Arkeoloji ARKEOLOJİ & TARİH Tarih

Antik Çağ Ankara Tarihi

Antik çağ tarihçiliği şüphesiz ülkemizin geçmişini anlamak için çok önemli bir yer tutmaktadır. Tarihin her diliminde yerleşim izlerine rastlanan Ankara’nın hem antik çağ hem de ondan önceki yazılı olmayan tarihi hakkında yazmak için bizim için önemlidir.

Günümüz koşullarında pek üzerine düşülmeyen konulardan biri olan antik çağ Ankara tarihi ve ilk yerleşim izlerinin bildirilmesi Ankara’nın tüm tarihini anlamamız için önemlidir. Bu makale Ankara’da antik çağın genel hatlarını göstermeye yönelik hazırlanmış bir çalışmadır.

Tarihi çağlar, tarih yazıcıları tarafından belirlenir. Ancak bu tarihlendirmeler genellikle tarihçilerin belirlemeye çalıştığı zaman dilimleridir. Örneğin, Aydınlama Çağı’nın 18. yüzyılda başladığı kabul edilmektedir; çünkü, bu dönem içerisindeki neredeyse tüm bilimsel olaylar aydınlanmaya neden olacak olayların yaşandığı zaman diliminde gerçekleşmiştir. Her ne kadar bu tarz çağ isimlendirmeleri tarihçilerin işini kolaylaştırsa da o dönem içerisinde gerçekleşen olaylar her coğrafyada aynı şekilde gerçekleşmemiş olabilir, aynı şey Antik Çağ için de geçerlidir. Bu çalışmam da Ankara’nın Antik Çağ tarihinden bahsedeceğim.

Kısaca bahsetmemiz gerekirse; Ankara’nın tarih öncesinde kadar dayanmakta olan bir geçmişi vardır. İlk çağlardan beri Anadolu’nun en eski kentlerinden birisidir. Yaklaşık 3000 yıllık uzun bir geçmişi vardır.

Ankara günümüz koşullarında “Türkiye’nin Kalbi” olarak isimlendirilmiştir. Şüphesiz bu isimlendirme gerçekten de doğrudur. Ankara, coğrafi olarak İç Anadolu’nun kuzeybatısında Ankara Çayı’nın geçtiği ovanın doğusunda yer alır; Ankara’nın verimli Çubuk Ovası’nın güneyinde, su ihtiyacını temin edebileceği Hatip Çayı’nın (Bent Deresi) kenarında, savunmaya son derece uygun sarp kayalık bir tepenin eteklerinde ve İlk Çağ’ın en önemli yolları üzerinde bulunması, Anadolu’nun en eski şehirlerinden birisi olduğu izlenimini bırakmaktadır

Ankara’nın coğrafi konumunu anlamak şüphesiz tarihini de anlamak için çok gereklidir. Ankara hemen hemen neredeyse Türkiye’nin ve Anadolu’nun ortasında bulunmaktadır. Bu yüzden adeta doğal bir köprü görevi görmüştür. Bulunduğu konumdan dolayı tarih boyunca pek çok savaş, sefer, ticari yol ve merkezi kuvvetlerin konuşlandırılması görevini üstlenmiştir.

Coğrafyanın yanı sıra kentin etimolojisinden bahsetmemiz oldukça önemli olacaktır. Ankara’nın sözcük olarak kökenine baktığımız pek çok farklı kaynağın pek çok farklı yorumda bulunduğunu görmekteyiz. Hemen herkes tarafından kabul edilen köken teorisine göre Ankara’nın Latince kökenli bir sözcük olan “ancora” yani “gemi çapası” anlamına gelen sözcükten türediği varsayılır. Peki bu teori ne kadar doğrudur? Ankara gibi denize kıyısı olmayan bir şehre “ancora” ismi verilmesi, itiraf etmek gerekirse ilginçtir. Herkesin kabul ettiği “ancora” tezinin kökenli Stephanos Byzantinos’a dayanmaktadır; o ise Ankara’nın tarihi hakkında yazdığı efsaneyi Ethnica isimli kitabının içerisinde Afrodisiaslı Apollonius’a atfetmektedir. Bu hikaye Stephanos Byzantinos’un kitabında şöyle geçer:

“Ankara; Galatyanın bir şehridir. Ankara her ikisine (Galatya ve Frigya’ya) ait olduğundan olacak ki, bazıları onu (Ankara’yı) Frigya’nın bir şehri olarak nitelemektedir. Zira o (Ankara) Galatlar’ın, Büyük Frigya sınırında bulunan bir şehirdir. Strabon’un on ikinci kitabında bildirdiğine göre, Keltler memleketinden bu bölgelere gelen Galatlat üç kabileye ayrıldıkları gibi, aynı suretle memleketi de üç parçaya böldüler. Fakat Apollonius yazmış olduğu Karya tarihinin on yedinci bölümünde, Galatlar’ın hemen gelir gelmez Mithridatis ve Ariobarzanes ile birlikte Ptolemaios’un göndermiş olduğu Mısırlılar’a karşı savaşıp, onları denize kadar sürerek gemilerin çapalarını ele geçirmiş olduklarını bildirmektedir. Zafer mükafatı olarak, bir şehir kurmak ve gemi çapasına izafeten bu şehir adlandırmak için kendilerine arazi verilmiştir. Onlar (Galatlar) üç şehir kurmuşlardır: savaşta yağmalanan gemi çapasına (anküra) izafeten adlandırdıkları Anküra (Ankara), ikincisi kumandanlarına izafe olarak Pessinus ismini taşımakta ve diğer bir kumandan ismini alan üçüncü şehir Tavia’dır. Ankara sakinlerine Anküranos denilmektedir.”

Buradan anlatılanlara göre Ankara’nın isminin gemi çapasından geldiği rivayet edilemektedir. Peki bu teorinin hakikati nedir? Öncelikle dikkate almamız gereken noktalardan birisi, tarih boyunca “Ankara” ismini taşıyan diğer şehirlerinden de olmasıdır. Şüphesiz eğer ki “gemi çapası” ile ilişkilendirildiyse o zaman deniz kenarında kurulan başka şehirlerinde “Ankara” ismini taşıyor olması şaşılacak şey değildir. Ayrıca dikkat edilmesi gerek noktalardan birisi de Helenistik Dönem tarihçilerinin bizlere ne derece objektif bilgiler verebileceğidir. Stephanos Byzantinos’un atıfta bulunduğu Apollonius isimli tarihçi aslen Mısır asıllıdır. Bu yüzden kendi tarihinde saptırma bilgiler verebileceği halde Mısırlılar’ın Galatlar’a yenildiği yazmıştır. Her halükarda Helenistik Dönem de yazılan her şeye inanmak pek doğru değildir, verilen bilgilerin etraflıca tetkik edilmesi önemlidir.

Bunun en bilinen örneği Herodot’un “Tarih”  isimli kitabında yazdıklarıdır. Her ne kadar tarih yazıcılığında önemli bir isim olsa da hemen hemen duyduğu her şeyi kaydetmiştir ve bunların geneli doğruluğa dayanmayan bilgilerdir. Her şeye rağmen Cicero ona “tarihin babası” ünvanını vermiştir.

Büyük İskender’in Anadolu’ya yaptığı sefer sayesinde, Ankara’nın aslında “gemi çapası” anlamına gelen Latince “ancyra” sözcüğünden gelmediğini öğreniyoruz, çünkü Büyük İskender tarihçileri olan Kunitus Kurtiyus ve Flavius Arrianus Ankara hakkında aynen şunu demektedirler:

“Iamque ad urbem Ancyram ventum erat: ubi numero copiarum inito Paphlagoniam intrat.”

“Henüz Ankara şehrine ulaşmıştı ki, orada kıtaların sayısı tespit olundu. Ondan sonra Paflagonya dahiline doğru harekete geçti.”

Bu verilen tarihi bilgi şehrin isim tarihi hakkında çok önemlidir, Kunitus Kurtiyus ve Flavius Arrianus’un verdikleri bu malumat, Büyük İskender ordusunun resmi kayıtlarına dayanmaktadır. Şu halde Büyük İskender’in Ankara’dan geçtiği M.Ö. 333 tarihinde Ankara’nın “Anküre” ismiyle anılan bir şehir olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Buna göre Galatlar’ın Anadolu’ya geçiş tarihleri olan M.Ö. 278 yılından 55 sene önce, bir Küçük Asya şehri olan Ankara mevcuttur. Bundan dolayı, Galatlar’ın Ankara’yı kurmuş olmaları, dolayısıyla “gemi çapası” olarak adlandırmaları mümkün değildir.

Peki eğer Ankara’nın ismi çapa ile bağlantılı değilse ve Galatlar’ın şehri kurduğuna dair olan tez çürüdüyse işin gerçeği nedir? Galatlar, elbette Ankara’da yaşamışlardır ancak, burayı onların kurduğunu söylemek pek gerçekçi değildir. Ankara’nın isminin Frigceden geldiği kuvvetle muhtemeldir. Konu hakkındaki teoriler şunlardan bahseder:

  • “Ank” sözcüğü Frigce “çengel, kıvrıntı” anlamına gelir ve buradan türemiştir.
  • Antik Yunanca bir sözcük olan “ankos (ἄγκος)” kayalık vadi, darboğaz” anlamında gelir ve burdan türemiştir.
  • Hititçe bir sözcük olan Ankuwa olduğunu söylenmektedir, lakin Hititler neredeyse bilinen kaynakların hiçbirinde Ankara’yı referans göstermemiştir; Ankuwa olarak söz edilen yerin Ankara olmadığı herkes tarafından kabul edilmiştir. Ankuwa isimden kasıt büyük ihtimalle Alişar Höyüğü olduğunu sanılmaktadır. Bu iddianın temeli Berlin Üniversitesi profesörlerinden biri olan Asurolog ve Hititolog Emil Forrer (1894-1986), Hitit metinlerinde geçen “Ankuwa” isminin Ankara ismiyle benzerliğinden dolayı ortaya böyle bir iddia atmıştır. Bu iddiasını ise Reallexikon der Assyriologie kitabında belirtmiştir.
  • Her ne kadar Galatlar’ın gemi çapası tezi doğru olmasa da; diğer bir teori Ankara’nın eski zamanlarda Frigya kralı Gordios’un oğlu Midas tarafından kurulmuş olup, gemi çapasının (anküra) da Midas tarafından icat etmiş olduğu ve bundan dolayı Pausanias’ın kendine zamanına kadar bu gemi çapasının Ankara’daki Zeus Mabedi’nde bulunmasıyla beraber böyle bir simgeleştirilmesi mümkün olabilir.

Görüldüğü üzere, Ankara’nın etimolojisi hakkında kesin bir fikir birliği yoktur; lakin, Ankara’ya atfedilen sikkelere baktığımız zaman çapa simgesinin çok defa kullanıldığı gözükmektedir. Özellikle Roma döneminde basılan sikkelerde Ankara ve çapa birlikte kullanılmıştır.

Ankara’nın ilkçağ tarihinden bahsedeceksek, tarih öncesi çağlarından da bahsetmemiz gerekmektedir; yani yazılı olmayan tarih bizi Ankara hakkında nasıl bilgiler vermektedir? Anadolu’da insan karakterli ilk fosil primat kalıntıları paleontolog Fikret Ozansoy tarafından bulunmuş ve Ankara Pithecus Metai Ozansoy adı verilmiştir. Bununla beraber, Köserelik’te bulunan Ammonit fosili, Beşkonak’ta bulunan balık fosili ve Güvenç’te bulunan midye ve deniz yıldızı fosilleri bize Ankara’nın ve çevresinin uzun yıllar boyunca deniz çevresinde olduğunu göstermektedir.

Neolitik Devrim ya da Tarım Devrimi ile beraber özellikle Bereketli Hilal çevresinde bulunan insan toplulukları avcı toplayıcı yaşamlarını büyük ölçüde değiştirecek bir olaya tanıklık etmişlerdir. Bu devrim ile beraber insanlar tarım yapmaya başlamış, büyük oranda yerleşik hayata geçmiş ve büyük şehirler kurmaya başlamıştır. Yapılan çoğu arkeolojik ve arkeogenetik araştırma zaman içerisinde bu zirai devrimin Anadolu’ya, ordan da Avrupa’ya geçtiğini kanıtlamaktadır.

 

Neolitik çiftçilerin izlediği göç rotası.

Ankara’da yapılan kazılar sonucunda uygarlıklar öncesinde buraya yerleşmiş olan insanlar hakkında bilgi sahibi olmamız mümkündür. Kaba Taş Devri’ne ait eserler Gavurkale, Ergazi, Lodumlu ve Maltepe, Solfasol, Eti Yokuşu, Bağlum, Güdül ve Tuz Gölü’nde bulunmuştur. Orta Taş Çağı’na ait eserler Macunköy’de bulunmuştur. Ankara Kalesi’nde yapılan bir kazıda Neolitik Çağ’a ait bir taş balta parçası bulunmuştur. Bakır ve Tunç Çağı’na ait buluntular ise Karayavşan, Bitik, Karahöyük, Karaoğlan, Ahlatlıbel ve Koçumbeli’nde bulunmuştur. Ankara’ya ilk merkezi yerleşimin Ankara Kalesi ve çevresinde olduğu düşünülmektedir; yapılan kazılarla beraber bu tez güç kazanmıştır.

Ankara’da Tarih Öncesi Çağ’dan Tunç Çağı’na kadar yapılan kazılarda pek çok insan katkıda bulunmuştur: Reginald Campbell Thompson, Kurt Bittel, Remzi Oğuz Arık, Nurettin Can Gülekli ve Sachihiro Omura akla ilk gelenlerdendir.

Neolitik Çağ’da izlenilen rotaya bakıldığında Ankara’nın da bu göç rotasında olduğunu görmek mümkündür.

Bununla beraber Ankara’da eski yerleşimler arasında Beştepeler Tümülüsü ve Yumurtatepe Tümülüsü de yer alır.

Son olarak bahsetmemiz gereken yerler arasında, Kalecik bulunur. Yüksekçe bir tepe üzerine kurulmuş olan bu yerleşimin Erken Bakır Çağı’na kadar tarihlendirilmesi mümkündür, sonrasında Romalılar tarafından kullanılmış ve bir kale inşa edilmiştir.

 

Ankara ve civarının Taş Devri buluntuları.

Hititçe metinler incelendiği zaman Hititler’in direkt olarak Ankara’dan bahsetmediğini görürüz. Lakin yapılan arkeolojik kazılar ve tarihçilerin bize bildirdikleri üzerine onların Ankara’da yaşadığına dair kantılarımız vardır.

William Mitchell Ramsay’ın “eski zamanların kokusunu taşıyor” dediği “Ankyra” adını Hititçe tabletlerde araştırmış ve o da aynı Emil Forrer gibi Hitit metinlerinde geçen “Ankuwa” isimli yerin Ankara olduğunu düşünmüştür. Önceden de belirttiğim gibi bu tezin doğru olmadığı artık kabul edilmiştir.

Hititlerde aynı ondan sonraki gelecek uygarlıklar gibi Ankara’yı bulunduğu coğrafi konumundan yararlanarak burayı adeta bir askeri merkez olarak kullanmıştır. Aynı taktiği Roma İmparatorluğu da kullanmıştır. Hititler’e ilişkin kalıntılardan Bitik Vazosu’dur. Bunun dışında Asarcık Höyük, Kara Höyük, Hacılar Höyük, Kül Höyük, Etimesgut, Sincan ve Karadana’da Hitit kalıntıları bulunmuştur.

 

Kazan’da bulunan Erken Hitit Dönemine ait “Bitik Vazosu”

 

Frigler Ankara için çok önemli bir yer tutmaktadır. Ankara’nın ismine atfedilen etimolojik teorilerin çoğunluğu Frigcedir ya da Frig mitlerine dayanmaktadır. Hititler’in sona ermesiyle birlikte bölgeye Frigler hakim olmuştur. Ankara’nın ciddi bir şehir olarak kurulması yine Frig dönemine rastlar.   

Yapılan arkeolojik kazıların neticesinde Frigler’in Karahisargölcük, Yukarıyurtçu, Augustus Tapınağı, Ankara Kalesi, Atatürk Orman Çiftliği, Kalaba, Bahçelievler, Gölbaşı ve Etimesgut’ta Frigler’in yerleşime dair kalıntılar bulunmuştur.

Her ne kadar Romalılar ile bağdaşmış bir yapı olsa da Augustus Tapınağı’nın aslen Frigler tarafından kurulmuş olduğu keşfedilmiştir. Romalılar ise bunu yıkmak yerine tapınağı bir nevi “tanrı kral” seviyesinde görülen Augustus’a adamıştır.

Günümüzde Polatlı’da yer alan Gordion, Frigler’in başkenti olmuştur. Gordion ismi etimolojik olarak Kral Midas’ın babası olan Kral Gordios’tan gelmektedir.

Frig mitlerine göre Ankara’nın kurucusunun Midas olduğu kabul edilir.

Polatlı içerisinde yer alan Gordion etrafındaki geniş alanda tümülüs adı verilen birçok toprak yığma anıt mezar vardır. Burada Frig kral ve soylularının değerli eşyaları bulunmaktadır.

Her ne kadar Midas’a ait olduğu düşünülse de daha sonra son yapılan çalışmalarla aslında babası Gordios’a ait olduğu üzerinde durulmaktadır.

 

Gordion anıt mezarına bir örnek.

 

Ankara’da Frig hakimiyeti Kafkasya ya da İran bölgesinden geldiği rivayet edilen Kimmerler tarafından bitirilmitşir. Frigler’in bölgesel hakimiyetini bitirmek bilinseler de Ankara tarihi hakkında yazılan eserlerde kendilerinden pek söz edilmez, bunun kısa süren bir hakimiyet sebebiyle olduğu da dikkate almamız gerekir. Yaklaşık bir yıl süren (M.Ö. 695-696) Kimmer hakimiyeti sona erince bölgeye önemli boyutta ticari zenginliği getirecek olan Lidyalılar hakimiyet kurmaya başlar.

Herkesin bildiği üzere Lidyalılar parayı icat etmiş olan kavimdir. Özellikle ticarete önem vermeleri dolayısıyla bu devirde Ankara bir ticaret merkezi haline gelmiştir. Ayrıca Kral Yolu’da Ankara’dan geçmektedir.

Ankara tarihi açısından önemli bir yere Kral Kroisos’un M.Ö. 547 yılında Büyük Kiros’a yenilmesiyle beraber Ankara Pers boyundurluğuna girmiştir. Pers yönetiminde dahi Ankara ticari bir merkez olma özelliğini kaybetmemiştir. Ankara bu dönem içerisinde Ahamenişler’in Daskyleion Satraplığı’nda bulunmaktadır.

Her ne kadar Büyük İskender’in doğu seferi ile birlikte Ahamenişler’in Ankara’da hakimiyeti sona erdiyse de; alanyazında Ahamenişler’in Ankara’da olan 200 senelik hakimiyetinden fazla söz edilmemektedir.

Antik Makedonya Krallığı’ndan 2. Filip’in oğlu Büyük İskender’in (3. İskender) doğu seferi sırasında Ankara’ya geldiği ve burada konakladığı bilinmektedir. Zaten Ankara tarihi boyunca hemen hemen her uygarlık tarafından gerek ticari gerekse askeri merkez olarak kullanılmıştı, şüphesiz yolu doğu seferine devam edecek olan İskender’e göre Ankara önemli bir bölgeydi. Gordion’a yolu düşen İskender, Flavius Arrianus’a göre Gordion Düğümü’nü çözmüştür.

İngilizce bir tabir olan “to cut the Gordian knot” aslında “bir problemi ustalıkla çözmek” anlamına gelir ve bir deyim olarak kullanılır.

İskender Kral Yolu’nu Tuz Gölü’nün güney tarafına çekmiş ve böylelikle Ankara’nın ticari bir merkez olma niteliğini kaybetmesine yol açmıştır.

İskender’in erken ölümü neticesinde halefleri tarafından İskender İmparatorluğu’nu parçalara bölünmüştü, böylelikle Ankara da Antigonos Monophtalmos’un boyundurluğuna girmişti. Ankara İpsos Savaşı ile birlikte Lisimahos’u yenen 1. Seleukos’un eline geçer. Ankyra Savaşı ile ise II. Seleukos ve kardeşi Antiohos İeraks gerçekleşir.

Diadohlar’ın (yani Büyük İskender sonrası kurulan imparatorlukları yönetenler, bir nevi Büyük İskender’in halefleri) bir kolu olan Seleukos İmparatorluğu o dönem Korupedyon Savaşı’nda Galatlar’dan kendilerine yardım etmelerini istemişlerdir.

Galatlar, Kelt kökenli bir kavimdir. Anadolu’ya üç kol halinde gelmişlerdir: Tolistoboglar, Trokmeler ve Tektosaglar.

 

Klasik Çağ boyunca Kelt kökenli kavimlerin işgal ettikleri yerlerin haritası.

Korupedyon Savaşı, Anadolu’ya Galatlar’ın göç edmesinde öncülük etmiştir. Bu kavmin Anadolu’ya gelmesiyle beraber boş kalan arazilere yerleşmiş, çeşitli yağma faaliyetlerine bulunmuş ve aslında Roma Dönemi’ne kadar sürecek olan bir huzursuzluk ortamı ortaya çıkmıştı.

Galatlar göçebe bir hayat şekline sahiptiler. O zaman zaten Roma gibi bir merkezi yönetime sahip olmayan Anadolu’da kendilerinin yağma yapmaya çok fazla fırsatı olmuştur. Romalılar’ın Anadolu’ya ve Ankara’yı yönetmeye başlamasıyla birlikte Galatlar bu tarz çapulculuk faaliyetlerini devam ettirmiştir.

O dönem Anadolu’da hakimiyet süren Pontos Krallığı ve Bitinya Krallığı gibi yönetimler savaşlarda bizzat Galatlar’ı kullanmışlardır.

Bergama Krallığı ile Bitinya Krallığı arasında olan bir savaşta Galatlar, Bitinyalılar’ın tarafını tutmuştur. Savaş sonunda yapılan barış antlaşmasıyla beraber Galatlar Bergama Krallığı’nın boyundurluğu altına girmiştir.

Roma bölgenin keşmekeş içindeki durumundan faydalanır. Bu savaşlarla geçen dönem arasında bölge Roma hakimiyetine girmeye başlamıştır. Bölgede bulunan diğer krallıklar ile ittifak olmak yerine Galatlar Roma ile birlikte olur ve böylelikle Roma’nın kalan diğer krallıkları bitirmesiyle birlikte öncelikle Anadolu ve daha sonra Ankara bir Roma vilayeti haline gelir.

Roma Dönemi’nde Ankara Galatya Eyaleti’ne bağlıdır. Şüphesiz Ankara’ya en fazla etkide bulunmuş olan kişi ise İmparator Augustus olur. M.Ö. 25 yılında yapılan ilhak ile Galatya, Roma’nın eyaleti haline gelir. Bu arada ortada ilginç bir durum vardır, Romalılar hemen ve doğrudan idareyi ellerine almayıp, bir müddet daha memleketi eski halinde Galat prensleri tarafından idare ettirmişler (bir nevi vasal); ancak dört sene sonra, tam anlamıyla Roma eyalet teşkılatı vücuda getirildikten sonra, bizzat idareye başlamışlar ve böylelikle M.Ö. 21 yılından itibaren Galatya için tam yeni bir dönem başlamıştır. Augustus, Ankara’ya “Sebastoi” (saygı değer) unvanını vermek istediyse de bu isimlendirme halk tarafından tutulmamıştır.

Bu dönem içerisinde Roma tarafından Ankara’ya pek çok yeni bina inşaa edilmiş ve Ankara yeni bir çehreye bürünmüştür. Şüphesiz bunlar arasında en iyi bilineni Augustus Tapınağı’dır. Aslında Frigler tarafından Men’e yapıldığı tahmin edilen bir tapınak daha sonrası bölgeye Augustus’un gelmesiyle birlikte bir tanrı kült merkezine dönüşmüştür. Augustus’un Ankara’ya gelmesini bildiren bir duvar yazısı da tapınağın duvarlarına yazılmıştır.

Gerek Galatlar’ın çapulculuk faaliyetleri, Anadolu krallıkları arasında geçen savaşlar dönem, ticari yolların işlevsiz hale gelmesi, Diadohlar’ın bölgeye hakim olmak için savaşları neticesinde Ankara oldukça değersiz bir konuma gelmiştir. Roma’nın bölgeye hakimiyetiyle birlikte şehir yeniden kendine gelmiştir.

Roma’nın eyalet sistemi içerisinde Ankara’da füle sistemi (İng. Phyle, Yun. Phulē) uygulanmıştır ve 12 bölgeye ayrılmıştır. Bilinen füleler şöyledir:

  • Maruragene
  • Pakalene
  • Menorizeytler
  • Hiyerem
  • Diyos-Trapezon
  • Sebaste
  • Zeus Taenos
  • Klavdiya Alenaya
  • Hiyera Bulaya
  • Nerva
  • Nea Olümpiyas
  • İsmi bilinmiyor.

Bu haliyle baktığımız zaman Roma’nın Ankara’da klasik sayabileceğimiz bir eyalet sistemini uyguladığı görülmektedir.

Peki ya Roma Dönemi’nde yapılan eserler ve bunların önemi nedir? Romalılar hemen hemen gittikleri her yerde hakimiyet kurmuş ve oranın şehir düzenini değiştirmiştir, aynı şey Ankara için de geçerlidir. Diğer tüm uygarlıklar gibi Roma da Ankara’yı askeri bir garnizon olarak kullanmıştır. Augustus sonrası gelen bazı diğer imparatorlar da Ankara’yı es geçmemiş ve ıslahı için önemli eserlerin inşa edilmesine öncülük etmişlerdir. Ankara’nın Çankırıkapı taraflarında bulunan Roma hamamı şüphesiz Ankara’ya verdikleri değerin bir örneğidir. Şehirlerde kurulan hamamlar, kült merkezleri, su kemerleri, tapınaklar şehrin hem değerli bir konuma gelmesini sağlamıştır hem de bizim için o şehrin dönemin ruhu içerisindeki konumunu anlamamıza fayda sağlar.

 

Roma Dönemi Anadolu ve çevresi.

 

Augustus Tapınağı

Bu tapınak aslen Anadolu tanrıları olan Men’e ya da Kibele’ye adandığı bilinmektedir ve Frigler döneminde yapılmıştır. Latince ismi “Monumentum Ancyranum” yani “Ankara Anıtı” olarak bilinir. Son Galat kralı olan Pylaemenes tarafından Roma İmparatoru Augustus ve tanrıça Roma’ya bağlılıklarının ifadesi olarak M.Ö. 25-20 yılları arsında yapıldığı bilinmektedir. Augustus, Roma İmparatorluğu’nda tapınılan tek imparatordu ve kendine özel bir kültü vardı.

Aynı zamanda Augustus’un yaptığı icraatler tapınak duvarına Latince ve Yunanca olarak yazılmıştır. Bizans döneminde yapılan eklemelerle beraber günümüze kadar ulaşmıştır. Plan olarak Artemis Tapınağı ile benzerlik taşır.

Bununla beraber yakınında Osmanlı döneminde yapılmış olan Hacı Bayram Camii bulunmaktadır.

 

Daniel Krencker ve Oscar Heck tarafından yapılan Augustus Tapınağı’nın rekonstrüksiyon çizimi.

Julianus Sütunu

Roma İmparatoru Julianus’un M.S. 362 yılında Ankara’ya gelişinin anısına bir kaide üzerinde 15 silindirik taşın üst üste oturturulmasıyla yapılmıştır. Halk arasında Saba Melikesi Belkıs’a ait olduğuna inanılarak Belkıs Minaresi de denir. Yüksekliği 14.5 metre olup üzerinde hiçbir yazıt yoktur.

Ankara Roma Hamamı

Özellikle Cumhuriyet Dönemi sonrası hız kazanan arkeoloji çalışmalarında Kurt Bittel, Knut Olof Dalman, Remiz Oğuz Arık, Necati Dolunay, Mahmud Akok ve Cevriye Artuk gibi pek çok insan kazılarda görev almıştır.

Yapılan kazılarda bulunan mermer el ve yılan parçaları burada eskiden bir Hygieia ya da Asklepios heykeli olabileceğini düşündürmüştür. Bununla birlikte bu kalıntılar aslında hamamın ilahlara itafen kurulmuş olduğunu da gösterebilir. Tarih Kurumu tarafından yapılan bir kazı tarafından ortaya çıkartılmış ve antik devrin en büyük hamamlarından birisi olduğu anlaşılmıştır. Aynı zamanda bu hamam hakkındaki bazı bilgilere yazılan kitabelerde rastlarız. Kazı sırasında bulunan İmparator Caracalla ve annesi Julia Domna’nın resimlerinin işlendiği sikkelerden yola çıkarak bu hamamın Caracalla döneminde M.Ö. 212 ila 217 yıllarında yapıldığı tahmin edilmektedir.

Hamamın bulunduğu mevkide aynı zamanda Frigler’e ait kalıntılar da bulunmuştur. 1933 ila 1944 yılları arasında yapılan kazılarla beraber hamama ait önemli kalıntılar ortaya çıkartılmıştır. Hamam alanı ana hatlarıyla kapalı hamam ve palaestra kısımlarından oluşur; bununla birlikte havuz ve banyo da mevcuttur. Ayrıca kazılarda elde edilen hamam planı bize bu tesisin nasıl bir yer olduğu hakkında daha sağlam bilgiler vermektedir. Bu tesis eğlenme, temizlenme, sağlık ve dinlenme gibi pek çok amaçla kullanılmıştır.

 

Ankara Roma Hamamı’ndaki Banyo Yeri, Mahmut Akok’un rekonstrüksiyon çizimi.

 

Ankara’nın ilkçağ tarihinden itibaren önemli bir yer tuttuğu anlaşılmaktadır. Yazılı olmayan tarih öncesine kadar gittiğimizde bile yerleşim izlerini görmemiz mümkündür; özellikle Cumhuriyet Dönemi sonrasında yapılan arkeolojik kazılar bize bunu sunmuştur.

Lakin burada üzerinde durmamız gereken noktalardan birisi Ahamenişler Dönemi Ankara’nın tarihi hakkında pek fazla bilgi sahibi olmamızdır. Ankara’nın antik çağına dair en geniş bilgiye ise Roma Dönemi’nde sahip oluyoruz.

Bunları göz önüne alarak bilinmeyen noktaların üzerinde durulması önerilmektedir.

 

Kaynakça

1) Sargun, H. (2004). Antik Ankara.

2) Erdem, S. (1991). Ankara. TDV İslam Ansiklopedisi.

3) Robinson, M. (2017). Why is Herodotus called “The Father of History”?. TED-Ed. https://www.youtube.com/watch?v=A542ixwyBhc

4) Erzen, A. (1946). İlkçağda Ankara.

5) Koban, E. (2004). Genetic Diversity of Native and Crossbreed Sheep Breeds in Anatolia.

6) Toros, N. K. (2018). Antik Ankara.

7) Oral, E. (2015). Hitit Çanak Çömleğinde Hayvan Tasvirleri.

8) Yardımcı, N., Sakarya, G. ve Ulukan, B. (2019). Antik Dünyanın Gizemli Yapıları: Tümülüsler. https://www.trthaber.com/haber/kultur-sanat/antik-dunyanin-gizemli-yapilari-tumulusler-426212.html

9) Durham, A. ve Goormachtigh, M. (2014). Was Galatian Really Celtic?

10) Krencker, D., Schede, M., Heck, O., Grégoire, H., & Wittek, P. (1936). Der Tempel in Ankara.

11) Akok, M. (1968). Ankara Şehrindeki Roma Hamamı.

 

Alperen Çiçekli

Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dilbilimi Bölümü

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...