Oksitosin hormonunu hemen herkes, en azından biyoloji derslerinden duymuştur. Genel olarak bilinen özelliği ise doğum eylemini başlatmak, bebeğin doğumunu kolaylaştırmak ve anne memesinden süt atılımını sağlamaktır. Yunancadan gelen bir kelimedir ve “hızlı doğum” anlamı taşımaktadır. Bu fonksiyonları bile oksitosinin canlıların üremesi üzerinde önemli bir rolü olduğunu anlamamıza yetiyor, ama dahası var…
Kimilerine göre bir üreme hormonu, kimilerine göre ise aşk hormonu. Ancak görünen o ki memeli canlıların soyunu devam ettirebilmesinde ve evriminde çok kritik rol oynayan bir mucize. Yapılan çalışmalar oksitosin hormonunun cinsel çekimden sekse, doğumdan bebeğin beslenmesine, yavruların bakımından korunmasına ve çocuklarımıza aktardığımız genlerin yeni nesiller oluşturabilmesi için ebeveynlerin gösterdiği fedakarlıklara kadar bir çok aşamada rol oynadığını ortaya koyuyor. Daha iyi kavrayabilmemiz için bu hormonun memelilerde nasıl çalıştığına ve neler yaptığına biraz daha derinlemesine bakalım.
Binlerce yıl boyunca canlıların yaşadığı çevre şartları sürekli değişmiş ve bu değişime ayak uydurabilenler hayatta kalmayı başarabilmiş iken, uyum sağlayamayanlar yok olup gitmiştir. Canlılar ile doğa bitmek bilmeyen bir mücadele içindeyken başarılı olmanın anahtarı adaptasyon sağlayabilmekti. Evrim bazen fiziksel değişiklikler ile seçim yaparken bazen de gözle görülemeyen hatta psikolojik adaptasyonlar ortaya çıkarabiliyordu. Korku, kızgınlık, üzüntü ve mutluluk gibi duygularla beraber gelen, insanoğlunun hayatta kalmasıyla bağlantılı temel duygulanımlardan birisi anksiyetedir. Anksiyete; endişe duygusudur ve canlılarca deneyimlenen kaygı, korku, gerilim, sıkıntı halidir. Genellikle öğrenilmiş bir davranıştır ve canlıyı anksiyete kaynağından uzak durmaya iter. Ancak bazen anksiyete patolojik bir hal alır ve canlının yaşam kalitesini, hatta hayatta kalma şansını azaltacak derecede yaşantısına engel oluşturmaya başlar.
Oksitosinin biyolojik etkilerinin yanında, beynin sosyal işlevlerinin düzenlemesinde temel aracı olduğu, stres durumlarında da salgılandığı, korku ve anksiyetede rolü bulunduğu ortaya konmuştur. Deney hayvanlarında yapılan çalışmalarda gebeliğin son dönemlerinde ve emzirme döneminin başlangıcında strese verilen yanıtın hafif olduğu, anksiyetenin azaldığı sonucuna ulaşılmıştır. Farelerde cinsel ilişki sonrasında anksiyete tepkilerinin azalmasının nedeninin de oksitosin olduğu bildirilmektedir. Cinsel ilişki sonrasında farklı hormonlarda da yükselme olmaktadır. Oksitosin reseptörleri bloke edildiğinde aynı rahatlığın oluşmadığının gözlenmesi, oksitosinin bu dönemde ortaya çıkan hormonal değişikliklerin oluşumuna aracılık ettiğini düşündürmektedir (1).
Hayvan deneylerinde karmaşık sosyal davranışların beynin amigdala bölgesi tarafından düzenlenmesine oksitosinin aracılık ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Amigdala aktivitesinin depresyon, sosyal fobi, anksiyete ve otizm için risk olabileceğini iddia eden çalışmalar bulunmaktadır. Oksitosin amigdalayı etkileyerek korkuyu ve agresyonu azaltmakta, korku tepkisinin oluşumu için diğer beyin bölgelerine amigdala kaynaklı uyarıların gitmesini de engellemektedir. Oksitosin verilen gönüllü deneklerde, korku tepkisi için kritik bir role sahip amigdala aktivasyonunun azaldığı ve oksitosinin anksiyolitik (kaygı giderici) olabileceği gösterilmiştir. Oksitosinin sosyal davranışlarda etkili olduğunun, stres sırasında salgılandığının, korku ve anksiyeteyi etkileyebileceğinin bulunması konuya ilgiyi artırmıştır (2).
Obsesif konvulsif bozukluk (OKB) gibi temelinde saplantıların olduğu bazı psikolojik hastalıkların da oksitosin ile ilişkili olduğu düşünülmüştür. Mc Dougle ve arkadaşları gebeliğin sonlanmasından hemen sonra ya da puerperium döneminde oksitosinin hızla yüksek düzeylere çıkmasının OKB’nin başlamasına veya alevlenmesine yol açabileceğine dikkati çekmişlerdir (3). Belkide lohusalık dönemi olarak adlandırılan doğum sonrası evrede çoğu annenin saplantılı tavırlar sergilemesinin sebebi doğum esnasında salgılanan yüksek miktardaki oksitosindir.
Cinsel dürtülerin kontrolü ile ilgili sorunlarının bu spektrum içerisinde olabileceği önermesinin yanı sıra aşk ve sevgi ilişkileri sırasında gözlenebilen zorlantılı yakınlık arayışı, sevilen hakkındaki ruminatif düşünceler gibi fenomenolojik benzerlikler, bu iki durumun bağlantılı olabileceğini düşündürmektedir. OKB beyinde serotonin sentezini azaltmaktadır. Bu nedenle, serotonin sentezinde görülebilecek değişiklikler aşk ve sevgi ilişkilerinin oluşumunda rol oynayabilir. Aşk ve sevgi ilişkileri sırasında dopamin salgısındaki artışla beraber diğer bir nöromodülatör olan serotoninin salgısının azalması bu önermeyi doğrular niteliktedir. (4,5)
Bu ilişkilerde gözlenen tekrarlayıcı düşünceler ve davranışlar dopamin aşırı aktivitesi ile gerçekleşirken, serotonindeki değişiklikler bu davranışların benliğe yabancı olarak yaşandığı bir alt grupta gözlenmektedir.Bu açıdan, aşk ve sevgi ilişkilerinin çoğu, stimülan tedavisi gören çocuk ve ergenlerin bir bölümünde ortaya çıkan ve benlikle uyumlu olarak yaşanan tekrarlayıcı düşünce ve davranışları andırmaktadır. Oksitosin salgısında görülen anormalliklerin OKB ile ilişkili aşk ve sevgi ilişkileriyle de ilişkili olabileceğini düşündürmektedir. Vasopressin’nin oksitosinle birlikte erkeklere özgü cinsel davranışta, oksitosinin ise kadınlara özgü cinsel davranışta rol oynadığı düşünülmektedir (4,6).
Oksitosin ve vazopressin özellikle bağlanma ve bağ kurma ile ilişkili gözükmektedir. Her ikisi de hipofizde depolanarak kana salınmaktadır. Bu salımın her iki cinsiyette de orgazm sırasında olduğu, kadınlarda ayrıca doğum ve emzirme sırasında da gözlendiği saptanmıştır (4).
Çayır ve dağ sıçanları üzerinde yürütülen araştırmalarda, oksitosin ve vazopresin salgısı, reseptörlerinin sayısı ve bu nöromodülatörlerin dopaminle karşılıklı ilişkilerinin tek eşli beraberliklerin oluşumu ve sürdürülmesi, yavrulara verilen bakım gibi aşk ve sevgi ilişkilerinin eşleniği olarak değerlendirilebilecek davranışlar için önem taşıyabileceğini göstermektedir. Bu bulgular insanlardaki tek eşli beraberliklerin oluşumu ve idamesinin yanında, yaygın gelişimsel bozukluklar gibi toplumsal iletişim ve etkileşimde eksikliklerle gidebilen hastalıkların tedavisi açısından da önem taşımaktadır (4,7).
Doğurmamış koyunlarda östradiol ve progesteronla “ön duyarlılık sağlama” (priming) yapıldıktan sonra vajinoservikal uyarı ile oksitosin salınışı başlatılırsa otomatik olarak annelik davranışları başlamaktadır (8). Gebelik boyunca yüksek olan progesteron ve östrojenin annelik davranışında önemli olan beyin bölgelerinde oksitosin ve prolaktin reseptörlerinde artış oluşturmak suretiyle anneliği başlattığı ileri sürülmektedir. Doğumdan hemen sonra östrojen ve progesteron düzeyleri düşmekte, ancak annelik davranışı bir kere tetiklendikten sonra bu düşüşün anneliğe olumsuz bir etkisi olmamaktadır (9).
Oksitosin doğuma yardımcı olmasının yanı sıra, süt salınışına yardımcı olmakta beyindeki reseptörlerini uyararak annelik davranışını başlatmakta, annenin çocuğunun kokusunu kavraması ve onu bu yolla tanımasını sağlamakta ve bir yandan da cinsel isteği baskılamaktadır (10). Oksitosinin özellikle ilk doğumda annelik davranışının başlatılması için gerekli olduğu, sonraki doğumlarda ise artık oksitosin gerekmeksizin annelik davranışının sürdüğü bildirilmektedir. Annenin ilk doğumu değilse oksitosinin bloke edilmesi annelik davranışını engellememektedir. Kısaca bu konuda “bir kez anne olmuşsan ölene kadar annesin” kuralı işlemekte gibi görünmektedir.
Hayvanlarda genellikle doğurmamış dişiler bebeklere çok yaklaşmaz ve annelik davranışı göstermezler. Ancak bu dişiler uzun süre yavru hayvanlarla bir arada tutulursa annelik davranışı göstermeye başlarlar (duyarlılaşma). Yeni anneler ise yabancı çocuklara bile rahatlıkla bakım verebilirler (11). Eski anneler bir yavru ile karşılaştıklarında hızla annelik davranışına başlayabilirler.Özetle annelik davranışının ilk doğumla oluştuktan sonra kalıcı olduğu anlaşılmaktadır (12).
Annenin çocuğa bağlanması ve bakım vermesinde oksitosin ve vazopressin hormonlarının önemli olduğu bilinmektedir. Yavrularını çok yalayan anne hayvanlarda ve onların dişi çocuklarında beyindeki oksitosin reseptör bağlanması ve bu oksitosinerjik nöronlar üzerindeki östrojen alfa reseptörleri ifadesi artmış bulunmaktadır.Yani beyinde oksitosin nöronları annenin çocuğa bağlanmasında önemli olduğu gibi, annelik tarzının nesilden nesile (anneden kıza) aktarılmasında da önemli bir rol oynuyor gibi görünmektedir. Annenin özellikle gebelik esnasında çevresel koşulları iyi değilse (fakirlik, çok çocuk, eşin iyi olmaması gibi nedenlerle) annenin çocuğa bakımı ve gösterdiği sevgi azalmakta, bu çocuğun ileriki davranışlarının kalıcı biçimde değişmesine yol açmaktadır
Farelerde gebelik sırasında stres yaşayan annelerin bebeklerini yalaması ve tımarı azalmakta, böylece çocuğun beynindeki oksitosin reseptörleri azalmakta, bu şekilde ileride kendisinin de iyi bir eş ve iyi bir anne olması engellenmektedir. Burada anne stresinin çocuğun davranışlarına yansımasının aracısı da “annelik davranışı”nın biyolojik yapılarıdır (özellikle oksitosin sistemi). Anne bakımını az alan çocukların erişkinlikte daha korkak, tedirgin, anksiyeteli oldukları bilinir. Dolayısı ile annenin çevresel koşullarının iyi olmaması çocuğun daha az girişken, daha çok risklerden kaçan bir birey olmasını sağlayarak onun bu tür tehlikeli ortamlarda daha çok hayatta kalmasına hizmet ediyor olabilir.
Gebelik ve annelik sırasında dişilerin uzaysal öğrenme ve belleklerinin güçlendiği bildirilmiştir. Çok çocuk doğuranlarda hiç doğurmamışlara göre bu yetenekler daha iyidir. Bu değişiklikler genel olarak oksitosinin etkilerine ya da gebelikte artan östrojen ve progesteronun hipokampüste nöron bağlantılarını çoğaltıcı etkilerine bağlanmaktadır.
İnsanlarda belirgin olmasa bile memeli hayvanlarda annelerin özellikle yavruları için bir tehlike söz konusu olduğunda belirgin biçimde saldırganlaştıkları görülür. Annelik saldırganlığı azalmış anksiyete ve korkusuzlukla ilişkilidir. Örneğin bir aslan sürüsünün ortasında kalmış yavrusunu kurtarabilmek için ölümü göze alıp yırtıcılara tek başına kafa tutan hayvanları mutlaka izlemişsinizdir. Annenin ölümden bile korkmadan sadece yavrusunu düşünebilmesini sağlayan şey artmış oksitosin aktivitesidir. Dolayısıyla doğumla birlikte artan oksitosin hem anksiyolitik etkisi ile annedeki anksiyeteyi ve korkuyu azaltmakta, hem de yabancılara karşı saldırganlığı artırmakta gibi görünmektedir.(13)
Sonuç olarak; oksitosin hormonu bilinen fizyolojik etkilerinin yanında, anksiyete, şizofreni, obsesif konvulsif bozukluk, aşk, erkek ve kadın cinselliği, orgazm şiddeti ve annelik gibi belkide araştırılmaya devam edecek bir çok emosyonel fonksiyona daha sahip bir hormondur. Evrimsel süreçte canlıların genlerini bir sonraki nesle aktarmasında aracı role sahip yavrulama ve o yavruların hayatta kalma şansını artırıcı mekanizmalar belli ki avantaj sağlamakta, ve bu avantaja neden olan oksitosin gibi hormonlar ve beyinde sahip oldukları aktiviteler günümüze kadar ulaşmaktadır.
Dr. Ecz. İbrahim Serkan AVŞAR
Kaynaklar:
1- 7TH NATIONAL BIOLOGICAL PSYCHIATRY CONGRESS 02-06 June 2009 Trakya Üniversity Balkan Congress Center Edirne – TURKEY
2- Anksiyete Bozukluklarının Etiyolojisinde Anjiotensin, Vazopressin ve Oksitosinin Rolü Doç.Dr. Adnan CANSEVER ANKARA
3- Leckman JF, Goodman WK, North WG ve ark. (1994) The role of central oxytocin in obsessive-compulsive disorder and related normal behavior. Psychoneuroendocrinology, 19:723-749.
4- Zeki S. The neurobiology of love. FEBS Lett. 2007; 581:2575-2579
5- Feygin DL, Swain JE, Leckman JF. The normalcy of neurosis: evolutionary origins of obsessive-compulsive disorder and related behaviors. Prog Neuropsychopharmacol Biol Psychiatry. 2006; 30:854-864.
6- Panksepp J. Affective Neuroscience: The Foundations of Human and Animal Emotions. Oxford, Oxford University Press, 1998.
7- Kendrick KM. The neurobiology of social bonds. J Neuroendocrinol 2004; 16:1007-1008
8- Curley JP, Keverne EB (2005) Genes, brains and mammalian social bonds. Trends Ecol Evol, 20(10):561-567.
9- de Bono M (2003) Molecular approaches to aggregation behavior and social attachment. J Neurobiol, 54(1):78-92.
10- Keverne EB, Curley JP (2004) Vasopressin, oxytocin and social behaviour. Curr Opin Neurobiol, 14(6):777-783.
11- Leckman JF, Herman AE (2002) Maternal behavior and developmental psychopathology. Biol Psychiatry, 51(1): 27-43.
12- Pawluski JL, Galea LAM (2006) Hippocampal morphology is differentially affected by reproductive experience in the mother. J Neurobiol, 66(1):71-81.
13- Anneliğin Nörobiyolojisi. Türk Psikiyatri Dergisi 2010; 21(1): 68-78
Yorumla