Feodal Japonya denildiğinde akla ilk olarak Samuraylar gelir. Feodal Avrupa’nın parlak şövalyeleri gibi, samuraylar da özel donanımlı aristokratlardı. Fakat Japonya’daki tek savaşçı sınıfın Samuraylar olduğu düşüncesi yanlıştır. O dönemde Japonyada çok farklı savaşçı sınıfları bulunmaktaydı.
Feodal Japonya’nın Savaşçı Sınıfları
Samuray
Millattan sonraki ilk bin yılda ortaya çıkan Samuraylar aristokrat bir sınıftı. Toprak sahibi oldukları ve lider statüsünde oldukları için en düşük samuraylar bile japon halkının çoğundan daha zengin ve ayrıcalıklıydılar.
Samuraylık atlı okçuluk olarak başlamış ve bu daha sonra kılıç ustasına evrimleştikleri halde bile ekipmanlarını etkilemiştir. Sağ kolları daha az zırhlı olacak şekilde giyiniyorlar bu sayede ok çekmek ve yay germek için bir üstünlük sağlıyorlardı.
Zamanla, sağ kalçalarının üzerine giydikleri sadakları terk ettiler. Yakın mesafe savaşlarına girdikçe zırhlarını daha sağlam hale getirdiler.
Samuraylar mızraklar ve ok-yaylar da dahil olmak üzere çeşitli silahlarla savaştı. En yaygın ve simgesel silahları, katana adı verilen uzun kılıçları ve bunların daha kısaları olan wakizashi’lerdir. Bu silahlar çok keskin kenarlara sahiptir.
Hemen hemen tüm komutanlar samuraydı. Japonya’nın askeri, politik, sosyal ve ekonomik elitleriydiler. Bir Feodal mülk hiyerarşisi içerisinde bulunan samuraylar birbirlerine ve imparatora askeri yardımda bulunmak zorundaydılar. Samuraylar savaşlarda merkezi seçkin birliklerin yanı sıra süvari ve piyade birlikleri de sağlamaktaydılar.
Sohei
11. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar, samuraylar bazen başka bir grup elit savaşçıyla beraber veya onlara karşı savaşmıştır. Bu savaşçı sınıfının adı Sohei’dir.
Sohei sınıfı Budist savaşçı keşişlerdi. Birkaç manastır’ın sohei orduları vardı. Savaş zamanlarında koruma sağladılar ve diğer tapınaklar veya samuray lordları ile olan anlaşmazlıklar sırasında kullanıldılar. En meşhur ve korkulan birlik, Hiei Dağı üzerindeki ana tapınak olan Enryaku-Ji’de bulunuyordu.
Sohei genellikle samuraydan daha az donanımlıydı. Manastır cüppeleri üzerinde normal piyade zırhı giyiyor bazen onun üzerine bir cüppe daha giyiyorlardı. Saçlarını kazıtıyorlar ve başlarını kukuleta veya kumaşla örtüyorlardı.
Soheiler samuray lordları için yararlı birer müttefik olabildikleri gibi bazen sorun kaynağı da olabiliyorlardı. Manastırlarının bağımsızlığını otoriteye karşı savunmak için askeri güçlerini kullandılar.
Ikko-Ikki
15. yüzyıl yeni bir rahip savaşçı sınıfına tanık oldu, Ikko-Ikki.
Ikko-Ikki’ler Saf Kara ( Pure Land) Budizminin takipçileri olan Coudou Şinşu (Jodo-Shinshu) Budistleriydiler. Sadece dinin ayrıntılarını incelemek için zamanı ve eğilimleri olanların değil, tüm insanlığın kurtuluşuna inanıyorlardı. Bu nedenle, soheilerden daha eşitlikçiydiler ve elit bir savaşçı sınıfından ziyade silahlı bir toplumsal harakettiler. Kimi Ikko-Ikki’ler başlarını inançlarının bir işareti olarak traş ediyorlardı. Bunun dışında karşı durdukları ve savaştıkları samurayların liderliğindeki ordulara çok benziyorlardı. 1488’de Kaga eyaletini kontrol altına almaya yetecek kadar güç kazandılar.
İkko-İkki hakkında o zamanların diğer savaşçı sınıflarından daha az şey biliyoruz.
Ronin
Samuray olmak sadece bir savaşçı olmak demek değildi. Aynı zamanda hiyerarşik bir düzen içerisinde yer edinmek ve düzen için savaşmak demekti. Bazen samuraylar hiyerarşi içerisindeki yerini kaybedebiliyorlardı. Daimyo’su ya da efendisi öldüğünde, veya utanç verici bir halde bulunursa, ustasından yoksun bırakılabiliyordu. Bu durumda bir Ronin oluyordu. Ronin aynı zamanda “dalgaların adamı” anlamına geliyor.
Toprağı ve düzenli bir geliri kalmayan Ronin çareyi en iyi bildiği işi yapmakta bulurdu; paralı asker olarak çalışırlardı. 15. ve 16. yüzyılın sonlarındaki şiddetli ayaklanmalar sırasında bu tür işler bol miktarda bulunuyordu. Japonya’da düzen sağlandığında, bu tür erkekler için işsizlik gittikçe artmıştı.
Ninja
Japon gizli suikastçileri, ninjalar, arkalarında faaliyetleri hakkında Ikko-Ikki’den bile daha az bilgi bıraktı. Ninjalar hakkındaki bilgiler, söylenti, belirsizlik ve abartıyla dolu.
Ninjalar diğer savaşçı sınıflardan çok farklı bir rol oynuyordu. Onlar savaş alanlarına girmediler. Bunun yerine düşmanlarına suikast düzenlemek için gizli ve kurnaz bir şekilde gölgelerde savaştılar. 1578’de hayatını kaybeden Daimyo Uesugi Kenshin’in, günlerce tuvalet pisliğine gizlenmiş bir ninja tarafından öldürüldüğü rivayet edilmekte. Ninja kurbanının en savunmasız anında saldırma şansını beklemişti.
Ninjalar, tüm bedenlerini kuşatan kıyafetler giyiyorlardı. Giyisileri gece çalışırken siyah, gündüzleri ise haki kahverengiydi.
Ashigaru
Avrupalı şövalyeler gibi Samuraylar da katıldıkları savaşta sembolik bir görev alıyorlardı. Asıl savaş gücü samuraylar değil, sıradan askerler olan Ashigarulardı.
Ashigaruların donanımları çeşitlilik gösteriyordu. Birçoğu, en basit savaş zırhı olan okegawa-do’yu giyiyordu. Okegawa-do önü ve sırtı koruyan iki parçadan oluşuyordu. Ashigaru mızraklar, kılıçlar ve yaylarla savaştı. 16. yüzyıldan itibaren barutlu silahlar öne çıkmaya başladı. Savaş Ağası Nobunaga 1575 yılında 3.000 ashigaru’yu arkebüzlerle ( namludan doldurulan eski bir tüfek türü) donatarak büyük bir zafer kazandı.
Tsukai-ban
Etkili olabilmek için her ordunun iyi bir iletişime ihtiyacı vardır. Tsukai-ban’lar ulak birlikleriydi. Her daimyo mutlaka iletişimi sağlayan bu birliklere sahipti. Bu askerler kaotik savaş alanındaki birliklerin koordinasyon ve iletişimini sağlıyordu.
Yorumla