Tarih TOPLUM

İslamiyet Öncesi Türklerde Bilim

Yazar: Esengul ARGUN

Eski tarihlerde yaşayan Türklerin, ampirik bilgileri topladığı bilinmektedir. Öncelikle bilgilerin toplumsallaştırılması önemlidir. Türkler, tarım ürünleri kullanmışlar, demir vb madenleri işlemişlerdir. Tarım ürünleri kullanıyor olmaları, onların mevsimleri ve takvimi bilmelerini gerektirmektedir. Yani, doğanın düzeninden, nasıl yararlanmaları gerektiğini bildikleri sonucuna ulaşabilmekteyiz. Gözlem yapmışlardır ve bu gözlemler zihinlerinde yer etmiştir. Gözlemler ise belirli bir düzenlilik, periyodiklik gerektirmektedir. Tarım, bu periyodikliğe verilebilecek örneklerden yalnızca biridir. Bilim çevresi üzerinde kontrol kazanan toplumlar, yönetim biçiminde de üstünlük sağlayabilmektedirler. Türklerin atı evcilleştirmesi, çağlarında onlara pek çok kavme karşı üstünlük kazandırmıştır.

Hunlar ve Bilim

Dokumacılık, oymacılık, tarım, ticaret, madencilik vb meslek gruplarını icra etmişlerdir. Süsleme, bilgi gerektiren bir eylemdir. Hun Türkleri, meydana getirdikleri eserlerin estetik boyutları ile yetinmemişler, bir de bunları işlemişlerdir. Doğayı taklit ve resmetmişlerdir. Boya teknolojisi doğmuştur.[1] Onların, aynayı kullanma  konusunda uzman oldukları bilinmektedir. Ayna yapabilmek için, aynanın arkasının teneke ve çinko ile kaplanması gerekmektedir. Bu ise, bilgi/bilim gerektirmektedir. Ayrıca farklı maddelerden alaşım yapabildiklerini göstermektedir. Mumya yapabildikleri bilinmektedir. Bu da, kadavra üzerinde işlem yapabilme becerilerini göstermektedir. Bakterileri yok edecek ilaç kullanmaları, kadavranın deforme olmadan kalabilmesini sağlamayı gerekmiştir. Kurganlardan çıkartılan buluntular arasında dikkatleri üzerinde toplayan bir başka materyal de bir tür aydınlatma ve ısıtmada kullanılan araç gereçlerdir. Üç ayak üzerine yerleştirilen bronz bir kandil bulunmuştur. Ayrıca yiyecek pişirmek için kullandıkları tahmin edilen, yine bronzdan yapılmış ve hayvan üslubu tarzında kulplarla estetik boyutuna da önem verilerek işlenen, büyüklü küçüklü su ısıtıcıları bulunmuştur.[2] O çağlarda böyle bir bilimsel atılımlardan bahsediliyorken, tarihin çağlara bölünmesi ile ilgili olarak bu dönemler de göz önünde bulundurulmalıdır.

Kök Türkler ve Bilim

Kendilerinden önce yaşamış Türklerin sahip olduğu, tüm bilim gerektiren faaliyetler, bu dönemde de gelişerek ve revize edilerek sürdürülmüştür. Bugut Yazıtı, Orhun Abideleri yazılmış, 12 Hayvanlı Türk Takvimi kullanılmıştır.[3]

Bu takvimin kullanılabilmesi için dünya, güneş ve ay periyotlarını bilmek gerekmektedir. Mevsimleri, yılları, gece ve gündüz uzunluklarını hesaplayabilmişlerdir. Büyük anlamda bu takvim zaman bilimi gerektirmektedir. Takvim, güneş esaslıdır. Mısır-Mezopotamya uygarlıklarında da kullanılmış, bir yıl 365 gün 50 dakika 47 saniye olarak hesaplanmıştır. Bir yıl, altı haftaya ayrılmıştır. Dört Şubat, yılbaşı olarak belirlenmiştir.[4]

Uygurlar ve Bilim

Uygur Türkleri de Kök Türkler gibi, kendilerinden önceki kültür ve medeniyeti revize ederek, dünya Türk kültür tarihine izler bırakmışlardır. Yeni bir alfabe oluşturmuşlar ve diğer Türk devletlerinden farklı olarak daha yoğun bir şekilde yerleşik hayatı tercih etmişlerdir. Taş binalar yapmışlar, kentlerinin etrafını surlarla çevirmişlerdir. Kent yalnızca, daha fazla insanın yerleşme yerini ifade etmemelidir. İnsan ilişkileri olmak üzere, bütün yaşamın temel ilişki formlarının bir arada gerçekleştiği yerlerdir. Kentler, bilgi üzerine inşa edilmiş yerleşimlerdir. Kentin mimarisini hesaplamak bilgi gerektirmektedir. Turfan bölgesindeki Kariz Su Kanalları Türkler’ in dünya medeniyetine bir hediyesidir. Çölün altındaki Türk mucizesidir. Kariz Kanalları, Tanrı Dağları’ndan topladığı suyu 60 km çölün altından geçirerek Turfan’daki yerleşim yerlerine taşımış ve tarım alanları sulanmıştır. Kanallar yerin yaklaşık 100 metre altında açılmıştır. Toplam boyu 5000 km’dir. Sistem tamamıyla yer çekimi kuvvetiyle çalışıyor. Çinliler bu kanalları ülkelerindeki üç harikadan biri olarak göstermektedirler.  2500 yıl önce yani yaklaşık MÖ 500’lerde bunu yapabilmek için; eğim, açı, suyun akışının sağlanması, matematik, fizik, mühendislik bilgileri gereklidir. Kariz Kanalları sayesinde Turfan Bölgesi bereketli vaha haline gelmiştir. Turfan’dan mı geldi deyimi burayla ilişkilidir. Bugün, ziyarete açık olmasına karşın kullanılması halinde de çalışır vaziyettedir. Yiyecekleri olmayanların yardımına, devlet ve halk el uzatmıştır. Bu ifade bize içtimai nizam ve ahengin Uygur Türkleri arasında ne kadar sağlam temellere oturtulmuş olduğunu göstermektedir. Uygur Türklerinde taşınır mallarda olduğu gibi tarım arazisi üzerinde de hususi mülkiyet cari olmuştur. Hususi mülkiyetin mevcut olması daha o çağlarda, kişi hak ve hürriyetlerin de teminat altına alındığını göstermektedir.

980’lerde Uygur’a giden Bir Çinli Seyyah Wang Yen Te eserinde der ki;

“Şehirde ( beş balık), pek çok evler, kuleler ve bahçeler vardır. Uygurlar zeki, doğru karakterli ve namuslu insanlardır. Altın, gümüş, bakır ve demirden yapılan eşya yapımı ile vazo ve çanak çömlek yapımında onların gösterdikleri mükemmellik ve fevkaladelik, Allah tarafından adeta yalnızca onlara verilmiş bir vergi gibidir. Elçi ayrıca, ovadan geçen bir nehrin mecrasının değiştirildiğini ve açılan kanallarla bahçe ve tarlaların sulandığını, bu sularla büyük değirmenlerin işlendiğini ve obada türlü hububatın yetiştirildiğini de söyler. Elçiye göre, Uygurlar’ ın ülkesinde fakir insan yoktu.”[5]

Elçi, Uygur Kağanının kendisi için beş balık yakınlarındaki bir gölde kayık gezisi düzenlediğini ve bu gezi sırasında kendisi için konser verildiğini, Turfan’ da dokunan çiçekli Uygur kumaşlarına  hayran kaldığını, her Uygur mabedinde mutlaka bir kitaplık bulunduğunu, Uygurların çok iyi deri işlediklerini ve demir çelik işçileri olduklarını, bu demir ve çeliği iyi işleyerek silah yaptıklarını ve silah ticaretini ellerinde tuttuklarını da ifade etmektedir.

Tüm bu örnekler, Uygur Türklerinin gelişmişliğinin bir belirtisi olarak inşa edilmiştir. Her kültür, gelişmişliğini tarihe not düşmek istemektedir. Bireyler için de bu böyledir. Uygur Türkleri de maddi uygarlık kalıntılarıyla, tarihe not düşmüşlerdir. Üstelik bununla da yetinmeyip düşüncelerinin yayılması, yeni kuşaklara aktarılması, yazılı metinlerin çoğalması için baskıyı, matbaayı yoğun bir şekilde kullanmışlardır. İlk etapta tahta baskı ile yaptıkları bu işlem için harf yapım teknikleri geliştirmişlerdir. Klişe basma tekniği kültürel gelişmişlik anlamına gelmektedir. Bilgi hep var olduysa da sorun, bilginin toplumsallaşmasında oluşmuştur. Bu sorun da baskı teknikleri ile en az seviyeye indirilmiştir. Uygur Türklerinin pamuğu dokumada ve kağıt yapımında kullanmış olmaları dahi başlı başına bilimselliğin, gelişmişliğin ve toplumsallaşmanın bir başka göstergesidir. Aşının bulup uygulanıyor olması ise 800’lü yıllar ve Türk Bilim Tarihi için bir başka boyuttur.[6]

2.4 İslamiyet Sonrası Türkler ve Bilim

Türklerin bu düşünce gelenekleri, İslamiyet’le tanıştıktan sonra da farklı boyutlara doğru evrilerek devam ettirilmiştir. İslamiyet’ten önce sahip oldukları seçkin kültür, revize edilerek sürdürülmüştür. Örneğin; İslamiyet’ten önce, ruh sağlığının da beden sağlığıyla bir arada olması gerektiğini düşünmüşlerdir. Onlara göre, psikolojik bir rahatsızlık, bedensel bir rahatsızlığın göstergesi olmuştur. Bunun gibi ruh ve beden bir bütündür ve bu bütün bir denge içinde yürütülmelidir. İslam dini de bu çerçevede şekillendirilmiştir. Farklı uygarlıkların eserleri, tercüme edilmiştir. Bilgiyi, bilgi olarak değerli görüp almışlardır. Öyle ki İslam dünyası, fetihler sonucunda kültürel gelişimlerine hız kazandırmışlardır.

El Kindi; “Bize yakın ya da uzak, hangi kültürde olursa olsun, bizim onlara saygı duymamız gerekiyor” demiştir. Aslına bakılacak olursa fetih yapma süreci de başlı başına bilgi gerektirmektedir. Ok, yay, top, tüfek, tank vb savaş aletleri ile fetihleri gerçekleştirmek ve başarı elde etmek yeterli değildir. Asıl başarı, ele geçirilen topraklarda bulunan yüksek entelektüel bilgileri ele geçirebilmektir. Tüm bunlar, yeni ufukları açmaktadır. Bilgiyle tanışan yöneticiler, bu topraklara uygarlıkları götürmüşlerdir. Oralardaki dillerden, kendi uygarlık dillerine aktarmışlar, tercüme ettirmişlerdir. Beyt’ül Hikme bu düşünce felsefesinin bir ürünüdür. İslamiyet öncesinden itibaren, sistemli oldukları için ve bu sistemi her dönemde geliştirmeye özen gösterdikleri için, ilerlemeye devam etmişlerdir. Matematik, felsefe, fizik, astronomi, coğrafya ve tıpta çağdaşlarına kıyasla muazzam bir gelişme potansiyeli elde etmişlerdir. Özellikle matematik, coğrafya ve tıp olmazsa olmazlar arasında yer almıştır. Çünkü bunlar, bilgilerin depolandığı disiplinlerdir. Matematik gündelik hayatın formudur. İbadet vs. için gereklidir. Öklit’in geometrisi, Platon’un Devlet’i ve Yasaları’nı, Aristoteles’in Organon adlı eserlerini ve eczacılık, coğrafya kitaplarını tercüme ettirmişlerdir. İran’dan tarih kitaplarını alıp tercüme ettirmişler; Hindistan ile tanışınca da masal kitaplarını ve Hintliler’in, Grek’ten çok daha öne geliştirdikleri astronomiye ulaşmış, tercüme ettirmişlerdir. Sonraki dönemlerde de özgün eserler yazılamaya başlanmıştır. Bunlardan bazıları; matematiğin kurucusu, Harezmi, fizik ve tıpın kurucusu İbn-i Sina, astronomi ve coğrafyanın kurucusu Biruni ve kimyanın kurucusu Cabir İbn-i Hayyam’dır. 13.yy’da batılıların “Hocaların hocası” ünvanını verdiği Hayyam, o zamana kadar bulunan takvimlerin en mükemmelini icad etmiştir. Takvim hiç hata vermemektedir. Ancak, kimse bu takvimi kullanmamıştır. Bu sorun, zamandan ne beklendiği ile alakalı olmalıdır. Zamanı düzenlemek, tutarlı vaziyet alabilmek için takvimi kullanmak gereklidir. Öğün sözcüğü ile birlikte yaşamın duruşuna karşı bir vaziyet aldıklarını göstermektedir. Bu anlamda Türk düşünce geleneği, o zamanlarda da önemini muhafaza etmiştir. Ancak ilerleyen zamanlarda, teorya yerini pragmaya bırakmıştır. 1000’li yıllardan itibaren Grek ve Hristiyan kültürleriyle karşılaşmaları neticesinde de hayvan ve bitkilerden elde ettikleri ilaçlara dahi drog adı verilmeye başlanmıştır.

Gazneli Devleti, Karahanlılar, Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti bu sıralamayı devam ettiren ve Türk Bilim Tarihi’ne önemli katkıları bulunan, başlıca Türk Devletleri’nden bazılarıdır.

Dipnotlar 

[1] Harmatta, Janos- B.N.Puri, “Nomads in Eastern Central Asia”, UNESCO Dijital Library, History of civilizations of Central Asia, v. 2: The Development of sedentary and nomadic civilizations, 700 B.C. to A.D. 250, p.155-148.

[2]Nomads in Eastern Central Asia, p.155.

[3] Osman, Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, Cilt, I-II,  Nakışlar Yayınevi, Üçüncü Baskı, 1979,İstanbul, s.70.

[4] Bilim Tarihi, s.15.

[5] Özkan,İzgi, Çin Elçisi Wang Yen-Te’nin Uygur Seyahatnamesi, Türk Tarih Kurumu Yayınları,İkinci Baskı, 2000, Ankara, s.41-68.

[6] Bilim Tarihi, s.150.

Esengül Argun

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...