Tarih TOPLUM

18 Mayıs 1944 Kırım Sürgünü ve Rus Zulmü

Yazar: Merve BALCI

Deşt-i Kıpçak coğrafyasında yer alan Kırım yarımadası, önemini hiçbir zaman kaybetmemiştir. Coğrafi olarak önemli ve oldukça stratejik bir bölgede bulunması sebebiyle tarih boyunca farklı kültürlerin buluşma noktası olmuştur.  Bu coğrafyaya yerleşen ve asırlardır burada yaşayan Kırım Türkleri, özellikle Osmanlı Devleti ile Rusya arasında yaşanan bölgeye hakim olma yarışından oldukça etkilenmiştir. Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı himayesine giren Kırım Türkleri, 1774 yılında Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması sonucu Osmanlı himayesinden çıkarılmıştır. Rus işgaline maruz kalan Kırım Türklerinin esaret yılları böylece başlamış oldu.

Sovyetler Birliğinin temel hedeflerinden biri, ulusal ve etnik bağlılıkların yerine geçecek yeni bir Sovyet kimliği oluşturmaktı. Bu hedefi gerçekleştirmek için Sovyet yetkilileri, halkları kendi topraklarından sürmek, öz dillerini kullanmalarını önlemek ve gelenek, etnik tarih ve diğer bireysel kültür biçimleri yeni kuşaklara aktarmalarını engellemek üzere insanlığa yakışmayacak şekilde zora dayalı ve çoğunlukla şiddet içeren önlemlere başvurmuşlardır.

Rusya’nın Kırım’daki Türklere uyguladığı baskı ve imha politikaları Kırım Türklerini Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisindeki başka bölgelere göçe zorlamıştır. Bu göçlerin büyük çoğunluğu dalgalar halinde Türkiye’ye, Romanya’ya, Bulgaristan’a yapılmıştır. En büyük göç dalgaları 1792, 1860-63, 1874-75, 1891-1902 yılları arasında olmuştur. Bu göç dalgaları Rusya’nın Kırım’daki Türk nüfusu azaltma politikasını gerçekleştirmesine sebep olmuştur. 1783’te Kırım’daki Türk nüfus %98 iken, 1897’deki nüfus sayımına göre Türk nüfus %35’e düşmüştür. Kırım Türkleri, bu göçler sırasında büyük kayıplar vermiştir.

Kırım’da yaşanan en büyük göç dalgası şüphesiz 1944 yılında gerçekleşmiştir. II. Dünya Savaşı boyunca Alman işgal kuvvetlerine yardımcı olmak suretiyle vatana ihanet etmeleri gibi sözde bir gerekçeyle 17 Mayıs’ı 18’e bağlayan gece, şehir ve kasabalarda yaşayan Türklerin tamamı kendi evlerinde silahlı askerlerin baskınına uğramıştır. Kendilerine çevrilen makineli tüfeklerin namluları karşısında, elleri kaldırılarak ve duvar dibine dizilerek; “Elde götürebilecek eşyanızı alın ve 15 dakikada hazır olun…” emrini almışlardır. Ne olup bittiğini anlamayan ve uykunun vermiş olduğu şaşkınlığı da üzerinden atamayan Kırım Türklerinin yanlarına sadece taşıyabileceği eşyalarını almalarına izin verilmiş, birçok yerde buna dahi müsaade edilmemiştir.  Evlerinden çıkarılan halk bulundukları yerin meydanlarında, tarlalarda veya uygun görülen başka yerlerde toplanarak kendilerini demiryolu istasyonlarına taşıyacak nakliye araçlarını beklemeye başlamıştır. Korku ve endişe içerisinde bekleşen halk, bir de askerlerin taşkınlıklarına maruz kalmıştır. Sürgünü gerçekleştiren askerler sadece verilen emirleri yerine getirmemişler, aynı zamanda çaresiz halka karşı insanlık dışı hareketler de sergilemişlerdir. Askerlerin taşkınlıkları o derece artmıştır ki yaşlı kadınları, acıdan çılgına dönenleri kaçmaları için serbest bırakıp sonra da arkalarından kurşun yağdırmışlardır. Tren istasyonlarına getirilip sığır kamyonlarına doldurulmuşlardır. Ağzına kadar dolu araçlar, dışarıdan mühürlenerek 3-4 haftalık Türkistan coğrafyası (özellikle Özbekistan), Urallar veya Sibirya yolculuğuna gönderilmişlerdir. Su, yiyecek ve tıbbi malzeme verilmediğinden dolayı yol boyunca yaklaşık sekiz bin Kırım Türkü açlık, susuzluk ya da halsizlikten ölmüştür. Yolculuğun sonu, çilenin bittiği anlamına gelmiyordu. Çoğu Kırım Türkünün gönderildiği, Urallar’daki Sverdlovsk bölgesindeki toplama kampları, en basit gereksinimlerden yoksundu, yaşam koşulları perişandı ve iş çok ağırdı. Sonuç olarak, sürgünden birkaç yıl sonra 60.000’den fazlası çocuk olmak üzere, Kırım Türklerinin %46’sı ölmüştür. Türksüz bırakılmaya çalışılan Kırım yarımadası böylece kapalı bir kutuya çevrilmiştir.

Kimliklerinin bir parçası olan vatanlarından sürülmeleri, Kırım Türklerince daha çok Stalin ve Stalin sonrası Sovyet rejiminin ulusal miraslarını, kimliklerini ve ana vatanlarına olan bağlılıklarını bastırma ve siyasi, ekonomik, askeri önemi nedeniyle vazgeçemedikleri Kırım’ı Slavlaştırma yolunda attıkları bir adım olarak algılanmaktadır.

Ansızın gerçekleştirilen bu sürgün, gerek maddi gerekse manevi olarak Kırım Türkleri üzerinde yıkıcı bir etki yaratmıştır. Aradan geçen zamana rağmen sürgünün etkileri Kırım Türklerinde hala hissedilmektedir. Maddi olarak çekilen zorlukların yanına vatan hasretinin de eklenmesi durumlarını iyice zorlaştırmıştır. Buna rağmen, Kırım’ı vatan olarak görmekten ve bir gün vatanlarına dönmek için çabalamaktan asla vazgeçmemişlerdir.

18 Mayıs 1944 “Sürgün” etnik temizliği sonrası Kırım Türkleri 1957’de vatanlarına dönebilmek için yoğun bir faaliyete başlamıştır. Tutuklanma, sorguya çekilme, işten çıkarılma gibi birtakım cezalandırılmaların ardından Kırım Türkleri bazı eski haklarına kavuşmuştur. 1960’larda “Kırım Tatar milli harekatı” geniş ölçüde yaygınlaşmıştır. 5 Eylül 1967’de Kırım Türklerinin haksız yere sürgün edildiğine dair bir ferman ilan edilse de bu karar onların ülkelerine dönmelerine imkan sağlamamıştır. Ancak 1989’dan itibaren vatanına dönen Kırım Türkleri birtakım engellerle karşılaşmışsa da kesinlikle Kırım’dan çıkmamışlar ve 1989 Nisan ayına kadar Kırım’a dönen Kırım Türklerinin sayısı 40.000’e ulaşmıştır.

12 Şubat 1991’de Ukrayna’ya bağlı olarak, Özerk Kırım Cumhuriyeti kurulmuştur. Kırım Türklerinin yarımadaya dönüşü sürmüş, sayıları 2014’te toplam Kırım nüfusunun %12’sine ulaşmıştır. 11, 16, 18 Mart 2014 Rusya ve AB yanlısı karşıt gösteriler üzerine Rus yanlısı Özerk Kırım Cumhuriyeti Meclisi bağımsızlığını ilan etmiştir. Beş gün sonra, Kırım Türkleri tarafından boykot edilen referandum ile Kırım, Rusya Federasyonu’na bağlanmıştır. Bu durum, 18 Mart’ta Rusya Başkanı Vladimir Putin tarafından imzalanarak tasdik edilmiştir.

Kırım Türklerinin 1944’te mecbur edildikleri sürgün üzerine çok şey söylenmiştir. Romanlar, şiirler, tiyatrolar yazılmıştır. Ancak Kırım Türklerinin dramı insanlığa yeterince duyurulamamış, bu soykırım insanlığın vicdanında yeterli yankıyı bulamamıştır. İsmail Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, işte birlik.” sesinin yankılandığı Bahçesaray, Akmescit ve diğer yerlerin birer Türk yurdu olduğu unutulmamalıdır! Bizim üzerimize düşen görev, Türk olarak her sahada birleşmek, büyük kitle ve kuvvet meydana getirerek Türk’e karşı olanın karşısında yer almaktır. Yapılan soykırımları, kıyımları ve asimilasyon politikalarını unutmamalı, Türklük ruhunu ve şuurunu muhafaza ederek gelecek nesillerde milli bilinç oluşturmalıyız. Gaspıralı’nın dediği gibi:

“Satmak kolay, almak zordur. Gitmek kolay, dönmek zordur. Yıkılmak kolay, kalkmak zordur.”

Kaynakça:

  1. Gürhan, Şeyma. 20. Yüzyılın İlk Yarısında Kırım Türkleri ve Sürgünü. Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, 2017.
  2. Hendem, Elif. Yıldız Dergisi-Kırım Türkçesi DerlemeleriII. Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi, 2008.
  3. Kireçci, M. A., Tezcan S., “Kırım’ın Kısa Tarihi”, Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, 2015.

 

bilimdili

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...