Kitap

Türkçe – Macarca Eşdilliliği

‘Towards Eurasian isoglosses: The case of Turkic and Hungarian’ (Avrasya’da Eşdilliliğin Sınırlarına Doğru: Türkçe ve Macarcanın durumu, Astana 2015)

László Marácz

Yazar: Yasin SARI

İşbu kitap tanıtım yazısında Macar dilbilimci László Marácz’ın 2015 yılında basılan ‘Towards Eurasian isoglosses: The case of Turkic and Hungarian’ (Avrasya’da Eşdilliliğin Sınırlarına Doğru: Türkçe ve Macarcanın durumu) adlı kitabı incelenmiştir. Bu incelemede kitaptaki savların karşılaştırmalı çözümlemesine girişilmeden araştırma konusundan çıkan savlar aktarılmış, bölümlerinin özeti verilmiş ve kitabın Türk dilbilimciliğine ve tarih yazımına getirdiği yeni yaklaşımlar üzerine durulmuştur.

Towards Eurasian linguistics isoglosses: The case of Turkic and Hungarian

(Avrasya’da Eşdilliliğin Sınırlarına Doğru: Türkçe ve Macarcanın durumu)

Yazar: László Marácz (1960-…).

Yayıncı: International Turkic Academy.

Yayın yeri ve yılı: Astana, 2015.

Sayfa sayısı: 384.

 

 Hollanda doğumlu, Macar kökenli László Marácz (1960-…) Ural-Altay Dil Kuramı’na karşı çıkan dilbilimcilerden biridir. Universiteit van Amsterdam (Amsterdam Üniversitesi) öğretim görevlisi Marácz bu bağlamda, özellikle Macarca eksenli, geniş çaplı araştırmalar yaptı ve görüşlerini ortaya koydu. Bu kitap incelemesinde Marácz’ın bahsekonu bağlamda bir çalışması olan ‘Towards Eurasian linguistic isoglosses: The case of Turkic’ (Avrasya’da Eşdilliliğin Sınırlarına Doğru: Türkçe ve Macarcanın durumu, ADİD) adlı kitabı tanıtılacaktır.

***

Marácz ADİD kitabının ‘Giriş’ bölümümün ilk cümlesinde çalışmanın temel savını ileterek başlıyor: ‘Bu kitapta, Ural/Fin-Ugor Dilleri diye adlandırılan dilbilimsel sınıflamanın savunulamaz olduğu savını ileri süreceğim. Bu sınıflandırmayı reddetmek için hem içsel hem de dışsal sebepler var’.[1]

Marácz bu kitapta özel olarak Fin-Ugor Dil Ailesi Kuramı’na eleştiriler getirip bu kuramın noksanlıklarını dile getirirken, hem dolaylı hem de doğrudan Ural-Altay Dil Ailesi Kuramı’nın da zorlama olduğu görüşünü aktarıyor. Bu çıkarımlara binaen de başta Macarca ve Türkçe arasındaki bağlar olmak üzere çeşitli konularda kendi görüşlerini dile getiriyor ve bu dillerle ilintili egemen dilbilimsel kuramların geçerliliğinin tekrar tetkik edilmesi gerektiğini vurguluyor.

ADİD kitabı ‘Giriş’, ‘Sonuç’ ve ‘Ekler’ adlı bölümleri dışında toplamda dört kısma ve onbir bölüme ayrılmıştır. Her bir kısım belirli bir anakonu üzerine binaen kurgulanmış. Bu incelemenin devamında ‘Giriş’ bölümünden başlayarak her bölümün ayrı ayrı bir özeti verilecektir ve kitabın muhtevası ve bilimsel yaklaşımları hakkında malumat verilecektir.

‘Giriş’ kısmında yazarın özellikle Fin-Ugor Dil Ailesi kuramı özelinden Ural-Altay Dil Ailesi Kuramı’na eleştirileri olduğu daha önce iletilmişti. Yazar bu eleştirleri getirirken bunları kabaca ikiye ayırmakta. Ona göre bahsekonu kuramların hem ‘içsel’ hem de ‘dışsal’ yaklaşımlı noksanlıklarını bulunuyor. Yine ‘Giriş’ bölümünde yazar ona göre yapılabilecek içsel ve dışsal eleştirilere bir açıklık getirmektedir.

Marácz’ın Ural/Fin-Ugor Dilleri Kuramı’na içten getirdiği eleştirinin esasında, kuramın tarihsel ve karşılaştırmalı yöntem yaklaşımıyla kuramın ihtiva ettiği diller arasında genetik bir bağı ‘ispat’ etmeye yetmemesi bu konuda kuramın ciddi gedikler vermesidir. Başta bu dil ailesinin dillerinin ortak sözcük haznesinin bulunmaması, ki yazarın aktardığına göre Macarcanın kuramın dilleriyle ayrı ayrı ortak sözcükleri bulunmasınra rağmen, önemli bir veridir. Dahası kuram oluşturulurken Macarcanın anakarakterini biçimleyen sözcük kökleri üzerine durulmamıştır. Marácz’a göre Ural/Fin-Ugor Dil Ailesi Kuramı tam anlamıyla bir ‘circulus vitiosis’ yani bir sonuca çıkmayan ‘sonsuz döngü’dür.[2]

Diğer taraftan bahsekonu kurama ‘dıştan’ gelen bir yaklaşımla bakılıp karşılaştırmalı bir analiz yapıldığında, Macarcanın Altay Dilleri ile olan etkileşiminin dikkat çekici bir düzeyde olduğu sonucuna varmak mümkündür. Yazarın da ifade ettiği gibi bu dikkat çekici etkileşim ve mevcut bağlar, anaakım dilbiliminde egemen dil kuramı yaklaşımlarından dolayı genellikle ‘ikincil’ olarak nitelendirilmektedir. Marácz kitabında bunun pek öyle görünmediğini özellikle Macarca ve Türkçe, daha doğrusu bu iki dilin öndillerinin arasındaki sözcüksel ve biçimbilimsel ilişkilerin zannedilenin aksine çok daha ‘derin’ olduğu kanaatindedir. Bu etkileşimin anavatanı Marácz’a göre Orta-Asya’dır ve Orta-Asya yaklaşımını benimsemiş diğer Macar dilbilimcilerinin savlarının aksine, ona göre bu ilişkiler daha kadimdir ve İskit-Sarmat çağına kadar iniyor.[3]

‘Giriş’ kısmında yazar ayrıca dilbiliminde iki temel yaklaşım yöntemini ele alıyor ve bunlardan hangi yaklaşıma daha yakın olduğunu, sebepleriyle birlikte hangi yaklaşımı tercih ettiğini izah ediyor. Yazarın ele aldığı yaklaşımlardan birincisi Alman dilbilimci August Schleicher’ın (1821-1868) geliştirdiği, akraba olduğu iddia edilen diller arasında hiyerarşik bir biçimlendirmeye dayalı ‘dilbilimsel ağaç’ (ağaç topolojisi, hiyerarşik topoloji) yaklaşımıdır. İkinci yaklaşım ise Rus dilbilimci ve kuramcı Nikolay Sergeyeviç Trubetzkoy’un (1890-1938) ortaya koyduğu ve diller bağlamında ‘dil alanı ve etkileşim’ yaklaşımını benimseyen görüştür. Macar dilbilimci Marácz bu iki temel kuramı ilerleyen sayfalarda Ural ve Altay Dilleri üzerinde çözümlüyor.[4]

Schleicher’ın kuramını açıkladıktan sonra yazar, bu Alman dilbilimcinin özellikle Hint-Avrupa Dilleri’ni gözeterek şekil verdiği yaklaşıma yönelik Trubetzkoy’un itirazlarını dile getiriyor. Trubetzkoy’a göre Hint-Avrupa Dilleri’nde arasında göze çarpan yakınlıkları ve ortaklıkları izah etmek için mutlaka bir hiyerarşik ve tarihi yapılanmadırmaya gerek yoktur. Ona göre bu benzerlikler uzun dil alanları arasında süreklilik arz eden yoğun ilişki ve etkileşim, sözcük alışverişi ve dil karıştırmadan da ortaya çıkmış olabilir.[5]

Marácz bu yaklaşımdan peyda olmuş, Amerikalı dilbilimci Lyle Campbell’ın (1942-…) ‘Historical linguistics’ (Tarihsel dilbilim, 2006) kitabında formüle ettiği ‘isogloss’ (izoglos) terimini kullanmayı tercih ediyor. Campbell’dan alıntılayarak Marácz dil alanı tanımını şu şekilde aktarıyor: ‘Dil alanı terimi dil alışverişi ve etkileşimi nedeniyle alandaki dillerin belirli yapısal ortak özellikler taşıdığı, ki bunlar sadece ödünç alınan sözcüklerden ibaret olmadığı gibi sesbilimsel, biçimbilimsel ve sözdizimsel ortak öğeleri de ihtiva etmektedir, coğrafi bir alan anlamına geliyor’. Mevcut dil alanındaki bu ortak ögeler ise bir izoglos’un varlığına işaret ediyor ve bu adla nitelendiriliyor.[6]

Daha sonra Marácz Ural Dil Ailesi Kuramı’na getirdiği eleştirilerin benzerlerini Altay Dil Ailesi Kuramı için de getiriyor. Bu konu bağlamında bu iki farklı dil ailesindeki dillerin sık sık özel ve biricik olan etkileşimlerin varlığı üzerine duruyor. Romanya doğumlu, Trubetzkoy’un Hint-Avrupa Dil Ailesi Kuramı’na uyguldığı yaklaşımı Ural ve Altay Dilleri’ne uyarlayan Macar tarihçi Dénis Sinor’dan (1916-2011) aktararak, Türkçe’nin Moğolca’dan çok Fin-Ugor ve Macar dillerine yakın olduğu görüşünü iletiyor. Sonuç olarak Marácz’ın yaklaşımıyla gerek Ural Dil Ailesi Kuram’ı gerekse Altay Dil Ailesi Kuram’ı çok fazla gediği olan savlar olarak karşımıza çıkıyor.[7]

‘Giriş’ kısmında kitabın bölümlerindeki içeriğine değinmeden önce yazar Trubetzkoy’un yaklaşımından esinlenmiş izoglos savını tekrar işliyor ve bunu, Ural ve Altay Dilleri arasındaki özgün ilişkileri ve etkileşimleri de savına destek olarak kullanarak, Ural ve Altay Dilleri diye adlandırılan diller için kullanıyor. Tüm bu dillerin dil ve temas alanlarının ortak bir coğrafya olduğunu, bunun da Avrasya/Orta-Asya olduğunun altını çiziyor.[8]

‘Birinci Kısım’ üç bölüme ayrılmıştır ve genel olarak Ural-Altay Dil Ailesi Kuramı’nın oluşuturulmasındaki ideolojik ve metodolojik sebeplere değinir ve Macarcanın sözcük köklerini kuram bağlamında işliyor. Bu kısımda yazar sözcüksel ve dilbilgisel bakış açılarıyla hiyerarşik yapılı bir Ural/Fin-Ugor Dil Ailesi Kuramı kurgulanamayacağı fikrini işler. Kısmın bölümleri şu şekildedir: ‘1. Ural-Altay Dilleri sınıflandırmasının ideolojik arkaplanı’, ‘2. Ural-Altay Dilleri sınıflandırmasının metodolojik unsurları’ ve ‘3. Macarcanın kök sistemi ve Czuczor-Fogarasi Sözlügü.’

Birinci bölüm: Bu bölümde Marácz Ural-Altay Dil Ailesi Kuramı geliştirilirken bilimden ziyade coğrafi ve ideolojik kaygıların önplanda olduğunun altını çiziyor. Burada Macarların köklerine dair dilbilimsel ve tarihsel kuram çatışmalardan bahseden yazar, dilbilimsel alanda yaşanmış ve Macar tarihyazımında ‘Ugor-Türk Savaşı’ olarak yerine almış dilbilimsel çatışmanın çeşitli safhalarını aktarıyor. Esasen bu bilimsel alanda cereyan eden ve daha önce iletildiği gibi bilimsel olmaktan çok ideolojik bir çatışmayı bünyesinde besleyen tartışmanın temel çıkış noktası, Macarcanın Fince’ye mi yoksa Türkçeye mi daha yakın olduğu sorusudur. Alman kuramcıların da desteğiyle, her ne kadar çok şüpheli olsa da, Fin savının Macaristan’da ve Macar akademyasında galip geldiğini ileten Marácz, bu bölümde bunun tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini savunuyor.[9]

İkinci bölüm: Yazara göre Ural/Fin-Ogur Dil Ailesi Kuramı kendine özgü ögelerle soyutlanamamaktadır. Ural/Fin-Ugor Dilleri’ne özgü kabul edilen temel sözcük haznesi ögeleri, 6. bölümde de açıklanacağı gibi, Altay Dilleri’yle de örtüşmektedir. Yine bu dil ailesinin dillerini de sağlıklı bir hiyerarşik yapıya sokmak mümkün değildir. Ne tarihsel süreç ne de karşılaştırmalı araştırmalar buna yol açmaktadır. Buna en büyük engellerden biri Ural/Fin-Ugor dillerine ait en eski metinlerin 12. yüzyıldan öncesine gitmemesidir. Nihayetinde Marácz’a göre bu kuram finmerkezlidir ve Macarca’yı yeterince dikkate almamaktadır. Yazar bu bölümde ayrıca Türkçe’nin ve Ural Dilleri’nin türeniğinin zannedilenin aksine birbirine daha yakın olması gerektiğini, Türkçe’nin türeneğinin muhtemelen daha batıda, Batı Türkistan/Aral Gölü yakınlarında bulunması gerektiğini iletiyor.[10]

Üçüncü bölüm: Gergely Czuczor (1800-1866) ve János Fogarasi’nin (1801-1878) Macarca’daki köklere dair hazırladığı sözlüğün anakonu olduğu bu bölümde, Macar dilbilimci Macarca’daki kök yapıları üzerine duruyor ve bazı dil kuramcılarının Macarcanın bu yapısı üzerine hiç durmadığının, kuram ve savlarını da bu doğrultuda geliştirdiklerinin altını çiziyor.[11]

İkinci Kısım’da Marácz Macarca ve Türkçe arasındaki etkileşimden ve bunun derinliğinden bahsediyor, ortak Ural-Altay Dilleri sözcük haznesinin üzerinde duruyor ve yine bu diller arasındaki sözcüksel yakınlıklarına değiniyor. Bu kısımdaki bölümler şunlardır: ‘4. Macarca’ya Eski Türkçe’den geçen sözcüklerin durumu üzerine’, ‘5. Temel Ural-Altay sözcük haznesi karşılaştırması’ ve ‘6. Temel Ural-Altay sözcüksel yakınlıkları’.

Dördüncü bölüm: Burada yazar Macarca ve Eski Türkçe arasındaki ilişki ve etkileşim üzerinde duruyor. Bu etkileşimin genel kabulun aksine çok daha derin olduğu görüşünü savunan Marácz, bu gerçeğin dilbilim akademyasındaki hakim görüşlerin etkisiyle –Macarca Ural/Fin-Ugor dilidir, Türkçe Altay- ödünçlemeden fazlası sayılmadığını belirtiyor. Ona göre Macarca ve Türkçe arasındaki sözcüksel etkileşim basit ödünçlemenin ötesinde gibi görünüyor. Yazar burada Macar Türkolog Arminius Vámbéry’nin (1832-1913) çalışmalarına atıfla Macarca’daki salt Fin-Ugor kökenli sözcüklerin %33,1%, salt Türkçe kökenli sözcüklerin %32,7 salt Türkçe ve Fin-Ugorca olan sözcüklerin %34,2 olduğu kanaatine ulaşıyor. Böylece Marácz’a göre Macarca –şayet tutarlı dil ailelerinden bahsedebilirsek- iki dil ailesi arasında merkezi bir konumda duruyor.[12]

Beşinci bölüm: Bu bölümde kitabın yazarı ‘Macarca sözcük haznesindeki Fin-Ugor ögeleri sözlüğü’nün eleştirel bir çözümlemesini yapıyor. Macar dilbilimcileri György Láko (1908-1996) ve Károly Rédei’e (1932-2008) ait bu sözlük, Marácz’a göre Macarcanın Fin-Ugor dili olduğunu ispat etmeye yetmiyor. Dahası bu sözlüğün bir eksiği de finmerkezli olmasıdır. Macar dilbilimci burada ayrıca Macarca ve Türkçe olmak üzere Altay Dilleri arasındaki ortak sözcük haznesi üzerinde duruyor.[13]

Altıncı bölüm: Bu bölümün bir önceki bölümle doğrudan ilintili olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim burada yazar üstte adı geçen sözlükteki 681 ögeden beden terimleri, akrabalık terimleri, düşük sayılar, kişi zamirleri, doğa terimleri, mekan terimleri ve basit yüklemleri kapsayan 82 ögeyi alıp Altay Dilleri üzerinden bir çözümlemesini yapıyor. Bu karşılaştırmalı çözümlemeye göre yazar üstte zikredilen sözlükteki ögelerin hepsinin ya da neredeyse hepsinin Altay Dilleri’nin bir veya birçoğunda da bulunduğunu gösteriyor. Bu duruma göre Macarca’daki Fin-Ugor ögeleri sözlüğünün niteliği daha doğrusu niteliksel değeri sarsılmış oluyor. Son olarak yazara göre tüm bu etkileşim trafiğinde yerinde sabit duruyor görünen dil Macarca gibi görünüyor.[14]

Üçüncü Kısım’da Marácz Macarca ve Çuvaşça arasındaki yakınlık ve etkileşim üzerinde durmaktadır. Bu kısımda iki bölüm var. Bu bölümlerden ilki ‘7. Macarca-Çuvaşça arasındaki dilbilimsel yakınlıklar’ adını taşırken, ikincisi ‘8. Macarca-Çuvaşça arasındaki dilbilimsel yakınlıklarının açıklanması’ adını taşımaktadır.

Yedinci bölüm: Macarca ve Türkçe’nin Oğur Dilleri’nin yaşayan yegane dili olarak gösterilen Çuvaşça arasındaki ilişki ve etkileşimin konu edinildiği bu bölümde kitabın yazarı genel görüşlerin aksine Macarca ve Çuvaşça arasındaki bağların basit bir etkileşim ve ödünçlemeden ibaret olmadığını savunuyor. Genelde Eski Çuvaşça veya İtil Bulgarcasından ödünçlenme oldukları varsayılan Macarca’daki Türkçe unsurların, Kaşgarlı Mahmut’un (1008-1105) ‘Divan-ı lügat-it Türk’ eserinden yola çıkarak Çuvaşça ve Ana Türkçe arasındaki ses değişimi farklılığının daha sonraki devirlerde gerçekleşmiş olması gerektiği üzerine duruyor. Buna göre 11. yüzyılda Çuvaşça’da örneğin z/r ses değişimi oturmuş değil. Macarlar ise eserin yazılmasından iki yüzyil önce bölgeyi terk etmişlerdi.[15]

Sekizinci bölüm: Çuvaşça üzerine yoğunlaşmaya devam eden yazar, burada dilbilimsel bulgulardan ziyade tarihi kayıtlardan ve tarihi bilgilerden yola çıkarak Çuvaşça’nın Oğur Dilleri’nin yaşayan temsilcisi daha doğrusu İtil Bulgarcasının ardılı olamayacağı sonucunu çıkarıyor. Dahası Oğur Dilleri’ni konuştukları varsayılan Hazarların, Bulgarların, Avarların, Onoğurların, Sabirlerin, Utrigurların, Kutrigurların ve Macarların Türkçe konuşmadıklarını, onların daha önce İskit-Sarmat boylarının izlediği yolu takip ederek Avrupa’ya ulaştıkları kanısındadır. Çuvaşça ise İtil havzasında oluşmuş, bünyesinde Fin-Ugor, Macar-Başkırt[16] ve Kıpçak Türkçesi’nden ögeler barındıran bir melez dil konumundadır. Bu ve başka sebepelerden dolayı Marácz’a göre Macarca’daki Türkçe sözcüklerin kaynağının Çuvaşça olması mümkün değildir. Aksine, yazarın Macar Türkolog Gyula Mézsáros’dan (1883-1957) alıntı yaparak Çuvaşça ve Macarca arasındaki etkileşimde etkin dilin Macarca edilgen dilin de Çuvaşça olduğunu düşündüğü belli oluyor.[17]

Dördüncü kısım’da yazar kitabının dokuzuncu bölümünden itibaren daha önce işlediği konuların çözümlemesi ve sonuçlarına binaen kendi savlarını ve çıkarımlarını aktarıyor. Burada kitapta geçen çözümlemelere çeşitli yaklaşımlarını eklemleyen Marácz Ural-Altay Dil Ailesi Kuramı’na dair farklı bir bakış açısı getiriyor. Burada bölümler ‘9. Ural-Altay dil alanı kuramına doğru’, ’10. Ural-Altay Dilleri alanındaki biçimbilimsel yakınlıklar’ ve ’11. Ugor-Macar ön dilinin tekrar değerlendirilmesi’ başlıklarını taşımakta. Ayrıca adı geçen üç bölüm kitabın dördüncü ve son kısmıdır.

Dokuzuncu bölüm: Marácz bu bölümde Ural-Altay dillerinin dil alanı üzerine giriş yapıyor. Burada yazar bilimsel önyargılar ve avrupa merkezci yaklaşım sebebiyle Alman dilbilim geleneğinin eklemeleli ve ayrışkan dilleri Hint-Avrupa Dilleri’nden daha iptidai saymış, Hint-Avrupa Dilleri’ni onlardan daha üstün addetmiştir. Bu doğrultudan yola çıkılarak, Hint-Avrupa Dil Ailesi’ne uygulanan ağaç topolojisi Ural/Fin-Ugor Dil Ailesi Kuramı’nda da uygulanmış, bu uygulanırken de finmerkezli bir tutum sergilenmiştir. Macar dilbilimciye göre kuramın noksanlıklarından başlıcasından biri budur. Bu bölümde ayrıca Macarca ve Aryan Dilleri arasındaki etkileşim üzerinde duruluyor.[18]

Onuncu bölüm: Sondan birinci bölümde Marácz Ural-Altay Dilleri’nden rastgele biçimbilimsel ögeleri alıyor ve bunlar üzerinden bir çözümlemeyi işliyor. Bu biçimbilimsel özellikler Marácz’a göre bu dillerin ağaç topolojisince yani hiyerarşik bir dil akrabalığını oluşturamayacağını gösteriyor. Bu dillerdeki biçimbilimsel özelliklerdeki ortak unsurlar, ki ondört ortak öge işleniyor, hiyerarşik yaklaşımın öngördüğünden çok daha karmaşık ve çapraşık bir görüntü oluşturuyor. Dahası dilbilimcinin yaptığı çözümlemenin yorumuna göre Ural/Fin-Ugor ve Altay Dilleri’ni bu sebeple izole etmek mümkün değildir.[19]

Onbirinci bölüm: Marácz burada önceki bölümlerde çıkardığı sonuçlarıdan yola çıkarak, tümevarım düsturuyla başta Macarca olmak üzere bahsekonu dillerin öncülleri üzerine bir düzeltme yapıyor. Ona göre ‘Ugor-Macar Anadili’nden bahsetmek yerine ‘Erken Orta-Asya Dil Birliği’ni tartışmak daha isabetlidir. Bu tartışmada dilbilimin yanısıra örneğin tarihi kayıtların ve arkeolojik bulguların gösterdikleriyle kuramı sınamak elzem görünüyor. Bu yapıldığında ‘Eski Batı Türkçesi’ni (Oğur Türkçesini) konuştuğu iddia edilen Avrupa Hunları, Onoğurlar, Sabirler, Avarlar, Bulgarlar, Hazarlar, Oğurlar ve Macarlar gibi ilintili oldukları boyların ön-Macarcaya çok yakın bir dili konuştukları sonucu ortaya çıkıyor.[20]

***

Burada Amsterdam Üniversitesi öğretim görevlisi, Macar dilbilimci László Marácz’ın sonuç bölümündeki çıkarımlarını ve varsayımlarını aktarmak gerekli görünmüyor. Nitekim üstteki kısımlarda bölüm bölüm Marácz’ın bulguları, çözümlemeleri ve buna bağlı sonuçları genel olarak aktarılmıştır. Durum böyle olunca bu dilbilimcinin ortaya koyduğu araştırmanın Türk dilbilimine ve Türk tarihyazımına hangi alanlarda katkı sağladığı, hangi alanlarda genel yönelimlerin aksine bir yaklaşım benimsediği üzerine durmanın uygun olacağı kanaatindeyim.

  1. LászlóMarácz bu kitabıyla özelde Ural/Fin-Ugor Dil Ailesi Kuramı’nı geneldeyse Ural-Altay Dil Ailesi Kuramı’nı temellerinden sarsıyor. Bu dil ailelerinin dilleri arasındaki bağları ve etkileşimi inkar etmeyen yazar, bu iki dil ailesi kuramını ve özellikle bunlardaki hiyerarşik yapılandırmayı reddediyor. Ona göre ağaç topolojisinden bahsetmek yerine dil alanından ve izogloslardan bahsetmek gerekiyor.  
  2. Marácz’a göre Macarca Türkçe’ye Fince’ye olduğundan, Türkçe de Macarcaya Moğolcaya olduğundan daha yakın diller. Macarcanın Ural/Fin-Ugor Dil Ailesi’ne yerleştirilmesinin esas motivasyonunu coğrafi ve
    Kitaptan, Ural-Altay Eşdilliği ve Sınırları

    ideolojik kaygılar oluşturuyor. Macarca Türkçe ile daha yoğun ilişkili ve etkileşimli olmasına rağmen Avrupa merkezci yaklaşım nedeniyle Macarca Fin-Ugor Dilleri’nden sayılmıştır.

  3. Türkçe’nin türeneği Ural-Altay Dil Ailesi Kuramı’nda genel geçerlilik arz eden yaklaşımların aksine günümüz Moğolistan’ında ya da onun doğusunda değil, daha batıda, günümüz Batı Türkistan’ında Aral Gölü çevresinde olması gerekiyor. Marácz’a göre Macarca ve Türkçe arasındaki yoğun etkileşimin derinliği ve genişliği bunu mecbur kılıyor. Bu bağlamda yazar Macarların da tıpkı Türkler gibi Orta-Asya’dan kalkıp Avrupa’ya ilerledikleri görüşünden tereddüt etmiyor.
  4. Çuvaşça Oğur Türkçesinin daha doğrusu İtil Bulgarcasının ardılı ve yaşayan son temsilcisi değildir. Fin-Ugor, Macar-Başkırt ve Kıpçak Türkçesi’nden gelen ögeleri bünyesinde barındıran bir melez dildir. Macarca karşısında genel yaklaşımın aksine etken dil olmaktan ziyade edilgen dil konumundadır. Ana Türkçeden sessel farklılaşması da zannedildiği kadar eskiye dayanmamaktadır. Nitekim yazar Kaşgarlı Mahmut’un meşhur eserinde buna dair emareleri gözlemlemenin imkanı olduğunu vurguluyor, eserde sessel farklılaşmaya işaret göstergeler bulunmuyor.
  5. Yazar kısmen bir üstteki maddedeki savına da binaen, Hazarlar, Bulgarlar, Avarlar, Onoğurlar, Sabirler, Utrigurlar, Kutrigurlar ve Macarlar Türkçe konuşmuyorlardı demektedir. Oğur Dilleri’nin yaşayan örneği Çuvaşça olmadığına göre, tarihi kayıtlar ve arkeolojik bulgular da gözetilerek bunun Macarca olma ihtimali doğmaktadır ya da en azından ‘Batı Türkleri’ diye adlandırılan bu boylar Macarca’ya çok yakın bir dili konuşuyorlardı diye düşünmek mümkündür.

Üstte kabaca özetlediğim bu beş sav Türk dilbilim araştırmalarına ve Türk tarih yazımına Macarca üzerinden farklı bir bakış açısı getirmektedir. Marácz’ın Macarcanın Türkçe’ye Fince’den daha yakın sonucunu çıkarması oldukça kıymetli görünüyor. Bu kitapla birlikte Ural-Altay Dil Ailesi Kuramı’na ve özelde Ural/Fin-Ugor Dil Ailesi Kuramı’na yönelik reddiyelere birini daha ekliyor. Türkçenin türeneğinin Moğolistan veya daha doğusunda değil de daha batıda, Orta-Asya yani Türkistan’da Aral Gölü çevresinde olması gerektiği iddiasının bir mantığının olduğundan şüphe yoktur. Bir takım Türk ve Türk olmayan akademisyenler arasında da bu görüşü savunanlar vardır. Çuvasça, Oğur Dilleri ve Oğur Türkleri üzerine yaptığı çözümlemelereyse tartışmaya oldukça açık, ispat edilmeyi bekleyen iddialar olarak bakmamız mümkündür.

Kaynak

[1] László Marácz Towards Eurasian linguistic isoglosses: The case of Turkic (Astana 2015) 4.

[2] A.g.e.

[3] A.g.e. 4-5.

[4] A.g.e. 5.

[5] A.g.e. 7-8

[6] A.g.e. 8-9.

[7] A.g.e. 12-13.

[8] A.g.e. 14-15.

[9] A.g.e. 35-68.

[10] A.g.e. 69-84.

[11] A.g.e. 85-105.

[12] A.g.e. 106-119.

[13] A.g.e. 120-132.

[14] A.g.e. 133-172.

[15] A.g.e. 173-189.

[16] Bu kalıp kitabın yazarı László Marácz tarafından kullanılmıştır ve Macar-Başkırt birliktelik ve akrabalık iddialarına atıf yapmaktadır.

[17] A.g.e. 190-223.

[18] A.g.e. 224-247.

[19] A.g.e. 248-274.

[20] A.g.e. 275-292.