Dil Tarih

1926 Bakü Türkiyat Kongresi’nin 1928 Türk Dil Devrimi’ne Etkisi

“1926 Bakü Türkiyat Kongresi’nin 1928 Türk Dil Devrimi’ne Etkisi” adlı makale Göçebe Dergisi‘nin 3. sayısında yayınlanmıştır.

Baturhan KAYA[1]*

Boğazlar üzerinde denetim kurma, Avrupalı güçlerin boğazları denetim altına almasını önleme, Balkan-Hıristiyan halklarının ulusal devlet kurma çabalarını destekleme ve bölgedeki siyasal etkisini arttırma, Rus politikasının, Avrupalıların “Doğu Sorunu” olarak adlandırdığı Osmanlı ile ilgili politikalarının nihai hedefi olmuştur.[2] Balkanlarda, bölgede yaşayan azınlıklara destek vererek ulusçuluk ile Osmanlı’yı hedef alan Rusya, Kafkasya’da 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda (93 Harbi), Kars, Ardahan, Doğubayazıt ve Batum gibi Osmanlı şehirlerini ele geçirmiştir ve 3 Mart 1878 Berlin Anlaşması’yla bunu resmiyete kavuşturmuştur.[3] Sömürgecilik yarışı, güç dengesi politikasının kaybolması, ulusçuluk gibi fikirlerin ortaya çıkardığı rekabet ve 28 Haziran 1914’de Avusturya-Macaristan Veliaht’ı Arşidük Franz Ferdinand ve eşinin öldürülmesiyle kıvılcımının ateşlendiği 1. Dünya Savaşı, Kafkas Cephesinde yeni bir Osmanlı-Rus Savaşı’nı da beraberinde getirecektir.

Yapılan savaşlar ve harekâtların ardından kesin bir sonuç alınamadan Rus Çarlığı içerisindeki Bolşeviklerin 1917 yılında, bir devrim[4] ile Çarlık yönetimini devirerek, Vladimir İlyiç Lenin önderliğinde, Marksist ve komünist bir yönetim kurulmuştur. Sovyetler Birliği adı verilen bu yeni devlet, Dünya Savaşı’ndan çekilerek kendi içişlerine yoğunlaşmıştır. Ancak ilerleyen yıllarda, on sekizinci yüzyıldan itibaren birtakım hanlıklara parçalanarak zayıflayan ve istilaya uğraması kolaylaştırılan Türkistan bölgesi[5], parça parça Sovyetler Birliği’nin egemenliği altına giriyordu.[6]

Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’nı kaybetmesinin ardından verilen Türk Bağımsızlık Savaşı, Batı emperyalizmine karşı bir savaş olarak yürütüldüğü yıllarda, tüm Asya halkları bu savaşı kendi savaşları gibi benimsemişlerdi.[7] Türkistan bölgesinde, aynı dönemde Sovyet baskısına karşı direniş olarak Basmacı Harekâtı[8] ortaya çıkmıştır. Yaklaşık olarak 12.000 kişiye ulaşabilen Basmacılar arasında İttihat Terakki’nin önde gelen isimlerinden Enver Paşa gibi kişiler de vardı.[9] Ancak Basmacı Harekâtı nihayetinde başarılı olamamıştır, Sovyet yönetimi Türkistan’a nüfuz etmiştir.

Osmanlı Devleti’nin yıkıntıları üzerinde kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin sonunu getiren Avrupa’nın Büyük Güçleri’nin karşısına yepyeni ve taze bir güç olarak çıkmış ve egemenliğinden hiçbir ödünde bulunmamıştır.[10] Yeni Türk Devletini kuran Mustafa Kemal Atatürk, Avrupalı devletlere, Osmanlı Devleti’ne karşı yönelik politikalarını belirlerken uyguladıkları ölçütleri, artık Türkiye Cumhuriyeti’ne uygulayamayacaklarını kesin ve açık bir dille belirtmişti. Mustafa Kemal Atatürk, II. Mahmut’tan beri Osmanlı’nın yıkılışına kadar başlayan, kültürel, bilimsel ve ekonomik bütün gelişmeleri tamamlayacaktı.

            Türk Dili ve Türkoloji

Yeryüzünün en eski dillerinden biri olan Türkçe; büyük bir milletin oluşumunda, bu büyük milletin bireylerince kurulan büyük devletlerin yönetiminde ana dil, konuşma dili, eğitim dili, bilim dili ya da resmî dil olarak yerini almış, binlerce kalıcı eserin yaratılmasını sağlamıştır. Türk dilinin tarihi devirlerini ortaya koymak, yazı dilinin gelişimini takip etmekle mümkün olmaktadır. Bu açıdan Türk Dili için bilinen ilk yazılı eserler olan Orhun Abideleri büyük önem taşımaktadır. Ancak ondan önceki dönemlerde bu büyüklükte ve nitelikte eserlerin yer almaması Türk Dili tarihine ilişkin yapılan tasniflerde Orhun Abidelerinin yazılmış olduğu sekizinci yüzyılın baz alınmasına neden olmaktadır.

Türkçenin bilinen ilk sözlüğü olan Divan-ü Lügati’t Türk, Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılmış, Bağdat’ta Abbasi Halifesi’ne sunulmuştur. Araplara Türkçe öğretmek amacıyla yazıldığından, açıklamaları Arapçadır. Koşuk, sagu, sav, bilmece gibi folklor-edebiyat ürünlerinden örnekler içerir. Türk yurtları, Türk tarihi ve toplum yapısı hakkında bilgiler verir. Hatta kitaba bir “Türk yurtları haritası” eklenmiştir. Bu özellikleriyle, ansiklopedik sözlük sayılabilir.[11]

Yeni Türkçe Dönemi olarak adlandırılan dönemde ise, Osmanlı, Azeri, Türkmen, Çağatay, Özbek dil ve yazıları kapsanır. Nihayetinde Türkçe, Kuzey Buz Denizi’nden başlayıp Hindistan’ın kuzeyine, Çin Halk Cumhuriyeti’nin içlerinden Avrupa’nın en uç noktasına kadar uzanan yaklaşık 12 milyon kilometre karelik bu coğrafyada en geçerli dil, Altay dil ailesinin en büyük kolu olan Türk dilidir. On dokuzuncu yüzyılda ünlü Türkolog A. H. Vambery, Türk dilinin yayılma alanının genişliğini yaptığı gezi sırasında görmüş ve Balkanlardan Mançurya’ya kadar yolculuk yapacak bir kişinin Türkçeyi bilmesi durumunda bu yolculuğunu en kolay bir biçimde yapabileceğini, çünkü bu coğrafyada en geçerli dilin Türk dili olduğu söylemiştir.

Müslüman olmadan önce Göktürk ve Uygur alfabelerini kullanan Türkler, İslamiyet’in kabulünden sonra Arap alfabesini kullanmaya başlamışlardır. Bu çerçevede diğer Müslüman Türk devletleri gibi Osmanlı Devleti’nde de Arap alfabesi kullanılmıştır. Ancak uzun yıllar Arap alfabesini kullanan Osmanlı Devleti’nde, 19. Yüzyılın ortalarından itibaren bu alfabenin değiştirilmesi ya da ıslah edilmesi gerektiği şeklinde tartışmalar başlamıştır. Yazının ıslahı hakkındaki tartışmaların temeli Osmanlı Devleti’nde, 1862-1863’lerde Münif Paşa ve Azerbaycanlı Ahundzade Feth Ali’ye kadar uzanmaktadır. Yazının ıslah edilmesi düşüncesi bu devrede imla ve sadeleştirme konularında olmuştur. Yazının değiştirilmesi ve Latin yazısı esasına geçme düşüncesi ise II. Meşrutiyet hareketi sonrasında seslendirilmiş ve tartışılmaya başlanmıştır. II. Meşrutiyet döneminin Maarif Nazırı Ahmet Şükrü Bey, mesaisinin büyük bölümünü yazının ıslahı ile ilgili birtakım ilmi encümenlerin oluşturulmasına ve bunların faaliyetlerine ayırmıştır. Bu çerçevede önce Islahat-ı İlmiye Encümeni, ardından Sarf ve İmla ve Lügat encümenleri teşkil edilmiş, daha sonra her ikisine Edebiyat Encümeni de dâhil edilerek Tetkikatı Lisanîye adı altında birleştirilmişlerdir. 1910’lu yıllarda Türkçenin Latin alfabesiyle kaydedilmesi gerektiğini cesaretle ileri süren Hüseyin Cahit Yalçın, Abdullah Cevdet, Kılıçzade Hakkı ve Celal Nuri İleri’nin girişimleri ise, Şeyhülislamlığın Latin aleyhtarı fetvasından sonra sekteye uğramıştır. Osmanlı Türklerinin 1. Dünya Savaşı’na girdiği yıllarda, alfabe meselesi gündemden hiç düşmemekle birlikte, savaştan yıpranmış halkı fazla ilgilendirmemiştir. Ancak hararetli ama çözümü olmayan tartışmalar 1920’li yılların sonuna kadar devam etmiştir.[12]

Türk dilinin akademik kurumlarda okutulması, gerek Türkoloji araştırmalarının gelişmesi, gerekse yetkin Türkologların yetişmesi açısından önemli bir aşama olmuştur. Türk dili, ilk kez Budapeşte Üniversitesi’nde Jean Repicsty tarafından okutulmaya başlanmıştır. İlk Türkoloji kürsüsü de 1870’de Macaristan’da kurulmuştur. Türkiye’de ise kurumsal anlamda ilk Türkoloji çalışmaları II. Meşrutiyet ile birlikte oluşmaya başlamıştır.[13]

Kongre Sürecine Giden Yol ve Kongre

I. Dünya Savaşı’nın sonuna yaklaşıldığında, 1918 yılında Kafkas İslam Ordusu’nun Kafkasya Harekâtı sonunda Bakü şehri, Bolşevik, Menşevik ve Taşnaklardan temizlenerek, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin müstakbel başkenti özgürlüğüne kavuşturulmuştu.[14] 28 Mayıs 1918 tarihinde Mehmet Emin Resulzade öncülüğünde Azerbaycan bağımsızlığını ilan edip bağımsız bir cumhuriyete dönüşünce, Rusya Halk Komiserleri Sovyeti ile Bakü Halk Komiserleri Sovyeti ülkenin bağımsızlığını tanımadı. Buna ek olarak, mümkün mertebede cumhuriyetin bağımsız faaliyetine engel olmaya çalıştılar.[15]

Bolşevikler, Kafkasya’yı yeniden işgale kalkışarak 27 Nisan 1920’de üstün kuvvetlerle taarruza geçti ve Azerbaycan Halk Cumhuriyeti Hükümetini istifa etmek zorunda bıraktı. Sovyet Rusya, Azerbaycan’da 28 Nisan 1920’de Sovyet hâkimiyetinin kurulduğunu ilan etmişti.[16] Azerbaycan her ne kadar Bolşevik istilasına maruz kalsa da milli ve manevi değerler orada ölmemiştir. Sovyet rejimi altında ki Azerbaycan’da daha 1924 yılına kadar 54 ayaklanma meydana gelmişti. Ancak bu olaylar çok ağır şekilde cezalandırılmış, isyan çıkaranlar ya idam ya da sürgün edilmişti.[17] Sovyetler Birliği öncelikle bu isyanların önüne geçmek ve komünizm adaptasyonu gereği dini unsurları Sovyet halklarından uzak tutmak için, Türk halklarının kültürel olarak değişiminin başlangıcı olarak, bölgedeki Türklerin uzun süredir kullandığı harfleri değiştirecekti. Bunun için 1926’da Bakü’de Türkiyat Kongresi düzenlenmesine karar verildi. Ruslar uzun süredir bir Türkoloji kongresi düzenlemeyi düşünüyorlardı. İlk olarak 1913’de toplanması fikri ortaya atılsa da maddi imkânsızlıklardan dolayı toplanamamıştı. Siyasi koşulların da etkisiyle 1922’de yeniden gündeme gelmiştir. Bu fikre destek aranmış öncelikle Azerbaycan Türkleri kazanılmaya çalışılmıştır.[18]

Bundan sonra böyle bir kongrenin yapılabilmesi için çeşitli gruplar ortaya çıkmıştı. Aşırı derecede Latin harflerini isteyenler, Rus Türkologlar ve dilbilimciler, Sovyet merkezinin elemanları ve geri kalmışlığın çözümünü Latin harflerinde gören Azerbaycan Türkleri gibi gruplar bu kongrenin yapılması için faaliyet göstermişlerdir. Bakü Türkiyat Kongresi’nin Sovyet merkezi tarafından Türkleri Latin harflerine geçirmek için organize edildiği en başından beri belliydi. 1924 yılından itibaren Arap harfleriyle yazılı eserlerin Sovyetler Birliği’ne girişinin yasaklanması, Sovyet merkezinin uzun vadede amacını gösteren önemli bir gelişmedir.[19]

Bakü Türkiyat Kongresi, Türkiye Cumhuriyeti’nin Türkistan Türklüğü ile iletişimi açısından ilk başta umut vaat ediyordu. Ancak kongreden hemen sonra, Ankara ile Moskova arasında yapılan anlaşma gereğince, Türk Ocaklarının faaliyetleri, Türkiye Cumhuriyeti ile sınırlandırılmıştı. Sovyet Rusya, kendi sınırları içerisinde yaşayanların kesinlikle, milli bir mefkûre içerisine düşmesini istemiyor, diplomatik anlamda da buna engel olmaya çalışıyordu. Sovyetler Birliği’ndeki Türk dilleri çalışmaları yeni bir alfabe yazmaktan, ders kitapları yayınlamaya kadar pratik uygulama sorunlarını içeri alıyordu.[20]

Kongrenin Bakü’de yapılmasının temel nedeni, Bakü’nün Rusya içerisinde Türkçe konuşulan toplulukların en entelektüel kenti olarak görülmesi ve o sırada Orta Asya’nın istikrarsızlık içerisinde olmasındandır.[21] 26 Şubat-3 Mart tarihleri arasında gerçekleşen kongrede; tarih, etnografya, dillerin akrabalığı, Türk dilleri, imla, terminoloji, alfabe, kültürel kazanım gibi başlıklar önemli yer edinmiştir. Kongrede Türkiye Türklerini, Mehmet Fuat Köprülü, Hüseyinzade Ali Turan ve İsmail Hikmet Ertaylan temsil etmiştir.[22]

En çok üzerinde durulan, en önemli ve en tartışmalı bölüm alfabe sistemi üzerinde çalışılan konu olmuştur. Tartışmalar sonucu Latin alfabesine geçiş ilkesi benimsenmiştir.[23] Böylece Ege kıyılarından Çin sınırlarına kadar bütün Türkler, Latin harflerini kullanacaktı.[24] Bu sonuç yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin 1 Kasım 1928’de Latin harflerinin kabul edilmesi için de önemli bir adımdı. Milli egemenlik ve milliyetçilik temelleri üzerinde oluşturulan Türkiye Cumhuriyeti için, diğer Türk ulusları ve Türkistan ile kültürel bağın kurulması yolunda büyük bir fırsattı.

Türkiye Cumhuriyeti’nde Latin Harfleri’nin Kabulü (1 Kasım 1928)

1926’da Sovyetler Birliği’nin Bakü Kongresi’nden sonra Türk dilleri için Arap harfleri yerine Latin harflerini kabul etmeye karar vermesi üzerine, Milli Eğitim Bakanı Necati Bey, Latin harflerinin öneminden bahsetmiş, aynı yıl Akşam Gazetesi, aydınların yeni harflerle ilgili düşüncelerini öğrenmek maksadıyla bir anket başlatmıştır.[25] I. Dünya Savaşı esnasında Enver Paşa’nın harf çalışmalarının olumsuz sonuçlarını[26] gören, Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel olarak değişimine önderlik eden ve Bakü Türkiyat Kongresi’ni yakinen takip eden Mustafa Kemal Atatürk, şartların olgunlaştığını görünce Latin harflerinin kabulü için çalışmaları başlatmıştır.

2 Kasım 1928 tarihli Amerikan Appleton Post-Crescent gazetesinde, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki dil devrimi haber yapılarak, Mustafa Kemal Paşa tarafından Arap karakterli harflerin kullanımının yasaklandığı belirtilmektedir. Gazetenin yorumuna göre bu da Mustafa Kemal’in Doğu kültüründen koparak, Batı medeniyeti ile yakınlaşmak için gerçekleştirdiği reform paketinin bir parçasıdır. Aynı zamanda yazıda Arap harflerinin Türkiye’deki okur-yazar oranının düşük olmasının en önemli sebebi olduğu vurgulanarak, Latin harflerinin kabulünün Türk modernleşmesi açısından çok önemli bir adım olarak değerlendirilmiştir.[27]

Atatürk devrimlerinin dayandığı temel ilke, Türkiye Cumhuriyeti’ni siyasî yapısı bakımından olduğu gibi, sosyal yapısını şekillendiren kültür değerleri bakımından da çağdaş bir devlet hâline getirmektir. Dolayısıyla Harf Devrimi de milli değerlere bağlı bir çağdaşlaşmanın ifadesidir. Ayrıca, sosyal ve kültürel alandaki öteki yeniliklere de temel oluşturan bir özellik taşımaktadır. Türk devrimleri içerisinde en dikkate değer olanı, Türk dilinin, bilim ve kültürünün gelişmesinde temel yapı taşı görevi göreni, dil üzerine yapılan düzenlemeler ve Harf Devrimi’dir.[28] Bilimsel gelişme açısından önemli olduğu kadar, 1926’dan beri Latin harflerini kullanan, Sovyet hâkimiyeti altındaki Türkistan ile kültürel bağlantı sağlamak için de Latin harflerinin kabulü elzem olmuştur.

Dil encümenliğinin çalışmalarını yakından takip eden ve geçişin kısa süre içerisinde gerçekleşmesini arzu eden Mustafa Kemal, Türkçede duyulan gereksinimlerin tespit edilmesi için heyete talimat vermiş ve çalışmaları hızlandırmıştır. Atatürk’ün Encümenlikten aldığı rapor doğrultusunda geçiş vaktinin geldiğine olan kanaatinin kuvvetlenmesiyle de; 8 Ağustos 1928 akşamı, Sarayburnu Parkı’nda harf devrimiyle ilgili konuşmasında devrimin hazırlık döneminden uygulama dönemine geçişini şu sözlerle ifade etmiştir:

Bir milletin, bir heyet-i içtimaiyenin yüzde onu okuma yazma bilir, yüzde sekseni    bilmez, bundan insan olanlar utanmak lâzımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir        millet değildir; iftihar etmek için yaratılmış, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir.         Fakat milletin yüzde    sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu hatâ bizde değildir. Türkün            seviyesini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlardadır. Artık mazinin   hatâlarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları tashih edeceğiz” [29]

Mayıs 1928’de kurulan Dil Encümenliği’nin çalışmaları çerçevesinde TBMM, 1 Kasım 1928’de yeni Türk harflerini kabul etmiş, 7 ay sonra da yani Haziran 1929 tarihinden itibaren de Arap harflerinin kullanımı tamamen kaldırılmıştır.[30]

            1926 Bakü Türkiyat Kongresi’nin 1928 Türk Dil Devrimi’ne Etkisi – Sonuç

Yüzyıllarca hâkimiyet kurduğu sınırlar içerisindeki çokça milletle birlikte yaşayan Osmanlı-Türk Milleti, Fransız İhtilali’nden sonra yeşeren milliyetçilik duygularını, ne kendi içerisinde ne de barındırdığı etnik gruplar içerisinde bastıramamış, diğer birçok imparatorluk gibi parçalanmaktan kurtulamamıştır. Sırpların, Bulgarların, Ermenilerin, Rumların ve diğer halkların özgür olma çabaları karşısında, Osmanlı Milleti kavramı yetersiz kalarak yerini, Türkçülük gibi fikirlere bırakmıştır.

İttihat ve Terakki’nin hükümeti esnasında, I. Dünya Savaşı’na giren ve yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu, kendisini “Hasta Adam” olarak tanımlayan ve mirasından pay kapmak isteyen Batılı güçler tarafından parçalandığında, milli egemenliğin ve milli bağımsızlığın bir tezahürü olarak, Türk Bağımsızlık Savaşı ortaya çıkmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, bir ölüm-kalım savaşı olarak başlayan Milli Mücadele, vatanın kurtulmasının ardından, artık medeniyetler arasında süren yarışa Türk Milleti’nin de ortak olabilmesi için, çeşitli inkılaplar ve yeniliklerle, millileşme ve muasırlaşma yoluna çıkılmıştır.

Yapılan inkılaplar arasında şüphesiz, en tartışmalı olanı Latin Harfleri’nin Kabulü ve Türk Dil Devrimi olmuştur. Sosyokültürel olarak en önemli etkenin dil olduğu gerçeği ile Türk Dili üzerinde yapılan çalışmaları ve başarısız yenilik denemelerini gören Mustafa Kemal Atatürk, şartların olgunlaştığı dönemde bu devrimi gerçekleştirmiştir. O sırada Türk Milliyetçiliği fikri ile yeşeren Türkiye Cumhuriyeti için, yüz yıllardır bağlantı kurulmayan Türkistan Türklüğü ile kültürel bir etkileşim kurabilmek için en önemli yollardan birisi onların kullandığı alfabeyi kullanarak Dünya Türklüğünün bir alfabe ile iletişime geçebilmesiydi.

1926 yılında Sovyetler Birliği’nin egemenliği altındaki Türk Dünyasını aslında kontrol altında tutabilmek için hazırlanan Bakü Türkiyat Kongresi, bir bakıma Anadolu Türklüğü ile Türkistan Türklüğü arasında bir köprü oluşturabilecek büyük fırsatlar yaratabiliyordu. Hemen arkasından Türkiye Cumhuriyeti’nin de Latin harflerine geçişiyle, Sovyet Rusya bu durumdan tedirgin olmuş, dinsel ve kültürel olarak hali hazırda bastırmaya çalıştığı Türkistan Türklerinin alfabesini 1938-1940 döneminde bir kez daha değiştirerek Kiril alfabesinin kullanımını zorunlu hale getirmiştir. Türk Tarihinin ve Türk Dilinin büyük savunucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının ardından, II. Dünya Savaşı ve Stalin’in iktidarı gibi evreler ile Sovyet Rusya içerisinde yaşayan Türkler ile Anadolu Türklüğü arasındaki bağlar büyük çoğunlukla kopmuş, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, Türkistan bölgesindeki devletler bağımsızlıklarını ilan edene kadar da bu şekilde devam etmiştir.

KAYNAKÇA

ATALAY, Besim, “Divan-ı Lügati’t Türk Tercümesi”, Türk Dil Kurumu Yayınları, C. 1, Ankara 1998.

ATAÖV, Türkkaya, “Sovyetler Birliği’nde Türkoloji Çalışmaları”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, C. 27, S. 01, 2014.

AYDEMİR, Şevket Süreyya,”Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa”, C. III, Remzi Kitabevi, İstanbul 1978.

DEĞERLİ, Esra Sarıkoyuncu, “Amerikan Basınında Türk Harf ve Dil Devrimi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 23, 2008.

EKİCİ, Yunus, “Bolşevik İhtilalinin Ortaya Çıkması ve Sebepleri”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.27, S.1, 2017.

GÖL, Hacer, “Geçmişten Günümüze Azerbaycan”, Bitlis Eren Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. 5, S. 1, 2016.

İNALCIK, Halil, “OSMANLILAR, Fütuhat, İmparatorluk, Avrupa ile İlişkiler”, Timaş Yayınları, İstanbul 2010.

KAYA Yakup, ÇAKIR Muhammet, “Konya Örneğinde Harf İnkılâbı’nın Uygulanışı ve Millet Mekteplerinin Faaliyetleri(1928-1935)”,  İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, C. 5, S. 6, 2016.

OKÇU, Yahya, “Türk-Rus Mücadelesi”, Berikan Yayınları, Ankara 2001.

ORAL, Mustafa, “Türkoloji Tarihinde 1926 Bakü Türkiyat Kongresi”, Türk Dünyası Dergisi, S. 17, 2015.

ŞENTÜRK, Ayşegül, “Harf İnkılâbının Yapılışı ve Uygulanışında Basının Rolü”, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 2012, S. 26, 2012.

TUNCA, Elif Asude, “Türk Harf Devriminin Halka Tanıtım Çalışmaları”, Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, C. 2, S. 2, 2014.

TUNCER, Hüner, “19. Yüzyılda Osmanlı-Avrupa İlişkileri”, Ümit Yayınları, İstanbul 2001.

USER, Hatice Şirin, “Başlangıçtan Günümüze Türk Yazı Sistemleri”, Akçağ Yayınları, Ankara 2006.

ÜLKÜTAŞIR, M. Şakir, Atatürk ve Harf Devrimi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1991.

YILMAZ Mehmet, ATA Ferudun, “Buhara Cumhuriyeti ve Basmacı Harekâtı Hakkında İki Rapor”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 15, 2004.

QAFAROV, Vasif, “Ekim 1917 Devriminden Sonra Bolşevik Rusya’nın Azerbaycan Siyaseti ve Bakü Sorunu”, Gazi Akademik Bakış Dergisi, C. 2, S.3, 2015.

[1]* Araştırmacı, baturhan17@gmail.com

[2] Hüner Tuncer, “19. Yüzyılda Osmanlı-Avrupa İlişkileri”, Ümit Yayınları, İstanbul 2001, s 97.

[3] Yahya Okçu, “Türk-Rus Mücadelesi”, Berikan Yayınları, Ankara 2001, s 171.

[4] Rusya’da ihtilal ilk kez 1905’te Rus-Japon Savaşı esnasında vuku buldu. İmparatorluk içindeki birbirinden farklı politik akımlar, Çarlık rejimiyle mücadele ederek onu yıpratmaya başlamış, 1917 Şubat (Mart) ihtilalinde ise başarı elde etmişti. Çarlık ordularının Almanlara yenik düşmesi ve artan iç siyasi kriz Bolşeviklere ihtilal için uygun bir ortam hazırlamış bulunuyordu. Aralık 1917’de Kafkasya cephesindeki 200 bin Rus askeri kaçmış, cephede yalnızca 40 bin asker bulunuyordu. Orduda devrimci ruh iyice güçlenmişti. Tüm bu gelişmeler içerisinde 1917 Ekim Devrimi birçok iktisadi, kültürel, siyasi ve milli sebeplerden dolayı gerçekleşmiştir. (Yunus Ekici, “Bolşevik İhtilalinin Ortaya Çıkması ve Sebepleri”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.27, S.1, s. 265-275)

[5] Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Tacikistan, Rusya ve Çin topraklarının bir kısmını kapsayan, çoğunlukla Türklerin yaşadığı bölgeye verilen isimdir. Kullanımda Azerbaycan da bu ülkelerin içerisine katılarak kullanılır.

[6] Okçu, a.g.e., s. 203.

[7] Halil İnalcık, “OSMANLILAR, Fütuhat, İmparatorluk, Avrupa ile İlişkiler”, Timaş Yayınları, İstanbul 2010, s. 272.

[8] Düşmanlarına karşı verdikleri baskınlardan dolayı bu ismi alan, Basmacılık hareketi Özbekler tarafından, Fergana’da örgütlenmiş ve nihayet Ruslara karşı taarruza geçilmiştir. Gerek bu taarruzlarda gösterdiği muvaffakiyet ve gerekse Enver Paşanın şahsına karşı İslâm dünyasında ibadet derecesindeki hürmet ve saygı, bu millî hareketi genel bir başkaldırıya dönüştürmüş ve bilumum Türkistan ahalisi Ruslara karşı silâha sarılmışlardır. (Mehmet Yılmaz, Ferudun Ata, “Buhara Cumhuriyeti ve Basmacı Harekâtı Hakkında İki Rapor”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 15, s. 205-225)

[9] Şevket Süreyya Aydemir,”Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa”, C. III, Remzi Kitabevi, İstanbul 1978, s.630

[10] Tuncer, a.g.e., s. 101

[11] Besim Atalay, “Divan-ı Lügati’t Türk Tercümesi”, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1998, C. 1, s. 36-45.

[12] Yakup Kaya, Muhammet Çakır, “Konya Örneğinde Harf İnkılâbı’nın Uygulanışı ve Millet Mekteplerinin Faaliyetleri(1928-1935)”,  İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, C. 5, S. 6, s. 1617-1635.

[13] Mustafa Oral, “Türkoloji Tarihinde 1926 Bakü Türkiyat Kongresi”, Türk Dünyası Dergisi, S. 17, s. 111.

[14] Vasif Qafarov, “Ekim 1917 Devriminden Sonra Bolşevik Rusya’nın Azerbaycan Siyaseti ve Bakü Sorunu”, Gazi Akademik Bakış Dergisi, C. 2, S.3, s. 150.

[15] Qafarov, a.g.m., s. 149.

[16] Hacer Göl, “Geçmişten Günümüze Azerbaycan”, Bitlis Eren Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. 5, S. 1, s. 165.

[17] Göl, a.g.m., s. 167.

[18] Oral, a.g.m., s. 114.

[19] a.g.m., s. 115.

[20] Türkkaya Ataöv, “Sovyetler Birliği’nde Türkoloji Çalışmaları”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, C. 27, S. 01, s. 30.

[21] Oral, a.g.m., s. 117.

[22] a.g.m., s. 118.

[23] a.g.m., s. 119.

[24] Ancak bu kültürel etkileşim döneminin çok sürmesine müsaade edilmemiş, 1938-1940 yıllarında SSCB yönetimi, idaresi altındaki Türk topluluklarını Kiril alfabesini kabul etmeye mecbur bırakmıştır; ancak bu alfabe Arap alfabesi gibi SSCB’deki bütün Türk topluluklarını içine alan ortak bir alfabe olmamıştır. Çünkü bazı harflerin işaretledikleri sesler değiştirilerek her Türk topluluğu için farklı bir Kiril alfabesi oluşturulmuştur. Bu yöntemle yazı ortaklığı bir ölçüde ortadan kaldırılıp kültürel etkileşimin önüne geçilmeye çalışılmıştır. (Hatice Şirin User, “Başlangıçtan Günümüze Türk Yazı Sistemleri”, Akçağ Yayınları, Ankara 2006, s. 141.

[25] Ayşegül Şentürk, “Harf İnkılâbının Yapılışı ve Uygulanışında Basının Rolü”, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, C. 2012, S. 26, s. 32.

[26] Enver Paşa, harfler konusunda yapılacak ıslahatın yazım stiliyle ilgili olduğu ve yapılacak ıslahatın harflerin ayrı yazılması şeklinde olması düşüncesini ortaya koyan bazı aydınlardan etkilenmiş ve harfler konusuyla bizzat ilgilenmiştir. Enver Paşa’nın geliştirdiği alfabeye “Ordu Elifbası, Hatt-ı Cedit veya Enver Paşa Yazısı” denmiştir. Bu dönemde yeni bir alfabeye karşı ıslahın yeterli olduğu fikri ağırlık kazanmış ancak I. Dünya savaşı sırasında Osmanlı karşıtı bazı Arap kabilelerinin İngilizlerle birlikte hareket ederek Türk birliklerini arkadan vurmaları, ıslahatçıların savundukları harflerin ıslahı konusundaki gerekçelerine darbe indirdiği şeklinde değerlendirilmiştir. (M. Şakir Ülkütaşır, Atatürk ve Harf Devrimi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yay., Ankara 1991, s. 170-171)

[27] Esra Sarıkoyuncu Değerli, “Amerikan Basınında Türk Harf ve Dil Devrimi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 23, s. 2.

[28] Elif Asude Tunca, “Türk Harf Devriminin Halka Tanıtım Çalışmaları”, Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, C. 2, S. 2, s. 111.

[29] a.g.m., s. 115.

[30] a.g.m., s. 116.

YAZAR: Baturhan KAYA[1]*

Boğazlar üzerinde denetim kurma, Avrupalı güçlerin boğazları denetim altına almasını önleme, Balkan-Hıristiyan halklarının ulusal devlet kurma çabalarını destekleme ve bölgedeki siyasal etkisini arttırma, Rus politikasının, Avrupalıların “Doğu Sorunu” olarak adlandırdığı Osmanlı ile ilgili politikalarının nihai hedefi olmuştur.[2] Balkanlarda, bölgede yaşayan azınlıklara destek vererek ulusçuluk ile Osmanlı’yı hedef alan Rusya, Kafkasya’da 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda (93 Harbi), Kars, Ardahan, Doğubayazıt ve Batum gibi Osmanlı şehirlerini ele geçirmiştir ve 3 Mart 1878 Berlin Anlaşması’yla bunu resmiyete kavuşturmuştur.[3] Sömürgecilik yarışı, güç dengesi politikasının kaybolması, ulusçuluk gibi fikirlerin ortaya çıkardığı rekabet ve 28 Haziran 1914’de Avusturya-Macaristan Veliaht’ı Arşidük Franz Ferdinand ve eşinin öldürülmesiyle kıvılcımının ateşlendiği 1. Dünya Savaşı, Kafkas Cephesinde yeni bir Osmanlı-Rus Savaşı’nı da beraberinde getirecektir.

Yapılan savaşlar ve harekâtların ardından kesin bir sonuç alınamadan Rus Çarlığı içerisindeki Bolşeviklerin 1917 yılında, bir devrim[4] ile Çarlık yönetimini devirerek, Vladimir İlyiç Lenin önderliğinde, Marksist ve komünist bir yönetim kurulmuştur. Sovyetler Birliği adı verilen bu yeni devlet, Dünya Savaşı’ndan çekilerek kendi içişlerine yoğunlaşmıştır. Ancak ilerleyen yıllarda, on sekizinci yüzyıldan itibaren birtakım hanlıklara parçalanarak zayıflayan ve istilaya uğraması kolaylaştırılan Türkistan bölgesi[5], parça parça Sovyetler Birliği’nin egemenliği altına giriyordu.[6]

Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’nı kaybetmesinin ardından verilen Türk Bağımsızlık Savaşı, Batı emperyalizmine karşı bir savaş olarak yürütüldüğü yıllarda, tüm Asya halkları bu savaşı kendi savaşları gibi benimsemişlerdi.[7] Türkistan bölgesinde, aynı dönemde Sovyet baskısına karşı direniş olarak Basmacı Harekâtı[8] ortaya çıkmıştır. Yaklaşık olarak 12.000 kişiye ulaşabilen Basmacılar arasında İttihat Terakki’nin önde gelen isimlerinden Enver Paşa gibi kişiler de vardı.[9] Ancak Basmacı Harekâtı nihayetinde başarılı olamamıştır, Sovyet yönetimi Türkistan’a nüfuz etmiştir.

Osmanlı Devleti’nin yıkıntıları üzerinde kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin sonunu getiren Avrupa’nın Büyük Güçleri’nin karşısına yepyeni ve taze bir güç olarak çıkmış ve egemenliğinden hiçbir ödünde bulunmamıştır.[10] Yeni Türk Devletini kuran Mustafa Kemal Atatürk, Avrupalı devletlere, Osmanlı Devleti’ne karşı yönelik politikalarını belirlerken uyguladıkları ölçütleri, artık Türkiye Cumhuriyeti’ne uygulayamayacaklarını kesin ve açık bir dille belirtmişti. Mustafa Kemal Atatürk, II. Mahmut’tan beri Osmanlı’nın yıkılışına kadar başlayan, kültürel, bilimsel ve ekonomik bütün gelişmeleri tamamlayacaktı.

            Türk Dili ve Türkoloji

Yeryüzünün en eski dillerinden biri olan Türkçe; büyük bir milletin oluşumunda, bu büyük milletin bireylerince kurulan büyük devletlerin yönetiminde ana dil, konuşma dili, eğitim dili, bilim dili ya da resmî dil olarak yerini almış, binlerce kalıcı eserin yaratılmasını sağlamıştır. Türk dilinin tarihi devirlerini ortaya koymak, yazı dilinin gelişimini takip etmekle mümkün olmaktadır. Bu açıdan Türk Dili için bilinen ilk yazılı eserler olan Orhun Abideleri büyük önem taşımaktadır. Ancak ondan önceki dönemlerde bu büyüklükte ve nitelikte eserlerin yer almaması Türk Dili tarihine ilişkin yapılan tasniflerde Orhun Abidelerinin yazılmış olduğu sekizinci yüzyılın baz alınmasına neden olmaktadır.

Türkçenin bilinen ilk sözlüğü olan Divan-ü Lügati’t Türk, Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılmış, Bağdat’ta Abbasi Halifesi’ne sunulmuştur. Araplara Türkçe öğretmek amacıyla yazıldığından, açıklamaları Arapçadır. Koşuk, sagu, sav, bilmece gibi folklor-edebiyat ürünlerinden örnekler içerir. Türk yurtları, Türk tarihi ve toplum yapısı hakkında bilgiler verir. Hatta kitaba bir “Türk yurtları haritası” eklenmiştir. Bu özellikleriyle, ansiklopedik sözlük sayılabilir.[11]

Yeni Türkçe Dönemi olarak adlandırılan dönemde ise, Osmanlı, Azeri, Türkmen, Çağatay, Özbek dil ve yazıları kapsanır. Nihayetinde Türkçe, Kuzey Buz Denizi’nden başlayıp Hindistan’ın kuzeyine, Çin Halk Cumhuriyeti’nin içlerinden Avrupa’nın en uç noktasına kadar uzanan yaklaşık 12 milyon kilometre karelik bu coğrafyada en geçerli dil, Altay dil ailesinin en büyük kolu olan Türk dilidir. On dokuzuncu yüzyılda ünlü Türkolog A. H. Vambery, Türk dilinin yayılma alanının genişliğini yaptığı gezi sırasında görmüş ve Balkanlardan Mançurya’ya kadar yolculuk yapacak bir kişinin Türkçeyi bilmesi durumunda bu yolculuğunu en kolay bir biçimde yapabileceğini, çünkü bu coğrafyada en geçerli dilin Türk dili olduğu söylemiştir.

Müslüman olmadan önce Göktürk ve Uygur alfabelerini kullanan Türkler, İslamiyet’in kabulünden sonra Arap alfabesini kullanmaya başlamışlardır. Bu çerçevede diğer Müslüman Türk devletleri gibi Osmanlı Devleti’nde de Arap alfabesi kullanılmıştır. Ancak uzun yıllar Arap alfabesini kullanan Osmanlı Devleti’nde, 19. Yüzyılın ortalarından itibaren bu alfabenin değiştirilmesi ya da ıslah edilmesi gerektiği şeklinde tartışmalar başlamıştır. Yazının ıslahı hakkındaki tartışmaların temeli Osmanlı Devleti’nde, 1862-1863’lerde Münif Paşa ve Azerbaycanlı Ahundzade Feth Ali’ye kadar uzanmaktadır. Yazının ıslah edilmesi düşüncesi bu devrede imla ve sadeleştirme konularında olmuştur. Yazının değiştirilmesi ve Latin yazısı esasına geçme düşüncesi ise II. Meşrutiyet hareketi sonrasında seslendirilmiş ve tartışılmaya başlanmıştır. II. Meşrutiyet döneminin Maarif Nazırı Ahmet Şükrü Bey, mesaisinin büyük bölümünü yazının ıslahı ile ilgili birtakım ilmi encümenlerin oluşturulmasına ve bunların faaliyetlerine ayırmıştır. Bu çerçevede önce Islahat-ı İlmiye Encümeni, ardından Sarf ve İmla ve Lügat encümenleri teşkil edilmiş, daha sonra her ikisine Edebiyat Encümeni de dâhil edilerek Tetkikatı Lisanîye adı altında birleştirilmişlerdir. 1910’lu yıllarda Türkçenin Latin alfabesiyle kaydedilmesi gerektiğini cesaretle ileri süren Hüseyin Cahit Yalçın, Abdullah Cevdet, Kılıçzade Hakkı ve Celal Nuri İleri’nin girişimleri ise, Şeyhülislamlığın Latin aleyhtarı fetvasından sonra sekteye uğramıştır. Osmanlı Türklerinin 1. Dünya Savaşı’na girdiği yıllarda, alfabe meselesi gündemden hiç düşmemekle birlikte, savaştan yıpranmış halkı fazla ilgilendirmemiştir. Ancak hararetli ama çözümü olmayan tartışmalar 1920’li yılların sonuna kadar devam etmiştir.[12]

Türk dilinin akademik kurumlarda okutulması, gerek Türkoloji araştırmalarının gelişmesi, gerekse yetkin Türkologların yetişmesi açısından önemli bir aşama olmuştur. Türk dili, ilk kez Budapeşte Üniversitesi’nde Jean Repicsty tarafından okutulmaya başlanmıştır. İlk Türkoloji kürsüsü de 1870’de Macaristan’da kurulmuştur. Türkiye’de ise kurumsal anlamda ilk Türkoloji çalışmaları II. Meşrutiyet ile birlikte oluşmaya başlamıştır.[13]

Kongre Sürecine Giden Yol ve Kongre

I. Dünya Savaşı’nın sonuna yaklaşıldığında, 1918 yılında Kafkas İslam Ordusu’nun Kafkasya Harekâtı sonunda Bakü şehri, Bolşevik, Menşevik ve Taşnaklardan temizlenerek, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin müstakbel başkenti özgürlüğüne kavuşturulmuştu.[14] 28 Mayıs 1918 tarihinde Mehmet Emin Resulzade öncülüğünde Azerbaycan bağımsızlığını ilan edip bağımsız bir cumhuriyete dönüşünce, Rusya Halk Komiserleri Sovyeti ile Bakü Halk Komiserleri Sovyeti ülkenin bağımsızlığını tanımadı. Buna ek olarak, mümkün mertebede cumhuriyetin bağımsız faaliyetine engel olmaya çalıştılar.[15]

Bolşevikler, Kafkasya’yı yeniden işgale kalkışarak 27 Nisan 1920’de üstün kuvvetlerle taarruza geçti ve Azerbaycan Halk Cumhuriyeti Hükümetini istifa etmek zorunda bıraktı. Sovyet Rusya, Azerbaycan’da 28 Nisan 1920’de Sovyet hâkimiyetinin kurulduğunu ilan etmişti.[16] Azerbaycan her ne kadar Bolşevik istilasına maruz kalsa da milli ve manevi değerler orada ölmemiştir. Sovyet rejimi altında ki Azerbaycan’da daha 1924 yılına kadar 54 ayaklanma meydana gelmişti. Ancak bu olaylar çok ağır şekilde cezalandırılmış, isyan çıkaranlar ya idam ya da sürgün edilmişti.[17] Sovyetler Birliği öncelikle bu isyanların önüne geçmek ve komünizm adaptasyonu gereği dini unsurları Sovyet halklarından uzak tutmak için, Türk halklarının kültürel olarak değişiminin başlangıcı olarak, bölgedeki Türklerin uzun süredir kullandığı harfleri değiştirecekti. Bunun için 1926’da Bakü’de Türkiyat Kongresi düzenlenmesine karar verildi. Ruslar uzun süredir bir Türkoloji kongresi düzenlemeyi düşünüyorlardı. İlk olarak 1913’de toplanması fikri ortaya atılsa da maddi imkânsızlıklardan dolayı toplanamamıştı. Siyasi koşulların da etkisiyle 1922’de yeniden gündeme gelmiştir. Bu fikre destek aranmış öncelikle Azerbaycan Türkleri kazanılmaya çalışılmıştır.[18]

Bundan sonra böyle bir kongrenin yapılabilmesi için çeşitli gruplar ortaya çıkmıştı. Aşırı derecede Latin harflerini isteyenler, Rus Türkologlar ve dilbilimciler, Sovyet merkezinin elemanları ve geri kalmışlığın çözümünü Latin harflerinde gören Azerbaycan Türkleri gibi gruplar bu kongrenin yapılması için faaliyet göstermişlerdir. Bakü Türkiyat Kongresi’nin Sovyet merkezi tarafından Türkleri Latin harflerine geçirmek için organize edildiği en başından beri belliydi. 1924 yılından itibaren Arap harfleriyle yazılı eserlerin Sovyetler Birliği’ne girişinin yasaklanması, Sovyet merkezinin uzun vadede amacını gösteren önemli bir gelişmedir.[19]

Bakü Türkiyat Kongresi, Türkiye Cumhuriyeti’nin Türkistan Türklüğü ile iletişimi açısından ilk başta umut vaat ediyordu. Ancak kongreden hemen sonra, Ankara ile Moskova arasında yapılan anlaşma gereğince, Türk Ocaklarının faaliyetleri, Türkiye Cumhuriyeti ile sınırlandırılmıştı. Sovyet Rusya, kendi sınırları içerisinde yaşayanların kesinlikle, milli bir mefkûre içerisine düşmesini istemiyor, diplomatik anlamda da buna engel olmaya çalışıyordu. Sovyetler Birliği’ndeki Türk dilleri çalışmaları yeni bir alfabe yazmaktan, ders kitapları yayınlamaya kadar pratik uygulama sorunlarını içeri alıyordu.[20]

Kongrenin Bakü’de yapılmasının temel nedeni, Bakü’nün Rusya içerisinde Türkçe konuşulan toplulukların en entelektüel kenti olarak görülmesi ve o sırada Orta Asya’nın istikrarsızlık içerisinde olmasındandır.[21] 26 Şubat-3 Mart tarihleri arasında gerçekleşen kongrede; tarih, etnografya, dillerin akrabalığı, Türk dilleri, imla, terminoloji, alfabe, kültürel kazanım gibi başlıklar önemli yer edinmiştir. Kongrede Türkiye Türklerini, Mehmet Fuat Köprülü, Hüseyinzade Ali Turan ve İsmail Hikmet Ertaylan temsil etmiştir.[22]

En çok üzerinde durulan, en önemli ve en tartışmalı bölüm alfabe sistemi üzerinde çalışılan konu olmuştur. Tartışmalar sonucu Latin alfabesine geçiş ilkesi benimsenmiştir.[23] Böylece Ege kıyılarından Çin sınırlarına kadar bütün Türkler, Latin harflerini kullanacaktı.[24] Bu sonuç yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin 1 Kasım 1928’de Latin harflerinin kabul edilmesi için de önemli bir adımdı. Milli egemenlik ve milliyetçilik temelleri üzerinde oluşturulan Türkiye Cumhuriyeti için, diğer Türk ulusları ve Türkistan ile kültürel bağın kurulması yolunda büyük bir fırsattı.

Türkiye Cumhuriyeti’nde Latin Harfleri’nin Kabulü (1 Kasım 1928)

1926’da Sovyetler Birliği’nin Bakü Kongresi’nden sonra Türk dilleri için Arap harfleri yerine Latin harflerini kabul etmeye karar vermesi üzerine, Milli Eğitim Bakanı Necati Bey, Latin harflerinin öneminden bahsetmiş, aynı yıl Akşam Gazetesi, aydınların yeni harflerle ilgili düşüncelerini öğrenmek maksadıyla bir anket başlatmıştır.[25] I. Dünya Savaşı esnasında Enver Paşa’nın harf çalışmalarının olumsuz sonuçlarını[26] gören, Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel olarak değişimine önderlik eden ve Bakü Türkiyat Kongresi’ni yakinen takip eden Mustafa Kemal Atatürk, şartların olgunlaştığını görünce Latin harflerinin kabulü için çalışmaları başlatmıştır.

2 Kasım 1928 tarihli Amerikan Appleton Post-Crescent gazetesinde, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki dil devrimi haber yapılarak, Mustafa Kemal Paşa tarafından Arap karakterli harflerin kullanımının yasaklandığı belirtilmektedir. Gazetenin yorumuna göre bu da Mustafa Kemal’in Doğu kültüründen koparak, Batı medeniyeti ile yakınlaşmak için gerçekleştirdiği reform paketinin bir parçasıdır. Aynı zamanda yazıda Arap harflerinin Türkiye’deki okur-yazar oranının düşük olmasının en önemli sebebi olduğu vurgulanarak, Latin harflerinin kabulünün Türk modernleşmesi açısından çok önemli bir adım olarak değerlendirilmiştir.[27]

Atatürk devrimlerinin dayandığı temel ilke, Türkiye Cumhuriyeti’ni siyasî yapısı bakımından olduğu gibi, sosyal yapısını şekillendiren kültür değerleri bakımından da çağdaş bir devlet hâline getirmektir. Dolayısıyla Harf Devrimi de milli değerlere bağlı bir çağdaşlaşmanın ifadesidir. Ayrıca, sosyal ve kültürel alandaki öteki yeniliklere de temel oluşturan bir özellik taşımaktadır. Türk devrimleri içerisinde en dikkate değer olanı, Türk dilinin, bilim ve kültürünün gelişmesinde temel yapı taşı görevi göreni, dil üzerine yapılan düzenlemeler ve Harf Devrimi’dir.[28] Bilimsel gelişme açısından önemli olduğu kadar, 1926’dan beri Latin harflerini kullanan, Sovyet hâkimiyeti altındaki Türkistan ile kültürel bağlantı sağlamak için de Latin harflerinin kabulü elzem olmuştur.

Dil encümenliğinin çalışmalarını yakından takip eden ve geçişin kısa süre içerisinde gerçekleşmesini arzu eden Mustafa Kemal, Türkçede duyulan gereksinimlerin tespit edilmesi için heyete talimat vermiş ve çalışmaları hızlandırmıştır. Atatürk’ün Encümenlikten aldığı rapor doğrultusunda geçiş vaktinin geldiğine olan kanaatinin kuvvetlenmesiyle de; 8 Ağustos 1928 akşamı, Sarayburnu Parkı’nda harf devrimiyle ilgili konuşmasında devrimin hazırlık döneminden uygulama dönemine geçişini şu sözlerle ifade etmiştir:

Bir milletin, bir heyet-i içtimaiyenin yüzde onu okuma yazma bilir, yüzde sekseni    bilmez, bundan insan olanlar utanmak lâzımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir        millet değildir; iftihar etmek için yaratılmış, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir.         Fakat milletin yüzde    sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu hatâ bizde değildir. Türkün            seviyesini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlardadır. Artık mazinin   hatâlarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları tashih edeceğiz” [29]

Mayıs 1928’de kurulan Dil Encümenliği’nin çalışmaları çerçevesinde TBMM, 1 Kasım 1928’de yeni Türk harflerini kabul etmiş, 7 ay sonra da yani Haziran 1929 tarihinden itibaren de Arap harflerinin kullanımı tamamen kaldırılmıştır.[30]

            1926 Bakü Türkiyat Kongresi’nin 1928 Türk Dil Devrimi’ne Etkisi – Sonuç

Yüzyıllarca hâkimiyet kurduğu sınırlar içerisindeki çokça milletle birlikte yaşayan Osmanlı-Türk Milleti, Fransız İhtilali’nden sonra yeşeren milliyetçilik duygularını, ne kendi içerisinde ne de barındırdığı etnik gruplar içerisinde bastıramamış, diğer birçok imparatorluk gibi parçalanmaktan kurtulamamıştır. Sırpların, Bulgarların, Ermenilerin, Rumların ve diğer halkların özgür olma çabaları karşısında, Osmanlı Milleti kavramı yetersiz kalarak yerini, Türkçülük gibi fikirlere bırakmıştır.

İttihat ve Terakki’nin hükümeti esnasında, I. Dünya Savaşı’na giren ve yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu, kendisini “Hasta Adam” olarak tanımlayan ve mirasından pay kapmak isteyen Batılı güçler tarafından parçalandığında, milli egemenliğin ve milli bağımsızlığın bir tezahürü olarak, Türk Bağımsızlık Savaşı ortaya çıkmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, bir ölüm-kalım savaşı olarak başlayan Milli Mücadele, vatanın kurtulmasının ardından, artık medeniyetler arasında süren yarışa Türk Milleti’nin de ortak olabilmesi için, çeşitli inkılaplar ve yeniliklerle, millileşme ve muasırlaşma yoluna çıkılmıştır.

Yapılan inkılaplar arasında şüphesiz, en tartışmalı olanı Latin Harfleri’nin Kabulü ve Türk Dil Devrimi olmuştur. Sosyokültürel olarak en önemli etkenin dil olduğu gerçeği ile Türk Dili üzerinde yapılan çalışmaları ve başarısız yenilik denemelerini gören Mustafa Kemal Atatürk, şartların olgunlaştığı dönemde bu devrimi gerçekleştirmiştir. O sırada Türk Milliyetçiliği fikri ile yeşeren Türkiye Cumhuriyeti için, yüz yıllardır bağlantı kurulmayan Türkistan Türklüğü ile kültürel bir etkileşim kurabilmek için en önemli yollardan birisi onların kullandığı alfabeyi kullanarak Dünya Türklüğünün bir alfabe ile iletişime geçebilmesiydi.

1926 yılında Sovyetler Birliği’nin egemenliği altındaki Türk Dünyasını aslında kontrol altında tutabilmek için hazırlanan Bakü Türkiyat Kongresi, bir bakıma Anadolu Türklüğü ile Türkistan Türklüğü arasında bir köprü oluşturabilecek büyük fırsatlar yaratabiliyordu. Hemen arkasından Türkiye Cumhuriyeti’nin de Latin harflerine geçişiyle, Sovyet Rusya bu durumdan tedirgin olmuş, dinsel ve kültürel olarak hali hazırda bastırmaya çalıştığı Türkistan Türklerinin alfabesini 1938-1940 döneminde bir kez daha değiştirerek Kiril alfabesinin kullanımını zorunlu hale getirmiştir. Türk Tarihinin ve Türk Dilinin büyük savunucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının ardından, II. Dünya Savaşı ve Stalin’in iktidarı gibi evreler ile Sovyet Rusya içerisinde yaşayan Türkler ile Anadolu Türklüğü arasındaki bağlar büyük çoğunlukla kopmuş, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, Türkistan bölgesindeki devletler bağımsızlıklarını ilan edene kadar da bu şekilde devam etmiştir.

KAYNAKÇA

ATALAY, Besim, “Divan-ı Lügati’t Türk Tercümesi”, Türk Dil Kurumu Yayınları, C. 1, Ankara 1998.

ATAÖV, Türkkaya, “Sovyetler Birliği’nde Türkoloji Çalışmaları”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, C. 27, S. 01, 2014.

AYDEMİR, Şevket Süreyya,”Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa”, C. III, Remzi Kitabevi, İstanbul 1978.

DEĞERLİ, Esra Sarıkoyuncu, “Amerikan Basınında Türk Harf ve Dil Devrimi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 23, 2008.

EKİCİ, Yunus, “Bolşevik İhtilalinin Ortaya Çıkması ve Sebepleri”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.27, S.1, 2017.

GÖL, Hacer, “Geçmişten Günümüze Azerbaycan”, Bitlis Eren Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. 5, S. 1, 2016.

İNALCIK, Halil, “OSMANLILAR, Fütuhat, İmparatorluk, Avrupa ile İlişkiler”, Timaş Yayınları, İstanbul 2010.

KAYA Yakup, ÇAKIR Muhammet, “Konya Örneğinde Harf İnkılâbı’nın Uygulanışı ve Millet Mekteplerinin Faaliyetleri(1928-1935)”,  İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, C. 5, S. 6, 2016.

OKÇU, Yahya, “Türk-Rus Mücadelesi”, Berikan Yayınları, Ankara 2001.

ORAL, Mustafa, “Türkoloji Tarihinde 1926 Bakü Türkiyat Kongresi”, Türk Dünyası Dergisi, S. 17, 2015.

ŞENTÜRK, Ayşegül, “Harf İnkılâbının Yapılışı ve Uygulanışında Basının Rolü”, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 2012, S. 26, 2012.

TUNCA, Elif Asude, “Türk Harf Devriminin Halka Tanıtım Çalışmaları”, Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, C. 2, S. 2, 2014.

TUNCER, Hüner, “19. Yüzyılda Osmanlı-Avrupa İlişkileri”, Ümit Yayınları, İstanbul 2001.

USER, Hatice Şirin, “Başlangıçtan Günümüze Türk Yazı Sistemleri”, Akçağ Yayınları, Ankara 2006.

ÜLKÜTAŞIR, M. Şakir, Atatürk ve Harf Devrimi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1991.

YILMAZ Mehmet, ATA Ferudun, “Buhara Cumhuriyeti ve Basmacı Harekâtı Hakkında İki Rapor”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 15, 2004.

QAFAROV, Vasif, “Ekim 1917 Devriminden Sonra Bolşevik Rusya’nın Azerbaycan Siyaseti ve Bakü Sorunu”, Gazi Akademik Bakış Dergisi, C. 2, S.3, 2015.

[1]* Araştırmacı, baturhan17@gmail.com

[2] Hüner Tuncer, “19. Yüzyılda Osmanlı-Avrupa İlişkileri”, Ümit Yayınları, İstanbul 2001, s 97.

[3] Yahya Okçu, “Türk-Rus Mücadelesi”, Berikan Yayınları, Ankara 2001, s 171.

[4] Rusya’da ihtilal ilk kez 1905’te Rus-Japon Savaşı esnasında vuku buldu. İmparatorluk içindeki birbirinden farklı politik akımlar, Çarlık rejimiyle mücadele ederek onu yıpratmaya başlamış, 1917 Şubat (Mart) ihtilalinde ise başarı elde etmişti. Çarlık ordularının Almanlara yenik düşmesi ve artan iç siyasi kriz Bolşeviklere ihtilal için uygun bir ortam hazırlamış bulunuyordu. Aralık 1917’de Kafkasya cephesindeki 200 bin Rus askeri kaçmış, cephede yalnızca 40 bin asker bulunuyordu. Orduda devrimci ruh iyice güçlenmişti. Tüm bu gelişmeler içerisinde 1917 Ekim Devrimi birçok iktisadi, kültürel, siyasi ve milli sebeplerden dolayı gerçekleşmiştir. (Yunus Ekici, “Bolşevik İhtilalinin Ortaya Çıkması ve Sebepleri”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.27, S.1, s. 265-275)

[5] Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Tacikistan, Rusya ve Çin topraklarının bir kısmını kapsayan, çoğunlukla Türklerin yaşadığı bölgeye verilen isimdir. Kullanımda Azerbaycan da bu ülkelerin içerisine katılarak kullanılır.

[6] Okçu, a.g.e., s. 203.

[7] Halil İnalcık, “OSMANLILAR, Fütuhat, İmparatorluk, Avrupa ile İlişkiler”, Timaş Yayınları, İstanbul 2010, s. 272.

[8] Düşmanlarına karşı verdikleri baskınlardan dolayı bu ismi alan, Basmacılık hareketi Özbekler tarafından, Fergana’da örgütlenmiş ve nihayet Ruslara karşı taarruza geçilmiştir. Gerek bu taarruzlarda gösterdiği muvaffakiyet ve gerekse Enver Paşanın şahsına karşı İslâm dünyasında ibadet derecesindeki hürmet ve saygı, bu millî hareketi genel bir başkaldırıya dönüştürmüş ve bilumum Türkistan ahalisi Ruslara karşı silâha sarılmışlardır. (Mehmet Yılmaz, Ferudun Ata, “Buhara Cumhuriyeti ve Basmacı Harekâtı Hakkında İki Rapor”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 15, s. 205-225)

[9] Şevket Süreyya Aydemir,”Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa”, C. III, Remzi Kitabevi, İstanbul 1978, s.630

[10] Tuncer, a.g.e., s. 101

[11] Besim Atalay, “Divan-ı Lügati’t Türk Tercümesi”, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1998, C. 1, s. 36-45.

[12] Yakup Kaya, Muhammet Çakır, “Konya Örneğinde Harf İnkılâbı’nın Uygulanışı ve Millet Mekteplerinin Faaliyetleri(1928-1935)”,  İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, C. 5, S. 6, s. 1617-1635.

[13] Mustafa Oral, “Türkoloji Tarihinde 1926 Bakü Türkiyat Kongresi”, Türk Dünyası Dergisi, S. 17, s. 111.

[14] Vasif Qafarov, “Ekim 1917 Devriminden Sonra Bolşevik Rusya’nın Azerbaycan Siyaseti ve Bakü Sorunu”, Gazi Akademik Bakış Dergisi, C. 2, S.3, s. 150.

[15] Qafarov, a.g.m., s. 149.

[16] Hacer Göl, “Geçmişten Günümüze Azerbaycan”, Bitlis Eren Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. 5, S. 1, s. 165.

[17] Göl, a.g.m., s. 167.

[18] Oral, a.g.m., s. 114.

[19] a.g.m., s. 115.

[20] Türkkaya Ataöv, “Sovyetler Birliği’nde Türkoloji Çalışmaları”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, C. 27, S. 01, s. 30.

[21] Oral, a.g.m., s. 117.

[22] a.g.m., s. 118.

[23] a.g.m., s. 119.

[24] Ancak bu kültürel etkileşim döneminin çok sürmesine müsaade edilmemiş, 1938-1940 yıllarında SSCB yönetimi, idaresi altındaki Türk topluluklarını Kiril alfabesini kabul etmeye mecbur bırakmıştır; ancak bu alfabe Arap alfabesi gibi SSCB’deki bütün Türk topluluklarını içine alan ortak bir alfabe olmamıştır. Çünkü bazı harflerin işaretledikleri sesler değiştirilerek her Türk topluluğu için farklı bir Kiril alfabesi oluşturulmuştur. Bu yöntemle yazı ortaklığı bir ölçüde ortadan kaldırılıp kültürel etkileşimin önüne geçilmeye çalışılmıştır. (Hatice Şirin User, “Başlangıçtan Günümüze Türk Yazı Sistemleri”, Akçağ Yayınları, Ankara 2006, s. 141.

[25] Ayşegül Şentürk, “Harf İnkılâbının Yapılışı ve Uygulanışında Basının Rolü”, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, C. 2012, S. 26, s. 32.

[26] Enver Paşa, harfler konusunda yapılacak ıslahatın yazım stiliyle ilgili olduğu ve yapılacak ıslahatın harflerin ayrı yazılması şeklinde olması düşüncesini ortaya koyan bazı aydınlardan etkilenmiş ve harfler konusuyla bizzat ilgilenmiştir. Enver Paşa’nın geliştirdiği alfabeye “Ordu Elifbası, Hatt-ı Cedit veya Enver Paşa Yazısı” denmiştir. Bu dönemde yeni bir alfabeye karşı ıslahın yeterli olduğu fikri ağırlık kazanmış ancak I. Dünya savaşı sırasında Osmanlı karşıtı bazı Arap kabilelerinin İngilizlerle birlikte hareket ederek Türk birliklerini arkadan vurmaları, ıslahatçıların savundukları harflerin ıslahı konusundaki gerekçelerine darbe indirdiği şeklinde değerlendirilmiştir. (M. Şakir Ülkütaşır, Atatürk ve Harf Devrimi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yay., Ankara 1991, s. 170-171)

[27] Esra Sarıkoyuncu Değerli, “Amerikan Basınında Türk Harf ve Dil Devrimi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 23, s. 2.

[28] Elif Asude Tunca, “Türk Harf Devriminin Halka Tanıtım Çalışmaları”, Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, C. 2, S. 2, s. 111.

[29] a.g.m., s. 115.

[30] a.g.m., s. 116.

bilimdili

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...