Sosyoloji

Ateş Üzerine Birkaç Düşünce

Ateş hem şefkatlidir hem de ürkütücüdür. Mitlerdeki (ve aslında gerçek yaşamdaki) çift-değerlilik prensibi uyarınca ateş kâh ısıtarak can verir kâh yakarak can alır. Buradaki karşıtlığı ateşin kutsal (mübarek) olmasında ve cehennemden ötürü şeytanî olmasında da buluyoruz. Muhayyel tasvirlerde şeytan hep kırmızı renklidir. Fakat kutlu bildiğimiz bayrağımız da al-bayraktır. Ateşin rengi aldır. Alev sözcüğünün kökeni de al- olsa gerektir. Ateşin şeytanî boyutu nedeniyle “alaşağı etmek” diyoruz ki Erlik’in yeraltında ikamet ediyor olmasına göndermedir. Al-aşağı kızıl tamudur. Yeraltı, cehennemdir. Yerin dibine batasıca ilenmesi de buradan geliyor. Albastı Karısı muhtemelen ateşin kötülük boyutunun göstergesidir ve Albastı Karısı herhalde ateşin kızıdır. Albastı, loğusalardaki ateşli hastalık, hummadır. Al basmak tabii ki ateş basmaktır, ateşlenmektir. Türkçe Sözlük albastıyı doğum sırasında temizliğe dikkat edilmemesi sebebiyle ortaya çıkan ateşli hastalık şeklinde tanımlıyor. Şu halde ateş kirletir (veya kirlenmenin sonucudur). Ateş aynı zamanda arındırıcıdır. Ateş temizler ve olgunlaştırır. Çiğ idik piştik diyoruz.

Damarlarımızdaki kanın (hayat sıvısının) rengi de aldır ki ölüm durumunda al kanlara boyandık/bulandık diyoruz. Kimi toplumlarda ateşin külleri toprağa serpiliyor. Bereket için saçılıyor. Küller tohumlara ve toprağa canlılık veriyor. İnanç böyledir. Nitekim küllerinden doğmak diyoruz. Türkçemizdeki alaza sözcüğü şu anlamdadır: Dökülen tohumlarla ertesi yıl kendiliğinden biten tahıl. Alaza’nın kökünün al olması tesadüfî değildir. Kaldı ki alaz sözcüğü alev, yalaz anlamındadır. Yalaz ile yalaza sözcüklerinin başındaki y düşmüş de olsa türemiş de olsa vaziyet değişmeyecektir. Tabii ki yal- kökünü de ayrıca irdelemek gerekiyor. Yalabık kelimesi parlak, ışıltılı, alevin oynayarak parıldaması, şimşek ve kaypak gibi anlamları taşımaktadır. Kaypaklar yalan söylerler. Yalancılık kötüdür. Aldanmak ve aldatmak eylemlerinin kökünün al- olması mânidardır. Ve zaten yalan sözcüğünün kökü de her nedense yal-dır. Yalaz ve yalazanın kökü de yal-dır. Hangisi daha eskidir, al- mı yoksa yal- mı bunu uzmanlarına bırakalım.

Od, odun, otağ ve benzeri sözcüklerin hep ateş kültüyle irtibatlı bulundukları apaçık meydandadır. Otağ aslında “sıcak barınak” olması itibarıyla ocaktır. Muhakkak ki otak ile ocak ses değişimine uğramış tek kelimedir. Ozan ile oyun sözcüklerinin tasavvur ve işlev birlikteliğinden yola çıkarak od ve hatta yal köklerine, oradan da yalan sözcüğüne ulaşabiliriz. Çünkü hayat bir oyundur ve yalan dünyada yaşıyoruz. Ateşle oyun olmaz sözü çok eski zamanların kodlarını barındırıyor gibidir. Ateş parçası dediğimizde canlılığı ve hareketliliği tanımlamış oluyoruz. Ateş, tıpkı su gibi, hayattır. Kadim zamanları hayalimizde bir canlandırmayı deneyelim. Yiyeceklerin pişmediği çiğ zamanlarda, gündüzlerin ve gecelerin buz kesen soğuklarında ocaksız ve alevsiz nasıl yaşıyorlardı? İnsan mı ateşi denetimi altına aldı yoksa ateş mi kültürü doğurup besledi? Herhalde çift yönlü düşünmemiz gerekiyor. Gaston Bachelard, insan zihninin derinliğine düşündüğü ilk nesne ateştir diyor. İlkel durumdaki insan diyor Bachelard, ateş önünde derin düşüncelere dalarak tekâmül etmiştir. Ateş, kültürün merkezindedir. Evin (otağın) kutlu köşesi ocaktır. İnsanoğlu ateşin etrafında toplanır, ısınır, barınır, beslenir, ateşin çevresinde kendisine ve düşüncesine zaman ayırır. Ateşlenmek hastalanmaktır ve ateş kesilmekse dirilmektir. Ateşin çevresinde tören yapılır, masal anlatılır, birikim olarak bilgi ve deneyim ateş etrafında yeni kuşaklara aktarılır. Ateş yakıcılığı itibarıyla korkutucudur. Korkut Ata’nın adı bize bir şeyler fısıldıyor. İyi niyet göstergesi olarak “ocağın sönmesin” diyoruz. Beddua ettiğimizde ise “ateşlere gelesin, ateşlerde yanasın” diyoruz. Şu halde ateş hem ölümün hem dirimin kaynağıdır. Ateşten gömlek giymekse bir sınavdan geçmektir.

Ateşi ateşle söndürmek, bir üzüntüyü bir başka üzüntüyle bastırmaktır ki burada ateşin hafifletici, teselli edici boyutunu buluyoruz. Fakat bir de ateş püskürmek vardır ki burada da ateşin öfke boyutu karşımıza çıkıyor. Aynı zamanda ateş aşktır, ateş bacayı sarar. Ateşin erotik boyutu apaçıktır. Baca muhakkak ki kadının ve erkeğin cinsel organıdır. Albastı Karısı bu delikten girip çıkarak loğusa kadına musallat olur. Ateş almak veya ateşlenmek mecazen tahrik olmak demektir zaten. Türkçemizdeki bir deyim “al giymedim ki alınayım” biçimindedir. Suçum yok ki niye üstüme alınayım anlamındaki bu deyimin ateşle ilintisi bulunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ateşten gömlek giyinmeyi tekrar anımsayalım. Türklerde evlenecek kızların al gelinlik giymeleri de boşuna değildir. Hindistan’dan dünyaya yayılmış olsa bile kına yakmak eylemi açıkça görüldüğü üzere yakmaktır. Kınanın kendi rengi değil ama yakılmış halinin rengi ateşin rengidir. Bir de düğünlerde güveyin ya da gelinin boynuna atılan mendilimsi bez vardır. Bu bez kırmızıdır. Bezin adı da al’dır. Mehmet Özbek Türkülerin Dili’nde şu anonim örneği veriyor:

 

Kınalayın hanım kızın başını

Al verin eline sile yaşını

 

Al aynı zamanda hile, yalan, dolan demektir. Yukarıda buna değinmiştik ve dünya hayatı bir oyundur demiştik. Güveyi ile gelin evlendiklerinde biraz da aldanmış (yeni bir yuva kurarak dünya meşgalesine bir başka ciddiyetle atılmış) oluyorlar. Dünya meşgalesine atılmak bir oyuna katılmaktır. Kaldı ki ateşin çevresinde de oynuyoruz. Şamanik ritüeller ve günümüzün eğlence amaçlı halk oyunları hep ateş kültünün unsurlarıdır. Sağladığı ısıyla tedavi edici (dirim) boyutu da bulunan od (ateş) sözcüğü otacı sözünü de doğurmuş olsa gerektir. Ocak sözcüğü yurt, yuva, ev, aile, sülâle ve soy anlamlarını da taşıyor. Ocak vatandır, ocak soy soptur, şu halde ocak toplumdur, halktır, millettir. Ocağına su koymak deyimi (ocağı söndürmek), ocağına incir ağacı dikmek, bunlar hep bozgunculuktur. Türklerde her şey ocaktır. Baba ocağı, asker ocağı, Kızılbaş Türklerdeki ocaklar ki başlık bile ateş rengidir, sağlık ocağı ve hatta çay ocağı. Ocak söndürmek yuvayı dağıtmakken, ocak yakmaksa soyu sopu sürdürmektir. Ocak, erenler makamı olarak da kutsal mekândır.

Ateşin canlandırıcılığı, sağaltıcılığı ve gayrete getiriciliği kişinin uykudan uyanmasıdır. Bu uyku yorgunluk uykusu da olabilir, ölümcül uyku (sayrılık uykusu) da olabilir. Divânü Lugâti’t-Türk’te şu örneği görüyoruz: “Ol meni odgurdı.” Odgurdı uyandırdı demektir: O beni uyandırdı. Görüldüğü üzere uyanmanın kökünde de “od” yani ateş var. Türkçemizdeki d/y ses değişimi uyarınca uyumak ve uyanmak fiillerinin kökündeki “uy” ile “od” arasında bağlantı kurabiliyoruz. Uyanmanın bir söylenişi de oyanmaktır ki buradan odun ve oyun’a varıyoruz. Yaşamak oyundur. Uyku küçük ölüm olsa bile uykuda görülen düşler oyun içinde oyundur. Kaşgarlı Mahmud “odug” uyanıklıktır diyor ve “anlayışlı kişi” anlamı bulunduğunu da ekliyor. Odugluq sözcüğüyse bilinçliliktir diyor. Nitekim kültürü (ve bilgiyi) doğuran ateştir demiştik. Sergen Çirkin’in Güney Sibirya Arkeolojisi kitabında belirttiği üzere, insan, et yemeye başlayınca ateşe ihtiyaç duymuştur. Ateşin gökten gönderildiğine yönelik inanç nedeniyle kutsaldır ve ateş arındırıcıdır, ateşi kirletmekse uğursuzluktur. Herkes bilir ki annelerimiz eskiden ateşin külleriyle temizlik yapıyorlardı.

Ateş bahsini keyfe keder dilediğimizce uzatabiliriz. Bu yazımızda bu kadarıyla yetinelim.

 

Metin Savaş