Alfabe ile din arasında bir ilişki olup olmadığı konusundaki tartışmalar, Türkiye’de bir asra yakındır devam ede gelmektedir. Bu tartışmalar zaman zaman o kadar şiddetlenmektedir ki bazen bilim çevrelerinde bile nezaket sınırlarının çok ötesine geçmektedir. Dünyada başka bir ülkede bu konunun bu kadar uzun süre bu kadar şiddetli bir şekilde tartışıldığı vaki midir bilinmez. Tartışmaların bir tarafında alfabe ile dinin hiçbir ilişkisi bulunmadığı iddiası yer alırken karşı tarafında alfabenin din ile ilişkili olduğu, hatta bazı aşırı örneklerde alfabe değiştirmenin din değiştirme anlamına geldiği iddiaları yer almaktadır. Her şeyden önce, bu yazının söz konusu tartışmalara temel teşkil eden siyasi yaklaşımlardan ari olduğunu ve tamamen bilimlik bir yaklaşım ile kaleme alındığını belirtmekte fayda var.
Bilindiği üzere Türkiye’deki tartışmaların temelinde, 1 Kasım 1928 tarihinde kabul edilen ve 3 Kasım 1928 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren kanun neticesinde, Arap harflerini (aslında Arap harfleri temelli Fars harfleri) temel alan Türk alfabesinden Latin harflerini temel alan Türk alfabesine geçilmesi yer almaktadır. Harf Devrimi olarak adlandırılan bu uygulama, bilhassa muhafazakâr çevrelerde büyük bir tepkiye sebep olmuş ve bu tepkinin yankıları aradan geçen bir asra yakın zaman dilimine rağmen, azalarak da olsa devam etmektedir. Bu tepkinin sebeplerinden en önemlisi, elbette İslamiyet’in kutsal kitabı olan Kuran-ı Kerim’in bu alfabe ile yazılmış olması veya diğer bir deyişle Müslümanlar için lingua sacra ‘kutsal dil’ olan Arapçanın bu alfabe ile yazılıyor olmasıdır. Peki, ama gerçekten Arap alfabesi veya herhangi bir alfabe kutsal mı? Arap alfabesi doğrudan İslamiyet ile ilişkili mi? Arap alfabesini bırakan toplumlar İslamiyet’ten de kopmuş oluyor mu?
Her üç soruya da olumlu cevap vermek pek mümkün görünmemektedir. Her şeyden önce Türkiye’den örnek verilecek olursa Türkiye’de Latin temelli Türk alfabesine geçildikten sonra, Türkiye’deki insanların tamamı veya bir kısmı, İslamiyet’i terk ederek başka bir dine, mesela Latinlerin dini olan Katolikliğe geçmemişlerdir. Bilakis Latin temelli Türk alfabesine geçiş, Türkiye’de örgün eğitimin yaygınlaşması ile eşzamanlı olduğu için Türkiye’de okuma yazma oranı artmış ve her alanda olduğu gibi insanların İslami kaynaklara ulaşımı da kolaylaşmıştır. Yani aslında doğrudan alfabe ile ilgili olmasa da Türkiye’de İslami bilinçlenme Latin temelli Türk alfabesine geçildikten sonra artmıştır. Yine bize yakın bir iklimden örnek verilecek olursa Türkiye gibi Arap temelli bir alfabeden Latin temelli bir alfabeye geçen Boşnaklar da İslamiyet’ten çıkmamışlar, bilakis uzun süre sosyalizm ile yönetilen Yugoslavya’da Müslüman kimliklerine her zaman sahip çıkmışlar ve Yugoslavya dağıldıktan sonra, temelinde Müslümanlık olan millî kimliklerini koruyabilmek için modern zamanların en büyük varoluş savaşlarından birini vermişlerdir. Batıdan bu örneğe karşılık doğudan yine Türkler ile ilişkili bir halk da ilginç bir örnek teşkil etmektedir. Bangladeşliler, Müslüman olmalarına rağmen, Arap alfabesini kullanmamakta ve Sanskrit temelli bir alfabe kullanmaktadırlar. Hatta ülkeleri Doğu Pakistan’ı teşkil ettiği dönemde, Pakistanlı yetkililerin hem Bengalceyi de Urduca gibi Arap temelli bir alfabe ile yazılması hem de Bengalce yerine Urducanın daha yaygın hâle getirilmesi yönündeki baskılara şiddetli bir direnç göstermişlerdir. Bengal dilinin ve yazımının devam ettirilebilmesi için Bengal Dil Hareketi’ni başlatmışlar ve bu doğrultuda gerçekleştirilen nümayişlerde 21 Şubat 1952’de birçok insan hayatını kaybetmiştir. O tarihten itibaren bu tarih Bangladeş’te Dil Hareket Günü olarak anılmaktadır. 17 Kasım 1999 tarihinde ise UNESCO 21 Şubat’ı Uluslararası Anadili Günü ilan etmiştir. Hiçbir vicdan sahibi, Bangladeşlilerin İslam dininden çıktıklarını iddia edemeyecektir. Bilakis Bangladeş, İslamiyet’in en yoğun yaşandığı ülkelerden biridir ve ülkede pek çok İslami düşünür yetişmiştir.
Meseleye bir de ters yönden bakacak olursak yine ilginç bir manzara ile karşılaşılmaktadır. Bugün Arapların içerisinde ciddi bir Hristiyan nüfus mevcuttur ve bunlar tarihî olarak Hristiyan’dırlar. Yani modern çağda misyonerlik sebebiyle İslamiyet’i bırakıp Hristiyanlığa geçmemişlerdir. Filistin’deki Hristiyan Araplar (bazı tahminlere göre Filistin Arap nüfusunun %20’si), büyük çoğunluğu Marunilerden oluşan Lübnan Hristiyanları (Lübnan nüfusunun %40’ı), Irak ve Suriye’nin Hristiyan Arapları hep Arapça konuşmakta ve Arap alfabesi ile yazmaktadırlar. Türkiye’de Antakya bölgesinde de Arapça konuşan ve Arapça okuyup yazan Hristiyanlar mevcuttur. Bu Hristiyan Arap gruplarının kutsal metinleri de büyük oranda Arap alfabesi ile yazılmış Arapçadır.
Görüldüğü gibi Arap alfabesi doğrudan İslamiyet ile ilişkili değildir. Zira bizzat Araplar içerisinde ciddi bir Hristiyan nüfus, kutsal metinlerini bile bu alfabe ile yazmaktadırlar. Bunun yanında Bosna-Hersek, Türkiye ve Bangladeş örnekleri dikkate alındığı zaman, Arap temelli alfabeleri bırakıp başka alfabelere geçen veya hiç Arap alfabesi kullanmamış Müslüman milletler, güçlü bir şekilde, hatta eskisinden daha bilinçli bir şekilde Müslüman kimliklerini devam ettirmektedirler.
Arap temelli Türk alfabesinden Latin temelli Türk alfabesine geçişin eleştiri aldığı bir diğer konu, kültürel geçmiş ile bağın kopmuş olduğu iddiasıdır. Bu eleştiri, dinden çıkıldığı veya uzaklaşıldığı iddiasına göre ayakları daha fazla yere basan bir eleştiridir. Alfabe değişikliğinin ilk gerçekleştiği yıllar için bu iddianın bir gerçeklik payı olduğunu kabul etmek gerekir. Ancak günümüz itibarıyla bu iddia da geçerliliğini kaybetmiştir. Zira gerek son dönem Osmanlı aydınlarının yazdıkları eserler gerekse bütün Türk klasikleri artık günümüz alfabesine aktarılmış durumdadır. Yani eski kültür ile irtibat kurmak isteyen herkes bu imkâna sahiptir. “Dedemizin mezar taşları” ile başlayan ifadeler hiçbir şekilde dikkate almaya değer değil, zira hiçbir bilimlik temeli yoktur.
Peki, bu durumda alfabenin din ile hiçbir ilişkisi yok mu? Bu soruya da olumlu cevap vermek pek mümkün görünmüyor. Alfabenin din ile hiçbir ilişkisinin olmadığını iddia etmek en az Arap alfabesini bırakanların İslam dininden çıktıklarını iddia etmek kadar uç bir söylemdir. Zira tarih boyunca pek çok alfabe değişikliği doğrudan dinî hareketlerle ilişkilidir. Türk tarihinden örnek verilecek olursa Uygur Türkleri Manicilik dinine geçince Maniciliği onlara getiren Soğdların alfabesini alıp kendi dillerine uyarladılar. Hatta Brahanlığa geçen birtakım Uygurlar Brahmi alfabesini, Nesturi Hristiyanlığa geçenler ise Süryani alfabesini kullandılar. Daha sonra Türkler peyderpey İslamiyet’e geçtikçe Arap alfabesini kullanmaya başlamışlar. Ancak Soğd alfabesinden uyarlanan Uygur alfabesinin Arap alfabesi ile eşzamanlı olarak bir süre kullanılmaya devam ettiği de bilinir. Bu durumun sadece Türkistan coğrafyası ile sınırlı olmadığı da görülür. Kuzeyde Müslüman olan Türkler Arap alfabesini; batıda Gregoryenliğe, yani Ermeni dinine geçen Türkler Ermeni alfabesini, Ortodoksluğa geçen Türkler Grek alfabesini, Museviliğe geçen Türkler de İbrani alfabesini kullanmaya başlamışlardır. Bu durumun sadece Türklerle sınırlı olmadığı da görülmektedir. Bizans’tan Ortodoksluğu öğrenen Slavlar için Kiril Kardeşler, Grek alfabesini uyarlayarak bugün Kiril alfabesi olarak bilinen alfabeyi meydana getirmişlerdir. Oysa Bulgarlar, Sırplar, Ruslar gibi Ortodoks olmayıp da Katolikliğe geçen Hırvatlar, Slovenler, Slovaklar, Çekler ve Lehler (Polonyalılar) gibi Slav kavimleri Latin alfabesini kullanmışlardır. Keza Hristiyan olmadan evvel Runik yazı sistemleri kullanan pek çok Cermen kavmi, Katolik Hristiyanlığa geçtikten sonra Latin temelli alfabeler kullanmaya başlamışlardır. Doğudan örnek verilecek olursa Bangladeşlilerin aksine, pek çok Müslüman Hintli topluluk, Urduca başta olmak üzere dillerini Arap temelli alfabelerle yazmayı tercih etmektedirler.
Bu evrensel örneklerden de görüleceği üzere, alfabenin din ile hiçbir ilişkisinin bulunmadığını iddia etmek de pek gerçekçi görünmemektedir. Bilhassa tarihî örneklerin pek çoğunda görüldüğü gibi, dinî devrimler çoğu zaman beraberinde alfabe değişikliğini de getirmiştir. Ancak bunun değişmez bir kural olduğunu iddia etmek de çok doğru değildir. Zira mesela tarihî olarak Katolik veya Ortodoks olan Arapların Latin veya Grek temelli alfabelere geçmedikleri görülmektedir. Bizim tarihimizde ise Budizm’e geçen Uygurların Soğd temelli Uygur alfabesini kullanmaya devam ettiklerine, hatta Sarı Uygur Türklerinin bu alfabeyi 19. asra kadar devam ettirdiklerine şahit olunmaktadır. Türkler ve Boşnaklar gibi bazı Müslüman milletlerin Arap temelli alfabeleri bırakıp Latin temelli alfabelere geçmelerinin temelinde Hristiyanlık olan Batı medeniyetinin yükselişiyle veya bu medeniyet karşısında uğranılan yenilgilerle alakalı olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Ancak gözden kaçırılmaması gereken bir diğer gerçek ise temelinde Hristiyanlık olmakla birlikte, dünyayı etkisi altına alan bu medeniyet laik, yani kilise ile olan dogmatik bağlarını koparmış bir medeniyettir. Bütün dünya toplulukları gibi, Müslümanları da etkisi altına alan Batı medeniyetinin Hristiyan yönü değil, bilim ve teknolojide ilerleyen yanıdır ki bu da zaten kilise ile bağları koparttıktan sonra ortaya çıkan bir durumdur. Buna koşut olarak dikkate alınması gereken bir diğer husus, orta zamanların aksine, modern çağda, çağın ruhuna koşut olarak din-alfabe ilişkisinin de zayıflamış olmasıdır.
Sonuç olarak görülmektedir ki Arap alfabesi veya herhangi bir alfabe kutsal olmadığı gibi, Arap alfabesi temelli yazı sistemlerini bırakıp başka alfabelere geçen Müslüman toplumlar İslam dininden çıkmamıştır. Diğer taraftan alfabenin tamamen dinden bağımsız olduğunu iddia etmek de tarihî gerçeklerle pek bağdaşmamaktadır. Aşırı ve siyasi söylemler arasında bu gerçekleri görememek, bilim açısından bir kayıptır.
Yorumla