Türkler 10. Yy ‘da Müslüman oldular ve bu yeni dinle beraber ‘’cihad’’ı, yani Müslümanlığı silah yoluyla yayma doktrinini kabul ettiler. İslamiyet, Türk devletine bir maksat ve anlam vermiş oldu ama aynı zamanda Türklerin ulusal özelliklerini kendi potası içinde karıştırdığından ‘’Türk’’ ve ‘’Müslüman’’ aynı anlama gelir oldu. Bununla beraber Türkler, dil ve devlet gibi ayırıcı vasıflarını genel olarak muhafaza ettiler.
Osmanlı Devleti reformların ilham kaynağı olarak Batı’ya döndü, o Batı ki kendisi ile Osmanlı devleti ve Türkler arasında ortak hiçbir şey bulunmadığı kanısındaydı. Osmanlı Devleti’nde gerçek reformlar 18. Yy ‘da askeri okulların açılmasıyla ilk önce orduda başladı. Bunlar Batı, özellikle Fransız örneklerine göre kurulmuş okullardı ve öğretmenleri Batı’dan getirilmişti. Gerek memlekete sokulmuş olan matbaada basılan kitaplar, gerekse askeri okullar Batı ile temas sağlayarak Batı’ya dair bilgilerin yayılmasına yardım etti.
Osmanlı hükümdarları Fransız Devrimi’nin laikliğinden şüphelenir oldular; devrimin er ya da geç Osmanlı Devleti’nin kültürel temellerini yıkması ihtimalinden korktular. Oldukça kalabalık bir grup oluşturan ordu mensupları ise daha başka reformlar yapılmasında ısrar ediyorlardı. Böylece, iki grup meydana geldi: Reform isteyen yenilikçiler ile çıkar yolu eski geleneklere bağlılıkta gören muhafazakârlar.
III. Selim, reformlardan ancak küçük bir kısmını gerçekleştirebilme imkânı bulabilmiş olmakla birlikte büyük çapta reformlar tasarlamış olan ilk Osmanlı padişahıdır. III. Selim’den sonra tahta çıkan Sultan II. Mahmut ( 1808-1839 ), yeniçerileri ortadan kaldırmakta tereddüt etmedi. Ordunun geliştirilmesi için yeni tedbirler aldı, yeni kıyafetleri kabul etti, sakalların tıraş edilmesini emretti. Bütün bu yenilikleri zorla kabul ettirdiğinden, aydınlar arasında kendisine ‘’Türklerin Deli Petrosu’’ deniyordu, halk ise Sultan Mahmut’a ‘’gâvur sultan’’ lakabını takmıştı.
Tanzimat Fermanı ( 1839 ), hiçbir teminat göstermeksizin bütün yurttaşlara eşit haklar, mal ve can emniyeti vaat ediyor, mali (yani vergi sisteminde), askeri ve adli sahalarda bazı reformlar ileri sürüyordu. Tanzimat Fermanı’nın ardından Islahat Fermanı’nda ( 1856 ), Hıristiyan ahaliye verilen vaatler bu fermanda tekrarlanıyordu.
Bu iki fermanla birlikte Osmanlı Devleti’nde yeni bir siyasal görüş şekillenmeye başladı: İmparatorluk toprakları üzerinde yaşayan herkese tek yurttaşlık sıfatı altında; fakat devletin İslami geleneklerine halel gelmeksizin eşit hak ve vazifeler tanımak. Osmanlıcılık, yani Osmanlı Devleti’nin bütün tebaasını eşit yurttaş saymak fikri, nihayet 1876 Kanun-i Esasisi’nde kabul edildi ve kuramsal olarak 1918 yılına kadar yürürlükte kaldı. Gerçekte ise azınlıklar arasında baş gösteren milliyetçilik akımları daha sonra Türkler tarafından da benimsendi ve Osmanlı yurttaşlığı fikri kayboldu.
İlk Mebusan Meclisi 19 Mart 1877’de toplandı. İkinci bir meclis, ertesi sene toplantıya çağrıldı, ama hükümet sert eleştirilere uğrayınca meclis 1908’e kadar süresiz olarak dağıtıldı. Bundan sonra 1877 ila 1908 arasında Abdülhamit kendi mutlak idaresini kurarak devleti istibdadı altına aldı. İbrahim Temo 1889 yılında Paris’te İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni kurdu. İttihat ve Terakki mensupları Jön Türkler adıyla tanındı. Jön Türklerin başlıca amacı 1876 Anayasası’nı tekrar yürürlüğe koymaktı. Balkan halkının da yardımıyla bu amaç 23 Temmuz 1908’de nispeten az kan akıtılarak gerçekleştirildi. Bu tarih II. Meşrutiyet’in başlangıcını işaret eder.
İttihat ve Terakki, 1918 yılına kadar hükümeti elinde tuttu. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda ise kendi kendini dağıttı. Jön Türkler hareketinin ideolojik ve kültürel gelişmeleri de olmuştur ki bunlar: Yenilikçilik ve muhafazakârlıktır. Muhafazakâr İslamcılar arasında az çok birlik vardı ancak yenilikçiler iki yola ayrıldılar: Batıcılar ve Türkçüler.
Milliyetçilik, yenicilik modellerine yeni bir gözle bakarak siyasi alanda kültür birliğini esas kabul ediyordu. 1908-1913 döneminde Jön Türklerin milliyetçilik anlayışı daha belirli bir şekil alarak Türk ulusal özelliklerine göre düzenlendi ve Türklerin hâkim durumda oldukları merkeziyetçi bir Osmanlı Devleti meydana getirme siyasetinde ifadesini buldu. Milliyetçilik dönem itibariyle dinden daha kuvvetli olduğunu gösterdi. Birinci Dünya Savaşı’nda Arapların hareket tarzı Türkiye’de Panislamizm’i daha da itibardan düşürerek milliyetçilerin durumunu büsbütün güçlendirdi. Osmanlıcılık fikri ise daha Balkan Savaşı’nda ( 1913 ) anlamını kaybetmişti.
İşte bu devrededir ki Ziya Gökalp (1875-1924) milliyetçilerin kuramcısı olarak belirdi. Ziya Gökalp’ın görüşlerine göre ulus; yalnız ırk, coğrafi şartlar, siyasal birlik veya irade gücü üzerine kurulamazdı; kültüre (hars), yani ortak dil, din, ahlak ve sanata dayanırdı. Güdülecek amaç, bütün Türklerin kültür birliğine dayanarak kuracakları büyük ülke, Turan’dı. Milliyetçi fikirleri yaymak ve nihayet Osmanlı Devleti’ni bir Türk Devleti haline getirmek maksadıyla 1911’de Türk Yurdu, 1912’de Türk Ocakları teşkilatı meydana getirildi. Birinci dünya savaşı sona erdiğinde Türkiye’de ayakta kalabilmiş biricik ideoloji milliyetçilikti. 1918’den sonra meydana gelen olaylar ise milliyetçiliği Turancılıktan temizleyip genişletmekten başka çıkar yol bırakmıyordu.
Kaynak: Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi
Yorumla