DOĞU AVRUPA VE BALKAN DİLLERİ
Macarlar, Doğu Avrupa’ya Hunlar olarak geldiklerinde aynen Bulgar Türkleri gibi Türkçe konuşuyorlardı. Bugün Macar dil alimleri Macarcanın, özellikle Kafkas Dilleri ve Karaçay Türkçesi ile akrabalıklarını ortaya koymaktadırlar. Macarlar’ın tarihî serüveni üzerine tezler Ural (Fin-Ugor) veya Orta Asya kökenli olmak üzere iki adettir. Macar dili üzerine de ya Fin-Ugor yahut Orta Asya ile akrabalıklarından bahsedilmektedir.
Hazar hâkanlığı Macar (Magyar) devletinin de gerçek kurucusu durumundadır. Aslında Urallı (Fin-Ugor) bir kavim olarak, Vogul ve Ostiyaklarla yakın akraba bulunan Macarlar Ural dağlarının ormanlık yamaçlarındaki eski yurtlarından bozkırlar çizgisine inerek, buradaki Ogur Türkleri ile uzun bir devre birlikte yaşamışlardır. M. 463’lerde Sabarların batıya göç hareketleri baskısı dolayısiyle Macarların (bir kısmı bugünkü Başkırt’lar sahasındaki yurtlarında/Magna Hungaria=Asıl veya Büyük Macaristan/ kalırken), kalabalık kısmı Ogurlarla birlikte Kuzey Kafkaslara, Kuban nehri dolaylarına gelmişlerdir. Orada On-Ogur’ların idaresinde kaldıkları için On-Ogur (=Ongur, Ungri, Ongri, Ungor, Ungaros, Hungarus, Hongrois, Venger vb.) adı ile de tanınmış olan Macarların eski tarihine âit, Belar (Bulgar)’ın gelinleri ile Alan prensinin iki kızının Hunor (Hun-eri) ve Moger (Magy-eri) taraflarından kaçırılıp zevceliğe alındıkları hikâyesi ile, Hunor ve Moger kardeşlerin bir geyik rehberliğinde Azak denizinin batısına geçtiklerine dair Batı kaynaklarında nakledilen gelenek Macarların, Karadeniz kuzeyinde Bulgarlarla -ve herhâlde Bulgarların aracılığı ile- Hunlarla yakın ilişkilerinin ve Alanlarla komşuluklarının hâtıralarıdır.[1] Sabarların Kafkasya’yı işgalleri sırasında “Sabar(d)” diye, daha sonra (Gök-Türk hâkimiyeti Kırım’a kadar uzanınca ve sonra Hazar hâkimiyeti dolayısiyle) “Türk” diye anılan Macarlar, 400 yıl kadar Türklerle bir arada yaşamanın neticesi olarak, Bozkır kültürünün derin tesiri altında Türk kültür unsurlarını benimsemişler, ona göre teşkilâtlanmışlar, hayvan beslemeyi, çiftçiliği, bağcılığı, kanun kavramını ve yazıyı öğrenmişlerdir. Hâlen Macar dilinde yaşamağa devam eden Türkçe sözler (batı, yâni -r’li- Bulgar Türkçesi’nden) bunu açıkça gösterir: Ökör=öküz, tinö—dana, bifea=buğa, borju = buzağı, tyuk=tavuk, kos=koç, kecske=keçi, tarlo=tarla, teknö=tekne, karo=kazık, eke-saban, arok=arık, buza = buğday, arpa=arpa, borso = burçak, alma=elma, szölö= (sidleg’den) üzüm, sereg=çeri(g) (ordu), beke=barış, erö=erk (kuvvet), törveny=töre (kanun), tanu=tanık (şâhid), belyeg=(pul) belge, erdem=erdem (fazilet), egy=kutsal, bün=günah, bölcs=bilge, kek=gök (mavi), sarga=sarı, zsam=sayı, betü=biti(g) (harf),ı+ni’= yazmak vb.. Macarlar Don nehri dolaylarında (Dentü-Mogyeria) iken, Hazar hâkanlığınca tâyin edilmiş ve hattâ bir Hazar prensesi ile evlendirilmiş ve ihtimal “kündü” unvanını taşıyan başbuğları Lebedi’nin idaresinde bulundukları sırada, doğudan gelen Peçenek baskısı sebebi ile yerlerinden ayrılarak Dnyeper-Dnyester-Prut bölgesi (=Etel-küzü~Etelköz=nehirler arası)’ne geçmişlerdir. Burada Kündü ile “Üge” taraflarından idare edildikleri zaman, herbirinin başında Hazar hâkanlığının tâyin ettiği birer “ur” bulunan 7 kabileden kurulu birlik teşkil ettikleri anlaşılan Macarların Türklerle büsbütün karıştıklarını kabile adları göstermektedir: Tarjan(tarkan), Yenö (Türkçe ünvan “ınak”dan), Kürt(Türkçe; kar yığını, çığ, kaygan kar kümesi), Gyarmat (yorulmaz), Ker (büyük, iri), Keszi (kesik, parça).[2] Diğer iki kabile Fin-Ugor: Nyek ve Magyar. Bunlardan Orta Asya’da Türk asıldan bir boy olarak görünen Kürt kabilesi’den hiç olmazsa bir bölümün Gök-Türkler çağında gelerek Macarlara katıldığı sanılıyor. 880’lerde batıya doğru yönelen Peçeneklere kendi ülkesinden yol vermek zorunda kaldığı anlaşılan Hazar hâkanı tarafından, herhalde Peçenek tehlikesine karşı Macar birliğini sağlam tutmak maksadıyla, Üge soyundan Almış-oğlu Arpad (Türkçe, Arpacık)’a tam selâhiyet verildi ve o, “Türk (Hazar) usulünde töre uyarınca kalkan üzerinde kaldırılmak” suretiyle ve herhâlde Gyula (=Yula, Çula, Türkçe unvan) olarak Macar kabileler birliğinin başbuğu ilân edildi”. Hazar topluluğundan ayrılan üç urugdan kurulu Kabarların da katılması ile Macar kabile sayısı 8’e yükseldi, dolayısiyle Macarlar arasında Türk unsur daha da arttı ve bu sebepten Fin-Ugorca yanında Türkçe de yaygın dil hâline geldi ki, bu iki dilli durum bir asır kadar sürmüş gibidir. 889’a doğru Macarlara yönelen 2. büyük Peçenek taarruzu yüzünden Etelküzü’yü terk etmek zorunda kalan Macarlar, vaktiyle Avarlarla birlikte bir kısım soydaşlarının gittiği ve kendi hayat şartlarına uygun bulup beğendikleri Tuna-Tisa bölgesini, Arpad (ölm. 907)’ın sevk ve idaresinde, işgal ederek bugünkü vatanlarını (Macaristan, Hungaria) kurdular (896). Türk soyundan gelen ve 1301 yılına kadar devam eden Arpad sülâlesi mensupları, 1000 senesinde Hıristiyanlığı (Roma Katolik) kabul edinceye kadar çoğunlukla Türkçe adlar taşımışlardır: Tarkaç, Yutaş, Taş, Tarma ve Geza; iki prenses: Saroltu, Karoldu (Ak-gelincik, Kara-gelincik) ve Hıristiyanlığı devlet dini yapan ve Stephanos (İstvân) adını alan kral: Vayk (=Bay+k). O tarihlerde Bizans kaynaklarında Macarlara daima “Türk” denildiği gibi, Macaristan’a da “Türkiye (Tourkhia) adı verilmiştir. Ayrıca Macarlardan bir zümre olup bugün Erdel (Transilvanya)’de oturan Türk asıllı Szekely (Sekel)’ler 16. yüzyıl ortalarına kadar, eski Orhun alfabesinin az değişiklikle devamı olan ve Macar “Oyma yazısı” (Rovâsı’râs) denilen yazıyı kullanmışlardır76 ki, bu yazıdan bir hâtıra da İstanbul’da bulunmuştur (Elçi Hanı kitâbesi. 16 yüzyıl).[3]
Hazar hâkanlığı 10. yüzyılın ortalarından itibaren gücünü kaybetmeğe başladı. Bu, tabiatıyle daha önceki tarihlerde beliren sosyal huzursuzlukların sonucu idi. Başlangıçta Türklerden kurulu olan ordu -Hazar unsurunun daha çok ticari işlere kayması dolayısiyle- ücretli asker sayısının gittikçe artması yüzünden, yavaş yavaş millîliğini kaybederek yabancılaşıyordu. Daha 8. asır ortalarında ücretlilerin mühim bir kısmını Harezm ve civarından gelen müslümanlar (Khâlis~Kh~alis=Kaliz’ler) teşkil ediyordu. Meselâ yukarıda 762-764 hâdiseleri dolayısiyle zikrettiğimiz As-Tarharı daha ziyade kendi yurttaşlarına kumanda eden Harezmli bir askerdi. Memlekette dil ve din birliğinin bulunmaması, Hazar topluluğunun dağılmasını kolaylaştıran âmillerden olmuş; ordunun kuvvetten düşmesi neticesinde ticarî emniyetin sarsılması ekonomik dengeyi bozmuş; Peçeneklerin ülkeye yayılmaları, belki büyük karışıklık yılları olarak bilinen 854’lerde Kabarların, daha sonra Macarların ve ihtimal Kalizlerle Bulgar İşkillerin yurttan ayrılmaları hâkanlığı büsbütün zaafa uğratmıştı. İslâvlar durumdan faydalandılar. Ticaret örtüsü altında etrafta saldırgan hareketlere giriştiler. Hazar sahillerindeki kasabaları yağmalıyor, tahrip ediyor, ahaliyi öldürüyorlardı (bilhassa 910, 913, 943 yıllarında). Vaktiyle hâkanlık gemilerinin huzur içinde dolaştığı deniz ve nehir yollarında emniyet kalmadı. Hazar hükümet makamlarının kanunsuzluklara engel olmağa çalışmaları İslâvları büsbütün azdırdı. Nihayet Kiyef Rus prensi Svyatoslav, Türk tarzında kurup donattığı kalabalık kara ve nehir kuvvetleri ile her cihetçe borçlu bulunduğu efendilerini mağlûp, başkenti zapt ve diğer şehirleri tahrip etti (965). Yakınında 12. asırda “Saksın” şehrinin kurulduğu eski başkent İtil şehri, el-Bîrûnî zamanında (1048) bile harabe hâlinde idi. Hazarlar dağıldılar. Tmutorokan’a, Kırım’a doğru çekilenler topluluk hayatını devam ettirmeğe çalıştılar.[4] Diğer taraftan Hazarlar yabancı ülkelerde de bazı hâtıralar bırakmışlardır: İshak b. Kündücük, Abbâsî halîfesi el-Mu’temid zamanının (870-891) tanınmış kumandanlarındandı. Tegin b. Abdullah’il-Hazarî üç kere Mısır vâliliği yapmıştı (10. asrın ilk çeyreği). Hattâ Ye’cüc-Me’cüc şeddini aramak üzere hâlife el-Vâsık (842-847) tarafından Kafkaslar’a gönderilen ve Türkçe de bildiği söylenen Sellâm-ut-Tercüman’ın aslen bir Hazar Musevîsi olduğu rivayet edilmiştir. Kafkaslarda yaşayan Karaçayların Hazarlarla akrabalığı ileri sürülmektedir. Bugün Hazarların hâtıralarından biri Hazar Denizi’nin adıdır.[5]
Laszlo Maracz, “Macarların Kökü Orta Asya’dadır” isimli makalesinde Macarların Orta Asyadaki Anayurtlarından bahseder: Ortaçağda Macar kraliyet sarayındaki görevlilerce yazılmış Macar yıllıkları Macarların asli yurdunu nerede arayacağımız ve Macar dilinin kökleri hakkında çok bilgi sunarlar. Bu yıllıklara göre Macarlar İskitya’nın batı kısmında zuhur etmişlerdir ki, burası Kafkaslardan Orta Asya’ya Hazar denizi çevresindeki yerlere denk gelmektedir. Ve de Macarlar İskitler, Hunlar, Avarlar ve Hazarlar gibi göçebe halklarla akrabadır. Aslında Macarların eski tarihi ve Macar dilinin kökenine dair araştırmalarda buna çok defa teşebbüs edilmiştir. Macarların ve Macar dilinin Orta Asya kökeni erken Macar kültür ve toplumunun pek çok baskın özelliğini de açıklayacaktır.[6] Macarlar ‘at’a ve bileşik refleks ok ve üzengi gibi askeri amaçlara hizmet eden teknik yeniliklere oldukça bağımlıydılar. Bu durum, Orta Asya’da bulunan göçebe geleneğine özgüdür. Macar mitolojisinde bozkırdaki gezinmelere ve Macarların temasta bulunduğu göçebe halklara işaret eden pek çok ipucu bulunabilir. Erdel’de Karpat dağlarının eteklerinde yaşayan Sekel Macarlarının hâlâ kullandıkları Macar oyma yazısı, Orta Asya kökenlidir. Orta Asya’nın günümüzdeki göçebe kültürlerini çalışmak öğretici olmaktadır. Bu çalışmalar Macar kabilesinin keşfiyle sonuçlanmıştır. Macarların en yakın akrabası olan bu kabileler günümüzdeki Kazakistan, Kırgızistan ve Moğolistan göçerleri gibi yaşamaktadır. Göçebe hayat tarzına daha yakından bakış bu kabileler üzerinden yapılabilir. Macarcanın Türkçe ve Moğolca ile ortak çok sayıda kelimesi Macarların atalarının Orta Asya’da Türklerin ve Moğolların atalarıyla, onların sağında yaşamış olmalılığını gösterir. Aslında Vogul, Ostyak ve Macar dilleri arasındaki benzerlikler bu halklarla Macarların ataları arasındaki dil temasları olgusu gibi bir kuramla açıklanabilir. Macarlar Orta Asya bozkırlarının efendileri olarak, kuzeylerinde bulunan Vogul ve Ostyaklar gibi Kuzey Avrupa ve Sibirya halklarıyla kürk ticaretini denetimlerinde tutuyorlardı. Aslında Macarların Orta Asyalı konumu Macar dilinin sözde Fin-Ugor dillerinin bazılarıyla neden benzerlikler gösterip, bu varsayımsal topluluğun batı koluyla niye ayrı düştüğünü ve Macar âlimi Arminius Vâmbery’nin ikna edici şekilde tartıştığı üzere, neden Türkçe ve Moğolca ile kitlesel benzerlikler taşıdığını açıklayacaktır. Dahası, bu durum Macarcanın eskiden Macarların güneyinde olan eski İranî dillerle ortak pek çok kelimesinin oluşunu da açıklayacaktır. Bu dil benzerlikleri ancak eğer Macarlar bu dillerin arasında bir yerde bulundularsa ve onlarla temasa geçtilerse açıklanabilir. Bu dillerle soy akrabalığı tahmin ederken tabii ki çok dikkatli olmalıyız. Şu anda Macarcanın özellikle Türkçe ve Moğolca ile Fin-Ugorcadan fazla çarpıcı benzerliklerinin olduğunu gözlemlemek yeterlidir. Bu gözlemler bu çizgideki araştırmaların daha da yoğunlaştırılması ve Hazar denizinin güneyindeki dillerin de dikkâte alınması gerektiğini haklı çıkarıyor. Etnikten ziyade coğrafi bir tabir olarak anladığımız İran’ın maddi kültür sahasında da benzerlikler bulunmaktadır. Macar süsleme kalıpları eski İran kültüründekilere büyük ölçüde benzemektedir. Ama eski İran ile sadece maddi kültürde değil, manevi kültürde ve din sahasında da benzeşmeler vardır. Zerdüşt öğretisi ve dini inanışlardaki ikili kalıplar Macar manevi kültüründe de bulunmaktadır. Örneğin Erdel’de Sekel yurdundaki eski Macar kiliselerinde Macar kralı Lâszlö’nun (1046-1095) Kumanlarla savaşırkenki tasvirleri bulunmaktadır. Macarları bozkırdan gelen bu Türk akıncılara karşı koruyan Macar kralı ve atı beyaz boyanmışken, düşmanı olan Kuman atlısı ve atı siyahtır. Gyula Lâszlö’ya göre, bu ikilemenin en batı noktası Karpat havzasında Macarlardadır. İkilemenin izleri bizi Orta Asya’da İran’ın kuzeyine götürmektedir.[7]
Arnavutluk’da, Kosova’da ve civar yerlerde yaşayan Arnavutların (Albanların) dili ise Pelasg (Plaşgi), Etrüsk, İskit münasebetleri ile açıklanmaktadır. Albanca, Avrupa dillerinden önce orada var olan bir dildir. Pelasglar, Etrüskler ve İskitler ise birbirleri ile akraba proto-Türk kavimlerdendir.
Arnavutlar; malûm olduğu veçhile Balkan yarım adasının en eski otokton unsuru olup; Avrupa’ya ilk tarım, ev san’atı ile demir ve bronz işletmeciliğini götürüp inkişaf ettirmiş olan Plaşgi’lerin sekenesidir. Plaşgi’lerin ilk yurdları bugünkü Azerbaycan ile Şimalî Kafkasya ve Karadeniz havzasıdır. Arnavudların tarihleri etüd edildiğinde; sarahatle görülür ki, hayatları mütemadi surette savaş ve göçlerle geçmiştir. Adriyatik havzası ile Balkan yarım adasında hâkimiyet kurmak isteyen müstevliler; sık sık her yüzyılda bir bugünkü Arnavudluğu işgâl ve istilâ etmek istemişlerdir. Milâttan sonra, VII’nci ve VIII’inci yüzyılda Arnavudluk kısmen Slavların istilâsına maruz kalmıştır. Arnavudlar; VIII’inci ile XIV’üncü yüzyıllar arasında feodal bir hayat yaşamışlardır. Bu yüzyılda Batılılar Arnavudları “Ablan” olarak tesmiye etmişler; Yunanlılar ise; “Arıvanid”, Slavlar da “Arbanaski”… Türkler ise; bu sıfat ve tâbiri “Arnavud” şekline tahvil etmişlerdir. Arnavudlar ise; kendi aralarında XVII’nci yüzyıla kadar “Arbe”, “Abran” ile “Arbere” sıfatlarını istimâl etmişlerdir. Bugün oldukça revaçta olan “Şkıptar” sıfatı ve tâbiri ise; en az 3 yüzyıllık bir maziye dayanmaktadır.
Büyük Hun Hükümdarı Atillâ devrinde Karadeniz havzasından tedrici şekilde “Plaşgi Türkleri” arasından bugünkü Arnavudluk’a göçler olmuş ve 7-8 yüzyıllık bir zamandan sonra “eski Alban Türk’ü” olan “Plaşgi”ler tarih sahnesine tekrar “Alban” sıfatı ile çıkma imkânını elde etmişlerdir Alban Türklerinin tarihte geçirmiş oldukları tebeddülat ve istihale bir diğer yönden şöyle olmuştur:
Alban Türklerinin Ethnik teşekkül safhaları:
- Milâttan evvel : ve 8. yüzyıllar arasında Ethnik sıfatları : Alban Mütemekkin oldukları yer : Bugünkü Azerbaycan
- Milâttan sonra : ve 5. yüzyıllar arasında Mütemekkin oldukları yer : Kısmen bugünkü Karadeniz havzası Ethnik sıfatları : Plaşgi, Lezgi ve Laz ile Mengrel
- Milâttan sonra : ve 15. yüzyıllar arasında Ethnik sıfatları : Plaşgi ve kısmende Arvanit Mütemekkin oldukları yer : Bugünkü Arnavudluk ile İpros ve Kosova yöresi
- Milâttan sonra : ve 19. yüzyıllar arasında Ethnik sıfatları : Arvanit, Gega ve Toska Mütemekkin oldukları yer: Bugünkü Arnavudluk ile İpros, Makedonya ve Kosova
- Milâttan sonra : ve 19. yüzyıllarda Ethnik sıfatları : Plaşgi, Lezgi, Laz ve Mengrel Mütemekkin oldukları yer : Kısmen Karadeniz havzası
Arnavudlarla Laz’lar tarih sahnesinde yukarda izahı kısmen objektif olarak yapılmış olan tereddi ve istihale safhalarını geçirmişlerdir. Bugün Karadenizin Pazar kazası ve çevresindeki bir Laz Türk’ü ile Kosova ve Tiran yöresindeki bir Arnavud’un fizyonomi, folklor, örf ve an’anesi arasında en küçük fark yoktur. Üzerinden yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen; klimatik tesirler dahi bu her iki Türk ethnik unsuru arasındaki benzerlikleri ve beraberlikleri kat’iyen ortadan kaldıramamıştır. Bugün Arnavudluk’un bazı yörelerinde Laz diyalektiği ile konuşan 150-200 bin kadar Arnavud unsuru vardır.[8]
Boşnakça ve Pomak (Torbeş) dillerini ise doğu Avrupa Türk göçlerinde aramak isabetli olur. Boşnakların Peçenek Türkleri ve Pomakların Kuman-Kıpçak Türkleri ile olan bağları tarihi vesikalarda görülmektedir. Hatta bu Türkler, sadece Peçenek ve Kuman değil, Hun, Avar ve Ogur (Bulgar) Türkleri ile kaynaşmıştır. Selçuklu ve Osmanlı’dan sonra ise Anadolu Türklerinin iskan edilmesi ile kadim Türk boylarının özelliklerine Anadolu Türklüğü de katılmıştır.
Boşnakların tarihini de bazı tarihçiler M.Ö VII. yüzyıldan itibaren bölgede görülmeye başladığını belirtirler. Çünkü İskitlerin Balkanlara ilk indiği tarih M.Ö VII yüz yıllarıdır. Ancak tarihi bilgilerine M.Ö 496 yıllarından sonra rastlarız. Bosante veya Bosanias nehri etrafında yaşadıkları için bu ismi aldıkları ifade edilir. Bazı yazarlar da Osmanlı döneminde İslâmiyet’i kabul edenlerin, Bosnalı anlamına gelen Boşnak adını aldıklarını belirtirler. Osman Karatay “Balkan Türkleri” üzerindeki araştırmalarında Yunanlıların Pomaklara Agaryanlar dediği gibi Boşnaklarında Arentanlar olarak anıldığını iddia eder. Bu iki isim arasında ilginç benzerlik içinde Agaryan kelimesinin zaman içinde değişime uğrayarak Agren, Ahren, Aren şeklini aldığını bu konuyu araştıranlar bilirler. Balkan Türklüğü tarihi 3 bölümde incelenmelidir. Bu 2500 yıllık tarihi dönemi a-) Osmanlı öncesi Balkan Türklüğü (M.Ö 496- 1370) b-) Osmanlı Dönemi Balkan Türklüğü (1371-1912) c-) Osmanlı sonrası Balkan Türklüğü (1912 sonrası) olarak tanımlayabiliriz. Orta Asya’dan Balkanlara göç M.Ö VII. yıllarında İskitler ile başlar. Batı Hun, İmparatoru Atilla’nın Roma İmparatorluğu merkezi Roma’yı işgale kalktığı tarihle devam eder.[9]
Dil konusuna gelince Arnavut, Pomak ve Boşnak olarak tanımladığımız bu Türklerin ana dilleri Slavca ile karışmıştır. Bu Türk boyları kendi ana dilleri yanında ikinci dil olarak yörenin dili olan Slavcayı da yerleşik halkla anlaşabilmek için kullanmışlardır. Pomakça’da Ukrayna-Slavca’ sının, Boşnakça’da Sırpça ve Makedonca’nın bulunmasının nedeni 150-200 yıl bu topraklarda beraber konar-göçer[10] olarak yaşamış olmalarındandır. 2500 yıllık tarih süzgecinde birçok kavimle kaynaşmış, karşılıklı sanat ve dil konusunda birbirlerinden çok etkilenmişlerdir. Bilhassa Pomakça en çok kaynaşmış olduğu Makedonlardan çok etkilenmiştir. Dillerini incelediğiniz zaman göreceksiniz aralarında büyük benzerlikler vardır. 7. yüzyıldan 11. yüzyıla kadar Balkanlarda Slavların akınlarına maruz kalan bu Türk boyları büyük ölçüde dillerini kaybetmiş veya yaşadığı bölgenin dili ile kaynaşmış olmalıdır.[11]Fakat örf ve adetlerinde hiçbir değişiklik olmamıştır. Örf, adet ve geleneklerini aynen devam ettirmişlerdir. Arnavut, Pomak ve Boşnak dillerinde birçok kelimenin Slavca olması, bu Türk boylarının Slav ırkından olmasıyla bağdaştırılamaz. Bölgesel farklılıklar nedeniyle birbirinden çok az ayırt edilen Pomakça, %30 Ukrayna Slavcası, %25 Kumanca, %20 Oğuz Türkçe’si, %15 Nogayca ve %10’u da[12] Müslüman olmalarından dolayı Arapça kelimelerden oluşmaktadır. Boşnakça da ise Türk dilleri ve Arapça’nın yanında %30 Sırpça kelime vardır. Dilciler Arnavutça, Boşnakça ve Pomakça dillerini karşılaştırmalı olarak incelendiğinde göreceklerdir ki bu diller arasında % 60 benzerlik vardır. Bazı dilciler “Dil faktörünü öne sürerek Pomak ve Boşnakları Bulgar ve Sırp olarak görmekten geri kalmazlar” Fakat bir insan topluluğunun milliyetini tayin konusunda dilin yeterli delil olmadığı herkesçe kabul edilen bir gerçektir. Zamanla Slavca ile karışan kendi dilleri Pomakça ve Boşnakça yüzünden bu insanların Türk olmadığını iddia edenler olduğu görülmüştür. Bu yüzden Boşnaklara Sırp ve Hırvat kökenli, Pomaklara da Bulgar kökenli diyenler oluyor.[13] Halbuki bu Türkler, daha önce bu coğrafyada kalmış Türkler ile zamanla Anadolu Yörük-Türk aşiretleri ile ihtilatlar yapmış saf-kan Türk unsurlardır.[14]
Dil konusu üzerinde Macar tarihçi Geza Feherin düşünceleri ise farklıdır. “İsa’nın doğumunu takip eden asırlardan itibaren Macarlar, Bulgar Türklerinin dilinden pek çok kelime almışlardır. Bu kelimeler. Tuna Bulgar Türkleri kaynaklarında, Volga Bulgarlarının yazıtlarında, Volga’daki Bulgar Türklerinin ahfadı (atası) olan Çuvaşların dilinde de mevcut bulunmaktadır. Macarların Bulgar Türklerinden aldıkları kelimelerin hayvancılık, ziraat, devlet teşkilatı ve sosyal teşkilatta bugünde kullanıldığnı”görüyoruz. Dil konusunu D.T.C.Fakültesi Hungaroloji dalından Dr. Erdal Çoban, “Macarcadaki Bulgar Türkçesi karakteri taşıyan alıntı kelimelerin yanı sıra, Macarların yabancı dillerdeki adının (Hungarus, Hongrois, Ungar) Bulgar Türkçe’si Onogur adından geliyor olması bu ilişkinin derecesini göstermektedir… 7. yüzyıldan itibaren bu sahanın hakimi Hazarlardır ve Macarlar da onlara tabi olarak yaşamaya başlarlar. Bu yüzden Bizans, İslam ve Ermeni kaynakları Macarları da Türk diye adlandırırlar… Macar Devletinin kurucusu olan Arpad hanedanı, 9 yüzyılm ikinci yarısında, doğumu bir efsane şeklinde anlatılan Almos tarafından kurulur. diye Macarlardan bahseder. Ankara Üniversitesi D.T.C.Fakültesi Bulgar Dili ve Edebiyatı bölümünden Dr. Hüseyin Mevsim “Bulgar Dili’ üzerine yazdığı bir makalede “Bulgarca Türkçe’nin güçlü etkisinde kalır. 19. yüzyıl ortalarına doğru 30 bin Bulgarca sözcükten yaklaşık Sekizbinin Türkçe kökenli olduğu ve bu saymın önceki yüzyıllarda daha da yüksek olduğu varsayılabilir. Öyle ki 18. yüzyıl da bazı bölgelerde Türkçe’nin baskısı altında Bulgarca’nın neredeyse yitme noktasına geldiği bilinir. Bulgarca’ya geçen Türkçe sözcükler genelde üretim, ekonomik ve ticaret alanlarmda olduğunu’ kaydeder. Özetle söylemek istediğimiz, bu Türkler Balkanlarda Pomak Türkleri, Bosna-Hersek’te ise Boşnak Türkleridir.[15]
Boşnak ye Pomak Türklerine Slav, Yunan ve Sırp kökenlidir diyenlere cevap ise bu Türk boylarının zora düştükleri günlerde kardeşlerinin yaşadığı Anadolu (Küçük Asya) topraklarına sığınmalarından anlaşılmalıdır. Tarih boyunca sorun yaşamadıkları tek ulus Türkler olmuştur. Çünkü kendileri de Türk’türler. Mücadele ve çatışmaları hep Türkler dışındaki unsurlarla olmuştur. Yukarda dil konusunda bahsettiğimiz gibi, günümüz Balkan devletlerinin dillerinde, Türkçe kelimelere bol miktarda rastlarız.[16]Pomak araştırmacılardan Salih Bozov’da bu fikri destekler. Balkanlarda Türkçe ile Balkan dilleri arasında ki kelime alışverişinin olduğunu, bu yüzden birçok kelimenin ve ismin Bulgarca ve Balkan dillerinde yer aldığını yazar. Atasözleri ve deyişlerdeki benzerliklere değinir. Bulgaristan Türklüğü ve Bulgar dili üzerinde araştırmaları bulunan Prof Dr. Hayriye Süleymanoğlu Yenisoy “Osmanlı Türkleri Balkanlara egemen olduktan sonra buranın sosyal, ekonomik ve kültürel yaşamında köklü değişikler yaptılar. Kısa bir zaman içinde, bulundukları her yerde, devrine, zamanına göre çağdaş eğitim ve sosyal kurumlar kurdular, bilim, sanat ve edebiyatla uğraştılar. Balkanlar beş yüzyıl Osmanlı yönetiminde kaldı ve bu uzun süre içinde yeni bir kimlik kazandı. Zengin bir kültürün taşıyıcısı olarak Osmanlı Türkleri Balkanlarda kalıcı oldular, Balkan halklarının dillerine, folkloruna, hukukuna, halk müziğine vb. o derece köklü bir biçimde etkide bulundular ki, bugün dabi bu değişik etkilerin izleri görüldüğünü” anlatır. Dil konusunda da Bulgarca’da, Türkçe olarak 1019 yer adı, 1000 soy ad ve lakap, 4010 sözcük bulmuştur. Prof Dr. Hasan Eren, “Bulgarlar ve Türk Dili” adlı makalesinde Tanınmış Bulgar Devlet adamı, şairi, sanatkârının soyadlarından örnekler vererek Türk dilinin etkisini göstermek ister. Abadziev, Ahtarov, Arnaudov, Ajanov, Ajvazov, Balabanov, Balkandziev, Baltadziev, Basmadziev, Cesmedziev, Cilingirov, Cobanov, Danadziev, Delibasev, bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Manafov, Marangozov, Mutafciev, Mutafov, Tarakciev, Topalov, Tuzsuzov, Uzun-Uzunski, Halacev, gibi örneklerle doludur. Yine yerleşim, dağ ve nehir isimleri yazmakla bitmez. Balkanlar, Deliorman, Dobruca, Deliçay, Kamçıdır. En önemlisi, Bulgar ismini Türk kökeninden olan İsperiklerin kullandığı bir ad olarak tespit edilmiştir. Bulgar ismi “bulgamak” yani “karıştırmak” ve “melez” anlamına gelmektedir.[17]
681 yılında kurulan Bulgar devletinden çok önceleri bu bölgelerde yaşayan Türk boyları ve Pomak Türkleri hangi dilde konuşuyordu? Beni en çok düşündüren konu olmuştur. Pomaklar mı Bulgarcanın etkisinde kalmıştır, yoksa Bulgarlarmı Pomakçadan kelimeler almışlardır. Aslında en çok tartışılması gereken konu bu olmalıdır. Bosnalı Abdullah Skaljic Turcizmi u srpskohrvatskom jeziku (Sarajevo 1966) adlı eserinde Sırpça ve Hırvatça’daki Türkçe kalıntı kelimeleri araştırmıştır. Bu dillerde Türkçe’den alıntı, 6878 isim ve kelime tespit etmiştir. Çorba, çeşme, kajsija (kayısı), baklava, boza, kursum, bjurek, bürek, jogurt, boja gibi Türkçe alıntı kelimeler hâlâ kullanılmaktadır. Bulgarlar yoğurda “kiselo mljako” (ekşi süt) olarak değiştirmişlerse de, bu isim hâlâ Türkçe’deki gibi kullanılmaktadır. Şu anda konuşulan Bulgarca ile 93 göçünde Türkiye’ye yerleşen Pomaklar, dillerinde farklı değişimlerin olduğunu iddia ederler. Bunun sebebi 120 yıllık süreçte Pomakça’nın Bulgarca’nın etkisine girerek değişikliğe uğradığı iddiasındadırlar. Ben(Erdal Çokbankir)daha çok İskit, Hun, Avar, Gagavuz ve Proto Bulgar kavimlerindeki Türk isimlerinin İslâmlaşma döneminde değişmiş olacağını, hâlâ dilimizde bol olarak kullanılan Arapça ve Farsça isimlerle değiştiğini zannediyorum. Pomakçayı bilenler ve inceleme fırsatı bulanlar isimlerin sonlarına çe, ça, ko, te, lo ve buna benzer eklerin getirildiğini hatırlamaları lâzımdır. Mustafa’ya Mutko, Mehmet’e Metko, Mehmetçe, Hatişko, Hatko isimlerini hatırlayacaklardır.[18]
Milâdî 1055’te Rus kroniklerinde Kuman Türkleri (Kıpçak’lar) ovalı manasını ifade etmekte olan “Palovtzi” sıfatı ile zikredilmekte ve Rus kroniklerinde bu sıfatla yer işgâl etmekte oldukları kesinlikle müşahade edilmektedir. Bu Öz-Türk unsuruna Bizanslılar Komani; Macarlar Kun, Kuman ve Paloç, Almanlar ise; Falon ve Falp, Ermeni’ler de “Chardeş” diye hitap etmişlerdir. Bu tâbirlerin hepsi de bir isim ve sıfat olmaktan ziyade; daha fazla bir kavmin muhtelif yönlü özelliğini belirten tâbirlerdir. Bu tâbirler; Almanca, Ermenice ile avam Rusçasında “sarı saçlı” manâlarını ifade etmektedir. Bulgarlar ise; Kuman Türklerine Balkan hakimiyetinden sonra, dağlı manâsına gelen “Zakarçin” sıfatını izafe etmişlerdir. Her hâlde; Kuman Türklerine izafe edilmiş olan isim ve sıfatların içersinde hiç şüphesiz en isabetli olanı da budur. Rus halkı ile Rus kronikçileri ve historikçileri Kuman Türkleri Rusya steplerini bir hamlede baştan başa âdeta bir kasırga ve fırtına gibi işgâl ve istilâ ettiklerinden; pek çok Slav boy’larını hakimiyetleri altına aldıklarından ve sergerde âsi Slav Knezlerini isabetli ve enerjik darbelerle bir bir mağlûp ettiklerinden; ovaların ve steplerin âdeta “hakim-i mutlakı” durumunda olduklarından daha fazla “ovalı” sıfatı üzerinde durmuşlar ve Kuman Türklerine “Palovtzi” sıfatını izafe etmişlerdir. Rus tarihçileriyle kronikçileri bu Türk unsuruna “ovalı” sıfatını izafe ederken; Rus avamı da “sarı saçlı” sıfatını izafe etmiştir.[19]
Şu hâlde; Kuman Türkleri mütemadi surette bir ethnik sıfat ve isim altında idame-i hayat etmiş değillerdir. Her işgâl ve istilâ etmiş oldukları yerlerin otokton halkı ile hem-hudut oldukları yörelerin halkı bunların en evvel askerî, sosyal, fizyonomik ve fizyolojik evsaf, kaabiliyet ve aksiyon güçlerine göre; isim ve sıfat vermiştir. Kısa zamanda Rusya ile Ukrayna steplerine ve ovalarına hakim olup; klimatik şartlara da “defakto” intibak ettiklerinden Rus halkı hemen “ovalı” sıfatını izafe etmekte tereddüt etmemiştir. Rusya ile Ukrayna steplerinde “ovalı” ve kısmen de “sarı saçlı” sıfatını taşıyan Kuman Türkleri; çok kısa zamanda bir taraftan Balkanların jeo-ethnik ve klimatik şartlarına hakimiyette üstün bir kaabiliyet ve istidat gösterdiklerinden; Bulgarlar tarafından “Dağlı” manâsını ifade etmekte olan “Zakarçin” sıfatı ile müşerref olmuşlardır.[20]
Bugün hemen hemen bütün ciddî Türkologların Kuman Türklerinin birer sekenesi ve cüz’itamı olarak kabul etmekte oldukları Şop, Pomak, Torbeş, Goran ile Bulgaristan’daki Ortodox Zakarçin’ler, Romanya’daki Katolik Çanko’lar ve Galiçya’daki Polak’lar hakikaten her yönden Rus vakayınamelerindeki ethnik, fizyonomik ve fizyolojik evsafa tamamen uymaktadır. Rodop yaylâlarındaki Pomak’lar; Pirin ve Vardar Makedonyasındaki Torbeş ve Goran’lar; Sofya çevresindeki Şop’lar; Bulgaristan’ın dağlık kesimlerindeki Zakarçin’ler, Romanya’daki Çanko’lar ve Galiçya’daki Polak’lar kısmen veyahut ta tamamen sarışın saçlı ve mütenasip vücutlu insanlardan müteşekkildir. Kuman Türklerinin Balkanlara kadar gelmeleri, Şimalî Çin’de milâdi 916 tarihinde “Hitay Türk Devleti”nin ortaya çıkmasıyla başlamaktadır. Anayurtlarında; “Kimak” veyahut ta “Kimek” adıyla anılan Kuman Türkleri; tarih sahnesinde çok aniden parlayıp temayüz etmeleri ve yine çok aniden infisah edip sönmeleri arasında uzun bir zamanın geçmeyişi, haklarında tarihî yönden araştırma zorluğu çıkarmaktadır. Orta Asya ile Ön-Asya tarihleri tetkik edildiğinde; Kuman Türklerinin milâdi 916 tarihlerinde Şimalî Çin’den ayrılmış oldukları görülmektedir. Yeni yeni ülkeleri işgâl ve istilâ ederek büyük bir fütuhat arzusuyla yanıp tutuşan bu Türk kavmi, her yönlü kuvvet ve varlığım milâdi 1055’te Rus tarihinde hissettirmeye başlamıştır. Mezkûr yüzyıllardaki Rus vakayinameleri mütemadi surette Kuman Türklerinin muzafferane savaşlarından bahsetmekte ve Kuman Türk akıncı beylerinin karşısındaki Rus Knez’lerinin acı mağlûbiyetleri Rus tarih ve kroniklerinde yüzlerce sahife işgâl etmektedir. Eğer; XI’inci yüzyıldaki Rus, Gürcü, Ermeni, İran ve Bizans tarihleri tetkik edilecek olursa; Kuman Türklerinin muzafferane savaş menkıbeleriyle dolup taşmakta olduğu bütün sarahatiyle görülecektir.[21]
Mezkûr yüzyıllarda Rusya ile Ukrayna stepleri olduğu kadar; Balkanlarda Kuman Türkleriyle meşguldur. Kuman Türkleri; milâdi 1016 tarihinden 1216 tarihine kadar, 200 sene içersinde Ruslarla 56 defa savaşmış olup; Ukrayna Knez’lerinden Vladimir’in sevk ve idare etmiş olduğu savaş hariç, Rusları 55 defa mağlûp etmişlerdir. Bilhassa; Kuman-Rus savaşlarında Kuman Türklerinin Hakan’ı Tugar Han ile Bonjak Han‘ın Rusları her savaşta mağlûp etmiş olmaları her yönden büyük komutanlık vasıf ve liyakatına sahip kişiler olduğunu göstermektedir. Kuman Türkleri; XI’inci yüzyılda her türlü aksiyon güçlerini Volga ile Yayık havzasında hissettirmişlerdir. XI’inci ve XII’nci yüzyılda ise; Rusya, Ukrayna, Polonya ve Romanya yolu ile âdeta bir kasırga gibi Balkanlara inmeye başlamışlardır. Milâdi XII’nci ve XIII’üncü yüzyılda Trakya, Makedonya, İpros ile Dalmaçya Kuman Türklerinin askerî, iktisadî ve siyasî hegemonyası altına girmiştir. Kuman Türkleri; milâdi 1087’de Peçenek Türkleriyle Balkanlarda tarihte ilk defa olarak “federatif bir devlet idaresi” kurmuşlardır. Kuman Türklerinden yüzyıllarca evvel, Balkanlara gelmiş olan Türk ethnik unsurlardan Arnavud, Avar, Hun, Uz, Sorguç, Gagavuz ile Bulgar ve diğer Türk ethnik boylarının bütün cüz’i-tamlarını “Peçenek-Kuman Federatif Birliği”nin içersine almışlardır. Böylelikle tarihte ilk defa olarak gayr-i Türk unsurlara karşı “millî bir vahded”in ihdası cihetine gitmişlerdir. Fakat; maateessüf Bizanslılarla ve gayr-i Türk unsurlarla savaşılması icap ederken; Bizanslıların âdi politik entrikaları yüzünden bu iki kardeş Türk kavmi biribirleriyle savaşarak millî vahdedi yıkmışlardır. Milâdi 1087’de teşekkül etmiş olan “Kuman-Peçenek Federatif Birliği” 1091 tarihinden 4 sene sonra inkıraz bularak varlığını ve politik fonksiyonunu tarihin karanlıklarına terketmiştir.[22]
Milâdi 1091 de “Kuman-Peçenek Federatif Birliği” nin infisahını müteakip; Kuman Türkleri arasında aksiyon gücüne sahip “millî vahded”in olmayışından; pek çok Kuman Türk boyları bir bir Romanya, Macaristan, Avusturya ile Çekoslovakya’nın içlerine kadar giderek buralardaki gayr-i Türk unsurların içersinde eriyip ethnik mevcudiyetlerini tamamen kaybetmişlerdir. Bu meyanda; Trakya, Makedonya ile Bulgaristan’ın dağlık kesimlerinde kalmış olan pek çok Kuman Türk boy’ları Osmanlı -Türklerinin Balkan hakimiyetine doğru tarih sahnesine yer yer ve yeni yeni ethnik halita boyları halinde çıkmaya başlamışlardır. Romanya, Macaristan, Avusturya ile Çekoslovakyay’a göç eden Kuman Türk boy’ları “Şamanizm”i terkederek Hıristiyan olmuşlardır. Hıristiyanlık; Kuman Türkleri için, milâdi IX’uncu yüzyıla kadar tamamen meçhul bir konu olarak kalmıştır. Vaktaki Kuman Türkleri; X’uncu yüzyıldan itibaren Hıristiyan Ruslarla savaş ve istilâlarda karşı karşıya gelmeye başlayınca Hıristiyanlık meçhûl bir konu olmaktan tamamen çıkmıştır.[23]
Kuman-Peçenek Federatif Birliğinin infisahından sonra; Trakya ile Makedonya’nın tamamen dağlık kesimlerinde kalmış olan pek çok Kuman Türk boyları, Osmanlı Türklerinin milâdi 1358’deki Balkan futuhatına kadar tamamen “Şamanist” olarak yaşamışlardır. Kuman Türkleri ile Osmanlı Türkleri arasında ilk temas, 1360 ile 1361 de başlamıştır. Mezkûr tarihte Osmanlı Türk akıncı beylerinden Lala Şahin Paşa ile Deli Balaban Bey tarafından Rodop yaylâlarındaki şehir ve kasabalardan Kırcaali, Darıdere, Ropçoz ile Nevrokop ve Petriç kesimleri zaptedilmiştir. Bu bölgelerdeki bazı Yunan ve Bulgar beyliklerini mağlûp etmek için, yukarda adı geçen yerlerdeki pek çok Şamanist Kuman Türk boyları fiilen Osmanlı Türk akıncı beylerine yardım etmişlerdir. 1360 ile 1361 de Kırcaali, Darıdere, Ropçoz, Nevrokop ile Petriç ve dolaylarındaki pek çok Kuman Türk boyları Osmanlı Türk akıncı beylerine mahallî fütuhatlarda mütemadi surette yardımcılık (Pomaga) yaptıklarından büyük Türk serdarı Lala Şahin Paşa tarafından bu Kuman Türk boylarına “Pomak” sıfatı verilmiştir. 1360 ile 1361 de Rodop’lar kesimindeki 5-6 bin kadar Şamanist Kuman Türk’ü kendi arzularıyla ihtida ederek Müslüman olmuşlardır. Böylelikle Rodop’lar kesimindeki “Pomak Türkleri” tarih sahnesine yeni bir halita ve yeni bir sıfatla çıkmışlardır. Batı Rodop’lar kesiminde pek dağınık olarak mütemekkin olan pek çok Kuman Türkü Lala Şahin Paşa tarafından İskeçe’nin bugünkü “Şahin nahiyesi” ve dolaylarına iskân edilmişlerdir.[24]
Diğer Kuman Türk boyları ise; Yassıören, Kozluca, Mustavçova, Mevkova, Ilıca ile Sinikova ve dolaylarına iskân edilmişlerdir. Bu yöreye iskân edilmiş olan Kuman (Pomak’lar) Türk boyları Şehzade Süleyman Paşa, Yakûp Ece, Gazi Fazıl, Lala Şahin, Doğan bey, Timurtaş Paşa, Hacı İlbay, Evrenos bey, Bali bey, Deli Balaban bey, Balabancık oğlu ile Akça Kocaoğlu gibi muktedir ve liyâkatlı Osmanlı-Türk akıncı beylerine ve serdarlarına kadın-erkek yalnız Rodop’ların ve Trakya’nın fütuhatında değil; Pirin ve Vardar Makedonyasının da istilâ ve fütuhatında fiilen yardımcılık (Pomaga) yaptıklarınadn ve 8 Ağustos 1389 daki I’inci Kosova meydan muharebesinde de Osmanlı-Türklerine her yönden öncülük, ardçılık ve keşif kollarında en faal yâardımcılık (Pomaga) görevini seve seve ifa ve deruhte ettiklerinden; I’inci Kosova savaşını müteakip, Rodop’lardaki bazı Kuman Türklerine Pomak; Pirin ve Vardar Makedonyasındakilere ise, Torbeş ve Goran; Sofya, Filibe, Stanimaka çevrelerindekilere de Şop sıfatı izafe edilmiştir.[25]
Bu Türk unsuru; Osmanlı-Türk akıncı serdarlarından ve akıncı bey’lerinden Lala Şahin Paşa ile Hacı İl Bey’e milâdi 1358’de Dimetoka’nın zaptında, Evrenos bey’e 1359’da Gümülcine’nin işgâlinde; 1360 ile 1361 de Rodop yaylaları ile İskeçe’nin zaptedilmesinde Lala Şahin Paşa ile Deli Balaban bey’’e ve keza 1361’de Fere ile Dedeağaç’ın işgâlinde Lala Şahin Paşa’ya fiilen yardım etmişlerdir. Şop, Pomak, Torbeş ve Goran sıfatını hâiz olan bu Kuman Türk unsuru milâdi 1358 tarihleri ile 8 Ağustos 1389 I’inci Kosova meydan muharebesi arasında geçen 30-31 sene içersinde tamamen kendi arzularıyla “Şamanizm”i terkederek ihtida etmişler ve böylelikle Müslüman olarak Türklük asliyetine rucû etmişlerdir.[26]
İstimâl edilmekte olan lisan diyalektiği
Pomak’lar; Anadolu Türk lehçesiyle muhtelit Balkan Slav lehçesi
Şop’lar; Anadolu Türk lehçesiyle muhtelit Balkan Slav lehçesi
Torbeş’ler; Anadolu Türk lehçesiyle muhtelit Balkan Slav lehçesi
Goran’lar; Anadolu Türk lehçesiyle muhtelit Balkan Slav lehçesi
Zakarçin’ler; Türkçe-Bulgarca
Çanko’lar; Türkçe, Romence ile muhtelit Balkan Slav lehçesi
Polak’lar; Kısmen Türkçe ile muhtelit Balkan Slavcası ve Almanca[27]
Arnavut, Pomak ve Boşnak dillerinde leksikolojik olarak, Balkanlarda Osmanlı öncesi ve Osmanlı sonrası kullanılan Türkçe kelimeler yoğunlukla bulunmaktadır.
Yazan: Prof. Dr. Hilmi Özden
*Hilmi Özden (Hazırlayan), Gönül Kardeşliği ve Yunus Emre, Doğu Kütüphanesi, İstanbul, 2014, s. 295-313.
[1] İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 2011, s. 168.[2] İbrahim Kafesoğlu, a. g. e., s. 169.
[3] İbrahim Kafesoğlu, a. g. e., s. 170.
[4] İbrahim Kafesoğlu, a. g. e., s. 171.
[5] İbrahim Kafesoğlu, a. g. e., s. 172.
[6] Laszlo Maracz, Macarların Kökü Orta Asya’dadır, (çeviren: Osman Karatay), Turan Dergisi, Sayı 14, 2011, s. 26.
[7] Laszlo Maracz, a. g. m. s. 27.
[8] Ahmet Aydınlı, Batı Trakya faciasının İç Yüzü, Akın Yayınları, 1971, İstanbul, s.107,124.
[9] Erdal Çokbankir, Balkan Türklerinin Kökeni, Etki Yayınları, İzmir, 2008. s. 14-15.
[10] Erdal Çokbankir, a. g. e., s. 14-15., Hüseyin Memişoğlu, Balkanlarda Pomak Türkleri, s.32.
[11] Erdal Çokbankir, a. g. e., s. 14-15., Hüseyin Memişoğlu, a. g. e., s.32.
[12] Erdal Çokbankir, a. g. e., s. 158., Hüseyin Memişoğlu, Pomak Türklerinin Tarihi Geçmişinden Sayfalar, Şafak matbaası, Ankara, 1991, s.22., Ahmet Cevad, balkanlarda akan Kan, İstanbul, s.190-191.,
[13] Erdal Çokbankir, a. g. e., s. 158.
[14] Hüseyin Memişoğlu, a. g. e., s. 23., Süleyman Sipahioğlu, Rodoplu 2 Milyon Türk İmha Olma Tehlikesi karşısında, türk Dünyası, 1972, İstanbul sayı 25, s. 12.
[15] Erdal Çokbankir, a. g. e., s. 158.
[16] Erdal Çokbankir, a. g. e., s. 158., Hasan Eren, Bulgaristanda Türk Varlığı Bildiriler, s. 3.
[17] Erdal Çokbankir, a. g. e., s. 159.
[18] Erdal Çokbankir, a. g. e., s. 160.
[19] Ahmet Aydınlı, a. g. e., s.21.
[20] Ahmet Aydınlı, a. g. e., s.22.
[21] Ahmet Aydınlı, a. g. e., s.23.
[22] Ahmet Aydınlı, a. g. e., s.23-24.
[23] Ahmet Aydınlı, a. g. e., s.24.
[24] Ahmet Aydınlı, a. g. e., s.25.
[25] Ahmet Aydınlı, a. g. e., s.26.
[26] Ahmet Aydınlı, a. g. e., s.27.
[27] Ahmet Aydınlı, a. g. e., s.43.
Yorumla