Türk aşıcılığında Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün önemini hepimiz biliriz. 1928 yılında Atatürk tarafından kurulan enstitü kuduz, tifüs, boğmaca gibi birçok hastalık için aşı üreten bir halk sağlığı kurumu idi. Cumhuriyet’in birçok kurumu gibi Hıfzıssıhha Enstitüsü de mevcut iktidar tarafından ortadan kaldırılmıştır. Şu salgın hastalık günlerinde bu kurumumuzu hasretle hatırlıyoruz.
Yıllardan beri aşı üreten millî bir kurumu kendi elleriyle kapatan bir yönetim bugünlerde oradan buradan tedarik ettiği aşılarla övünüyor.
Hıfzıssıhha Enstitüsü, Atatürk zamanında kurulduğu için belki de yerli ve millî sayılmamaktadır. Peki bu enstitünün temellerinin Abdülhamit zamanında atıldığını ve kuruluşunda Abdülhamit’in çok önemli rolü olduğunu söylersek acaba onun için “yerli ve millî” sıfatını kullanabilir miyiz?
Elimde bir kitap var: Bir Türk Âilesi – Rif’at Paşa Sülâlesi. Osman Fikri Sertkaya’nın hazırladığı kitap 2021 Mart’ında Bilge Kültür Sanat Yayınevi tarafından yayımlanmış.
İşte bu kitapta hayat hikâyesi, ataları ve ailesi anlatılan Mehmed Rifat Hüsameddin Paşa Türk aşı tarihinin en önemli isimlerinden biridir. Türkiye’de ilk aşı enstitüsü 2. Abdülhamit zamanında 27 Temmuz 1895’te kurulmuştur. Adı Telkihhâne-i Osmânî veya Telkihhâne-i Şâhâne’dir.
Telkih, “aşılama” demektir, telkihhâne de “aşı evi”. Telkih kelimesindeki k, kalın okunmalıdır. Rifat Hüsameddin Paşa enstitünün üçüncü müdürüdür ve aralıklarla tam 16 yıl enstitüyü yönetmiştir.
Abdülhamit’in rolü sadece bu enstitüyü kurmakla sınırlı değildir. İşin başlangıcı ta Paris’e ve ünlü Pasteur’e kadar uzanır.
Louis Pasteur 1885’te kuduz aşısını bulan ünlü bilim adamıdır. Pasteur’ün kuduz aşısıyla ilgili bildirisinin tarihi 27 Ekim 1885’tir. Bununla ilgili haber sadece dört gün sonra, 31 Ekim 1885’te İstanbul’da yayımlanır. O zamanki haberleşme teknolojisini düşünürsek haberin ne kadar hızlı bir şekilde Türkiye’ye ulaştığını anlarız.
Ancak Türkiye’nin ve Abdülhamit’in rolü haberi hemen yayımlamakla bitmiyor. Pasteur, laboratuvarını geliştirmek ve enstitü haline getirmek niyetindedir. Bunun için de dönemin yöneticilerinden yardım istiyor. Bu isteğe cevap nereden geliyor dersiniz? Evet, yanılmadınız, 2. Abdülhamit’ten. Üç kişilik bir heyetle 1.000 Osmanlı lirası Paris’e gidiyor. Pasteur için bir de mecidiye nişanı. Demek ki Türkiye’deki ilk aşı enstitüsünü kuran 2. Abdülhamit olduğu gibi Pasteur Enstitüsü’nün sponsorluğunu yapan da 2. Abdülhamit’tir.
Bakterioloji ihtisası için Paris’e gönderilen ilk iki öğrenciden biri Rifat Hüsameddin Paşa‘dır. 1890-1892 yıllarında, iki yılı aşkın süreyle Paris’te ihtisas yapan paşa, Louis Pasteur’den icazetnamesini alarak ve kuduz aşısı yapmayı öğrenerek yurda döner.
Paşa bir Fransız eşle dönmüştür. Reine Corso Hanım. Normandiyalı Corso Hanım, ailenin bugünkü torunlarına göre Pasteur’ün de yeğenidir. Müslüman olur, Sabiha adını alır ve birçok çocuk dünyaya getirir.
Paşanın dördüncü oğlundan yürüyen torunlar arasında tanıdık isimler vardır. Boğaziçi Üniversitesi’nin kurucu rektörü, ünlü mimar Aptullah Kuran. Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nün kurucusu ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nün faal üyelerinden rahmetli hocamız Ercüment Kuran. Yine dördüncü çocuktan fakat farklı bir koldan Türkolog Ayşegül Sertkaya. Kitabın yazarı Osman F. Sertkaya’nın eşi. Okuyucular mutlaka bilir, Osman Sertkaya da ünlü bir Türkolog’dur. Türk filolojisi alanında birçok çalışması bulunduğu gibi Türk kültür tarihi, özellikle musiki ve tıp tarihi hakkında da çalışmaları vardır.
Rifat Hüsameddin Paşa’nın bir de ataları var. Fatih’in ünlü sadrazamı Karamânî Mehmed Paşaya, oradan da Mevlana Celaleddin Rûmî’ye dayanan bir şecere.
Eserde birçok belge ve belge değerinde resim de bulunuyor. Bunları tek tek anlatmaya gerek yok. Eminim ki meraklı okuyucular, tıp tarihimizin bir dönemini aydınlatan kitabı edinip bunları göreceklerdir.
Yazan: Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN
(Site Editörü: Sergen ÇİRKİN)
Yorumla