DÜŞÜNCE İttihat ve Terakki Tarih

ULUSLARARASI KOVBOY HUKUKU VE 1915 OLAYLARI

 

Hollywood’un bizleri yanılttığı bir diğer konu da kovboylardır. Kovboylar aslında sığır çobanlarıdırlar. Zaten İngilizce “cowboy” kelimesi de “sığır oğlanı” gibi bir anlama gelir (cow-sığır, inek; boy-oğlan). Fakat yaşadıkları yer Vahşi Batı olduğundan bizim Anadolu çobanlarından çok farklıdırlar, örneğin kaval değil altıpatlar tabancalar taşırlar. Bizim çobanlarımız gibi pastoral bir yaşamları da yoktur, çoğu kez son derece barışçıl insanlar olan Amerika yerlilerini öldürüp topraklarını gasp ederler. Ancak Hollywood’un maceracı kovboyları, bu tarihi bizlere unutturdu.

Bu kovboylardan birisi de Ronald Reagan idi. Bir yandan B-Movies diye anılan ikinci sınıf filmlerde kovboy rollerini canlandırıyor diğer yandan Hollywood’daki sol görüşlü kişiler hakkında FBI için muhbirlik de yapıyordu (Herhold, 1985). Sonra Kaliforniya valisi oldu ve ardından Cumhuriyetçi Parti’den ABD Başkanı seçildi. Ronald Reagan’ın beyaz perdedeki kovboyluğu asla Yul Bryner veya Clint Eastwood ya da John Wayne kadar başarılı olamamıştı. Fakat uluslararası ilişkilerdeki kovboyluğu, örneğin hem kendi ülkesinin hem uluslararası hukuku çiğnediği İran-Kontra skandalı, onu tarihe geçirdi.

(1) Ronald Reagan’ın kovboy filmlerinden “Law and Order / Kanun ve Nizam (1953)”

Bir keresinde ağaçların çevreye otomobillerden daha çok zarar verdiğini iddia eden Reagan (The Washington Post, 1980), buna benzer bir açıklamam yaparak, Türkiye ile de bugün Joe Biden’ın yarattığına benzer bir kriz yaratmıştı. 1981 yılında, Holokost (Yahudi Soykırımı) anma etkinliğinde, 1915 Ermeni tehciri için “soykırım” ifadesini kullanmıştı. Ardından Türkiye çok sert tepki verince geri adım atmış ve bir daha, 24 Nisanlar dahil, Ermeni tehciri için soykırım dememiştir. Ta ki Joe Biden’a kadar…

Bu süreçte Amerikan başkanları ne Ermeni lobisini ne de Türkiye’yi küstürecek bir üslup izlediler. Bu amaçla Ermeni tehciri için Ermenice büyük suç anlamına gelen Medz Yeghern (Մեծ եղեռն) kavramını kullandılar. Ancak bu büyük suçun ne olduğu veya suçlunun kim olduğu gibi hususlara hiç değinmediler.

Bugüne kadar çeşitli ABD eyaletleri Ermeni soykırımı tanıma kararları almıştı.  Ancak federal düzeyde yani ABD düzeyinde, böyle bir karar ilk defa 2019 yılında Kongre’nin kararıyla alınmıştı. Fakat o zamanlar oval ofiste Donald Trump oturuyordu. Malum olduğu üzere Cumhuriyetçi Trump’ın yıldızı, Demokrat ağırlıklı Kongre ile hiç barışmadı hatta başkanlıktan giderayak yandaşlarını kışkırtıp Kongre’ye baskın yaptırdı.

Trump’ın ardından gelen yeni başkan Demokratlardan Joe Biden, yardımcılığını yaptığı Obama’nın aksine seçim vaadini tuttu ve daha ilk 24 Nisan’da Ermeni tehcirini soykırım olarak andı ve ülkemizde büyük bir tartışma başlattı. Kimi kişiler bu meselenin tarihçilerin meselesi olduğunu söyleyip Biden’ı kınadılar. Bazıları ise soykırımın uluslararası ceza hukukunda tanımlı bir suç olmasından dolayı bu meselenin hukukçuların meselesi olduğunu söyledi. Ancak ben bir hukukçu olarak bu meselenin hukukçulardan ziyade siyasilerin meselesi olduğu kanaatindeyim.

Neden mi?

Bundan yüzyıl önce ABD, Anadolu’ya Ermeni kırımı iddialarını araştırması için Deniz Kuvvetleri’nden Amiral Mark Lambert Bristol’u görevlendirmişti. Amiral Bristol, iddia edildiği gibi bir Ermeni kırımının olmadığını tespit etti ve bu yöndeki raporunu ABD’ye gönderdi. Biden bunları bilmiyor mu? Eğer Bristol raporunu bilmiyorsa; Malta’da Türkleri yargılamak için mahkeme kuran İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nın İstanbul’daki yüksek komiserlikleri ve işbirlikçileri aracılığıyla temin ettiği, kendi tabirleriyle “dağlar kadar, çuval çuval” belge içinde iddianame oluşturacak delil bulamadığını, bulamayınca da müttefikleri ABD’ye başvurduğunu, ancak ABD arşivlerinde de Ermeni kırımına dayanak olacak bir delil çıkmayınca Türkleri hakkında dava açılamayacağına hükmettiğini bilmiyor mu? (Gürkan, 2015) Eğer Biden bilmiyorsa yardımcısı Kamala Harris de mi bilmiyor? Biden-Harris ikilisi bu konuda bilgisiz ise danışmanları da mı bilmiyor? Tabi ki biliyorlar! Ancak soykırım iddialarını uluslararası ceza hukukuna göre incelemek gibi bir kaygı taşımıyorlar.

(2) Amiral Bristol

ULUSLARARASI KOVBOY HUKUKU 101

2001 yılında ABD liderliğindeki koalisyon, Afganistan’ı terörle mücadele; 2003 yılında Irak’ı ise kitle imha silahlarına sahip olduğu ve bunlarla küresel barışa bir tehdit oluşturduğu gerekçesiyle işgal etmişti. Fakat gerçekler bir süre sonra ortaya çıktı. Meğer bu ülkelerin işgalini Tanrı buyurmuş! (MacAskill, 2005)

Oğul Bush diye de tanınan dönemin ABD Başkanı George W. Bush, kendisine Tanrı tarafından ilahi bir görev verildiğine inanıyordu. İddia ettiğine göre bir gün Tanrı kendisine “George, git Afganistan’da teröristlerle savaş” demiş. Ardından Bush kurduğu koalisyonla Afganistan’ı işgal etti. Bugün ABD savaşı bitirebilmek için Taliban ile müzakere yolları arıyor. Yaklaşık her on Afgan’dan birisi uyuşturucu bağımlısı. Ama Bush’un Tanrısı onun Afganistan’ı işgalinden memnun kalmış olacak ki ona vahiy yoluyla yeni görevler vermiş. Bu kez Tanrı, Bush’a “George, git Irak’taki zulmü bitir” demiş. Bugün Irak fiilen bölündü ve tamamı hala kan gölü.

(3) George W. Bush ve Tony Blair

Bir anlığına, Kıbrıs Barış Harekatı’nın başladığını, dünyaya, “biz Kıbrıs’a savaş için değil, barış için gidiyoruz” diyerek ilan eden Bülent Ecevit’in bu sözler yerine; “Tanrı bana; ‘Bülent, git Kıbrıs’a darbeyi durdur’ dedi” demiş olduğunu farz edelim. Sonucu ne olurdu? Herhalde dünya Bülent Ecevit’i akıl hastası ve savaş suçlusu ilan eder ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, ‘uluslararası güvenliği tehdit ediyor’ diyerek Türkiye’ye müdahale kararı alırdı.

Kıbrıs Cumhuriyeti, 1963 Kanlı Noel olaylarında fiilen çökmüş, anayasa cumhurbaşkanı ve başpiskopos III. Makarios tarafından usulsüz şekilde kaldırılmıştı. 15 Temmuz 1974 tarihinde ise Makarios, EOKA-B lideri Nikos Sampson (“Omorfo Kasabı” diye de bilinir) tarafından devrilmiş ve Sampson, Kıbrıs Elen Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan etmişti. Asıl amaç adanın Yunanistan’a ilhakıydı. Diğer iki garantör ülke, İngiltere ve Yunanistan Türkiye’nin ortak müdahale teklifini reddedince, Türkiye Londra-Zürih antlaşmalarından doğan tek taraflı müdahale hakkını kullanarak 20 Temmuz 1974 tarihinde adaya müdahale etti (Kalelioğlu, 2020, s. 57-66). İşte, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi uluslararası hukuktan kaynaklanıyorken dünya, hem bu gerçeği hem de adada keşfedilen toplu Türk mezarlarını görmezden gelmekte ve KKTC’ye Kuzey Kore’ye bile uygulanmayan ambargolar (örneğin; spor ambargosu) uygulamaktadır.

Peki, Kıbrıs’ın garantörlerinden İngiltere’de durumlar nasıl? Dönemin İngiliz başbakanı Tony Blair, Bush’un Irak’a saldırısındaki en büyük yoldaşıydı. İngiltere’de kamuoyunu Irak’ın ne kadar tehlikeli bir ülke olduğunu ve ne kadar yıkıcı silahları olduğuna ikna etmek için büyük çaba gösterdi. Koalisyon, işgal ettiği Irak’ta kitle imha silahı bulamadı. Bunun üzerine, İngiliz ve Amerikan istihbarat örgütlerinin, Irak’ın kitle imha silahlarının olmadığını savaştan önce de bildikleri ortaya çıktı (Taylor, 2018). Yani barışa karşı bir komplo kurulmuş, uluslararası ceza hukukuna göre saldırı suçu işlenmişti. Peki, ne oldu? Hiçbir şey!

İşte bu uluslararası kovboy hukukudur. Yani güçlü olan aynı zamanda haklı olandır. Eğer seri atış yapan silahlarınız varsa taş baltalı halkları kırıp, toprakları üzerinde devlet kurabilir ve sizinle boy ölçüşebilecek başka bir kovboy ortalıkta gözükmüyorsa da dünyaya istediğiniz konuda istediğiniz dersi verebilirsiniz. Tabi ki soykırımlar hakkında da!

DÜNYA NOTERİ

ABD’nin kendisini dünya jandarması olarak gördüğü sır değildir. Bunun yanında Amerikan başkanlarının adeta dünyanın noteri gibi hareket ettiği de sır değildir. Bu nedenle Amerikan Başkanı’nın Ermeni tehcirini soykırım ilan etmesi uluslararası ceza hukuku açısından bir sonuç doğurmuyor veya tarihi gerçekleri değiştirmiyorsa da pek çok kişinin algısını ve tutumunu değiştirecektir.

Örneğin; eski başkan Donald Trump, ABD’nin İsrail’deki Büyükelçilik binasını Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyınca pek çok ülke de aynı şeyi yaptı. Yine Trump, İsrail ile Araplar arasında normalleşme başlatınca pek çok Arap ülkesi İsrail ile normalleşme sırasına girdi. Bu yüzde Biden’ın açıklamasının başka ülkelerde yankı bulacağı kesindir. Nitekim Donbass’taki Rus yanlısı güçlere karşı kullanmak üzere Türkiye’den alacağı askeri malzemeye muhtaç olan Ukrayna’nın İçişleri Bakanı Arsen Avakov, Ermeni tehcirinin Batı ülkelerinde soykırım olarak tanındığını belirtip “Ermeni soykırımını devlet düzeyinde tanımalıyız” diye açıklama yaptı (Maksimenko, 2021).

Bu gibi gelişmelere karşı koymak adına Türkiye’nin yapması gereken öncelikle caydırıcı olmaktır. Çünkü hiçbir ülke caydırıcı bir güce karşı gelmeye cesaret edemez. Bush ve Blair örneği bunun açık göstergesidir. İşte böyle bir dünyada, kovboyların arasında, hakkınızı korumak için güçlü ve caydırıcı olmanız bir zorunluluktur.

Bununla birlikte yine de uluslararası ceza hukuku ışığında Türkiye’nin tezlerini dayandırdığı argümanlar gözden geçirilmelidir. Bu yüzden aşağıda sıkça duyduğumuz bazı argümanları uluslararası ceza hukukuna göre inceleyeceğim. Ardından gözden kaçırdığımız ama olayın özünü isabetli şekilde yansıtan argümanların neler olduğuna da değineceğim.

SOYKIRIM İDDİALARINA KARŞI HATALI ARGÜMANLAR

Aşağıda değineceğim argümanlar yer yer iyi niyetle söylense de uzun vadede Türk tezlerine zarar verici niteliktedir.

1-“BİZ DE KAYIP VERDİK” ARGÜMANI

Hemen belirtmeliyim ki bu argüman çok hatalı bir argüman olup bir yerde soykırımın kabulünü de içerir. Nitekim Sırplar tarafından da başvurulmuş ama bir sonuca varılamamıştı. Sırbistan, 1999 Kosova olayları esnasında, NATO bombardımanına tabi tutuldu. Bombardımanda seyreltilmiş uranyum kullanıldığına dayanan Sırplar,  ülkede yaşanmaz şartlar oluşturularak yani 1948 tarihli BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin 2.maddesinin “c” hükmünün ihlal edilerek, Sırplara soykırım yapıldığı iddiası ortaya atmışsalar da bu durumun savaş şartları içinde olağan olduğu kabul edilmişti (SCHABAS, 2009, s. 194-195).

(4)Pankartında “Çocuklarımızı öldürdüğünüz için sizi asla affetmeyeceğiz” yazan Sırp eylemci

Ermeni komitelerinin, daha Birinci Dünya Savaşı başlamadan örgütlenip silahlandığı, yüz binlerce komitecinin Rus ordusunun yardımcı kuvveti olarak Anadolu halkına hücum ettiği bir gerçektir. Bu gerçeklerin anlatılması tehcir sürecinin anlaşılması için şarttır. Fakat sadece buna dayanılarak, en azından uluslararası ceza hukuku anlamında, bir tez kurulamaz.

2-“TARİHÇİLER KOMİSYONU KURULMALI” ARGÜMANI

Bu argüman da çok yanlıştır. Bugün neredeyse 50 yıldır Kıbrıs konusunda karşılıklı görüşmeler yapılmaktadır ama ortada sonuç yoktur. Ayrıca tarih pek çok yönden yoruma açıktır. Fabrikasyon belgelerle tezlerini kabul ettirmeye çalışanlardan komplo teorisyenlerine kadar, pek çok kişi devletleri tarafından bu sürece dahil edilebilir ve süreç sabote edilebilir veya bu komisyon başka hedeflere ulaşmak adına manipüle edilebilir. Bunların yanı sıra soykırım hukuki bir mesele olduğundan temel argümanların da hukuki olması gerekir. Fakat bu konuda isabetli hukuki argümanlar oluşturabilmek için de tarih bilmek gerekir.

Bunların yanı sıra araştırmacılar veya üniversiteler böyle etkinliklere başvurması aynı sakıncayı taşımaz.

3-KANUNİLİK ARGÜMANI

Bu argüman, hukuki temelli bir argümandır. İlk bakışta Türk tezlerini destekler gibi görünse de uzun vadede zarar verecektir.

Kanunilik ilkesi; ceza hukukuna hakim ilkelerden olup, bir fiilin suç sayılıp cezalandırılabilmesi için, bunun, fiil işlenmeden önce kanunla öngörülmüş olması gerektiğini ifade eder. Soykırım suçu da 1948 tarihli, BM Soykırım Suçunun Önlenmesi Ve Cezalandırılması Sözleşmesiyle tanımlanmıştır. Bu yüzden 1948 öncesinde uluslararası ceza hukukunda soykırım diye bir suç tanımlı değildi; yani böyle bir suç yoktu. Bu nedenle 1948 tarihli bir suç tanımlamasıyla 1915 yılındaki olaylara yönelik bir değerlendirmede bulunulamaz.

Ancak bu kez de, durum, sanki bir soykırım işlenmiş ama bir ufak bir usul engeline takılıyormuş şeklinde gibi yorumlanıp, Türkiye aleyhine kullanılabilir. Oysa Türkiye’nin elinde çok daha net ve güçlü argümanlar olduğundan bu yola başvurmaması daha iyidir.

TÜRK TEZLERİNİ DESTEKLEYECEK ARGÜMANLAR

Yukarıdaki argümanlara Türkiye’nin sıklıkla sarıldığı görülmektedir. Biden’a karşı bile bu çerçevede kalındı. Ancak artık soykırım iddialarına karşı daha aktif olunması şarttır. Bu yüzden de aşağıdakiler gibi daha net argümanlara değinilmesi gerekmektedir.

1-BİR OLAYIN SOYKIRIM OLDUĞUNA ANCAK YETKİLİ MAHKEME KARAR VEREBİLİR

Soykırım sözleşmesinin 6.maddesi uyarınca; bir fiilinin soykırım olduğuna ancak söz konusu fiilin işlendiği ülkenin mahkemeleri karar verebilir. Bunun yanı sıra bu ülkenin yetkisini tanıdığı uluslararası bir mahkeme de soykırım yargılaması yapabilir.

Ancak Ermeni soykırımının işlendiğine dair bir mahkeme kararı yoktur. Bu yüzden, hukuken “Ermeni soykırımı” diye bir şeyin varlığından bahsedilemez. Fakat dünya parlamentoları tarafından çeşitli yasalar çıkartılıp bir Ermeni soykırımı tanınmakta hatta daha da ileri gidilip “inkarı” cezaya bağlanmaktadır. Bu kanunları çıkartan parlamentolarsa, hem adeta geçmişe gidip yargılama yapıp bir soykırımın işlendiğini tespit ediyor hem bunu tanıyor hem de buna karşı çıkanlara ceza öngörüyor. Oysa bir parlamentonun yargı faaliyetinde bulunması mümkün değildir. Fakat bu yasaları çıkartarak aslında sadece bir yasama organı olan parlamentolar, hem yargı hem de yasama faaliyetlerinde aynı anda bulunarak yetkilerini aşmakta üstelik hukuk metodolojisine tamamen aykırı davranmaktadırlar. Bu şekilde tanınan bir soykırım, uluslararası ceza hukuku açısından yok hükmündedir. Ancak uluslararası kovboy hukukunda çokça rağbet görmekteler.

2-MALTA YARGILAMASI GÖZARDI EDİLMEMELİDİR

Yukarıda belirtiğimiz gibi Türklerin bir soykırım işlediğini gösteren herhangi bir mahkeme kararı yoktur fakat işlemediğini gösteren bir karar vardır. Hem de bu kararı veren İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’dır. Ancak maalesef bu durum ülkemizde dahi yeterince bilinmemektedir.

İngilizler Türklerin yargılanması için İtilaf Devletleri tarafından, tıpkı İkici Dünya Savaşı sonrası kurulan Nürnberg ve Tokyo Mahkemeleri gibi, uluslararası bir mahkemenin kurulmasını istiyordu. Fakat bu talep Paris Barış Konferansı’nda böyle bir yargılamayı gerçekleştirmeye sadece Osmanlı mahkemelerinin yetkili olduğunu ileri süren Fransa tarafından reddedildi. Bunun üzerine İngilizler, pek çok Türk’ü tek başına yargılamak niyetiyle, Malta’ya gönderdi (Gürkan, 2015, s. 77). Böylece “Malta Sürgünlerinin” hikayesi başladı.

(5) Malta Sürgünleri

İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliği, iddia ettikleri Ermeni katliamını ispatlayacak delilleri toplamak için harekete geçti. Aylar sonra İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Robeck, çuvallar dolusu belgeyi İngiltere’ye gönderdi. Ancak gönderilen belgeler İngilizler için hiç de iç açıcı değildi. Kabine içinde görüş ayrılıkları belirdi. Hatta İngilizlerin ünlü devlet adamı Winston Churchill, Malta’daki Türklerin derhal serbest bırakılması gerektiğini söylemiştir. Fakat Lord Curzon kararlıdır ve işi, Kraliyet Başsavcılığı’na havale eder. Başsavcılık Curzon’a istediğini verir ve suçlamaları üç kategoriye ayırır (Gürkan, 2015, s. 82-83):

1-         Siyasi suçlar

2-        Sürgün, yağma ve kırım suçları

3-        İngiliz esirlere yönelik kötü muamele suçları

Ardından yetki krizi çıktı. Kraliyet Başsavcılığı sadece İngiliz esirlere yönelik işlendiği iddia edilen suçlar açısından yargılama yapılabileceğini tespit etti (Gürkan, 2015, s. 83). Fakat bu sorun Sevr’de çözülecekti.

(6) Dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon

Sevr’in 226-230 maddeleri, İtilaf Devletleri’ne Osmanlı’ya karşı mahkeme kurup yargı yapma yetkisini vermekteydi. Böylece işgal devletleri istedikleri suçlamayı yapıp istedikleri kişiyi yargılayabilecekti. Osmanlı Devleti ise suçlanan kişileri teslim etmekle, mahkemeye uymak ve mahkemenin taleplerini karşılamakla yükümlüydü.  (Gürkan, 2015, s. 87). İşte bu uğursuz antlaşma böylesine bir rezaletti!

İngiliz Kraliyet Başsavcılığı bu maddelere dayanarak kendisinin yetkili olduğunu, kendi kendine, tespit etti ve soruşturmayı başlattı. Soruşturma boyunca İngilizlerin tabiriyle “dağlar kadar”, “çuval çuval” belge İngiltere’ye götürüldü ve incelendi. Bunların arasında tehcir kararının asıl kopyaları da mevcuttu. Bu arada suç tanımı daha da genişletilip sadece Ermenilere değil “Osmanlı gayrimüslimlerine” karşı işlenen tüm suçların soruşturulmasına karar verildi. Ancak İngilizler, bazen ikinci bazen üçüncü ağızdan tanık ifadelerinden ve saltanat yanlısı gazetelerin haberlerinden başka, iddialarını destekleyecek bir delil bulamadı (Gürkan, 2015, s. 88-93).

Başsavcılığın dosyaya almadığı iki delil vardır ki bunlar çok önemlidir. Çünkü bunlar bugün soykırım iddiasında bulunanların başucu kaynaklarıdır. Bunlardan ilki İngilizleri Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye aleyhine yayımladığı Mavi Kitap’tır. Bu kitap Toynbee tarafından yazılmış bir propaganda metni olup bu gerçeği bizzat Toynbee itiraf etmiştir. Diğer belge ise Andonyan Belgeleri’dir. Bu belgelerin Talat Paşa’nın soykırım telgrafları olduğu iddia edilmişse de Şinasi Orel ve Süreyya Yüce bu belgelerin sahteliğini ispat etmiştir. (Gürkan, 2015, s. 88-90) Muhtemelen bu belgelerin sahteliğini ve Mavi Kitap’ın asılsız bir propaganda metni olduğunu başsavcılık da biliyordu ki bu kaynakları delil niteliğinde görmedi.

Ancak İngilizler hemen vazgeçmek niyetinde değildi. Müttefikleri ABD’ye başvurdular ve delil istediler. Fakat ABD arşivleri de hukuki bir delil sağlayamadı. Bunun üzerine Dışişleri Bakanlığı tarafından “Ermeni kırımı konusunda hukuki nitelikte delil bulunamayacağı” itiraf edildi. Bunun üzerine Lord Curzon, başsavcılıktan bu kez siyasi bir dava açılmasını istedi. Fakat başsavcılık nihai kararı verdi ve dava açılamayacağına hükmetti (Gürkan, 2015, s. 95-100). Özetle; İngiltere, Ermeni kırımından hüküm giydirmeye çalıştığı Türkleri, istemeden de olsa, aklamış oldu.

Uluç Gürkan’ın da dikkat çektiği gibi bu karar bugünkü anlamda takipsizlik kararı niteliğindedir. Takipsizlik, savcının iddianame hazırlayıp kamu davası açmak için yeterli şüphenin oluşmadığını düşündüğünde verdiği karardır; hukuki tabirle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesidir. İşte 1920’lerde tüm Osmanlı arşivlerine erişebilmesine, müttefiklerinin ve işbirlikçilerinin yardımına rağmen kraliyet başsavcılığının ulaştığı sonuç buydu.

3-TEHCİRDE SUÇ İŞLEYENLERE VE İHMALDE BULUNANLARA DÖNEMİN YÖNETİMİ CEZA YAĞDIRMIŞTIR

Osmanlı idaresi, tehcir edilen Ermenilerin mallarına el koymamış, aksine yanlarına almalarına izin vermişti. Ancak bu durum, yollardaki Ermeni kafilelerini, Osmanlı’nın son yıllarında Anadolu’da bolca bulunan, eşkıyanın hedefi haline getirmişti. Ayrıca kötü niyetli bir takım kamu görevlileri de bu durumdan fayda sağlamanın peşindeydi. Yol şartları ve salgınların yanı sıra Ermeni ölümlerinin en büyük nedeni buydu.

Fakat Osmanlı idaresi bu duruma göz yummadı. Cephede askere ihtiyacı olmasına rağmen kafile yollarındaki silahlı muhafız sayılarını arttırdı. Suçluların yakalanıp yargıya verilmesi için Talat Paşa, soruşturma komisyonları kurdu. Bu komisyonların raporları doğrultusunda 12 divan-ı harp mahkemeleri kuruldu. Bu divan-ı harplerde 528’i kolluk görevlisi, 170’i kamu görevlisi, 975’i sivil toplam 1673 kişi tutuklu yargılandı. Uluç Gürkan’ın belirttiği üzere 1916 ortalarına kadar 67 kişiye idam,  524 kişiye hapis, 68 kişiye ise kürek, para, kalebentlik, sürgün veya pranga gibi cezalar verilmiştir (Gürkan, 2015, s. 35-36). Orhan Koloğlu’na göre tehcir sırasında Ermenilere saldırdıkları için idam edilen sivil ve asker kişilerin sayısı 1300 kadardır (Koloğlu, 2017, s. 135). Bu rakamlar “soykırımcı” ilan edilen Talat ve Cemal Paşaların çabalarıyla yargılamalara ilişkindir.

Üstelik bazı cezaları yetersiz bulup yükselten bizzat Osmanlı idaresiydi. Örneğin Ermenilere saldırmak ve öldürmekle suçlanan bir isim olan Dersaadetli Halil önce kalebentlik cezası almıştı. Fakat Cemal Paşa bu cezayı onaylamayıp mahkemeye iade etmiştir. Mahkemenin yeniden yargılaması sonucu bu kez idam alan Halil’in cezası Şam’da yani Cemal Paşa’nın karargahının olduğu şehirde, infaz edilmiştir (Gürkan, 2015, s. 37). Tüm bunlar gösterir ki bu yargılamalar asla göstermelik değildi.

BM Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2.maddesi soykırım suçunu tanımlar:

“Madde-2 Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen, aşağıdaki fiillerden her hangi biri, soykırım suçunu oluşturur:

  1. a) Gruba mensup olanların öldürülmesi;
  2. b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
  3. c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek;
  4. d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;
  5. e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek”

Bu maddenin girişinden de anlaşılacağı üzere soykırım suçunun özü, sayılan fiillerin hedef grubu kısmen veya tamamen yok etmek amacıyla işlenmesidir. Nitekim bu soykırım suçunun manevi unsurudur ve bu unsur bir olayda mevcut değilse soykırım suçu oluşmaz. Çünkü soykırım ancak bu özel kast ile işlenebilir.

Tarihte bir soykırımı planlayıp yönetenlerin, soykırım kurbanlarına zarar verdikleri gerekçesiyle astlarını yargıladığı vaki değildir. O halde neden Ermenileri öldürenleri veya onları koruma görevini ihmal edenleri, Talat ve Cemal Paşa hem de savaş zamanında soruşturmuştur? Soykırım kastlarının olmayışından yani soykırımcı olmayışlarından olabilir mi?

SON OLARAK

Uluslararası ceza hukuku alanına giren soykırım meselesi, maalesef dünyanın her yerinde, pek çok olayla ilgili olarak çarptırılmaktadır. Çünkü soykırım adı itibariyle korkunç bir suçtur. Bunun yanı sıra uluslararası bir suç olduğu için de özellikle meşruiyet iddiaları konusunda siyasete alet edilmektedir. Nitekim hukuki yönden temelsiz iddiaların, usulsüz şekilde soykırım ilan edilip Türkiye’ye karşı bir baskı unsuru olarak kullanılması da bunun bir örneğidir.

Emperyalizm, toplumları çözemedikleri sorunları üzerinden yönetir. Bu kapsamda, emperyalist devletler, soykırım kararları alarak Türk-Ermeni ilişkilerinde düşmanlığı körükleyerek hem Türkiye hem Ermenistan hem de Azerbaycan üzerinde amaçlarına ulaşmaya çalışmaktadırlar. Bu devletlerin uluslararası ceza hukukuna saygı duymasını beklemek gerçek dışıdır. Onların takip ettikleri ancak Vahşi Batı ruhunu taşıyan uluslararası kovboy hukuku olabilir!

Bu tuzağa düşmemek, tartışmaları tarihsel ve hukuki gerçeklere sadık kalarak nesnel şekilde yürütmek şarttır. Umuyorum ki bir gün bu sorunlar bu şekilde tartışılabilir. Ancak en azından dünyanın bu nesnellik ve olgunluk derecesine erişeceği güne kadar, caydırıcılık, haklarımızı koruyabilmek için birincil şarttır. Çünkü günümüz dünyasında barış isteyen önce savaşa hazır olmalıdır.

KAYNAKÇA

Gürkan, Uluç (2015). Ermeni Katliamı Suçlaması Yargılama ve Karar. İstanbul: Kaynak Yayınları.

Herhold, S. (1985, Ağustos 26). Chicago Tribune. Mayıs 05, 2021 tarihinde Chicago Tribune Web Sitesi: https://www.chicagotribune.com/news/ct-xpm-1985-08-26-8502250710-story.html adresinden alındı

Koloğlu, Orhan (2017). Curnalcilikten Teşkilatı Mahsusa’ya. İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınevi

Kalelioğlu, Oğuz (2020). Kıbrıs Barış Harekatı ve Gazimagosa Savunması, Ankara:Biyografi Net İletişim ve Yayıncılık

MacAskill, Ewen (2005, 10 7). The Guardian. Mayıs 6, 2021 tarihinde The Guardian Web Sitesi: https://www.theguardian.com/world/2005/oct/07/iraq.usa adresinden alındı

Maksimenko, Aleksandr (2021, Nisan 24). Sputnik. Mayıs 5, 2021 tarihinde Sputnik Web Sitesi: https://tr.sputniknews.com/avrupa/202104241044351725-ukrayna-icisleri-bakani-avakov-ulkemiz-ermeni-soykirimini-devlet-seviyesinde-tanimali/ adresinden alındı

SCHABAS, William (2009). Genocide in International Law. Cambridge: Cambridge University Press.

Taylor, R. N. (2018, Mart 18). Guardian. Mayıs 5, 2021 tarihinde Guardian Web Sitesi: https://www.theguardian.com/world/2013/mar/18/panorama-iraq-fresh-wmd-claims adresinden alındı

The Washington Post. (1980, Ağustos 17). Mayıs 6, 2021 tarihinde The Washington Post Web Sitesi: https://www.washingtonpost.com/archive/opinions/1980/08/17/reagan-spare-that-tree/fcb1657a-6987-44f3-86c4-89daa1409fb1/ adresinden alındı

GÖRSEL İÇİN KAYNAKÇA

(1) Amazon, Law and Order DVD Afişi, 6 Mayıs 2021 tarihinde, Amazon Web Sitesi: https://www.amazon.com/Law-Order-Ronald-Reagan/dp/B00008CMSZ

(2) Amiral Mark Lambert Bristol’un 1922 tarihli fotoğrafı,  6 Mayıs 2021 tarihinde: https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Mark_Lambert_Bristol.jpg

(3) Sözcü (07.07.2016) 6 Mayıs 2021 tarihinde, Sözcü Web Sitesi: https://www.sozcu.com.tr/2016/dunya/blairden-busha-irak-savasi-mektuplari-1304984/

(4) İnforos (26.03.2016) 6 Mayıs 2021 tarihinde, İnforos Web Sitesi: http://inforos.ru/en/?module=news&action=view&id=88260

(5) Malta Haber, (Tarih yok) 6 Mayıs 2021 tarihinde Malta Haber Web Sitesi: https://www.maltahaber.com/malta-surgunleri/

(6) John Singer Sargent, Portrait of George Nathaniel Curzon, (1914), Yağlı Boya, 6 Mayıs 2021 tarihinde: https://commons.wikimedia.org/wiki/File:George_Nathaniel_Curzon_by_John_Singer_Sargent_1914.jpeg