Zamanı nasıl algılıyor olduğumuz, aslında biz fark etmesek de yaşam biçimimizi önemli şekilde etkiler. Einstein, zamanın sadece bir yöne doğru hareket etmediğini, geleceğin geçmişle aynı anda mevcut olduğunu söylediğinde, aslında önemli bir gerçeklikle baş başa bırakmıştır bizleri. Bu cümleleri ele alan kimi filozoflar zamanı varlık felsefesi açısından ele almışken, zamanın döngüsel bir hareket arz ettiğini iddia eden ve günümüzde sürekli güncellenmekte olan bilim-kurgu temelli açıklamalar halen olgunlaşmaya, gelişmeye ve bilimsel evrimine devam etmektedir. İnsanın tekâmülü, karşılaştığı her kavramı zihninin katlarında yanlış ya da doğru diye sıfatlandırmaksızın sürekli tanımlaması sayesinde olabilir. Bununla birlikte bir şeyi doğru ya da yanlış olarak tanımlamış olmak, aynı zamanda onu tamamlamış olmak anlamına da gelebileceği için ortada bir gelişimden bahsetmek mümkün değildir. Tanım eksik veya fazla olabilir, hatalı da olabilir. Ancak tekrar tekrar yeniden tanımlamak, tekâmülün anahtarı olmalıdır.
İlerleyebilmek için günümüzde, bilim-kurgu edebiyatında hâlen onu ve tarzını geçen bir yazar yetişmediğine inandığım Isaac Asimov’un bir romanıyla bu tanımlama işinin tam ortasından seslenmek gerekir. Bunu da en iyi yapabilecek eserin Sonsuzluğun Sonu olduğu konusunda hiçbir kuşkum yok. Sonsuzluğun Sonu, Asimov evreninin en önemlilerinden birisi, bu evreni bir eve benzetecek olursak onun giriş kapısıdır. Asimov’un bilim-kurgu dünyasına girişin temelini oluşturduğu gibi aynı zamanda sonrasında sunduğu eserleri olan Vakıf ve Robot serilerindeki evreni ve hatta şablonu algılayabilmeniz için pek çok kişi tarafından ilk kitap olarak tavsiye edilmektedir. Okumak konusunda yapılmış sıralamaların okuyucunun okuma serüvenine zaman zaman olumsuz etki ettiğini düşünsem de -bu sıralamaya uymamış biri olarak-, eğer hiç Asimov okumamışsanız, gerçekten de okumaya Sonsuzluğun Sonu ile başlamakta çok fayda görüleceği görüşüne katılıyorum.
Emsali bilim-kurgu yazarlarına göre, Asimov’un zaman ve boyutlar arası yolculuğunda mantık hataları neredeyse sıfıra yakın kurguladığı bir eserden bahsediyoruz. Bilim-kurgu edebiyatının en sık işlenen konularından birisi olan zaman yolculuğu fenomeni, Asimov tarafından daha tutarlı bir zemine oturtulmuştur. Bununla birlikte, işbu romanda üstün bir şekilde işlenen sonsuzluk algısı da özellikle bu konularda bilimsel anlamda bir miktar mürekkep yalamış okuyucu için, keyifli bir maceranın dışında ufuk açıcı bir aydınlanmayı beraberinde getirebilir.
Okuma keyfinizi kaçırmamak adına çok fazla ayrıntıya girmek istemesem de, kitabın konusundan biraz bahsediyor olmanın zararı olmayacağını düşünüyorum. Birbirinden farklı gerçekliklerin olduğu bir evrende, birbirinden farklı gerçeklikleri denetleyen ve gerektiğinde bu gerçekliklere müdahale ederek zaman ve sonsuzluğun “kendi zihinlerinde oluşturmuş oldukları tanım ve kalıpların” dışına çıkmasını engelleyen, zamanın dışında var olmayı başarmış “gözetmenler” denilen bir elitler grubunun hâkim olduğu bir kurguya açıyoruz gözlerimizi. Romanın başkahramanı Andrew Harlan, sonsuzluk kavramı içerisinde kontrol edilen bütün zaman dilimlerine/gerçekliklere seyahat edip, burada diğer zaman dilimlerini etkileyebilecek sorunlara doğrudan müdahale edebilen bir “teknisyen”, tabiri caizse bir sonsuzluk mühendisi. Elbette bu mühendis tanımlamasının ardından, buradaki teknisyen kavramına ayrı bir parantez açmamız gerekir.
Bilim-kurgu edebiyatı ile haşır neşir olan okurların, son dönem bilim-kurgu hikayeleri ve romanlarında sıklıkla karşılaşabileceği bir kavramdır teknisyen. Kurgunun özelliğine göre uzmanlığı değişmekle birlikte, kurguya teknik anlamda müdahale eden karakterlerin neredeyse genel bir tanımlaması haline gelmiştir. Teknisyen kavramı bu anlamda Harlan’ın mantığı, tekniği ve aşk ile karşılaşmadan önceki kusursuz iş bitirme becerisini bu tanımda birleştirerek, bilim-kurgu edebiyatına henüz aşılamayan bir tanım getirmiştir.
Asimov’un bu kitabında aslında çok dikkat çekilmeyen, ötelenen bir durum da vardır. O da, günümüzde çok yoğun olmasa da, belirli zümreler arasında sürekli tartışılmakta olan toplum mühendisliği mevzuudur. Sonsuzluğu ve bu kavram içerisinde yer alan farklı zaman dilimlerini kontrol edebilen gözetmenler, insanların kendilerini yok edebileceği bir takım felaketleri önceden görerek, birbirini etkileyen bu zaman dilimlerinde yaptıkları ufak değişikliklerle “yeknesaklığı” bozmadan ilerlemektedir. Bazı durumlarda, bu müdahaleler o uzay-zaman gerçekliğinde yaşayan insanların gelişmesini engellemeye sebep olacak olsa dahi. Sonsuzlukta yer alıp, zaman içerisinde bulunan insanların kaderleri ve gelecekleri hakkında hüküm veren elitlerin, günümüzde dünyayı yönetmekte olduğu iddia edilen mevcut türlerden karakter ve psikopatoloji anlamında pek bir farkı yok. Dolayısıyla Asimov’un, sağlam bir uyarlama ve toplum mühendisliği eleştirisi yaptığını da okurken hatırınızda tutmanın faydalı olacağına inanıyorum.
Toplumların, bir grup tarafından manipüle edilebilmesi bir yana; Sonsuzluğun Sonu romanı, pek çok bilim-kurgu romanı, filmi, hikâyesinde karşılaştığımız, yazarının çağının ötesinde düşünebildiğini gösteren muazzam detaylarla süslü aynı zamanda. Örneğin, günlük hayatımızda yer alan minik usb ve harici bellekleri, içlerinde bulundurdukları bilgiyi düşündüğünüzde; Asimov’un bu romanı yazmış olduğu tarihte (1955) hayal gücü ve bilime bakış açısını harmanlayarak günümüzün kıymetli bir projeksiyonunu 70 yıl öncesinden ortaya çıkardığını görebilirsiniz. Bu anlamıyla romanda yer alıp da, günümüzde hâlen ütopik veya fantastik gelen pek çok durum ve öğenin gerçekleşebilir olma ihtimalini değerlendirmenin de, okuyucuya muazzam bir beyin fırtınası yaşatacağının altını çizmemiz gerekiyor.
Hâlihazırda, yakın geçmişte kaleme alınmış pek çok bilim-kurgu eserinde aktarılanların, günümüzde kurgudan çıkıp, bilimin konusu haline gelmesi gibi bir gerçekliğe sahibiz. İnsanlık, geleceğini uzayda, robotlarda, uçan arabalarda, zaman yolculuklarında ve hatta evrenin sonsuzluğunda arıyor. Sayılan kavramları düşündükçe kitap gözünde ağırlaşan ve bilim-kurgu edebiyatından pek hazzetmeyen okurlar için bu kitabın farklı bir yeri olması gerektiğine inanıyorum. Çünkü Asimov, bilimsel terimlerden, salt bilimin konusu haline geldiği için her okurun anlayamayacağına dair bir ön kabulü olduğu bir konuyu, inanılmaz basit bir dille ve sadelikle işliyor. Boyut atlamalar, paralel evrenler, sayılarla ifade edilen gerçeklikler, teknisyenler, gözetmenler gibi ilk duyulduğunda okuru korkutabilecek kavramlar, ilk bakışta okura bilim-kurgu terimlerinin karıştırılmasından yapılmış bir çorba içirilmeye çalışıldığı izlenimi verebilir. Oysa Asimov’un romanı salt bilim-kurgu öğeleri temelinde değil, toplum ve insan eleştirisi özelinde de okunmalıdır. Aristokrasinin, elitlerin verdiği kararların dogmatik, ilahi emirler olmadığını, gelecek tasavvurumuzda savaşların, felaketlerin ve benzeri sebeplerle vuku bulacak olguların her zaman geleceğe ket vurmak anlamı taşımadığı, bizlerin “kötü” olarak tanımladığımız şeylerin çoğu zaman bu tanımın içerisine sığmayacağını da göstermektedir.
Sıkı bilim-kurgu okurlarının dudak bükmesine sebep olan, kurgunun temelindeki aşk hikâyesi ise aslında Asimov’un okuruna hazırladığı sürprizin en önemli sebebi ve parçası. Açıkçası bu kurgunun içerisinde bir aşk unsuru olmasaydı, teknisyenimiz Harlan’ın dengesizliği, bazı hallerde bencilce vermiş olduğu düşünülen kararların nihai faydaya ulaşmayı sağlaması gibi olguların altı teknik terimlerle kapatılamayacak kadar büyük bir boşluk oluşturabilirdi. Ayrıca Asimov gibi bir bilim-kurgu dehasının kaleminin de, aşk gibi kurguyu mahvedebilecek bir olgunun altından muazzam şekilde kalkabildiğini tarihe not düşmek gerek.
Yukarıda bahsedilen bütün unsurları ile birlikte ele alındığında, muazzam bir zekânın ve üslubun en keskin örneği olarak nitelendirebileceğimiz Sonsuzluğun Sonu romanının okuruna tahmininden fazla şey katacağı görüşündeyim. Kurgunun alt yapısı olan evreni tanımlayan ve okuru bir miktar yoran ilk bölümlere bir müddet tahammül edebilenler için daha önce yabancısı olduğu ama kabullenmekte hiç zorlanmayacağı sürükleyici bir kurgu vaat ettiğini söylersem abartmış olmam. Üstelik bu kurgunun; bireyin, topluma ve çoğunluğa karşı mücadelesini, yılışık olmayan ilgi çekici bir aşk hikâyesi ile de sarmaladığını düşünürsek Sonsuzluğun Sonu okurun kendisine bir şans vermesini hak ediyor diyebiliriz.
En başta belirttiğim gibi, tekâmülümüzün anahtarı, hayatımıza giren kavramları tanımlama şeklimizle doğrudan alakalıdır. Asimov’un bu muazzam eseri ise açık görüşlü bir okumayla zihnini bu kitaba açan okurun bütün tanımlamaları sorgulaması, yeniden tanımlaması veya belki de tanımlamaktan vazgeçmesine ve dolayısıyla kendi tekâmülüne katkıda bulunmasına ön ayak olacaktır.