Diğer yazılar için tıklayınız: http://www.misak.millidusunce.com
Türk dili terimi iki kavramdan oluşmaktadır: Türk ve dil. Dolayısıyla, önce bu kavramları ayrı ayrı ele almak gerekir.
Türk kavramı
Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanan Türkçe Sözlük’te Türk için iki anlam verilir:
“1) Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halk ve bu halktan olan kimse, 2) Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan, Türkçenin değişik lehçelerini konuşan soy ve bu soydan olan kimse.”
Tanıma dikkatle bakılırsa Türk sözünün dört farklı kavramı karşıladığı görülür: 1) Türkiye sınırları içinde yaşayan halk, 2) Bu halktan olan kimse, 3) Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan, Türkçenin değişik lehçelerini konuşan soy, 4) Bu soydan olan kimse.
1900 yılında İstanbul’da yayımlanan Şemseddin Sami’nin Kamûs-ı Türkî’sinde Türk sözünün tanımı şöyledir:
“Esâsen Asya kıt’asının şimâl-i garbî cihetinde münteşir (yayılmış) bir büyük ümmet (millet) ki oradan tevârîh-i muhtelifede (çeşitli tarihlerde) cihangirlikle ve kişver-küşâlıkla (ülkeler fethederek) cenup ve garba doğru yayılarak Avrupa’nın dahi şark-ı cenûbu cihetlerine sokulmuşlardır. Şuûbât-ı muhtelifeye münkasim olup (çeşitli şubelere ayrılmış olup), kablel-islâm (İslam’dan önce) Uygur ve el-yevm (bugün) Çağatay ve Osmanlı şubeleri lisân-ı edebîye (edebî dile) nail olmuşlardır.”
Şemseddin Sami’nin tanımında, yukarıdaki kavramlardan sadece üçüncüsü bulunmaktadır.
Türkçenin bilinen ilk sözlüğü olan ve Kâşgarlı Mahmud tarafından 1077’de Bağdat’ta yazımı tamamlanan Dîvânu Lugâti’t-Türk’te de Türk maddesi vardır. Ercilasun – Akkoyunlu 2014 yayınının 151. sayfasında bulunan maddenin ilgili kısımları şöyledir:
“Türk Nuh’un (s.a.) oğlunun adı. Nuh’un oğlu Türk’ün oğullarına yüce Allah tarafından verilmiş bir isimdir… Türk’ün Allah tarafından verilmiş bir isim olduğunu söylemiştik. Bize şeyh, imam ve zahid Hüseyn bin Xalef el-Kâşgarî haber verdi ve kendisine de İbnu’l-Garqî’nin haber verdiğini söyledi. Ona da âhir zaman hakkında yazdığı kitabında İbni Ebi’d-Dünyâ diye tanınan şeyh Ebû Bekr el-Mugîd el-Cercerânî, Allah’ın elçisine (s.a.) isnat ederek anlatmış. (Peygamber) dedi ki: Allah (c.a.) diyor ki ‘benim bir ordum vardır; onları Türk diye adlandırdım ve doğuya yerleştirdim. Bir kavme kızdığım zaman onları (Türkleri) onlara musallat ederim.’… Onlardan biri için de Türk denir; hepsi için de. ‘Kimsin?’ anlamında ‘kim sen’ denir; ‘Türküm’ anlamında ‘Türk men’ diye cevap verilir.” (Ercilasun-Akkoyunlu 2014: 151).
Kâşgarlı Mahmud’un tanımında hem üçüncü, hem dördüncü anlam bulunmaktadır. “Onlardan biri için de Türk denir; hepsi için de” ifadesi, iki farklı kavramı açıkça gösterir.
Türkçe Sözlük’teki dar ve geniş anlamlar da Kâşgarlı Mahmud’da vardır. Türk maddesindeki tanım, o zamanki bütün dünya Türklüğünü içine alır. Eserin giriş kısmındaki şu ifade de aynı şekilde bütün dünya Türklüğünü anlatır:
“Türkler aslında yirmi boydur (qabîle). Bunların hepsi, Nuh peygamberin (Allah’ın duası üzerine olsun) oğlu Yâfes oğlu Türk’e dayanır… Rum’a yakın boyların (qabâyil) birincisi Beçenek’tir. Sonra sırasıyla Kıfçak, Oguz, Yemek, Başgırt, Basmıl, Kay, Yabaku, Tatar, Kırkız… Daha sonra Çigil, Toxsı, Yagma, Ugrak, Çaruk, Çomul, Uygur, Taŋut…” (Ercilasun-Akkoyunlu 2014: 10).
Aşağıya alınan ve lehçe farklılıklarından bahsedilen diğer yerlerde de benzerleri bulunan ifadede ise Türk sözü dar anlamda kullanılmıştır:
“Türkler ‘yine’ anlamında takı; Oğuzlar ise dakı derler.” (Ercilasun-Akkoyunlu 2014: 289).
Burada Kâşgarlı “Türkler” derken o dönemin standart Türkçesini kullanan Kâşgar ve civarındaki Karahanlı Türklerini kastetmekte, yani kelimeyi dar anlamda kullanmakta; bu kullanımdan da Oğuzlar sanki Türk kavramının dışındaymış gibi bir sonuç çıkmaktadır. Oysa daha önceki alıntıda Kâşgarlı Mahmud’un Oğuzları ve Türkçe konuşan bütün boyları Türk kavramı içinde düşündüğü açıkça görülmektedir. Ancak Türkiye Türkçesinde kullanılan dar ve geniş anlam ile Kâşgarlı Mahmud’daki dar ve geniş anlam neredeyse birbirinin zıddıdır. Türkiye Türkçesinde dar anlam ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları anlatılır ki bunlar genellikle Oğuz boyuna mensuptur. Kâşgarlı Mahmud’da ise dar anlam ile Kâşgar ve civarındaki Karahanlı Türkleri anlatılmaktadır. Oğuzlar geniş anlam içinde düşünülmüştür.
Sovyet ve Çin hâkimiyetini yaşamış ve yaşamakta olan Türk boylarının sözlüklerinde Türk sözü, sadece Türkiye Türkleri ve eski Osmanlı tebaası anlamındadır. Geniş anlamda Türk kavramı orada yoktur. Geniş anlamda Türk kavramı için Türki sözünü kullanırlar. Ancak bu kullanım, Sovyet siyasetinin bir sonucudur; tarihî temeli yoktur. Türkiye Türkleri Sovyet hâkimiyetinde yaşamadıkları için Osmanlı döneminden beri, geniş anlamda da Türk sözünü kullanırlar.
Tarihî kaynaklarda Türk sözü
Türk sözü, 8. yüzyıldaki Türk Kağanlığı’ndan kalan bengü taşlarda da Türkçe Sözlük’te verilen ilk anlamda olduğu gibi tâbiiyetle ilgili bir kavram olarak kullanılır. “Türgiş Kağan Türkümüz, bodunumuz idi (KT D 18)[1]”, “Türk Oğuz bodun kendi bodunum idi ( KT K 4)” gibi kullanımlar bunu açıkça gösterir. Bu ifadelerle Bilge Kağan, Türgişlerin ve Oğuzların daha önce Türk Kağanlığı siyasi teşekkülü içinde bulunduğunu anlatmak istemektedir. Dokuz Oğuzları toparlarken kullandığı “Tâbi olan tâbi oldu, bodun oldu (BK D 37)[2]” ifadesi bodun kelimesinin tâbiiyetle ilgisini açıkça göstermektedir.
Karahanlılarda Türk sözünün kullanımı yukarıda, Kâşgarlı Mahmud’un eserinden yapılan alıntılarla görülmüştür. Türk sözü Osmanlı kaynaklarında da “Türk milleti” veya “Türk milletine mensup kimse” anlamlarında kullanılmıştır. Aşağıda sadece birkaç örnek verilmiştir:
Âşıkpaşaoğlu tarihinden (15. yüzyıl sonları): “Orhan Gazi bu hisarda ceng eder. Birkaç gün ceng etdiler. Hisara zebunluk gösterdiler. Ceng eder iken kaçdılar. Kâfirler dahı hisardan çıkdılar. Türk kaçdı dediler. Kâfirler dahı hisar önine çıkdı. Bir Türk buldılar. Dutdılar, tekvüre getürdiler. Sordı kim: “Dahı (daha) Türk var mıdur?” Türk eyidür (söyler): “Yokdur. Heman budur kim kaçdı” dedi.” (Atsız 1949: 109).
Celâlzâde Salih Çelebi’nin Târih-i Mısr-ı Cedîd’inden (16. yüzyıl): “Burada Benî Eyyûb’uŋ devletleri halel-pezîr olup (yıkılıp) Devlet-i Mülûk-i Etrâk (Türk meliklerinin devleti – Mısır’daki Memlük Devleti kastediliyor – ABE) tulûa yüz tutdı (ortaya çıktı)” (Bülbül 2011: 217). “Türklerdahı cem’ olup anlaruŋ üzerine vardılar. Türklerüŋ başlarına Nâsıruddevle Hüseyn bin Hamdân dirler bir ulu beğ idi.” (Bülbül 2011: 412).
Naîmâ Târihi’nden (18. yüzyıl): “Gece mektubu yol ortasında bırakıp Berzence’ye doğru gitti. Sabah bir atlı kâfir mektubu yolda bulup aldı. Gördü ki ehl-i İslâm mektubudur. Doğru krala götürüp bir Türk içeriden çıkar iken hücum edip, elim yakasında iken mektubu koynunda görüp çekip aldım… Kurtulan Türk elbette vezire varıp asker getürür…” (Büyük Türk Klâsikleri 7, 1988: 155).
Sadece Türkler tarafından yazılmış kaynaklar değil yabancı kaynaklar da Türk sözünü dar veya geniş anlamda kullanmışlardır. Altıncı asırdaki Çin kaynaklarından başlayarak, Bizans, Fars, Arap, Ermeni, Süryani, Rus ve bütün Avrupa kaynaklarında Türk sözü geçer.
Çin tarihlerinden 7. yüzyıla ait Cou tarihinin 50. bölümü ile Sui tarihinin 84. bölümü ve 11. yüzyıla ait Tang tarihinin 194. bölümü “Türkler” adını taşır. Bu konuda Edouard Chavannes’ın Çin Kaynaklarına Göre Batı Türkleri (Türkçesi: Selenge Yayınları), Liu Mau-Tsai’nin Çin Kaynaklarına Göre Doğu Türkleri (Türkçesi: Selenge Yayınları), İsenbike Togan, Gülnar Kara, Cahide Baysal tarafından Çinceden çevrilmiş ve Türk Tarih Kurumu tarafından basılmış Çin Kaynaklarında Türkler – Eski T’ang Tarihi ve yine Türk Tarih Kurumu yayınları arasında çıkan Ahmet Taşağıl’ın Gök-Türkler kitabına bakılabilir.
Arap kaynaklarından 9. yüzyıla ait İbn Hurdâdbih’in el-Mesâlik ve’l-Memâlik, Ya’kubî’nin Kitâbü’l-Büldân, 10. yüzyıla ait İbn Havkal’ın Sûretü’l-Arz, İstahrî’nin Memâlik el-Mesâlik, Mes’ûdî’nin Mürûcü’z-Zeheb, 11. yüzyıla ait Gerdizî’nin Zeynü’l-Ahbâr, 12. yüzyıla ait Mücmelü’t-Tevârîh, 13. yüzyıla ait Kazvînî’nin Âsârü’l-Bilâd vb. eserlerinde Türklerle ilgili bahisler vardır ve bunlarda Türk sözü çoğunlukla geniş anlamda kullanılmıştır. Prof. Dr. Ramazan Şeşen tarafından hazırlanan İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri adlı eserde bütün bu kayıtlar mevcuttur.
Başta Şehnâme olmak üzere Farsça kaynaklarda da Türk sözü çoğunlukla geniş anlamda kullanılmıştır. Arapça ve Farsça kaynaklardan birkaç alıntıda Türk sözünün kullanımı görülebilir:
Taberî Tarihi’nden (10. yy. başı ): “Sencebu Hakan (İstemi Kağan – ABE) Türklerin en kuvvetlisi, en cesuru ve en çok askere sahip olanı idi.” (Taberî I*** 1955: 1112).
Mes’ûdî’nin Mürûcü’z-Zeheb’inden (10. yy.): “…Seyhun nehri kıyısında Türklerin Yeni-kent denen bir şehirleri vardır. Burada Müslümanlar oturur. Bu Müslümanların çoğu Türklerdendir. Bu yerde yerleşik ve göçebe Oğuzlar oturur. Oğuzlar üç sınıftır: Aşağılar, yukarılar, ortalar. Oğuzlar Türklerin en kahraman ve gözleri en küçük olanlarıdır.” (Şeşen 1998: 42-43).
Firdevsî’nin Şehname’sinden (11. yy. – 16. yy. başındaki Şerîfî tercümesinden) Semerkand’dan aŋaru (öte) Türk ü Tātār / Aŋa Tūrān dirler bilgil (bil) iy yār (C. I, s. 101).
Cüveynî’nin Târîh-i Cihan-güşâ’sından (1252-1260, Farsça): “Sultanın (Muhammed Harezmşah’ın – ABE) askerleri olan Türkler büyük bir kahramanlık gösterdiler. Tıpkı bir lâmba gibi sönüp sönüp canlandılar.” (Cüveynî 1988: 143).
Osmanlılar hakkında Batılıların yazdığı yüzlerce araştırma ve seyahat eserinde de Türk sözü kullanılmıştır. Birkaç örnekte bu kullanım görülebilir:
17. yüzyılın ortalarında Türkiye’ye seyahat eden Jean Thévenot’nun Voyages de M. De Thévenot en Europe, Asie et Afrique (1665, Paris) adlı eserinden: “Sahilde (Gelibolu sahili – ABE) eski kadırga görülen bir tersane bulunuyordu. Türkler bunları Kıbrıs adasını fethettikleri zaman Venediklilerden aldıklarını söylüyorlar.” (Thévenot 1978: 51).
Baron de Tott’un 18. yüzyıldaki Mémoires sur les Turcs et les Tartares (Amsterdam, 1784) adlı eserinden: “Ben de onunla birlikte İstanbul’a gidecek, Türklerin geleneklerini, devlet şekillerini inceleyecek, dillerini öğrenecektim.” (Tott 1972?: 13).
George William Frederick Howard’ın Diary in Greek and Turkish Waters (Londra, 1854) adlı eserinden: “22 Haziran (1853)- Saat sekizde Szechenye vapurundan, mert ve nazik kaptandan ayrıldık… Persia’ya (Persia vapuruna) bindik… Yukarı kamarada altı yolcuyla hareket ettik. Güvertenin değişik yerlerinde de Türk ve Yahudi grupları bulunuyordu… Türkler ve Yahudiler belli saatlerde Mekke ve Kudüs’e dönüyorlar, derin bir huşu içinde ibadet ediyorlardı… 24 Haziran- Sakin bir yolculuktan sonra Boğaziçi girişindeki fenerlere vardık. Karşılıklı hisarların topları, dizi dizi Türk cengâverleri, elçilerin yalıları, padişahların sarayları, taraçalı evler ve selvi ağaçları arasında Avrupa ve Asya’nın bu meşhur boğazından hızla ilerlemeğe başladık… İçinde Türk hanımların bulunduğu boyalı arabalar gördük.” (Howard 1978: 19, 21).
Mrs. Max Müller’in Letters from Constantinople (Londra, 1897) adlı eserinden: “İstanbul bugün, hiçbir şekilde terk edilmiş, zayıf düşmüş Ortaçağ’ın Bizans’ı değil, bilâkis hayat dolu, canlı, çarpan bir kalp… Türklerin iftiharla baktıkları bu yere komşularının boş bir ümitle göz dikmiş olmalarına hayret etmemek lâzım. Hasta Adam hakkında ne söylenirse söylensin Türk’ün henüz ölmek niyetinde olmadığını gösteren birçok emareler var. Türkiye, onu yutmak isteyenin boğazından geçmeyecek kadar büyük ve sert bir lokma olduğunu ispat edecektir. Metin ve kuvvetli olan hakiki Türk 400 seneden fazla bir zamandan beri ‘benim’ dediği bu ülkeyi başkalarına vermemek için ölünceye kadar savaşmaya kararlı.” (Müller 1978: 22).
Dil kavramı
Türkçe Sözlük’te dilin tanımı şöyledir: “İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma.”
Konu “Türk Dili” olduğu için bu tanımdaki “işaret” kavramını bir yana bırakmak gerekir. Aslında “dil” kavramı, konuşmaya dayanan insan dili dışında birçok alanları kapsar: İşaret dili, müzik dili, sinema dili, matematik dili, bilgisayar dili… Fakat bu çalışmada konu, başlığından da anlaşılacağı gibi, sadece konuşmaya ve yazıya dayanan insan dilidir. O hâlde sadece insan dilini esas alan tanımlara yer vermek gerekir.
Türk dil bilimcisi Doğan Aksan Her Yönüyle Dil – Ana Çizgileriyle Dilbilim (2000: 55) kitabında birkaç tanıma yer vermiştir. Eflatun’un tanımı şöyledir:
“Kendi özel düşüncelerini sesin yardımıyla, özne ve yüklemler aracıyla anlaşılabilir duruma getirmek.”
Fransız dilcisi André Martinet dili (Fr. langue) şöyle tarif eder:
“İnsanın kendi bilgi ve deneylerini, bir anlamsal kapsamı ve bir ses karşılığı olan birlikler, monème’lerle[3], her toplumda bir başka biçimde açıkladığı bir bildirişme aracı.”
Doğan Aksan kendi tanımını da verir:
“Dil, düşünce, duygu ve isteklerin, bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan öğeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan, çok yönlü, çok gelişmiş bir dizgedir.”
Türk dilcilerinden Günay Karaağaç, 2013’te yayımlanan Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü’nde dili şöyle tarif eder:
“Dil, insana, ait olduğu gerçek dünyadan ayrı ve onun kanunlarına bağlı olmayan yapay bir dünya kurma ve tabiata tarihi katma imkânı veren, toplumsal uzlaşılara dayalı bir saymacalar sistemi ve ses-anlam ilişkisi bütünüyle nedensiz olan, seslerden örülü ortak iğretilemeler[4] toplamıdır.”
Türk dil bilgini Muharrem Ergin Türk Dil Bilgisi adlı eserinde dilin tarifini şöyle yapar:
“Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimaî bir müessesedir.” (1962: 3).
Yukarıdaki tanımlara daha birçok tanım eklenebilir. Ancak bu kadarı yeterlidir. Tanımlarda belirtilen noktaları maddeler hâlinde saymak konuyu daha açık hâle getirebilir:
- Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıtadır.
- Dil, insanların düşüncelerini, bilgilerini, tecrübelerini, duygularını, isteklerini, hayallerini aktaran bir sistemdir.
- Dilin ana maddesi fizikî bir olgu olan sestir. İnsanın ses organları tarafından belli kalıplara sokulmuş seslerden meydana gelen kelimeler ve kelime üstü birliklerle dil oluşur.
- Dilin ana maddesi olan ses, yazıda harflerle temsil edilir; harfler, konuşma seslerinin sembolleridir.
- Seslerden meydana gelen birlikler kendi başlarına dil oluşturamazlar. Bu birliklerin bir anlamı veya işlevi olması gerekir.
- Kelime ile anlam arasında mantığa bağlı bir ilişki yoktur; ilişki tamamen keyfîdir, sebepsizdir.
- Dilin kendine özgü kanunları vardır; bu kanunlara bağlı olarak değişir ve gelişir.
- Dil, kendine özgü kanunlarıyla; kendisini oluşturan öğelerin (ses, kelime, anlam, kelime üstü birlikler) kendi aralarındaki ilişkileriyle kurmaca (itibari) bir sistemdir. Kelimeler; nesne, kavram ve hareketlerin kendileri değil, onların sembolleridir.
- Kurmaca sistem, aynı dili kullanan bütün toplum üyeleri için ortaktır. Toplumun bütün üyeleri, aynı kurmaca sistem için zımni olarak anlaşmışlardır.
- Dil, toplumun bütün üyelerini kapsar; ferdî bir yaratış ve kurum değil, sosyal bir kurumdur.
Yukarıdaki bazı maddelerde geçen “insanlar” yerine “Türkler”, “dil” yerine “Türk dili” kelimelerini koyarsak Türk dilinin tanımı için geçerli maddeler elde ederiz:
- Türk dili, Türkler arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıtadır.
- Türk dili, Türklerin düşüncelerini, bilgilerini, tecrübelerini, duygularını, isteklerini, hayallerini aktaran bir sistemdir.
- Türk dilinin kendine özgü kanunları vardır; bu kanunlara bağlı olarak değişir ve gelişir.
- Türk dil sistemi, Türk dilini kullanan bütün toplum üyeleri için ortaktır. Bütün Türkler aynı kurmaca sistem için zımni olarak anlaşmışlardır.
- Türk dili, bütün Türkleri kapsar; tek tek her Türk’e ait ayrı ayrı yaratış ve kurumlar değil, ortak bir sosyal kurumdur.
Tanımların anlatamadığı
Tanımlar aslında her şeyi anlatıyor. Fakat onların objektif ve soğuk yüzü, istenilenlerin tam olarak ifade edilmesine ve muhataplara canlı bir şekilde ulaşmasına engel oluyor. Özellikle son gruptaki ikinci maddenin açılmasına ihtiyaç vardır: Türklerin düşünceleri, bilgileri, tecrübeleri, duyguları, istekleri, hayalleri. Bu, efsane ve destanlar çağından başlayıp tarih boyunca devam eden ve bugüne kadar ulaşan bütün birikim demektir. Bütün masallar, efsaneler, destanlar, menkıbeler, halk hikâyeleri demektir. Oğuz Kağan destanı, Dede Korkut, Manas, Alpamış, Köroğlu, Edige, Çora Batır, Saltuknameler, Danişmentnameler, Hazret Ali Cenkleri, Battal Gazi destanları, Âşık Garip, Kerem ile Aslı hikâyeleri demektir. Bütün tarih metinleri, fetihnameler, gazavatnameler demektir. Bengü taşlar üzerine yazılmış tarihler, Âşıkpaşaoğulları, Oruç Beğler, Babürnameler, Ebulgazi Bahadır Hanlar demektir. Bütün koşmalar, maniler, türküler, ağıtlar, deyimler, atasözleri, bilmeceler, latifeler, tekerlemeler, ninniler, gazeller, kasideler, mesneviler, naatlar, münacatlar, mevlitler, ilahiler, nefesler, deyişler, meddah hikâyeleri, gölge oyunları demektir. Yusuf Has Hâcib, Kâşgarlı Mahmud, Hoca Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Nasreddin Hoca, Süleyman Çelebi, Kaygusuz Abdal, Nesimi, Nevayi, Fuzuli, Baki, Pir Sultan Abdal, Nef’i, Âşık Ömer, Bekri Mustafa, Karacaoğlan, Nedim, Molla Penah Vâkıf, Şeyh Galib, Mahdumkulu, Dadaloğlu, Kaçak Nebi, Âşık Elesger demektir. Bütün makaleler, belgeler, ilmî inceleme ve araştırmalar, kitaplar, denemeler, fıkralar, günlükler, mektuplar, hatıralar, gezi yazıları, piyesler, hikâyeler, romanlar, senaryolar, skeçler demektir. Kâtib Çelebi, Evliya Çelebi, Şinasi, Namık Kemal, Abdülhak Hâmid, Abay Kunanbayoğlu, Ahmed Midhat, Tevfik Fikret, Halit Ziya, Mehmet Akif, Ziya Gökalp, Abdullah Tukay, Mağcan Cumabayoğlu, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Ömer Seyfeddin demektir. 20. ve 21. yüzyılların bütün yazar ve şairleri demektir. 19. yüzyıldan bugüne kadar çıkan bütün gazetelerdeki haber metinleri, reklam metinleri demektir. Ses kayıt araçlarına kaydedilen güfteler, konuşmalar, sohbetler, nutuklar, tartışmalar, bildiriler, anlatımlar; akıllı telefonlara ve bilgisayarlara kaydedilen e-postalar, tvitler demektir. Yazılı veya sözlü milyonlarca metin demektir.
Yukarıdaki paragrafta sayılan ve sayılamayan bütün metinler Türk dili sayesinde vardır ve Türk dili ile taşınmıştır. Türk dili ile nesilden nesile aktarılarak; taşlara, kâğıtlara yazılarak; bilgisayarlara, yoğun tekerlere, çeşitli alet ve cihazlara kaydedilerek bugüne ulaşmıştır. Ve bütün bu miras Türk dilini kullanan bütün Türkler için ortak bir mirastır.
Dilin tabiliği ve sosyal kurum oluşu
Türkler Türk dilinin içine doğarlar. Hatta anne karnında iken kulakları Türkçe ile dolmaya başlar. Her Türk çocuğu, daha muhakemesini kullanma becerisine sahip olmadan Türk dilini şartlı refleks yoluyla edinir. Başını göğsüne koyduğu varlığa anne dendiğini, kendisine gülümseyen yüzün baba olduğunu, ileriye doğru yapılan harekete gel gel denildiğini, acıktığı zaman ağzına verilen nesnenin mama, susadığı zaman kendisine içirilen nesnenin önce buu, sonra su olduğunu akıl yürütmeden, tabii bir şekilde öğrenir. Bu sebeple dil, el kadar, ayak kadar tabiidir. Türk çocuğu elini ayağını kullanmayı nasıl tabii bir şekilde öğrenirse Türk dilini kullanmayı da öylece, tabii bir şekilde öğrenir. Çocuğun annesi, babası, dedesi, kardeşleri, akranları da aynı dille konuşmaktadır. Fakat çocuk bunun farkında değildir; çünkü Türk dil dünyasının içinde tabii olarak bulunmaktadır. Tıpkı yatağında, odasında, bahçede bulunduğu gibi.
Dilin bu şekilde edinilmesi ve aynı grup içinde ortak olması onu, ferdin üstünde, sosyal bir kurum hâline getirir. Başka sosyal kurumlar gibi dil de bütün sistemiyle ferdi kuşatır. Hangi nesneye hangi adın verileceği, hangi harekete ne denileceği, eklerin, kelimelerin nasıl sıralanacağı, nerelerde, nasıl vurgular ve tonlamalar yapılacağı fert tarafından seçilmemiştir; fert bu sistemi hazır bulmuştur. Sistem çok önceleri belirlenmiştir; fert de o sistem içine doğmuş, o sistemle büyümüştür.
Yeni doğan her Türk’ten önce var olan, ferdin üstünde bulunan ve bütün sistemiyle onu kuşatan, muhakemeyle değil tabii bir şekilde edinilen Türk dili, bütün Türklerin ortak olarak kullandığı bir anlaşma vasıtasıdır. İnsan sosyal bir varlık olduğu için diğer insanlarla anlaşabilmek zorundadır. Bu da ancak aynı dili kullanarak olur. Türkler için aynı dil Türk dilidir. Türk dilini kullanan insanların arasında dünyaya geldiniz; onların arasında büyüdünüz; onlarla birlikte yaşıyorsunuz. İşte dilin sağladığı bu birliktelik bütün Türkleri bir nevi akraba hâline getirir; bütün Türkler birbirleriyle dil akrabası olur. Yaşı kemale erdikten sonra her Türk bu dil ortaklığının, akrabalığının farkına varır. Eşiyle dostuyla, hemşerisiyle, memleketlisiyle Türk dili sayesinde anlaşabildiğini görür. Farkına varır, görür ama üzerinde özel olarak düşünmediyse veya düşündürülmediyse, dilin kıymetini anlamaz. Ancak kendi diliyle konuşmayan insanların arasında kaldığı zaman kendi dilinin kıymetini anlar. Tıpkı eli, ayağı, gözü gibi. Onların kıymetini de ancak onlardan mahrum olduğu zaman anlar.
Hayata ve evrene Türk dilinden bakmak
Her dilin konuşuru hayata ve evrene kendi dilinin penceresinden bakar. Hayatı, varlığı kendi diliyle yorumlar. Türkler de hayata ve evrene Türk dilinin penceresinden bakarlar. Hayatı ve varlığı Türk diliyle yorumlarlar.
Bütün dillerde ortak olan genel bir sistem varsa da onları birbirinden ayıran, ayrı diller hâline getiren farklı sistemleri de vardır. Ses özellikleri, kelime yapma yolları, dil parçaları arasındaki ilişkiler ve onların sıralanışı, vurgu ve tonlama sistemleri, bazı kategorilerin varlığı veya yokluğu dillerde birbirinden farklıdır. Bu farklılıklar onları başka başka diller hâline getirir.
Yukarıdakilere bir farklılık daha eklemek gerekir: Hayatı, tabiatı, varlığı, evreni, soyut kavramları adlandırma, yorumlama ve ifade etme farklılığı. Bir kavram bir dilde fiilden yapılmış bir isimle, başka bir dilde ise doğrudan bir isimle adlandırılmış olabilir. İngilizce sinek için uçmak fiilinden, Türkçe ise sinmek fiilinden bir isim yapar. Türkçede su da akar, ordu da akar. Yeni bir metaforla dil de akar. Kuş da konar, göçeri Türk oymakları da konar. Arap ülkelerinde şemsiye güneş içindir, Türk ülkelerinde yağmur için. Kımız, yoğurt, pastırma, kurut Türk işidir. Daha 7. yüzyılda Türkler Çinliler tarafından soykırıma uğratıldığı için dillerinde bunu anlatan bir fiil bulunur: urugsırat– (milletin kökünü kurutmak). Daha 8. yüzyılda Türkçe, boyların isyan etmesini “gök ile yerin bulanması” şeklinde anlatır; ortaya çıkan kaos için bulgak kelimesini yaratır. “Saymak” ile “düşünmek” kavramı için aynı fiili (uzun a ile sa– fiili) kullanır. Sonra ortaya çıkan düşün– fiili, insanın kendi içine düşmesidir. Türkçede at için, Arapçada deve için, Eskimo dillerinde buz için yüzlerce kelime vardır. Türkçe, bir şeye sahip olup olmamayı var ve yok kelimeleriyle anlatır; birçok dil ise “sahip olmak” anlamındaki bir fiille. Türkçede cinsiyet kategorisi yoktur; bazı diller ise kelimeleri erkek, dişi diye ayırır. Türkçede teklik ve çokluk kategorileri vardır; Arapçada ise ayrıca bir de ikilik kategorisi bulunur. Bütün bunlar her dilin hayata, varlığa farklı pencereden baktığını, hayatı ve varlığı farklı yorumladığını gösterir. Elbette bunların yaşanılan coğrafyaya, geçirilen tarihî tecrübelere, genetik farklılıklara dayanan sebepleri bulunmaktadır. Bazı sebepler, en eski inanışlara, mitolojik devirlere kadar uzanır.
Başka dillerle karşılaştırmadıkça bu farklılıkları anlayamayız. Fakat Türk dilini kullanan herhangi bir Türk bu farklılıkları bilmese de kendisinin, yabancılardan ayrı bir dil dünyası olduğunu hisseder ve bu his onu kendi dil dünyası içinde olanlarla birleştirir, kardeş yapar.
Türk dilinin tarihi ve coğrafyası
Türk dil bilgini Osman Nedim Tuna, Sümerce ile Türkçe arasında 167 ortak kelime tespit etmiştir. M.Ö. 3000’lere kadar uzanan Sümerce metinlerde Türkçe ile ortak kelimelerin bulunuşu, Türk dilinin en az 5000 yıldan beri mevcut olduğunu gösterir. Kazakistan’ın Esik kasabasındaki bir kurganda bulunan kap üzerinde büyük bir ihtimalle Türkçe olan iki satır yazılıdır. Bu kap yazıtı, Türk yazı dilinin tarihini M.Ö. 400 yıllarına kadar götürür. Çince metinlerde milattan önceki ve sonraki birkaç yüzyıla ait onlarca (belki de yüzlerce) kelime vardır. Eski Grek metinlerinde de miladın ilk yüzyıllarına ait Türkçe birkaç kelime bulunmaktadır. M.S. 329 yılında Çin karakterleriyle dört kelimelik iki cümle Çin kaynaklarında tespit edilmiştir. 5. yüzyılda da Bizans ve Got kaynaklarında Batı Hunlarına ait kelimeler kaydedilmiştir. Bütün bunlar, ilk yazılı metinler olan Köktürk bengü taşlarından önceki Türk dili izleridir. Esik yazıtı ile 8. yüzyıldaki Köktürk anıtları arasındaki 1200 yıllık arayı kapatacak başka yazılı metinler bulunabilirse Türk yazı dilinin tarihi daha açık bir şekilde milattan önceki yüzyıllara ulaşabilir.
Bugünkü Moğolistan’ın Orhun vadisi ile Tola ırmağı civarında, 8. yüzyılın ilk yarısında dikilmiş Tunyukuk, Köl Tigin ve Bilge Kağan bengü taşlarındaki metinler, Türk dilinin en eski yazılı metinleridir ve bilim dünyasında bu konuda hiçbir tartışma yoktur. 8. yüzyıldan itibaren Türk dilinin yazılı metinleri kesintisiz olarak ve gittikçe çoğalarak bugüne kadar devam etmiştir. Köktürklerden hemen sonra Türk devletinin başına geçen Uygurlardan kalma yüzlerce belge ve kitap vardır. Uygurları Karahanlılar takip eder. Türk dilinin iki büyük anıt eseri, Karahanlılar çağında, 11. yüzyılda yazılmıştır. Bunlardan biri Yusuf Has Hâcib’in yazdığı Kutadgu Bilig’dir. Bu eser manzum bir siyaset bilimi kitabıdır ve 6645 beyitten oluşmaktadır. İkinci eser, Kâşgarlı Mahmud tarafından yazılan Dîvânu Lugâti’t-Türk’tür. Eser, 9000 civarında Türkçe kelimeyi içine alan ansiklopedik bir sözlüktür. Kelimelere örnek olarak verilmiş 300’yakın atasözü ile ilk atalar sözü külliyatı, 700 kadar mısra ile ilk şiir antolojisidir. Alp Er Tonga sagusu ile Şu destanının ilk ve tek kaynağıdır. Oğuz boylarının adlarını damgalarıyla veren ilk eserdir. Kur’an da ilk defa Karahanlılar çağında Türkçeye çevrilmiştir.
Karahanlılar ve Uygurlar devrindeki Türk yazı dili 13 ve 14. yüzyıllarda küçük bazı değişikliklere uğrayarak devam eder. Bu yazı diliyle ilgili Türkistan’da, Altın Ordu sahasında ve Mısır’da birçok eser kaleme alınır. Dinî, edebî, askerî eserler ve hükümdarlara yol gösteren siyaset bilimi eserleri. Türk diliyle ilgili gramerler ve sözlükler.
11. yüzyıldan itibaren Oğuz Türkleri kitleler hâlinde Azerbaycan ve Anadolu’ya girip yerleşmişlerdir. Türk yazı dilinin merkezi olan Türkistan’dan uzak kalan Oğuz Türkleri 13. yüzyılda Anadolu ve Azerbaycan’da kendi ağızlarına dayanan yeni bir yazı dili kurmuşlardır. Türkoloji literatüründe Batı Türkçesi diye adlandırılan yeni yazı dili Beyliklerin ve Osmanlı hâkimiyetinin bulunduğu coğrafya ile Azerbaycan coğrafyasında bugüne kadar kullanılmıştır. Bu yazı diliyle, matbaanın gelişine kadar on binlerce eser; matbaadan, özellikle 19. asırdan sonra milyonlarca kitap, dergi ve gazete çıkarılmıştır. Dede Korkut, Yunus Emre, Nesimi, Süleyman Çelebi, Fuzuli, Baki, Nef’i, Nabi, Nedim, Molla Penah Vâkıf, Şeyh Galib, Kâtib Çelebi, Evliya Çelebi, Batı Türkçesinin, yenileşme hareketlerinden önceki büyük isimleridir. Osmanlı Yüce Devleti’nin kanunnameleri, fermanları ve bütün resmî belgeleri de hep bu yazı diliyle yazılmıştır. Azerbaycan ve Türkiye coğrafyasında Batı Türkçesiyle yazılan eserlerin dili arasında 1930’lu yıllara kadar hemen hemen hiç fark yoktur. 1910’larda başlayıp 1930’larda tamamlanan bir süreç sonunda oluşan yeni Azerbaycan yazı dili Türkiye Türkçesinden biraz farklılaşmıştır.
Türk dünyasının doğusunda ve kuzeyinde, 13 ve 14. yüzyıllardaki geçiş döneminden sonra Türk yazı dili yeniden durulur, istikrara kavuşur. Türkoloji literatüründe Çağatay Türkçesi, Doğu Türkçesi, Kuzey-Doğu Türkçesi gibi terimlerle adlandırılan bu yeni dönem 15. yüzyıl başlarından 20. yüzyıl başlarına kadar sürer. Ali Şir Nevayi, Babür Şah, Ebulgazi Bahadır Han, Mahdumkulu bu dönemin büyük isimleridir.
Rus ve Çin hâkimiyetine giren Türklerin yazı dili üzerinde “dil mühendisliği” diye adlandırılabilecek yeni bir süreç başlatılır. 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayıp 20. yüzyılın ilk 30 yılında devam eden bu süreçle, yüzyıllardan beri Çağatay yazı dilini ortak olarak kullanan Türk boyları için yeni yazı dilleri ortaya çıkarılır: Özbek, Uygur, Türkmen, Kırgız, Kazak, Karakalpak, Nogay, Kumuk, Karaçay-Malkar, Kırım Tatar, Kazan Tatar ve Başkurt yazı dilleri. O güne kadar yazı dilleri olmayan gayrimüslim Türk boyları için de yeni yazı dilleri meydana getirilir: Gagavuz, Altay, Hakas, Tıva, Saha (Yakut), Çuvaş yazı dilleri.
Yukarıda çok kısa olarak anlatılan Türk dili tarihi, bu dilin tarihî coğrafyasını da ortaya koymaktadır. Doğudan batıya Moğolistan içlerinden ve bugünkü Çin’in Kansu bölgesinden Osmanlıların ulaştığı Viyana’ya; kuzeyden güneye bugünkü Yakutistan ile Tataristan ve Çuvaşistan’ın kuzey topraklarından Hindistan, Afganistan, İran, Irak ve Suriye içlerine, Mısır, Libya, Tunus ve Cezayir’e kadar uzanan bir coğrafyada Türkçe yazı dili olarak kullanılmıştır. Bugün de Türklerin çekilmediği coğrafyalarda Türkçe yazı dili ve konuşma dili olarak kullanılmaktadır.
Sonuç
Türk dili, uzun bir tarih boyunca yüz milyonlarca insan tarafından kullanılan, yüz milyonlarca Türk’ün bilgilerinin, tecrübelerinin, duygu ve hayallerinin hatıralarını taşıyan, dünyadaki bütün Türkleri kardeş hâline getiren, yüz milyonlarca insanı Türk adı altında bir millet yapan en önemli sosyal kurumdur. Türk adı verilen insanların birbirlerine ulaşmalarını, birbirleriyle iletişim kurmalarını sağlayan ve doğuştan gelen en temel, en tabii vasıtadır. Türkler bildiklerini, duyup gördüklerini, yaşadıklarını, arzularını, heyecanlarını, üzüntülerini bu dille anlatırlar. Rüyalarını bu dille görürler; hayallerini bu dille aktarırlar. Türk milletinin geçmişe ait bütün tecrübe ve hatıraları bu dil sayesinde bugüne ulaşmıştır. Geçmişte ve bugün yaşananlar da yarınlara bu dille aktarılacaktır. Bütün bunlar Türk dilinin, Türk milleti için en temel değerlerden biri olduğunu açıkça gösterir.
MİSAK – Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun
Kaynaklar
Aksan, Doğan (2000), Her Yönüyle Dil – Ana Çizgileriyle Dilbilim, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları.
Alaaddin Ata Melik Cüveynî (1988), Tarih-i Cihan Güşa (Çeviren: Mürsel Öztürk), Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları.
Âşıkpaşaoğlu Ahmed Âşıkî (1949), “Tevârîh-i Âl-i Osman (Düzenleyen: Çiftçioğlu N. Atsız)”, Osmanlı Tarihleri I (Hazırlayan: Atsız), İstanbul, Türkiye Yayınevi.
Bülbül, Tuncay (2011), Mensur Bir Hikâye Tarih-i Mısr-ı Cedîd – İnceleme-Metin, Ankara, Grafiker Yayınları.
Chavannes, Edouard (2007), Çin Kaynaklarına Göre Batı Türkleri (Çeviri: Mustafa Koç), İstanbul, Selenge Yayınları.
Ercilasun, Ahmet B. (2004), Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi, Ankara, Akçağ Yayınları
Ercilasun, Ahmet B. – Akkoyunlu, Ziyat (2014), Kâşgarlı Mahmud – Dîvânu Lugâti’t-Türk – Giriş-Metin-Çeviri-Notlar-Dizin, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları.
Ercilasun, Ahmet B. (2016), Türk Kağanlığı ve Türk Bengü Taşları, İstanbul, Dergâh Yayınları.
Ercilasun, Ahmet B. (2017), “Bilinmeyen Metinlerin Çözülmesi Konusunda Teorik Bir Yaklaşım ve Altın Elbiseli Adam Yazıtı İçin Yeni Bir Okuma Denemesi”, Dil Araştırmaları, Bahar 2017, sayı: 20, Ankara, Avrasya Yazarlar Birliği Yayını.
Ergin, Muharrem (1962), Türk Dil Bilgisi, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları.
Howard, George William Frederick (1978), Türk Sularında Seyahat (Çeviren: Şevket Serdar Türet), İstanbul, Tercüman 1001 Temel Eser.
İpekten, Halûk – İsen, Mustafa – Karabey, Turgut – Akkuş, Metin (1988), “XVIII. Yüzyıl Dîvân Nazmı ve Nesri”, Büyük Türk Klasikleri 7, İstanbul, Ötüken-Söğüt Yayınları.
Karaağaç, Günay (2013), Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları.
Kültüral, Zuhal – Beyreli, Latif (1999), Şerîfî – Şehnâme Çevirisi I, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları.
Liu, Mau-tsai (2006), Çin Kaynaklarına Göre Doğu Türkleri (Çeviri: Ersel Kayaoğlu – Deniz Banoğlu), İstanbul, Selenge Yayınları.
Müller, Mrs. Max (1978), İstanbul’dan Mektuplar (Çeviren: Afife Buğra), İstanbul, Tercüman 1001 Temel Eser.
Ş(emseddin) Sâmî (1317 = 1900), Kâmûs-ı Türkî, Dersaâdet, İkdam Matbaası.
Şeşen, Ramazan (1998), İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Ankara, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları.
Taberî (1955), Milletler ve Hükümdarlar Tarihi I*** (Çevirenler: Zâkir Kadirî Ugan – Ahmet Temir), Ankara, Maarif Vekâleti.
Taşağıl, Ahmet (1995), Gök-Türkler, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Thévenot, Jean (1978), 1655-1656’da Türkiye (Çeviren: Nuray Yıldız), İstanbul, Tercüman 1001 Temel Eser.
Togan, İsenbike – Kara, Gülnar – Baysal, Cahide (2006), Çin Kaynaklarında Türkler – Eski T’ang Tarihi (Chiu T’ang-shu) 194a “Türkler” Bölümü (Açıklamalı Metin Neşri), Ankara, Türk Tarih Kurumu.
Tott, Baron de (1972?), Türkler – 18. y.yılda – Türkler ve Tatarlara Dair Hâtıralar (Türkçesi: Mehmet Reşat Uzmen), İstanbul, Tercüman 1001 Temel Eser.
Tuna, Osman Nedim (1990), Sümer ve Türk Dillerinin Târihî İlgisi ile Türk Dili’nin Yaşı Meselesi, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları.
Türkçe Sözlük (2010), Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları.
[1] Köl Tigin bengü taşı, Doğu yüzü, 18. satır.
[2] Bilge Kağan bengü taşı, Doğu yüzü, 37. satır.
[3] Kelimelerin, bir anlam veya işleve sahip parçaları; kökler ve ekler.
[4] Kelimenin, kendi varlığı dışında bir varlığa işaret etmesi.
Yorumla