DÜŞÜNCE TOPLUM

Azerbaycan’dan Türkiye’ye, Türkiye’den Azerbaycan’a bakmak: Erdoğan ve İsrail Algısı Örnekleri

Yazar: Denizcan DEDE

Bu yazı Fikirtepe medya’dan alıntılanmıştır.

Azerbaycan, Türkiye için alelade bir komşu ya da öylesine kültürel benzerlikleri olan bir ülke olmaktan çok daha öte konumdadır. Hatta kardeş ülke tanımı bile Azerbaycan için yeterli değildir. Azerbaycan, Türkiye ile siyasi sebeplerden ötürü sınırı olsa da özünde bir ülke olan yapıdadır. Misal Gürcistan, Türkiye için komşu bir ülkedir. Kültürel ortaklıkları, özellikle Doğu Karadeniz ve Kuzeydoğu Anadolu hattıyla fazladır. Ancak en nihayetinde komşu bir ülkedir, bir Artvinlinin Gürcistan ile paylaştığını bir Muğlalı paylaşmayabilir. Suriye de aynı şekilde, bir Hataylı için çok benzer bir kültür ve doku iken, bir Tekirdağlı için bu söylenemez. Başka bir örnek olarak Bosna-Hersek’i verebiliriz. Hamuru Osmanlı ile yoğrulmuş, çarşıları, çeşmeleri, tekkeleri, kervansarayları bizden olan bir yerdir. İçtikleri kahve, yedikleri köfte bizle ortaklıklarını yansıtır. Ancak sonuçta bizle tarihi ve kültürel bağları olan bir Slav ülkesidir, dilimiz, etnogenezimiz, coğrafyamız farklıdır. Türk ülkelerinden de örnek verebiliriz. Kazakistan ya da Kırgızistan, bize kardeştir, Türklük çatısında birleştiğimiz doğrudur. Ancak uçaktan indiğinizde Astana’da yahut Bişkek’te insanların yüzlerinden konuşulan dile/lehçeye, dükkanların yapısına, sokakların biçimine kadar benzerlik ile birlikte farklılık da çarpar gözünüze. Daha folklorik detayları görebileceğiniz, halk kültürüne inebileceğiniz ortamlarda da “Evet, kardeşiz, temel benzerliklerimiz var ancak hepimiz Türk olsak da Türklüğün farklı renkleriyiz” fikri belirir kafanızda. Özbekistan daha yakın gelir ancak yine benzerlik ve farklılık meselesinde aynı sonuca gelirsiniz. Azerbaycan ise bu örneklerin hepsinden daha farklıdır. Havaalanından inersiniz, insanların konuştuğu dili duyar duymaz Doğu Anadolu Türklüğünün paralel evrende bir ülke oluşturduğu hissi uyanır zihninizde. Sokakta kasketli amcaların yürüyüşünden, Azerbaycan’ın belli bölgelerinde icra edilen aşık sanatına, uzun havayı andıran eşsiz muğam müziğine, restoranlarda ya da misafirlikte tattığınız kebaplara, baklavalara, dolmalara kadar kendinizi asla farklı ülkede hissetmezsiniz. Bazı okurlar, bu benzerlikleri Yunanistan’da da Ermenistan’da da İran’da da Sırbistan’da da bulabileceğimiz şeklinde haklı bir eleştiri yöneltebilir. Zaten mesele tam da burada başlıyor. Kültürel benzerlikler ve ortaklıklar, tek başına bir şey ifade etmeyebilir. Ancak bunlar hem dil ile hem de etnosemboller ile destekleniyorsa bu bir şey ifade eder. Dediğim gibi, havaalanına indiğiniz andan itibaren Doğu Anadolu Türkçesinin bir benzerini duyuyor olmanız çok şey ifade eder. Etnosemboller de hakeza öyle. Batı ve İran kaynaklı Azeri, Rusya kaynaklı Azerbaycanlı kimlikleri biraz yakıştırma kimliklerken, Azerbaycan’ın çoğunluğunu oluşturan Türklere Sovyetlerin ilk yıllarında bile düpedüz Türk denilirdi. Sözlükler Türkçe-Rusça ismiyle basılır, ders kitaplarında “Türk dili” ibaresi geçer, okul isimlerinde bile “Türk Kız Okulu” gibi isimler görülürdü. Halk da içten içe ezelden beri bildiği bu gerçeği özellikle son yıllarda iyice içselleştirmiştir. O yüzden Azerbaycan’da göreceğiniz toplum Türkçe konuşan, kendine Türk diyen, asla yadırgamayacağınız hatta Türkiye sınırları içinde olmadığına şaşıracağınız bir kültüre sahip olan bir toplumdur. Burada da şu soru gelebilir, “Peki Türklük bu kadar etkili bir faktör ise, neden Litvanya’daki Lipka Tatarlarından Kuzey Buz Denizi kıyısındaki Dolganlara kadar tek toplum değiliz?”. Türklük, en genel ve en temel anlamıyla alırsak elbette ki bir meta-etnisitedir yani aynı dil ve etnogenez köklerinden gelen fakat zamanla farklılaşmış toplumların çatı adıdır. Bu büyük aile, içinde kümelere ayrılır. Bir Kazak, bir Kırgız’a veya Başkurt’a daha yakındır. Nogay ya da Karakalpak ile ise, “tek toplum” denebilecek kesişim noktaları vardır Kazakların. Özbekler ve Uygurlar bir grup, Hakaslar ve Kuzey Altaylılar ise başka bir grup olarak aynı duruma örnek olarak verilebilir. Türkiye ve Azerbaycan da aynı şekildedir, genel Türklüğün içinde daha farklı, daha sıkı bir ortaklık durumumuz vardır. Anadolu ve Azerbaycan ile birlikte Rumeli, Ahıska, Kıbrıs, Ortadoğu (Türkmeneli), Borçalı, Derbent ve Güney Azerbaycan Türklüklerini de hep beraber kapsayacak bir tanım şarttır çünkü aralarında güçlü dil ortaklığı, sıkı kültürel bağlar, coğrafi süreklilik ve büyük ölçüde etnogenetik ortaklık bulunan bu kitlenin ayrı isimlerle anılması da abestir. 1920 ve 1930’ların Sovyet yönetimi, Türk dünyasındaki diğer halkları Kazak, Özbek, Kırgız, Türkmen, Tatar, Karaçay-Malkar, Nogay gibi isimlerle kayıt ederken, Türkiye ve Azerbaycan’a ortak şekilde “Türk” diyordu mesela. Ancak Türklüğü Anadolu’dan genişletirken, Hazar ve Akdeniz arasına daraltmak da şahsen tercih ettiğim bir şey olmaz. Selçuklu/Selçukî, Batı Oğuz’u, Türkmen[1] gibi alternatifler var ve favorim sonuncusu. Tabii ki bu bambaşka bir yazının konusu…

 

Çok yakınız ama bir o kadar da uzak mıyız: Erdoğan ve İsrail örnekleri

 Azerbaycan’daki Erdoğan algısı, lâdini ve Türklük temellidir

Türkiye sosyal medyasında son aylarda Azerbaycan’a yönelik iki farklı linç dalgası gerçekleşti. İlk olarak Oğan’ın Aliyev tesiri ile ikinci turda Cumhur İttifakını desteklediği iddiaları ve Azerbaycan sosyal medyasında Erdoğan’ı destekleyen kitleler, Erdoğan zaferi sonucunda sevinçle kutlamalar yapan halk görüntüleri buna sebep oldu. Bu linçin kaynağı ise pek tabii ki Türkiye’deki seküler, muhalif kitlelerdi. İkinci linç dalgası ise muhafazakâr ve İslami kesimden geldi. Bunun sebebi ise Azerbaycan’ın genel olarak İsrail ile sıcak ilişkiler içinde olması ve Azerbaycan sosyal medyasından İsrail’e destek veren yorumların olması idi. Azerbaycan’ın birkaç ay arayla hem sekülerler hem de İslamcılardan sosyal medya linçi yemesi size tuhaf gelebilir. Daha da tuhafı, dünya üzerinde hem Erdoğan’ı bu kadar seven hem de İsrail’e sempatiyle bakan bir halk kitlesinin varlığıdır. Bunu dünyanın hiçbir yerinde bulamazsınız. İsrail’e sempatik olan Batı ülkelerinin Türkiye siyasetini az da olsa takip eden kitleleri, Erdoğan’ı (aslında genel olarak Türkiye’yi) topa tutarken, İsrail’i takıntılı derecede destekleyen Hindu milliyetçileri Erdoğan karşıtı olmanın yanısıra Türkiye ve Azerbaycan’ın düşmanlarını da desteklerken, Pakistan başta olmak üzere Erdoğan’ı kahramanlaştıran İslam dünyası kamuoyu kitleleri ise İsrail’i şeytan olarak görmektedir. Dolayısıyla Azerbaycan, her anlamda tuhaf bir kesişim kümesi teşkil etmektedir.

 

İlk olarak Erdoğan konusundan başlayalım. Azerbaycan kamuoyundaki Erdoğan sevgisi, Mağrip ülkelerindeki, Ortadoğu’daki, Pakistan dahil Hint alt kıtası Müslümanlarındaki Erdoğan sevgisi gibi değildir. Bu kitleler Erdoğan’ı şeriatı getirecek, hilafeti tesis edecek bir figür olarak tahayyül ediyor ve seviyor. Hatta Afganistan’ın yanısıra Pakistan’dan da Türkiye’ye İran sınırı üzerinden gelen göçü teşvik eden videolar vardı sosyal medyada, Türkiye’de hilafetin kurulacağını ve bu yüzden Pakistan Müslümanlarının buraya göç etmesi gerektiğini vurgulayan. Kısacası Ortadoğu ve Güney Asya Müslümanlarının bu kesiminin Erdoğan’a biçtiği rol dünya Şiiliğinin Humeyni ya da Nasrallah imajına benzer. Ancak Azerbaycan’da İslam değil, Türklük üzerinden bir Erdoğan sevgisi var. Abartısız söyleyebilirim ki, Azerbaycan’da sofrasında vodkasını içerek memleket sohbeti yapan amcaların aynı anda şevkle Erdoğan savunması nadirattan sayılmaz. Erdoğan’ı dinden bağımsız şekilde seviyorlar, onu Karabağ’ın kurtarılması için Azerbaycan’a destek veren, İran’a kafa tutacak şekilde Bakü’de

“Araz’ı ayırdılar

Kum ile doldurdular

Ben senden ayrılmazdım

Zor ile ayırdılar” şiirini okuyan, Güney Azerbaycan’ı destekleyen, Türk Keneşini kuran bir figür olarak görüp öyle sahipleniyorlar. Hatta eşimin araştırmaları dolayısıyla Azerbaycan’ın yerli Hıristiyan halkı olan Udiler ile tanıştığımda, onların dahi Erdoğan’a yoğun sempatisini, içinde haçın ve Hz. İsa resimlerinin olduğu dernek odalarında heyecanla Teknofest izlediklerini, hatta Ortodoks Hıristiyan Udi bir teyzenin Emine Erdoğan’ı Mihriban Aliyeva’dan daha oturaklı bularak övdüğüne şaşkınlıkla tanık oldum. Yani Türkçülük ile birlikte, Azerbaycan vatandaşlarını din ve etnisite ayırt etmeden genel olarak kapsayan bir Erdoğan sempatisi de söz konusu.

 

Nasıl İsrail’le ticaretine devam eden, Mısır’da 2011 yılında laikliğin faziletlerini anlatan Erdoğan Güney Asya ve Ortadoğu’daki hayranlarının hayalindeki “İslamcı lider” imajından farklıysa, açılım döneminde Türk milliyetçilerini ezen, Azerbaycan bayraklarının çöpe atıldığı dönemde başbakan olan ve günümüzde Türkiye’ye milyonlarca sığınmacı dolduran Erdoğan da Azerbaycan’daki kardeşlerimizin hayalindeki Türkçü lider olmaktan kat be kat uzak. Ancak bu iki konu da realiteden çok algı ile ilgili. Ayrıca daha önce sosyal medyada belirttiğim gibi, TIRcılar ile olan toplantısında “Azerbaycan dediğin bir telefona bakar” gibi küçümseyici ve kabul edilemez bir ifade kullanan ve İpek Yolu haritasında Azerbaycan’ı dışarıda bırakan bir Kılıçdaroğlu, Karabağ’da ÖSOcuların savaştığı iddiasını tekrarlayarak Ermeni diasporasına Azerbaycan aleyhinde koz veren Ünal Çeviköz gibi örnekler ortada. Ülkenin ana muhalefet partisi Azerbaycan’a karşı dostça bir tutum içinde değildi ve bu da yukarıdaki sebeplere ek olarak antipati yarattı. İYİ Parti bu konuda toparlayıcı olabilirdi ancak 3-6 Mart sürecinde İYİ Parti’nin nasıl zorbalıkla pasifize edildiğine hepimiz tanığız. Zaten Altılı Masa’nın amacı milliyetçi İYİ Parti yerine liberal-muhafazakâr DEVA ve Gelecek’i temel sağ aktör yapmak olduğu için, böyle bir milliyetçi denge unsuruna muhalefette yer yoktu. Dolayısıyla Azerbaycan’daki Erdoğan sevgisini küçümseme ve nefret ile geçiştirmek yerine, sebeplerini anlamaya çalışmak daha iyi olur kanaatindeyim. Kaldı ki, Pakistanlılar örneğindeki gibi Erdoğan’ı Türkiye’yi dönüştürecek bir araç, kendi siyasi ajanda ve ıslak hayallerinin uzantısı olarak sevmiyorlar. Türklük temelinde seviyorlar. Bu fark da göz ardı edilmemeli.

 

“Düşmanımın Düşmanı Dostumdur”a örnek: Azerbaycan ve İsrail

 

Erdoğan’ın Aras nehri ile ilgili okuduğu şiirin Azerbaycan kamuoyunu nasıl etkilediğinden bahsetmiştik. Aras’ın Azerbaycan edebiyatında apayrı bir yeri vardır. Her coğrafyada akarsular bereketi temsil ettiği için hayırla anılır tabii. Azerbaycan edebiyatında buna ek olarak Aras’la ilgili bir sitem, bir hüzün de vardır. Çünkü Azerbaycan için Aras, güney ile kuzeyi birbirinden ayıran bir sınırdır, akrabaları hasrette bırakan, aileleri ikiye bölen bir settir… Bu yüzden Erdoğan’ın okuduğu şiirle aynı kalıptaki maniler ve bayatılar, Azerbaycan’da yaygındır. İlgar Cemiloğlu İmamverdiyev’in de yazdığı gibi:

 

“Genel olarak baktığımızda ses sanatçılarının veya ozanların “Aras”la ilgili söylediği yukarıdaki bayatıda dikati çeken konulardan biri anonim kuvvetler tarafından Aras’ın kumunun savurulması, bazen su ile, bazen de kanla veya kumla doyurulmasıdır.”

 

Tüm bunlardan anlayabileceğimiz şudur ki, Azerbaycan Türklüğünün mayasında, kodlarında Güney ve Kuzey Azerbaycan’ın vuslatına hasret vardır. Bu da pek tabii ki Azerbaycan’daki milliyetçiliğin köklerinde İran karşıtlığının var olmasına sebep olmaktadır. Bu konuda Şiiliğin rolünü de atlamamak gerekmektedir. Sünniliğin aksine Şiilik daha sıkı bir klerikal yapıya sahiptir. Kum’un, yani İran’ın dahil olmadığı bir Caferilik düşünmek çok zordur. Ayrıca Azerbaycan Türklerinin çoğu Şii olmakla birlikte, Azerbaycan’ın Büyük Kafkas Sıradağları eteklerinde ve Gürcistan-Ermenistan sınırına doğru yoğun olarak, Karabağ başta olmak üzere diğer yörelerinde ise parça parça olarak Sünni Türk nüfusu da vardır. Bu yüzden olsa gerek ki, Azerbaycan aydınları arasında hem İran’a bağımlı olmamak için hem de ulusal bütünlüğü sağlamak için Şiilik ve Sünniliği aşan bir İslam anlayışı vurgusu sık rastlanmaktadır. Türk halklarının birleşmeye en yaklaştığı anlardan olan Rusya Müslümanları kongreleri sırasında, Azerbaycan ulusal hareketinin öncü isimlerinden Ali Merdan Topçubaşı, Rusya Müslümanlarının[2] Ağustos 1906 tarihli üçüncü kongresinde, Türkler arasında mezhep ayrımının teşkilatlanmalarda hiçbir etkisinin olmaması gerektiği teklifini kabul ettirmiş, böylelikle Sünni bir Tatar ile Şii bir Azerbaycan Türk’ü aynı örgütlenmede yer alabilmiştir. Başka bir örnek olarak, Azerbaycan’ın aydınlanmacı aydınlarından Mirza Elekber Sabir (1862-1911), bu mısralarında dedesinin Sünni, ninesinin Şii olduğunu ama kendisi için önemli olanın Türklük olduğunu belirtmektedir:

Babam sünni, nənəm şiə, dürək[3] mən,

Nə farsam mən, nə hindəm mən, türək-mən!

 

Aynı zamanda 1805’te Karabağ’ın Gubadlı bölgesinde doğan ve son nefesini Rus işgali dolayısıyla muhaceret ettiği Amasya’da 1886 yılında veren Seyyid Mir Hamza Nigari de bu konuda önemli bir örnektir. Gubadlı yöresinden Sumgayıt’a göçmüş halk arasında bu yaz boyunca yaptığım saha araştırmalarımda tanık olduğum üzere halen halk üzerinde etkisi büyüktür ve yörede hürmet gösterilen dini figürlerin başında gelir. Kendisi Nakşıbendi-Halidi ekolünden bir Sünni sofisi olarak bilinse de bu mısrasında Şiilik ve Sünnilik üstü bir İslam anlayışı göstermektedir:

Allâhı Muhammedi âli seven dostânız

Ne Sünnîyiz ne Şî‘î bir hâlis Müslümanız”

 

Dolayısıyla Şiiliğin İran elinde bir araç olması, Azerbaycan için hem ulusal bütünlüğe hem de bağımsızlığa yönelik bir tehdittir. Belki de bu yüzden yukarıdaki mezhep birliği vurgusundan da öte, Azerbaycan’da dine ve klerikalizme karşı daha negatif bir milliyetçilik anlayışı var. Bahsettiğimiz Mirza Elekber Sabir’in de önde gelen yazarlarından olduğu Molla Nasreddin dergisi, daha 20. yüzyılın başlarında din adamlarına, dini taassuba hatta bazen direkt dine yönelik eleştirel yayınları ile bilinirdi. Azerbaycan’ı, Kazakistan’ı, Kırgızistan’ı görmüş, Özbekleri, Uygurları, Kırım Tatarlarını, Türkmenleri ve pek çok muhtelif Türk halkını yeterince tanımış biri olarak söyleyebilirim ki, dünyadaki Türk milliyetçileri arasında dine yönelik en soğuk tutumu sergileyenlerin başında Azerbaycan’daki milliyetçiler gelir. Bunun da Sovyet etkisinden de azade şekilde, İran’a karşı savunma refleksi olduğu söylenebilir. Zira Kırgızların ve Kazakların milliyetçilik algısında aksine İslam daha çok yer tutar. Kazakistan’da olduğum dönemde (2016-2017) pek çok yerde Nazarbayev’in resmi ile “Tegimiz[4] türki[5], dinimiz İslam” ifadelerini görüyordum. 2021 yılında rahmetli olan cefakâr Kazak milliyetçisi ve muhalif Aron Atabek’in çıkarttığı Alaş dergisinin sloganı da, Türkeş’in “Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur” sözüydü. Özbek ve Kırgız milliyetçiliğinde de aynı damar güçlüdür. Çünkü bu toplumların “ötekisi” Ruslardır. Ulusal kimliğin oturmasındaki çelişki, kafir/Hıristiyan Rus ile, Müslüman Türk arasındadır. Uygurlar da buna örnektir, Kırım Tatarları da, çoğu diğer Türk toplumu da. Ancak Azerbaycan’da Rus işgali geçmişinin yanısıra, ulusal varlığa yönelik temel tehdit İran’dan geldiği için, Azerbaycan’daki Türkçülük daha sekülerdir. Sonuçta internetteki İran trolleri halen Azerbaycan’ın varlığını reddederek “Bakü Cumhuriyeti” gibi küçümseyici ifadeler kullanmaktadır, Azerbaycan Türklerinin Türk değil de asimile İrani (Azari) olduğu tezi de İran çıkışlıdır. Ulusal kimliği İran karşıtlığı etrafında şekillenmiş, daha doğrusu öyle şekillenmek zorunda kalmış, İran tarafından yutulmak istenen Azerbaycan Türklerinin, İran’ın en büyük düşmanı İsrail’e sempatiyle bakmasından daha doğal bir şey olabilir mi? Ayrıca Ermeni – Yahudi rekabeti, 20. yüzyıl başlarında Taşnakların Azerbaycan’da yaptığı katliamlarda Yahudileri de Türkler-Müslümanlar ile birlikte katletmeleri, Mirza “Hazar” Mikailov gibi Azerbaycan Yahudilerinin Azerbaycan bağımsızlığı için sarf ettikleri çaba, Albert Agarunov gibi Karabağ’a gönüllü gidip şehit olan başka bir Yahudi gibi örnekler de mevcut. Bugün de Azerbaycan, Quba rayonunun Qırmızı Qəsəbə isimli Yahudi kasabasıyla, ABD ve İsrail’den sonra dünya üzerinde köy-kasaba şeklinde toplu Yahudi yerleşimi olan 3 ülkeden biridir. Bu da Azerbaycan’ı dünya Yahudiliği için özel bir konuma sokmaktadır.

 

Şunu kabul etmemiz gerekmektedir. Her ne kadar amacımız birlik olsa da (en azından benim amacım bu) Azerbaycan’ın kendi toplumsal tarihi, kendi jeopolitiği vardır. Elbette bir seküler milliyetçinin ülkeye yığılan Arap, Peştun vesair nüfus, demografik detürkifikasyon, açılım dönemi hatıraları temelinde Erdoğan’a karşı öfkeli olması maddenin doğası gereğidir. Hakeza muhafazakâr bir milliyetçi de haklı olarak İsrail’in Doğu Akdeniz’de Türkiye çıkarlarına zıt hareket ettiğini, YPG’yi desteklediğini ve İslam için mukaddes olan Kudüs’ü işgal ve mezalim altında tuttuğunu söyleyecektir, haklıdır da, Türkiye’den bir Türk milliyetçisinin İsrail karşıtlığının temelleri gayet anlaşılırdır. Ancak madalyonun diğer yüzüne de bakmak gerekmektedir. Yakın dönemde Karabağ’da olanlardan ve Türkiye’deki ana muhalefetin Azerbaycan’a hasmane tutumundan dolayı Azerbaycan’daki Erdoğan sevgisi gayet olağandır. Hakeza her ne kadar temel sebep İsrail’in Azerbaycan’a Karabağ Savaşları sırasındaki silah tedariki sayılsa da varlığı İran ile tezat oluşturan bir ülkenin de İsrail’e yakın konumlanması normaldir. Ayrıca (maalesef) Türkiye Yahudileri arasında özellikle Avlaremoz gibi yayın organları aracılığıyla başlayan bir Türkiye aleyhtarlığı varken, Azerbaycan Yahudileri dünyanın her tarafında Azerbaycan lehine lobi yapmaktadır, dolayısıyla Yahudi lobisiyle ilişkilerimiz de en azından son 10-20 yıldır epey farklı Azerbaycan ile.

 

Teşhisi yaptık, reçeteye gelelim. Eğer bir seküler muhalif, Azerbaycan’daki Erdoğan sevgisinden rahatsızsa yapması gereken şey Azerbaycan Türklerine küfür etmek değildir. Muhalefeti CHP’nin elinden alacak bir harekete omuz vermek veyahut muhalif kamuoyunu Azerbaycan konusunda daha pozitif hale getirmeye çalışmaktır. Hakeza eğer bir muhafazakâr da Azerbaycan’ın İsrail’e teveccühünden rahatsızsa, bunu Azerbaycan Türklerini inciterek değiştiremez. Türkiye Türklerinin, Güney Azerbaycan konusunda el uzatacak asıl unsur olduğunu vurgulayarak, Azerbaycan’a İran konusunda daha çok omuz vereceğimizi göstererek yapabilir. Zira bu olursa Azerbaycan’ın İsrail’e ihtiyacı azalır. Velhasıl kelam, muhalif seküler milliyetçilere de Türk-İslam çizgisindeki muhafazakâr milliyetçilere de düşen görev, bu konularda Azerbaycan ile aramızdaki zıtlıkları yok etmeye çalışmaktır, daha da zıtlaşmak değil.

[1] Türkmenistan Türkmenliğinden farklı olarak İngilizce “Turcoman” şeklinde ifade edilen tarihi ve bölgesel tanımı kast ediyorum.

[2] Kongre bu adla anılsa da, katılımcılara ve kongre kararlarına bakılırsa Rusya içindeki Türkleri ilgilendiren kongrelerdi.

[3] Melez, karışık.

[4] Soyumuz

[5] Kazakçada çoğu zaman “türki”, İngilizcedeki “Turkic” ve Rusçadaki “tyurk” gibi tüm Türk halklarını kapsayan anlamıyla kullanılır. “Türik” ise zaman zaman genel kullanılsa da ekseriyetle Türkiye Türkleri için kullanılır.