınaktır. Müslümanlar cuma günleri camiye, pazar günleri alışveriş merkezlerine koşarlar. Yeryüzünün bütün dindarları ve dinsizleri birbirlerini suçlarlarken bile aynı hayatı yaşarlar. Ritüel tek boyutludur. Kabe ise turizm merkezidir.

Metin Savaş

[1] Zehra Azade Soysal, Kurgu ile Gerçek Arasında Totaliter Bir Dünya: Fahrenheit 451, sayfa 116, Çolpan Kitap, Ankara 2021

[2] Metamodernizm, sayfa 126, Tün Kitap, Ankara 2021

[3] Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an Verilerine Göre Kötülük Toplumu, sayfa 151, Yeni Boyut, İstanbul 2015