Sosyoloji

Kültürel Animasyon (Prof. Dr. Öcal Oğuz)

Sanayileşme döneminde kurulan yeni kentin sakinleri, yaz aylarının bir bölümünü genel olarak deniz kıyısında ve “güneş-kum-deniz” turizmi kapsamında geçiriyor.

Eski kentte ve köyde bu türden bir tatil kavramı yoktu, buna bağlı olarak denizi olmayan yerlerden deniz kıyılarına düzenli bir tatil turizmi anlayışı ve sektörü de gelişmemişti.

1960’lı, 70’li yıllarda, ortanın üstünde geliri olanlar, deniz kıyılarında kooperatifler aracılığıyla kurulan ve çoğu “site” olarak adlandırılan tatil köylerindeki yazlıklarına giderlerdi. Onlara halk arasında “yazlıkçı” denirdi. Bu yazlıklar, “villa” tipinde inşa edilir, mümkün olduğunca çevre dostu olmalarına dikkat edilirdi.

Toplumun “ortadirek” tabir edilen kesimi ve memurlar ise, adına daha çok “eğitim merkezi” denilen ama deniz kıyısında “misafirhane” veya “tatil köyü” olarak işletilen yerlerde 10-15 günlük sürelerle tatil yaparlardı. Böyle bir imkân ve yerleri olmayanlar da “çadır kamp” denilen mekânlarda tatillerini geçirirlerdi.

Pek çok düşük gelirli ve asgari ücretli ise, ya deniz kıyısında yaşayan akraba veya arkadaşlarına misafir olur ve böylece birkaç gün tatil yapar ya da hayatlarında bir kere bile denizi görmeden ömürlerini tamamlamış olabilirlerdi.

Son yıllarda orta gelir gruplarına sahil şehirlerinde çok katlı binalar zincirinden oluşan “rezidans” larda tatil seçeneği sunulmaya başlandı. Buna göre deniz kıyılarındaki bu binalardan birinden “daire” satın alınır ve tatil süreleri buralarda geçirilir oldu.

Ancak çoğu bireysel ve birlikte vakit geçirme ve sosyalleşme alanları sınırlı olan bu ve benzeri tatil seçeneklerini geride bırakarak öne çıkan yeni tatil mekânı ise, deniz kıyılarını dolduran çok katlı oteller oldu. Büyük çoğunluğu beş yıldızlı ve “her şey dâhil” konseptinde hizmet veren bu otellerde yüzlerce, binlerce kişiyi bir arada tutmaya ve eğlendirmeye yönelik olarak “animsyon” adı altında bir takım kültürel veya sportif etkinlikler yapılması zorunluluğu ortaya çıktı.

Türk turizm sektörüne yirminci yüzyılın son dönemecinde giren ve otel dışı tatil konseptlerinde bulunmayan bu terimden ve yaratabileceği fırsatlardan şu güne kadar yeterince veya toplumun pek çok kesimine fayda sağlayacak bir farkındalık yaratacak tarzda yararlanıldığı söylenemez.

Çok dilli, çok kültürlü, farklı yaş ve cinsiyet gruplarını gözeten, onları bir arada tutarak veya zevk ve tercihlerine göre gruplara ayırarak eğlence taleplerini Türk kültüründen yararlanılarak tasarlanan animasyonlarla profesyonelce karşılamaya yönelik alt yapı oluşturulamadı ve ölçütler getirilemedi.

Turistin aşırı merakı, talebi ve zorlamasıyla “nargile”, “deve”, “fes”, “dansöz”, “gözleme”, “ayran” ve “Türk gecesi” gibi tasarımdan ve profesyonel canlandırmadan uzak birkaç imge belki kendine bir biçimde otellerde yer buldu ama geri kalan pek çok tasarlanabilir, canlandırılabilir, uyarlanabilir Türk kültür unsuru kimsenin aklına gelmedi.

Lüks otellerin çoğunda “animatör” olarak görev alan kişiler yabancılardan seçiliyor ve onlar da daha çok “kültür-fizik” denilen beden hareketlerine dayalı animasyonlar yapıyor. Hatta öyle ki, bu otellere hangi ülke vatandaşları yoğun olarak geliyorsa, dil ve anlaşma kolaylığı da dikkate alınarak animatörler de o ülkeden veya o kültürden seçiliyor.

Oysa devletin ilgili ve yetkili kurumları ile otel işletmeleri, bu kadar farklı dil ve kültürden insanın bir araya gelebildiği bu yerlerde animasyon adı altındaki topluca yapılan etkinlikleri, Türk eğlence sektörünün canlanması ve Türk kültürünün tanıtılması gibi amaçlara yönelik olarak daha iyi planlayabilirdi.

Türk eğlence hayatının çocuk oyunları, Karagöz ve Kukla gibi halk tiyatrosu, Sinsin gibi köy seyirlik oyunları, sıra geceleri, oda geleneği, barana veya yaran sohbetleri gibi toplantılarda icra edilen ve sayıları yüzleri, hatta binleri bulan eğlence biçimi, tatil turizmine uyarlanabilirdi. Bunun için adına “Kültürel Animasyon Tasarımcılığı” denilen bir mesleki alan yaratılabilir ve büyük otellerin bu diploma veya sertifikaya sahip uzman kişilerden en az birini istihdam etmesi sağlanabilirdi. Onlar da mesleki başarılarına ve tasarım yapmadaki yeteneklerine göre, otellerde yeni ve ilgi çekici oyun ve eğlenceler tasarlayabilirlerdi.

Beğenilen tasarımlar diğer oteller tarafından da benimsenir ve taklit edilirse bu tasarımları uygulayabilen yerli animatörler aranılır ve istihdam edilebilir elemanlara dönüşebilirdi. Diğer yandan bu tasarımların, okçuluk, çelik çomak, çember, ipli veya vurmalı topaç, beştaş, kale oyunu gibi aletli olan yüzlercesi, bu oyunlara yönelik alet tasarım ve imalat sektörünü canlandırabilirdi.

Yunan Gölge Oyunu “Karagözis”in dünyadaki tanınırlığında ve olimpiyatların sembolü oluşunda otellerdeki animasyonlarda Karagözis ustalarına yer verilmesinin hatırı sayılır bir payının olduğunu unutmamak gerekir.

Türkiye’de yeni kent nasıl ki “geleneksel bilgi sistemi” dediğimiz ve binlerce yılda oluşmuş deneyim ve birikimi önemsemedi, ondan yeterince yararlanamadı ve “modernleşme” sürecinde elinin tersiyle itip unuttu ise, yeni tatil mekânı olan oteller de animasyon programlarında aynı çizgide yürüdü.

Yazar: Öcal Oğuz