DÜŞÜNCE Tarih

Lala Mustafa Paşa’dan Kofi Annan’a Bir Kıbrıs Hikayesi

Kıbrıs Cumhuriyeti - 11 Şubat 1959 - Zürih Antlaşması
Kıbrıs Cumhuriyeti - 11 Şubat 1959 - Zürih Antlaşması
20 Temmuz 1974’de başlayan harekât 15 Ağustos 1974’de uluslararası baskılar nedeniyle tamamlandı. Adanın %37’si Türklerin kontrolüne geçti. Kıbrıs Rumları güneye göç ettiler. 1983 tarihine kadar Türkiye’ye bağlı bir federe devlet olan Kıbrıs Türkleri 1983’de bağımsızlığını ilan ederek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adını aldı.

360 gemi ve yüz bin kişilik orduyla kuşatılmıştı Kıbrıs. Bir yıldan fazla süren kuşatma nihayet 1 Ağustos 1571’de tamamlanmış, Lala Mustafa Paşa’nın emrindeki Türk ordusu Kıbrıs’ı fethetmişti. Venedikliler tarafından ticari bir üs olarak kullanılan adada yerel nüfus İtalyan ve Rumlardan oluştuğu halde çok yoğun bir nüfus söz konusu değildi. Osmanlı’nın “sürgün” adını verdiği iskân politikası ile adaya hatırı sayılır bir nüfus yerleştirmişti. Bu nüfus iddia edildiği gibi hırsız, kaçak, kanunsuzlardan değil çiftçi, tacir, cüllah, fırıncı, demirci, nakışçı gibi birçok meslek gruplarından oluşan aile halklarıydı.

Osmanlı’nın uyguladığı iskân politikası ile 19. yüzyılın sonlarına kadar adada elle tutulur bir sorun olmadan gelmişti. 1878’de, 93 Harbi’nde çok büyük bir mağlubiyet alan Abdülhamit Osmanlısı, Ayestefanos Anlaşması’nı imzalamış ancak anlaşmanın hükümleri Rusya’nın güçleneceği korkusuyla İngiltere’nin hoşuna gitmemişti. Aynı yıl içerisinde imzalanan ikinci anlaşma olan Berlin Antlaşması nispeten hükümleri hafifletilmiş bir anlaşmaydı. Buna rağmen neredeyse
Balkanların tamamını ve Doğu Anadolunun büyük bir bölümü kaybediliyordu antlaşmanın maddelerinde. Ancak kaybedilen çok daha büyük bir toprak vardı…

Ayestefanos’u, Berlin Antlaşmasına çeviren İngiltere, Osmanlı’ya çok büyük bir lütufta bulunmuş ve bunun karşılığını almakta da gecikmemişti. “Tek karış toprak kaybetmediği” söylenen Abdülhamit adayı elli yıllığına İngilizlere kiraladı. Osmanlı’nın, Almanya yanında girdiği Cihan Harbinde İngiltere adayı tamamen ilhak ederek Britanya Krallığı’na bağlandığını ilan etti. Bu tarihten sonra tamamen İngiltere hakimiyetinde olan adada 1960’a kadar bu durum değişmeyecekti.

Hem Cihan Harbi hem de Millî Mücadele döneminde İngiltere adaya sürekli Rum nüfusu akıtmaya, Osmanlı hâkimiyetini tamamen kırmak için adadaki Türk nüfusunu eritmeye çalıştı. İngilizlerin izlediği bu politika meyvelerini Lozan’da gösterdi. Lozan’da yeni Türk devleti Kıbrıs’ın işgalini kabul etmek zorunda kalmasına rağmen bir itiraz koymayı da ihmal etmedi. İngiltere hakimiyetinde olan Kıbrıslı Türklerin haklarını koruyabilecekti.

1950’li yıllara kadar adada pek bir sorun yaşanmadı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yayılmaya başlayan sosyalist hareketler Kıbrıs’a 50’li yıllarda ulaştı. Bu yıllarda Kıbrıslı Rumların İngiltere’ye karşı mücadele vermeye başlaması ve Yunanistan’la birleşmek istemeleri modern anlamdaki “Kıbrıs Sorununun” yeniden Türk siyasetine girmesine neden oldu.

1950 yılında, Türklerin katılmadığı referandumda adanın Yunanistan’a bağlanması lehinde %90 oy çıkması,“Enosisin” ada Rumları tarafından çok fazla destek gördüğünün göstergesiydi. 1955’te kurulan EOKA da adadaki İngiliz kuvvetleriyle silahlı çatışmalara başlamıştı. İngiltere’nin adadaki kontrolü yavaş yavaş kaybetmesi ve Rumların daha da artan saldırıları nedeniyle Tük Mukavemet Teşkilatı (TMT) ada Türklerinin korunma refleksi olarak ortaya çıktı.

Yaklaşık 5 yıl süren çatışmalardan sonra İngiltere adadan çekilmeye karar vererek Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsız bir devlet olarak ortaya çıktı. İngiltere, Türkiye ve Yunanistan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantör devletleri oldular. İngiltere %3’lük bir kısmı askeri üs olarak kullanmaya devam ederken Türkler mecliste %30’luk bir yer alabildiler. Ancak bu bağımsızlık kararı “enosis” düşüncesini adadan atamadığı gibi 60 öncesi İngilizlere yönelen namlular bundan sonra Türklere yönelecekti.

30 Kasım 1963’te Makarios’un Türklerin aleyhine yapmak istediği anayasa değişikliğine Türkler tepki verdiler ve meclisten çekildiler. Bunun sonucunda çıkan çatışmada 21 Aralık 1963’te iki Türkün hayatını kaybetmesi bu süreçten sonra yaşanacak katliamların habercisi oluyordu.

1970’lere gelindiğinde sular iyice ısınmış; ada yönetimini elinde bulunduran Rumlar hem adadaki Türklere hem de Yunanistan’a sorunlar yaratmaya başlamıştı. Makarios Temmuz 1974’ün başlarında Yunanistan Cumhurbaşkanı’na Yunan askerlerin adadan çekilmesi ve kendisine düzenlenen suikast planlarının son bulmasını istedi. Aynı ay içinde asker ile polisler ada üzerinde birbirleri ile çatışmaya başladı. Makarios bunun arkasında cunta yönetiminin olduğunu iddia etti ve bu olayların son bulmasını istedi.

Yunan Cuntası, Makarios’un bu açıklamaları nedeniyle 15 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs Ulusal Muhafız Birliği’ne bu birliğin komutanının görevinden alınmasını ve adanın kontrolünü Yunan subayların bulunduğu bu birliğin almasını istedi. Cunta aynı gün Lefkoşa’daki Başkanlık Sarayı’nı bastı. Makarios bu darbeden kaçarak hayatını kurtardı. Sampson yeni hükûmetin  cumhurbaşkanı olduğu dünyaya ilan edildi. Her ne kadar milliyetçi Rumlar tarafından darbe yapılsa da Yunanistan ile birleşmedi, Kıbrıs’ın bağımsızlığı devam etti ve bağımlı bir yönetim olmadı. Bu olaylar neticesinde adada boy gösteren Türk katliamı tehlikesine ise Türkiye sessiz kalmadı.

Kıbrıs’ta bir darbe yapıldığı haberi, Lefkoşa’da bulunan Türkiye Büyükelçiliği’nin gönderdiği şifreli mesajla 15 Temmuz 1974 sabahı Türk Dışişleri Bakanlığınca öğrenildi. Kıbrıs’taki durumun Türkiye’nin bir askeri müdahalesini gerektirecek kadar ciddi olduğu değerlendirmesini yapan Türk hükümeti, 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti Garanti Antlaşması’nın garantör devlet olarak Türkiye’ye verdiği müdahale hakkını kullanmadan önce, diğer bir garantör devlet olan İngiltere’nin yetkilileriyle görüşerek birlikte hareket etmek üzere girişimde bulundu. Bu görüşmeler olumsuz olmasına rağmen, gerçekleştirilen darbe nedeniyle Zürih ve Londra Antlaşması’nın IV. maddesine istinaden gerçekleştirdiğini savunarak Kıbrıs Harekâtını başlattı. 20 Temmuz 1974’de başlayan harekât 15 Ağustos 1974’de
uluslararası baskılar nedeniyle tamamlandı. Adanın %37’si Türklerin kontrolüne geçti. Kıbrıs Rumları güneye göç ettiler. 1983 tarihine kadar Türkiye’ye bağlı bir federe devlet olan Kıbrıs Türkleri 1983’de bağımsızlığını ilan ederek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adını aldı.

2000’lere gelene kadar ada yeniden sükuta erişti. 2004 yılında Kofi Annan’ın Annan planı, Türkiye’nin Avrupa Birliği kapsından koşul olarak sunuldu. AKP hükümeti, bağımsız bir Kıbrıs’ı yok etmek için elinden geleni de ardına koymadı. Almanya’da miting yapamadığı için “diplomatik kriz” yaşanırken, 2004’te Denktaş’ın “referandumda” hayır konuşması yapacağı korkusuyla ülkeye almamıştı. Sonuçta Denktaş’ı ülkeye sokmayanlar ve medya etkisiyle Kıbrıs Türkleri “ihanet referandumuna” evet derken, Rumlar ise hayır dediler. Adanın namusunu bu sefer Rumlar kurtarmıştı.

Denktaş’ın vefatından sonra ise işler daha da karıştı. Sırf Avrupa Birliği pasaportu için, daha dün annesinin babasının kanları ellerinde olan Rumların tarafına tereddütsüz geçiş yapan on binlerce Türk(!) vatandaşı Kıbrıs’ın kaybedilişini tecil ediyorlardı. 2008’de Lokmacı Sınır Kapısı’nın kaldırılması Annan Planının yeniden, bu sefere referandumsuz yürürlüğe sokulması demekti.

15 yıldır Türkiye’de zirve yapan bilinçsiz, bilgisiz, eğitimsiz gençlerin Kıbrıs tezahürü “vatan satmaya” kadar ulaşmış, sadece AB pasaportu için, şehit düşen binlerce soydaş ve askerimize ihanet ettiler. Kıbrıs’ı 1  Ağustos 1571’de 360 gemiyle fethederken, 24 Nisan 2005’te Denktaş’ın Cumhurbaşkanlığının sonlanması ile kaybedilmiştir.

 

 

Sefa Sungur

Yorumla

Yorum yazmak için buraya tıklayın...