Dil Tarih

Taşı Kesen “Yarlıg”

Yazar: Yusufhan GÜZELSOY

Türkoloji alanındaki en uzun soluklu tartışmalardan biri, Rotasizm-Lambdasizm ve Zetasizm-Sigmatizm üzerinedir. Tartışmalar çoğunlukla hangisinin daha eski olduğu üzerinde dönmüştür. Biz bu konuda genel olarak r-z veya l-ş seslerinin arkaik biçimleri olduğu, ses yarılması sonrası bazı sözcüklerin Türk lehçelerinde ve Moğol dilinde iki farklı şekilde yer aldığı görüşündeyiz. Bu yazımızda ise hangisinin daha eski olduğunu ya da arkaik seslerin hangileri olabileceğini değil “yarlıga-” sözcüğü ile “yazı”, “yazmak” ve “yar[mak]” sözcükleri arasında bir bağ olup olmadığını sorgulayacağız.

“Yarlıga-” sözcüğüyle ilgili Türkologların yaptığı çalışmalarda çeşitli görüşlere yer verilmiştir. Şinasi Tekin, Gerhard Doerfer, Aysu Ata, Mustafa Öner gibi araştırmacılar konuyla ilgili çalışmalar yapmış, sözcüğün tarihî süreç içerisinde hangi anlamlara geldiğini, ne gibi dönüşümlerden geçtiğini tespit etmiştir. Bu çalışmalarda yer alan “emir”, “buyruk”, “ilâhi söz”, “fakir, yoksul”, “merhamet”, “acıma” gibi anlamların hepsine katılıyoruz. Zaten tarihî süreç içinde değerlendirildiğinde, sözlükler ve Kur’an tercümeleri başta olmak üzere birçok eserde bu anlamların sağlaması yapılabilmektedir. Dolayısıyla öne sürülen görüşler hangi anlamlara geldiğinden çok sözcüğün kökeni üzerinedir. Bu çalışmaların içeriğine girerek konuyu amacı dışına çıkarmamak için her birine kaynakçada yer vereceğiz.

“yarlıga-” veya “yarlıg” sözcük kökeninin tespit edilmesi için Aysu Ata’nın Gerhard Doerfer’in görüşüne dayanarak öne sürdüğü “yar-” fiilinin daha fazla dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz. Buna göre, Doerfer “yarlıg” sözcüğünü yar- “ikiye ayırmak” fiiline dayandırırken Ata bu görüşü “bölmek”, “yarmak” anlamı taşıyan “kes-”, “biç-” gibi fiillerin de Kur’an tercümelerinde “hüküm vermek” anlamına geldiğini belirterek desteklemektedir (Nalbant, 2013: 334).

Doerfer ve Ata’nın görüşüne daha fazla dikkat çekmek gerektiğini düşünmemize neden olan görüş ise Olcas Süleymanov’a aittir. Süleymanov’un “Evin nerede çocuk?” başlıklı yazısından aktaracağımız verilerden sonra görüşlerimizi ifade edeceğiz:

“Jaz ‘kes’ sözcüğünün Türklerin kaybettiği ilk anlamını Slavlar biliyorlardı. İlginç dönüşümler gerçekleşmiştir. Türkler ‘pis’ [kes] sözcüğünü korumuş ama mecazî anlamı olan ‘yaz[mak]’ı neredeyse tamamen unutmuşlardı ve anlam, aynı sözcüğün biricik anlamı olarak Slavlarca kullanıldı.” (Süleymanov, 2016: 124)

“Türkler jaz sözcüğünün mecaz anlamı olan ‘yaz[mak]’ı korudular, ilk anlamı olan ‘kes’, ‘çiz’ ise Slavcanın hazinesinde muhafaza edildi. Üstelik türeme jazba ‘kesilmiş’ ile beraber. Karşılaşmaz için: Jazba [zazba] ‘yazıt’ şu sözcüklerle de uyumludur: Jazva ‘keskin bir aletle çizilmiş, yaralanmış’; jazvo, jazveco ‘uç, sivrilik’ [Rusça]; jazva “yara”, jazvina ‘yara’, ‘yarık’, jazvit ‘yaralanmak’ [Ukraynaca].” (Süleymanov, 2016: 125)

Süleymanov bu noktadan sonra daha ilgi çekici veriler aktarmakta ve Slav dillerindeki anlam gelişmelerine değinmektedir:

“Jazba ‘delik’, ‘deşik’, ‘mağara’, jazbina ‘porsuk yuvası’ [Slovakça]; jazvina ‘mağara’ (Hırvatça, Sırpça]; ve bir atlama daha: Jazba ‘oda’ [Polapça].” (Süleymanov, 2016: 125).

Süleymanov’un Slav dillerinden aktardığı örnekler bu kadarla sınırlı değildir ama bir fikir edinmek adına bu kadarının yeterli olduğunu düşünüyoruz. “Kesik”, “oyuk”, “yara” ile “yarlıg”, “yarlıga-”, “yazı”, “yaz-”ın ne ilgisi olduğuna dair ipucu ise taşların ta kendisidir: Taşa yazmak isterseniz onu oyar, kesersiniz. Böylece “yaz-” veya “yar-” fiilini gerçekleştirmiş olursunuz. Burada Süleymanov’un “yaz[mak] Türklerde mecaz anlam kazandı” şeklindeki görüşüne katılıyoruz. Zannederiz ki burada r-z değişimi söz konusudur. İster istemez r-z seslerinden hangisinin daha eski olabileceği görüşü de akla gelmektedir. Bunun nedeniyse sözcüğün Slav dillerinde z’li biçimde kullanılmış / kullanılıyor olmasıdır. Bulgar Türkçesini r’li bir dil olarak biliyoruz. Bulgar ve Slavların komşu olması dikkate değerdir çünkü istisnaî bir durum yoksa Bulgarlar bu sözcüğü “yar-” diye telaffuz ediyor olmalıdır. Diğer yandan Kıpçak bozkırları “kesilmiş” veya “oyulmuş” balballara ev sahipliği yapmaktadır.

Bizce bu sözcüğün kökeni “yar-” veya “yaz-” olmalı ve temel anlam itibariyle “kes-”, “biç-”, “oy-” anlamı taşıyor olmalıdır. Eski dönemlerde bir taşı kesmek veya oymak yoluyla yazı yazılırken mecaz anlam kazanarak bugünkü anlamın, yani “yazmak”ın ortaya çıkmış olması mümkündür. Bu durumda “mektup”, “buyruk”, “hüküm”, “ilâhi söz” gibi anlamların ortaya çıkması da kaçınılmaz olmuştur.

Konumuzun “manevi” tarafına özetle değineceğiz: “Merhamet”, “yoksul”, “acıma”, “bağışlamak” ve “Tanrı sözü”, “buyruk” gibi anlamlar arasında ne gibi bir bağ olabilir? Aslında bu anlamlar arasında bağ kurmak çok basittir. Bütün dinlerin Tanrı’ya dair ortak öğretisi, onun acımayı, merhamet etmeyi “buyurması”dır. Üstelik biz bu sözcüğü “yoksul” veya “acınacak durumda olan” anlamında bugün de kullanmaktayız, yalnızca bir farkla: Artık “yarlıg” veya “yarıg” değil, “yazık” diyoruz. Üstelik “kesme”, “yarılma”, “oyulma” ile yakın anlam taşıyan “parçalanma” da bu sözcüğükle ilgili kullanılmaktadır. Şöyle ki herhangi bir yerde gördüğümüz veya hikâyesini işittiğimiz bir kimse için “içi parçalanmak” deyimini kullanırız. Ayrıca bazı yerlerde bu kimseler için “yazık oldu”, hatta “yazığım geldi” ifadesini kullanırız. Böylece o kişiye acıdığımızı dile getirmiş oluruz.

“Yargı” ve “yazgı” sözcükleri arasında da bir ilişki olabilir. Nihayetinde “kader” yerine kullandığımız “yazgı” da bir hükümdür ve “hüküm” ile “yargı” sözcükleri birbiriyle ilişkilidir. Ya “kaderimiz böyle” ya da “yazgımız böyle” diyerek Tanrı hükmüne bir gönderme yaparız.

İnsanların çoğu “Tanrı sözü” ne kadar soyut anlamlı olsa da onu parşömen veya taşlara “kazınmış”, “oyulmuş” birer “yarlıg” (mektup, mesaj, buyruk) olarak görür. Hanların gönderdiği “yarlıg”lar “buyruk” ve “çağrı” anlamlarına bir gönderme olmalıdır. Neticede taşlara kazınmış yazılar da Tanrı’dan kut almış kağanın (veya yöneticilerin) yazısıdır; onlar birer buyruktur, hatta Tanrı’dan kut almış kağanın ilâhi sözüdür.

“Yazı” sözcüğü de Slavcadaki “yara” örneğinde olduğu gibi “kesik” anlamına geliyor olmalıdır. “Emir demiri keser” misâli, Tengri sözü taşı kesip buyruk kazımıştır.

Dilimizi unutursak Tanrı yarlıgasın.

Kaynakça ve İlgili Kaynaklar

ATA, Aysu (2007). “Türkçede Yargı Bildiren Söz Alanı”, I. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kurultayı-Bildiriler, Editör: Fikret Türkmen, Gürer Gülsevin, C: 1, Ankara, s. 225-229.

CLAUSON, Gerhard (1972). “The Turkish Y and Related Sounds”, Ural Altaische Bibliothek, Studia Altica, s. 33 – 45.

GÜLENSOY, Tuncer (2007). “Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü I – II”, TDK, Ankara.

KARAAĞAÇ, Günay (2005). “Dil, Tarih ve İnsan. ‘Türkçede Düzensiz Ses Değişmesi Örnekleri’”, Akçağ, Ankara.

NALBANT, Mehmet Vefa (2013). “Yarlıg Sözcüğü Üzerine Yeni Bir Köken Bilgisi Denemesi”, Turkish Studies, Cilt: 8/9, s. 327- 341.

ÖNER, Mustafa (2004). “Yarlık Sözü Hakkında”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı – Belleten, Cilt: 52, Sayı: 2004/2, s. 117 – 122.

SÜLEYMANOV, Olcas (2016). “Tarih Öncesi Türkler Kadim Türk Dillerinin ve Yazılarının Kökeni Hakkında”, Teas Press, İstanbul.

TEKİN, Şinasi (2001). “İştikakçının Köşesi Türk Dilinde Kelimelerin ve Eklerin Hayatı Üzerine”, Simurg, İstanbul.

 

Yusufhan Güzelsoy

Manisa Celal Bayar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Yüksek Lisans Öğrencisi

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...